Vakalar artıyor, Delta varyantı hızla yayılıyor… Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Çelik, yeni pik için tarih verdi

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Vakalar artıyor, Delta varyantı hızla yayılıyor… Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Çelik, yeni pik için tarih verdi

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Türkiye'de koronavirüs kısıtlamaları, 1 Temmuz itibarıyla son buldu. 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, vaka sayısının 5 bine düşürülmesi hedefi koydu.
Hedefe bir ölçüde ulaşıldı. Ancak vaka sayıları yeniden arttı.
19 Temmuz'da 226 bin 513 test yapıldı. Vaka sayısı 7 bin 667 olarak kayıtlara geçti.
Can kayıplarında da önceki günlere göre ciddi artış yaşandı ve 50 kişi yaşamını yitirdi.
Yeniden tırmanışa geçen ve farklı varyantların tespit edildiği Türkiye'de riskli gidişatın devam edeceği ifade ediliyor.

"Yüzde 30 artış var"
Bu durum Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından dile getirildi. 
Bakan Koca sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, vaka sayılarının artışına dikkati çekerek, "Vaka sayıları geçen haftaya kıyasla yaklaşık yüzde 30 oranında artış gösterdi. Bayram telaşı ve neşesi içinde tedbirleri hafife almayın" çağrısında bulundu.
Bu çağrıya toplumun ne kadarının olumlu yanıt vereceği bilinmiyor. Fakat bilinen acı gerçeği bilim adamları dile getiriyor.

19 Temmuz'da yapılan aşılamaya ilişkin tablo / Fotoğraf: Independent Türkçe
"Akraba ve dost ziyareti virüsü yaygınlaştırıyor"
Onlara göre toplumun önemli bir bölümü kurallara riayet etmiyor. 3K olarak ifade edilen "kapalı", "kısıtlı" ve "kalabalık" ortamlarda vakit geçiriyor. Bu da doğal olarak vakaların artışına neden oluyor.
Kurban Bayramı nedeniyle gerçekleşen 9 günlük tatilde yakın akraba ve dost ziyaretlerinde kuralların ihlal edilmesi virüsün yaygınlaşmasına davetiye çıkarıyor. 
Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Kurulu Üyesi Prof. Dr. İlhami Çelik, vaka sayısının önümüzdeki günlerde çok daha artabileceğini ifade ederek uyarılarda bulundu. 

"Nüfus dalgalanması vakaları arttıracak" 
Bayram nedeniyle trafikte çok yoğunluk yaşandığını hatırlatan Çelik, "Trafiğin çok yoğun olması insanların kapalı mekanlara girip çıkması anlamına geliyor. Anormal bir nüfus dalgalanması yaşandı. Bunun sonucu vaka artışına yol açacak" dedi. 
Türkiye'nin en doğusundan en batısına, en güneyinden en kuzeyine kadar bir göç hareketliliği yaşandığını bunun da virüsün yayılmasına yol açabileceğini vurgulayan Çelik, "Virüsü insanlar taşıyor. Dolayısıyla artış kaçınılmaz gözüküyor. Dün açıklanan rakamlar bunu ortaya koyuyor. 3 K olarak tabir edilen kapalı, kısıtlı ve kalabalık ortamlar, virüs için bulunmaz nimet. Bayramlaşmada da eskisi gibi bir davranış ortaya konulursa vaka artışları daha da yukarılara çıkabilir. Ağustosun ortası gibi yüksek vakalarla karşılaşabiliriz" diye konuştu. 

"Hiçbir ilaç veya aşı yan etkisiz olamaz"
Bazı illerde insanların maske – mesafe – temizlik kurallarına uymadıklarına çokça rastlanıldığını ifade eden Prof. Dr. Çelik, şunları kaydetti: 
"Kafa karıştırıcı çok şey söyleniyor. Bizim bunları konuşurken çok dikkat etmemiz gerekir. İnsanlarımız kuralları biliyorlar. Bunları yine de sık sık tekrar etmemiz gerekiyor. Farklı ve birbiriyle çelişen açıklamalar yapıldığında insanları kafası karışıyor. Aşılama ilk başlarda iyi gidiyordu şimdilerde bir yavaşlama var. Aşı karşıtları da insanların kafalarını karıştırıyor. Hiçbir ilaç veya aşı yan etkisiz olamaz. Önemli olan fayda ile zararın kıyaslanmasıdır. İnsanı ölüme götürecek bir hastalığı mı tercih edersiniz yoksa hafif kas ve eklem ağrısı yapacak bir ilacı mı? Tabii ki insanların ikinciyi tercih etmesi gerekiyor. Şu anda insanların en iyi koruyan aşılar var. Bunları mutlaka yaptırmak gerekiyor. Bu aşıları yaptırmadan pandeminin üstesinden gelmek mümkün değil. Delta ve Delta Plus vakalarının çoğaldığı ülkelere bakılacak olursa - ki aralarında Türkiye de var- bunların yayılmasını engelleyecek en önemli unsur aşıdır."

"Kapalı ve kalabalık ortamlardan uzak durmalarını tavsiye ediyorum"
"Yeni bir dalga veya pik denilecek artış için bir tarih verebiliyor musunuz? " sorusuna Prof. Dr. İlhami Çelik, şu yanıtı verdi: 
"Gidişat belli aslında. Herkesin ortak görüşü ağustosun ortası gibi bir pik yaşanacağı yönünde. Geçen sene de benzer bir durum yaşanmıştı. Yurtdışında geliş çok arttı. Benim de görüşüm ağustosun ortasında ciddi bir vaka artışının olacağı yönündedir."
İnsanların 3 K yani kapalı, kısıtlı ve kalabalık ortamlardan kaçınmaları gerektiğinin altını çizen Çelik, "Vatandaşlarımıza bu ortamlardan uzak durmaları çağrısında bulunuyorum. Maske – mesafe ve temizlik kurallarına mutlaka uymaları lazım. Herkese kapalı ve kalabalık ortamda uzak durmalarını tavsiye ediyorum" diye konuştu. 

"Önümüzdeki günlerde ciddi bir artış bizi bekliyor"
Prof. Dr. Bülent Ertuğrul da gelecek günlerde ciddi bir vaka artışının beklendiğini söyledi. 
Yeni pik için ağustosu tarih olarak veren Prof. Dr. Ertuğrul, "Delta hakim olmaya başladı. Günlük pratiğimiz Sağlık Bakanlığı rakamlarındaki artışla örtüşüyor. Delta varyantının hakim olduğunu ülkelerden, ülkemize çok fazla giriş-çıkış var. Önümüzdeki günlerde tüm bu faktörlerden dolayı ciddi bir vaka artışı bizi bekliyor" ifadelerini kullandı.
Independent Türkçe



Hamilelikte stres yaşayan annelerin bebekleri daha erken diş çıkarıyor

Stres hormonu kortizol, diş ve kemik gelişimindeki süreçleri etkiliyor (Pixabay)
Stres hormonu kortizol, diş ve kemik gelişimindeki süreçleri etkiliyor (Pixabay)
TT

Hamilelikte stres yaşayan annelerin bebekleri daha erken diş çıkarıyor

Stres hormonu kortizol, diş ve kemik gelişimindeki süreçleri etkiliyor (Pixabay)
Stres hormonu kortizol, diş ve kemik gelişimindeki süreçleri etkiliyor (Pixabay)

Hamilelik dönemini daha stresli geçiren annelerin bebeklerinin, diğer bebeklerden daha erken diş çıkardığı tespit edildi.

Bebekler normalde 6 aylıkken diş çıkarmaya başlar ve üç yaşına geldiklerinde 20 süt dişinin tamamı oluşur. 

Bu süreçte genetik ve beslenme gibi faktörler etki etkili olsa da bilim insanları stresin de önemli bir rol oynayabileceğini belirtiyor.

Rochester Üniversitesi'nden Dr. Ying Meng liderliğindeki bir ekip, ABD'deki dezavantajlı bölgelerden gelen 142 anne adayını takip ettikleri bir çalışma yürüttü.

Araştırmacılar, gebeliğin ikinci ve üçüncü trimesterinde kadınlardan tükürük örnekleri toplayarak kortizol, progesteron ve testosteron gibi hormonların seviyelerini ölçtü.

Doğumdan sonra bebekler 24 ay boyunca belirli aralıklarla diş kontrolüne götürüldü.

Bulguları hakemli dergi Frontiers in Oral Health'te dün (18 Kasım) yayımlanan çalışmaya göre, 6 aylıkken bebeklerin yaklaşık yüzde 15'inin en az bir dişi vardı. 24 aylık sürenin sonundaysa çocukların yüzde 25'i 20 süt dişini tamamlamıştı.

Araştırmacılar 6. ayda, stres hormonu kortizol seviyesi en yüksek olan annelerin bebeklerinin, en düşük olanların çocuklarına kıyasla ortalama 4 dişi daha fazla çıkardığını saptadı.

Bilim insanları kortizolün, doğum öncesi büyümeyi ve mineral metabolizmasını etkileyebileceğini düşünüyor. Stres hormonu, kemik ve diş mineralizasyonunda kritik rol oynayan kalsiyum ve D vitamini seviyelerini değiştirebiliyor.

Çalışmada erken diş gelişimiyle, progesteron ve testosteron gibi hormonlar arasında da bağlantılar bulundu ancak bu ilişki kortizol kadar kuvvetli değildi.

Meng "Annenin hamileliğinin sonlarında stresle ilişkili hormonların, özellikle de kortizolün daha yüksek olmasının, bebeğin süt dişlerinin daha erken çıkmasıyla ilişkili olduğunu gösterdik" diye açıklıyor.

Bulgular ayrıca gebelikteki stresin, bebeğin biyolojik yaşlanma sürecini hızlandırdığı anlamına da gelebilir. 

Ancak erken diş gelişiminin, büyümenin hızlandığının bir işareti olup olmadığını anlamak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç var.

Meng, "Hâlâ cevap bekleyen temel sorular var" diyerek ekliyor:

Örneğin, anneden gelen hangi hormonlar veya gelişim yolakları diş çıkma zamanındaki değişikliği tetikliyor, dişlerin erken çıkmasıyla biyolojik yaşlanma ve gelişim arasındaki ilişki tam olarak ne ve bu hızlanma çocuğun genel sağlığı hakkında ne söylüyor?

Independent Türkçe, Newsweek, New York Post, Frontiers in Oral Health


Bitki bazlı beslenmenin yeni faydaları keşfedildi

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Bitki bazlı beslenmenin yeni faydaları keşfedildi

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Yeni bir araştırmaya göre, meyve, sebze, kuruyemiş ve baklagiller açısından zengin bir bitki bazlı diyete geçiş, hipertansiyon hastalarında kalp hastalıklarını önlemeye ve hatta tersine geriletmeye yardımcı olabilir.

Yüksek tansiyon, koroner mikrovasküler disfonksiyon (CMD) olarak bilinen bir kalp hastalığı türü için önemli bir risk faktörü. Kalp dokusuna kan akışını düzenleyen küçük kan damarları hasar gördüğünde ortaya çıkıyor. Hasarlı kan damarı hücreleri kasılarak kan akışını engelliyor ve göğüs ağrısına neden oluyor.

CMD, sık göğüs ağrısına, hastaneye yatışa, kalp yetmezliğine ve hatta ölüme neden olabiliyor. Kadınları erkeklerden daha şiddetli etkiliyor.

ABD'deki Georgia Eyalet Üniversitesi'nden araştırmacılar, mevcut tedavi seçeneklerinin yalnızca kısmen etkili olduğunu ve hastaların hastaneye yatıştan sonra bile kötü sonuçlar almaya devam ettiğini söylüyor.

Journal of the American Heart Association adlı akademik dergide yayımlanan son çalışmanın yazarlarından Rami S. Najjar, araştırmacıların hastalığın tedavisinde beslenmenin rolünü incelediğini ve "bitki bazlı beslenmenin hipertansif sıçanlarda hem CMD gelişimini önlediğini hem de mevcut CMD'yi tersine çevirdiğini, bunun da klinik uygulamalarla örtüştüğünü" bulduğunu söyledi.

İlginç bir şekilde, bitki bazlı beslenmenin CMD'deki faydalı etkileri, hipertansiyonun devam etmesine rağmen ortaya çıktı ve bu da beslenmenin kalbin küçük kan damarları üzerinde hedefli bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor.

Araştırmacılar bu faydanın, hipertansiyonun zararlı etkilerini ortadan kaldırarak kan damarı hücrelerinin işlevini iyileştirmesinden kaynaklandığını düşünüyor.

Bitki bazlı beslenme, sıçanlarda kan damarlarının işlevini düzelterek tekrar normal şekilde genişlemelerini sağlıyor gibi görünüyor.

Araştırmacılar, insanlar için bu diyetin her gün bir fincan siyah fasulye, bir büyük kırmızı dolmalık biber, bir buçuk fincan Brüksel lahanası, iki limon, bir orta boy tatlı patates, bir buçuk fincan ceviz ve bir fincan yaban mersini anlamına geldiğini söylüyor.

Diyetin CMD tedavisine katkı sunabileceğini gösteren ilk çalışmalardan biri olan bu araştırma, insan klinik deneylerinin önünü açtı.

Araştırmacılar, dişi hipertansif sıçanları 6 ay boyunca bitkisel gıda içermeyen bir "kontrol diyeti" veya yüzde 28 oranında meyve, kuruyemiş, sebze ve baklagil içeren bir bitki bazlı diyetle besledi.

Diyetler tüm besin maddeleri açısından eşleştirildiğinden, bilinen tek fark bitki bazlı diyetin yüksek antioksidan içeriğiydi.

6 ay sonra kontrol diyetindeki sıçanlar, CMD oluştuktan sonra tedavisi için bitki bazlı diyete geçirildi.

Araştırmacılar, klinikte insanlarda kullanılan kalp damarı akımını ölçme yöntemiyle sıçanlardaki CMD'yi değerlendirdi ve kalp MR'ı da çektiler.

Araştırmacılar daha sonra kalpten alınan izole kan damarı hücrelerini değerlendirerek işlevlerini ve kalp dokusundaki hasar göstergelerini inceledi. Bitki bazlı bir diyetin hipertansif sıçanlarda "CMD gelişimini önlediği ve mevcut CMD'yi tersine çevirdiği" sonucuna vardılar.

Independent Türkçe


Kronik ağrı çekenlerde, hipertansiyona daha sık rastlandığı belirlendi

200 binden fazla yetişkin üzerinde yapılan bir analiz, kronik ağrı çeken kişilerin, kalp hastalığı ve felçte risk faktörü olan yüksek tansiyon geliştirme olasılığının daha yüksek olduğunu gösterdi (Unsplash)
200 binden fazla yetişkin üzerinde yapılan bir analiz, kronik ağrı çeken kişilerin, kalp hastalığı ve felçte risk faktörü olan yüksek tansiyon geliştirme olasılığının daha yüksek olduğunu gösterdi (Unsplash)
TT

Kronik ağrı çekenlerde, hipertansiyona daha sık rastlandığı belirlendi

200 binden fazla yetişkin üzerinde yapılan bir analiz, kronik ağrı çeken kişilerin, kalp hastalığı ve felçte risk faktörü olan yüksek tansiyon geliştirme olasılığının daha yüksek olduğunu gösterdi (Unsplash)
200 binden fazla yetişkin üzerinde yapılan bir analiz, kronik ağrı çeken kişilerin, kalp hastalığı ve felçte risk faktörü olan yüksek tansiyon geliştirme olasılığının daha yüksek olduğunu gösterdi (Unsplash)

Dünyada milyonlarca insan, genellikle depresyon, anksiyete ve diğer ruhsal ve fiziksel sağlık sorunlarına yol açan ve yaşam kalitesini ciddi biçimde düşüren bir rahatsızlık olan kronik ağrıyla yaşıyor.

Doktorlar, kronik ağrı yaşayan yetişkinlerde hipertansiyon riskinin arttığı ve kronik ağrının yol açtığı depresyonun da buna katkıda bulunan bir faktör olabileceği uyarısı yapıyor.

Glasgow Üniversitesi'nden Dr. Jill Pell, 200 binden fazla Britanyalı yetişkinin sağlık verilerinin analiz edilmesinin ardından yaptığı açıklamada, "Ağrı ne kadar yaygınsa hipertansiyon riski de o kadar artıyor" diyor.

Bulgular, ağrısı olan kişilerde depresyonun erken teşhis ve tedavisinin, yüksek tansiyon görülme riskini azaltmaya katkı sağlayabileceğine işaret ediyor.

Ancak tek muhtemel neden depresyon değildi. Doktorlar, ağrıyla ilişkili olabilecek veya olmayabilecek kronik iltihaplanmanın da rol oynadığını belirtiyor.

Şişlik veya acıya duyarlılığa yol açabilen iltihaplanma, vücudu hastalıktan veya yaralanmadan koruyan normal bir tepkiyken kronik iltihaplanma, vücutta istilacı bakteri veya yara olmamasına rağmen vücudun tepki vermeye devam etmesi durumunda ortaya çıkıyor ve zararlı olabiliyor.

Kronik iltihaplanmanın kanser, demans ve diğer kronik hastalıklara yol açtığı gösterildi.

Pell hem iltihaplanma hem de depresyonun yüksek tansiyon riskini artırdığı bilinmesine rağmen daha önceki hiçbir çalışmada, ağrı ve yüksek tansiyon arasındaki bağlantının iltihaplanma ve depresyon tarafından ne ölçüde etkilendiğinin incelenmediğini söylüyor.

Ekibinin bulguları, kronik ağrı, depresyon, yüksek tansiyon ve iltihaplanma arasındaki bağlantıları gösteren onlarca yıllık önceki araştırmalara dayanıyor. Washington DC'deki araştırmacılar 2011'de, "iyi hissetme" hormonu diye bilinen dopamin eksikliğinin tansiyonu yükseltebileceğini keşfetmişti.

Johns Hopkins Medicine'ın 375'ten fazla çalışmayı incelediği 2025 tarihli bir araştırması, kronik ağrı çeken yetişkinlerin yüzde 40'ının "klinik açıdan önemli düzeyde depresyon ve anksiyete" yaşadığını ortaya koymuştu. 2001'e kadar uzanan çalışmalarsa iltihaplanmayla yüksek tansiyon arasında bir ilişki olduğunu bulmuştu.

Amerikalı yetişkinlerin yaklaşık yarısı (120 milyon kişi) kalp hastalığı, felç ve böbrek hastalığında yaygın bir risk faktörü olan yüksek tansiyondan muzdarip. Her yıl 910 binden fazla kişinin hayatını kaybetmesine yol açan kalp hastalığı, ülkenin en önde gelen ölüm nedeni.

Yüksek tansiyon ve iltihaplanma riskini azaltmak için gece en az 7 saat uyumak, meyve ve sebze açısından zengin bir beslenme düzenini takip etmek ve günde en az 30 dakika orta yoğunlukta egzersiz yapmak gerekiyor. Bu egzersizler hızlı yürüyüş veya hafif koşu olabilir.

Aktif kalmak da önemli bir tavsiye. Kronik sırt ağrısı çeken 16 milyon Amerikalı için günde 100 dakika yürümenin fayda sağladığı kanıtlandı.

Independent Türkçe