Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı

Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı
TT

Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı

Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı

Salah Bedreddin
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, yurt içinde ve dışında çeşitli isimlerle PKK’ya bağlı olan tüm görsel-işitsel medyanın seferberliğinde sosyal medyada bir hashtag (etiket) yayınlayarak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin tanınması çağrısında bulundu. Ancak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni tanımasını istediği kişi veya kuruluşların isimlerini belirtmedi.
Sosyal ağlarda ve medya kuruluşlarında başlatılan bu kampanyanın zamanlamasının aşağıdakiler de dahil olmak üzere birtakım faktörler ve göstergelerle örtüştüğüne hiç şüphe yok. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1 - ABD’nin Afganistan'da yirmi yıl süren muazzam askeri varlığının ardından Afganistan'dan başlayan, 2003 yılında ABD işgaline tanık olan, daha sonra 2011'de neredeyse tamamen geri çekilmişken Uluslararası Koalisyon çatısı altında DEAŞ’la mücadele için yeniden döndüğü, ardından Irak parlamentosunun ülkedeki yabancı güçlerin tamamen çekilmesi kararı aldığı Irak'tan geçen ve DEAŞ’A karşı savaş yıllarından bugüne kadar askeri güç olarak kabul edilen SDG'yi desteklediği Suriye ile son bulan Ortadoğu'dan askeri olarak geri çekilmeye yönelik art arda attığı adımlar bu faktörlerin başında geliyor. Ancak konunun uzmanı birçok kaynağa göre ABD’nin Ortadoğu’dan kademeli olarak geri çekilme niyeti henüz netlik kazanmış değil.
2 - ABD Başkanı Joe Biden ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in İsviçre zirvesinden sonra başlayan Suriye konulu mutabakatları da yine bu faktörlerden biridir. Gözlemciler söz konusu mutabakatları, özellikle Washington’ın dünya arenasına geri dönüşü çerçevesinde ABD’nin dünyanın diğer bölgelerindeki nüfuzu lehine vereceği birtakım tavizler karşılığında, Rusya'nın Suriye'deki nüfuzunu güçlendirmek için ABD’nin yürüttüğü bir çeşit yatıştırıcı diplomasi olarak görüyorlar.
3 - Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) deneyiminin sorunlu ve gerçekçi olmayan şahitliğinde, bu gruplarla rejim arasındaki eski mutabakatları yeniden canlandırmaya ve Rus tarafının himayesinde 2017 yılında yapılan kendi kaderini tayin etme referandumundan sonra yine Bağdat yönetimine dönüş için yeni adımlar atmaya yönelik çağrısını da yine bu faktörler arasında sayabiliriz.
4 - Ankara’nın bir NATO üyesi olarak ABD'nin çekilmesinden sonra Kabil Havalimanı’nın güvenliğini ve emniyetini sağlama talebini Washington'ın karşılamaya hazır olmasından bu yana ABD-Türkiye ilişkilerinde sıcak temasların olduğuna dair bazı göstergeler de söz konusu. Tabii ki bu, SDG'nin ve Özerk Yönetim'in geleceği ile ilgili bir bedel karşılığında olacaktır.
Peki, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin tanınması çağrısının amacı ne?
Yukarıda belirtilen faktörler ve göstergelerin yanı sıra Suriye dosyasına ilişkin Suriye’nin yanı sıra bölgesel ve uluslararası düzeydeki hızlı siyasi gelişmelere dayanarak basın ve sosyal medya üzerinden yapılan bu yoğun ve aceleci tanıma çağrısının arkasındaki amaç gördüğüm kadarıyla, sadece Suriye Kürtleri adına değil, aynı zamanda Suriye kuzeydoğusundaki Kürtlerin, Arapların ve Hıristiyanların yanı sıra Şam rejimiyle Rusya'nın himayesindeki bir diyalogla Haseke, Deyrizor ve Rakka sakinlerinin tek meşru temsilcisi olarak da ilgili tarafların tanınmasını ve onayını kazanmaktır. Askeri ve güvenlik güçlerinin rejim güçleriyle entegrasyonu hakkında sızan bilgilerle birlikte Şam’ın, illere göre yerel yönetim bazında ilgili bölge ile Baas rejiminin iktidara gelmesinden bu yana yürürlükte olan Suriye Anayasası çerçevesinde yasal ve idari olarak ilgilendiği de gelen bilgiler arasında. Mazlum Abdi’nin rejiminin tanınması çağrısındaki amaç ise rejimini ve temsilcilerini tek bir siyasi, idari ve otoriter referans haline getirmek veya Suriye’nin kuzeydoğu bölgelerinin gerçek yönetimi olmak konusunda sözde müzakere kartlarını güçlendirmek için zamanla yarışma girişimidir.
Bu bağlamda şu soru işaretleri ortaya çıkıyor: Mazlum Abdi, yönettiği rejimi ne olarak değerlendiriyor? Bir PYD partisi mi yoksa fiili bir otorite olarak öz-yönetim mi? Ya da PKK’nın merkezi Kandil'e bağlı askeri güçler mi? Yahut bir otoriteyi, bir kurtuluş hareketini veya ideolojik bir partiyi mi temsil ediyor? 1920’li yıllarda Hoybun Hareketi ile başlayan tarihi Suriye Kürt ulusal hareketinin, 1957'de Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’nin (SKDP) kurulması, 1965'te 5 Ağustos Konferansı'nın köklü dönüşümleri ve mevcut parçalanma durumunun, Kürt Demokratlar Hareketi (TEV-DEM) ve Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin (ENKS) ortaya çıktığı partizan kutuplaşmanın bittiğini mi ifade ediyor? Yoksa bu çağrı, birkaç gün önce Abdullah Öcalan’ın 1980’lerin başında Esed ailesine başvurduğu ve şu ana kadar Suriye rejimine hizmet ettiğinin ortaya çıkmasından mı kaynaklanıyor?
Büyük ihtimalle Mazlum Abdi de dünya ülkeleri tarafından tanınmayı beklemiyor. Çünkü kendisi devlete benzer bir yapıyı dahi temsil etmiyor. Bağımsız ülkeler birbirlerini tanırlar. Askeri örgütleri ve grupları bilhassa şiddet eylemlerinde bulunduklarından şüpheleniliyorlarsa tanımazlar. Bunları mali ve askeri destek karşılığında kullanırlar. Ayrıca Rusya, ABD, İran, Türkiye ve İsrail gibi Suriye dosyasıyla ilgili ülkeler, halen Suriye devletine paralel oluşumları tanımıyor ve silahlı milisler veya siyasi örgütlerle uğraşıyorlar. Uzun vadede tüm toprakların ve fiili otoritelerin iktidardaki rejimin kollarına geri dönmesinin amaçlandığı da artık bir sır değil.
Suriye Kürt hareketinin meşruiyeti için neler gerekiyor?
Geleneksel Kürt partileri, Suriye devriminin başlangıcından bu yana ve hatta ondan yıllar önce, başta hareketin mücadele çizgisinden siyasi sapma olmak üzere birçok nedenden ötürü Kürt halkını ve onların ulusal hareketini temsil etme özelliklerini kaybetti. Tüm bunlar söz konusu partilerin kendi içlerinde seçim ve konferanslarla ilgili hükümlerin bozulmasıyla demokrasinin kaybolması, parti yönetimlerinin hısım-akraba kollanarak aile şirketlerine dönüşmesi ve ardından partilerin siyasi sermayeye bağımlı hale gelmesi, bağımsız karar alma özelliğinin yitirilmesi, partilerin yabancı gündemlerin hizmetine sunulması ve Suriye Kürtleri için ulusal projenin tanımlanması, formüle edilmesi ve benimsenmesinde pusulanın şaşmasıyla oldu.
Ulusal düzeyde geniş bir boşluk yaratan bu trajik sahnenin, Suriye devriminin başlangıcından bu yana yeni gelenin (eski ve yeni özellikleriyle PKK sisteminin) kontrolüne daha fazla alan açtığına şüphe yoktur. Suriye devrimi ve Türkiye karşıtı olan iki gücün bir siyasi temelde yakın iş birliğine ilişkin Öcalan'ın Esed’in kapısına gittiği dönemde yapılandan farklı bir anlaşma çerçevesinde, birinci temelin silah zoruyla ve Esed rejiminin doğrudan desteğiyle gerçekleştiği, ikincisinin ise önemli bir etkisinin olmadığı görüldü.
Mazlum Abdi, Suriyeli Kürtlerin kendisini ve sistemini tek meşru temsilci olarak tanımasını güvence altına almak istediğinde, birçok adımı tamamlamalı ve daha fazla açıklık, şeffaflık, ilkelere bağlılık, hata ve günahları kabul etme dahil olmak üzere birçok koşulu sağlamalıdır. Abdi, sistemi ENKS çatısı altındaki taraflarca tanınmadıktan ve onu Kürt-Kürt anlaşmasının hamisi veya kotaların ortağı olarak görmedikten sonra çağrısının içeriği boş bir konuşma olduğunu kesinlikle bilmelidir.
Evet, 2011'den bu yana rejiminin Suriye Kürtlerine, onların hareketlerine ve genel olarak Suriyelilere yönelik tüm olumsuz ve yıkıcı davranışlarını kapsamlı bir şekilde eleştirmeli. Bunlar arasında Esed’in diktatör rejimiyle anlaşmalar yapması, ulusal düzeyde ihlallerde bulunması, petrol, gaz ve gümrük gelirlerini denetimsiz ve hesap sorulmadan dağıtması, adam kaçırma suçları, tasfiyeler, Kürt bölgelerinin nüfuslarından arındırılması, ideolojik ve politik olarak farklı savaşçıların takip edilmesi gibi tamamı belgelenmiş davranışlar yer alıyor.
Mazlum Abdi eğer rejiminin Kürtleri temsil etmesini istiyorsa, Suriye Kürtlerinin çıkarlarına bağlı kalmalı ve Kandil’den ideolojik, örgütsel, siyasi ve devlet olarak ayrıldığını ilan etmelidir. PKK'nın genel olarak IKBY’ye ve IKBY başkanlığına, IKBY halkı tarafından seçilen hükümet ve parlamentodaki Kürt kardeşlerine karşı sürdürdüğü düşmanca tutumu kınamalıdır. Ayrıca Suriye Kürtleri arasındaki fikri ve siyasi çoğulculuğu tanımalıdır. Suriye Kürtlerinin siyasi hayatının ve mücadelesinin kendi rejimiyle başlamadığını ve yine onun rejimiyle bitmeyeceğini de bilmelidir. Abdi’nin kendi rejimi de dahil olmak üzere tüm partilerin, Kürt hareketini tam olarak temsil etmediğini ve Suriyeli Kürt vatanseverlerin yaklaşık yüzde sekseninin bu partilerden olmadığını kabul etmesi gerekiyor. Meşruiyetini yeniden sağlamak ve zorluklarla mücadele etmek için bağımsız yurtseverlerin üçte ikisi ve iki kutup TEV-DEM ve ENKS’nin üçte biri için en uygun seçenek olarak Suriye Kürt hareketini Kürt konferansı aracılığıyla yeniden inşa etme ilkesine bağlı kalmalıdır. Bu konferans, tanınma talebinde bulunmak veya herhangi bir teklif sunmak için en uygun yerdir. Bu nedenle, meşru bir temsilci olarak tanınmak isteyen (bir parti, örgüt veya şahıs vb.) kim olursa olsun halkın çoğunluğunun güvenini silahların gölgesinde değil, özgür, sivil demokratik yollarla elde etmelidir.
Bu makale Şarku’l Avsat tarafından ahewar.org sitesinden çevrilmiştir.



İsrail'in çağrı cihazlarını patlatmasının üzerinden bir yıl geçti… Lübnanlılar iyileşme yolculuklarına devam ediyor

Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
TT

İsrail'in çağrı cihazlarını patlatmasının üzerinden bir yıl geçti… Lübnanlılar iyileşme yolculuklarına devam ediyor

Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)

Zeyneb Mustarah, Beyrut'ta bir etkinlik planlama şirketi işletiyordu. Ancak geçen yıl İsrail'in Lübnan'da bubi tuzaklı çağrı cihazlarını patlatması sonucu yüzünden ve sağ elinden yaralandı. Zeyneb, eli ve gözlerinin sağlığına kavuşması için çok sayıda ameliyat geçirdi.

17 Eylül 2024'te, Hizbullah'ın üyeleri tarafından taşınan binlerce çağrı cihazı aynı anda patladı, bir gün sonra da diğer kablosuz cihazlar (telsizler) patladı.

Patlamalarda 39 kişi öldü ve 3 bin 400'den fazla kişi yaralandı. Yaralananlar arasında patlama anında cihazların yakınında bulunan ve İran destekli örgütün mensubu olmayan çocuklar ve siviller de vardı.

Şu anda 27 yaşında olan Zeyneb de yaralananlar arasındaydı.

Zeyneb, Reuters'a verdiği demeçte, evden çalışırken akrabalarından birine ait çağrı cihazının mesaj almış gibi bip sesi çıkardığını, ardından dokunmadan patladığını söyledi. Bilincini kaybetmemiş olsa da yüzünde ve elinde ağır yaralanmalar meydana geldi.

Şok edici bir saldırı

Zeyneb geçtiğimiz yıl 14 ameliyat geçirdi ve önünde halen yedi estetik ameliyatı var. Zeyneb, sağ el parmaklarını ve görme yetisinin yüzde 90'ını kaybetti.

Zeyneb, “Görme yetim sadece yüzde 10 olduğu için artık iç mimarlık okuyamam. Allah izin verirse, gelecek yıl kendime uygun üniversite bölümlerine bakacağız, böylece okula devam edebileceğim. Ama kesinlikle oturup hiçbir şey yapmadan durmayacağım” ifadelerini kullandı.

Çağrı cihazları ve telsizlerin patlaması, İsrail ile Hizbullah arasında yıkıcı bir savaşı tetikledi ve bu da Lübnan'ın geniş alanlarının tahrip olmasına yol açtı.

Patlamalardan iki ay sonra, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun sözcüsü, başbakanın saldırıya yeşil ışık yaktığını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığına göre İsrail, Hizbullah tarafından satın alınan binlerce çağrı cihazının içine, küçük ama yüksek patlayıcılı fünyeler sakladı.

Bu cihazlar, Hizbullah mensupları tarafından taşınıyordu.

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, patlamaları ‘şok edici’ olarak nitelendirerek, siviller üzerindeki etkisinin ‘kabul edilemez’ olduğunu vurguladı.

Volker Türk, cihazları kimin taşıdığını veya nerede bulunduğunu kesin olarak bilmeden binlerce kişiyi aynı anda hedef almanın, ‘uluslararası insan hakları hukukunu ihlal ettiğini’ bildirdi.

Yaralanan sağlık çalışanları

Hizbullah'ın er-Resulu’l A'zam Hastanesi'nin mühendislik ve tıbbi ekipman müdürü 34 yaşındaki Muhammed Nasıruddin, çağrı cihazları patladığı sırada kendi cihazını cebinde taşıyordu. Nasıruddin, bu cihazı, hastanede gerekli olan bakım işlerine erişimi kolaylaştırmak için kullandığını söyledi.

17 Eylül'de, oğlunun okulunun ilk günü olduğu için eşiyle telefonda konuştu. Birkaç dakika sonra, taşıdığı çağrı cihazı patladı.

Patlama sonucu sol gözünü ve sol el parmaklarını kaybetti, kafatasına şarapnel parçaları saplandı. İki hafta komada kaldı. Nasıruddin halen yüz ameliyatları geçiriyor.

Uyandığında, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın Beyrut'un güney banliyölerinde İsrail'in düzenlediği saldırılarda öldürüldüğünü öğrendi. Bu olay, Hizbullah ve destekçileri için bir dönüm noktası oldu.

Ancak Nasıruddin, oğlu onu bu halde görene kadar tek bir damla gözyaşı dökmedi.

O şöyle dedi: “Gözümü ve parmaklarımı kaybettim ama ağlamadım... Hissettiğim tek üzüntü, oğlumun babasının durumunun böyle olmasını nasıl kabullenebildiğiydi.”

Lübnan Meclisi Milletvekili ve göz cerrahı Elias Jradi, çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarına onlarca ameliyat yaptı ve bazı vakaların ömür boyu tedavi gerektireceğini söyledi.

Reuters'a konuşan Jradi şu ifadeleri kullandı: “Çoğu bu yıl birkaç ameliyat daha geçirmeli. Çoğu ömür boyu takip gerektiriyor… Tedavinin belirli bir noktada sona ereceğini sanmıyorum; devam edecek. Her vaka insani bir vakaydı, özellikle de size ‘Bize ne oldu?’ diye soran çocuklar veya kadınlarla karşı karşıya kaldığımızda... Onlara cevap veremiyorsunuz.”


Suveyda'da güvenliği yeniden tesis etmeyi amaçlayan “yol haritası”

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
TT

Suveyda'da güvenliği yeniden tesis etmeyi amaçlayan “yol haritası”

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)

Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani dün, hükümetinin ülkenin güneyindeki Dürzi nüfusun çoğunlukta olduğu Suveyda ilinde meydana gelen kanlı şiddet olaylarının etkilerini gidermek ve bölgede güvenliği yeniden tesis etmek için bir ‘yol haritası’ hazırladığını duyurdu.

Şeybani dün Şam'da Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack ile düzenlediği ortak basın toplantısında, planın Ürdün ve ABD tarafından desteklenen pratik adımlara dayandığını açıkladı. Şeybani’nin açıklamasına göre bu adımların başında ‘Birleşmiş Milletler (BM) soruşturma ve inceleme sistemi ile tam koordinasyon içinde, sivillere ve onların mülklerine saldırıda bulunanların tümünün hesap vermesi’ geliyor.

Şeybani, planın ‘ABD’nin Suriye hükümeti ile istişare halinde, Suriye'nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü teyit ederken hem Suriye'nin hem de İsrail'in meşru güvenlik endişelerini ele alan, Suriye’nin güneyi ile ilgili İsrail ile güvenlik anlaşmaları yapılması için çalışması gerektiğini’ öngördüğünü belirtti.


ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
TT

ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)

Tarık Ali

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın önümüzdeki günlerde ABD’yi ziyaret ederek Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’na hitap etmesi bekleniyor. Şara, 1967 yılında Salah Cedid liderliğindeki hareket tarafından desteklenen koalisyon başkanı Nureddin el-Attasi'nin yaptığı son konuşmadan bu yana, yaklaşık 60 yıldır ABD’de ve özellikle de BM’de konuşma yapan ilk Suriye Cumhurbaşkanı olacak. Attasi, Hafız Esed ve Baasçı askeri cunta tarafından 1966 yılında ‘Şubat Hareketi’ olarak bilinen, selefi Emin el-Hafız'a karşı kanlı bir darbenin ardından iktidara gelmişti.

hyu76ı
Attasi, uzun süre iktidarda kalamadı (Wikipedia)

Attasi, Suriye'de uzun süre iktidarda kalamadı. Baba Esed, konumunu sağlamlaştırır sağlamlaştırmaz, aynı süreci tekrarladı ve devrimci yoldaşlarının ve siyasi projesinin geri kalan üyelerini, başta Cumhurbaşkanı Attasi ve seçkin komutan General Salah Cedid, Subay İşleri Ofisi Direktörü ve Baas Partisi Bölge Sekreteri olmak üzere herkesi iktidardan indirdi. Onları 16 Kasım 1970'te ‘Düzeltici Hareket’ adı verilen darbe ile Mezze Askeri Hapishanesi’ne gönderdi. Esed daha sonra Ahmed Hasan el-Hatib’i iktidara getirdi ve ne askeri ne siyasi geçmişi olmasına rağmen üç ay boyunca cumhurbaşkanlığı görevini ona emanet etti. Ardından herhangi rakibinin olmadığı bir referandum düzenledi. Esed, 1971 yılında yapılan referandumda oyların yüzde 99'undan fazlasını alarak cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.

ABD’yi hiç ziyaret etmeyen başkan

Baba Esed 2000 yılının haziran ayında öldüğünde, 30 yıl boyunca iktidarda kalmasına rağmen ABD’ye hiç ayak basmadan görevini bırakan devlet başkanı olarak tanımlandı. Çünkü üst düzey başkanlar ve yetkililer, çözülmemiş sorunları çözmek için Şam'a seyahat etmişlerdi. Babasının izinden giden (Suriye’nin devrik Devlet Başkanı) Beşşar Esed de görevde olduğu süre içinde hiçbir zaman ABD topraklarına ayak basmadı.

Suriye’de 1963 yılının Mart ayında gerçekleşen askeri darbenin ve 1970 yılındaki ‘Düzeltme Hareketi’ adlı darbenin babası, Marksizmin meyvelerini toplamak umuduyla, erken dönem siyasi idolü (Sovyetler Birliği’nin ilk devlet başkanı) Vladimir Lenin’den ve onun 1917 yılında gerçekleştirdiği Bolşevik Devrimi'nden sürekli ilham almaya çalıştı. Bazen başarılı olsa da (Arjantinli Marksist devrimci) Ernesto Che Guevara (merhum Küba Devlet Başkanı) Fidel Castro ve (merhum Venezuela Devlet Başkanı) Hugo Chávez ile karşılaştırılabilir bir örnek olmaya ve Araplar için merhum Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın halefi olarak konumlanmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Burada başarısızlığın nedenleri sayısız denecek kadar çok. Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau'nun fikirlerine ve devrimci Napolyon’un düşüncesine dayanan bir sosyal sözleşmeden ilham almaya çalıştığında bile, (Fransız Devrimi sırasında zulmün sembolü haline gelen bir Fransız kalesi) Bastille'ın duvarlarını yıkmak yerine Sednaya Hapishanesi'nin duvarlarını inşa etmeye başladı.

vfd
Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi (Independent Arabia)

Tüm bu sebeplerden dolayı, ABD topraklarına hiç ayak basmadan ölmeyi arzularken, Kasiyun Dağı'nın eteklerindeki sarayından bölgedeki ipleri elinde tutuyordu. Bu durum, oğlu Beşşar’ın politikalarının aksine, açık bir gerçekti. Başlangıçta Beşşar’ın devlet başkanı olması planlanmamıştı. Ağabeyi Basil 1994 yılında Şam Uluslararası Havaalanı yolunda ani bir trafik kazasında ölmeseydi, belki de o koltuğa hiç oturamayacaktı.

Son konuşma

1967 haziranındaki yenilginin ardından Suriye Cumhurbaşkanının BM’de yaptığı son konuşmanın nadir bulunan bir kaydına Independent Arabia ulaştı. Attasi, BM Genel Kurulu’na hitap ettiği kısa konuşmasında şunları söylüyordu:

“İsrail, Arap vatanımızın yeni bölgelerine kolonyal bir işgal gerçekleştiriyor. Bu saldırganlığı kınamak ve etkilerini kısıtlamak ve ön koşul olmaksızın tamamen ortadan kaldırmak için bugün BM Genel Kurul tarafından temsil edilen küresel vicdana olan güvenimizi ifade etmek üzere buradayız. Tüm Arap ve barışsever halklar bu toplantıyı sabırsızlıkla bekliyorlar.”

Daha sonra bazı politikacılar ve büyükelçiler, Attasi’nin konuşmasının, on yıllardır ülkeyi domine eden aynı ‘Baasçıların mürekkebiyle’ yazılmış olduğu değerlendirmesinde bulundular.

Sovyetler Birliği

Leonid Brejnev, 1964 yılında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevini üstlendi. Ta ki 1984 yılına kadar bu görevde kaldı. Suriye'nin en kötü saha, siyasi ve askeri koşullarını yaşadığı ve Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ile çatıştığı bir dönemde Hafız Esed'in güvenilir bir müttefiki ve ortağı idi. Esed, uluslararası, askeri ve bazen de mali ihtiyaçlarını karşılayan bu güçlü ittifaka bağlı kalmaya devam etti ve Doğu bloğuna açık bir eğilim gösterdi. İki taraf arasındaki ilişkinin gücü, karşılıklı ziyaretlerin sayısından ve Brejnev'in ulusal kurtuluş güçlerine verdiği destekten anlaşılabilir. Buna, ekonomik olarak desteklediği ve bir şekilde altyapısını geliştirdiği Suriye de dahildi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu durum, Rus liderin Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına uygun olarak Arap-İsrail çatışmasını çözme girişiminin de önünü açtı.

Bu yakın ortaklık, Mikhail Gorbaçov'un Sovyetler Birliği'nde iktidara gelmesine kadar devam etti. Bu dönemde, iç ve dış reform projeleri gibi çeşitli faktörlerin etkisiyle Sovyetler Birliği'nin çöküşü yaşandı ve Sovyetler Birliği’nin müttefiki Suriye ve Hafız Esed rejimi ile iş birliği, glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılandırma) politikaları altında asgari düzeye indirildi. Bu iki politika Sovyetler Birliği'nin çöküşüne yol açarak Suriye'nin Doğu bloğundaki stratejik projesine ciddi zarar verdi.

Karmaşıklık aşaması

Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi. İki ülkenin çıkarları, başta Doğu ve Batı blokları arasındaki Soğuk Savaş, Arap-İsrail çatışması, Lübnan iç savaşı, İran’daki İslam devrimi, birinci ve ikinci Körfez savaşları ve Müslüman Kardeşler meselesi olmak üzere birçok hassas konuda sık sık çatıştı. Diğer konular arasında 11 Eylül olayları, Suriye'nin Lübnan'daki varlığı, Irak'ın işgali ve 2011 Suriye devrimi sayılabilir.

Merhum ABD Başkanı Richard Nixon 1974 yılında, eşi Pat ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan beri devam eden bir anlaşmazlığın ardından Şam'ı ziyaret etti. Ziyaretin amacı, iki ülke arasındaki stratejik ilişkileri canlandırmaktı. ABD, 1979'da Suriye'ye ‘terörü destekleyen ülke’ olarak nitelendirerek yeniden yaptırımlar uygulayana kadar her şey yolunda gidiyordu. ABD, Şam rejimine silah ve ileri teknoloji ekipman satışını yasakladı, finansal ve ticari kısıtlamalar getirdi.

Suriye, 1980'li yıllarda ABD’nin isteklerinin aksine, Irak'a karşı savaşta İran'ın yanında yer aldı. Ancak, 1990'larda Amerika'nın istekleri doğrultusunda, Irak'ın Kuveyt'i işgaline karşı Kuveyt'in yanında yer alarak konumunu düzeltmeye çalıştı. Suriye 1991 yılında dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'e karşı uluslararası koalisyona katılsa da bu durum Batı'nın tutumunu değiştirmedi.

Durum 1993 yılında Bill Clinton'ın ABD başkanı olmasına kadar bu şekilde devam etti. Clinton, başkanlık görevini 2001 yılına kadar sürdürdü. Bu dönemde Clinton, İsrail ile barış sürecini ilerletmeye çalıştı. Bu çabaları bazen başarılı olsa da o döneme ait kayıtlarda da belgelendiği üzere Hafız Esed'in uzlaşmaz tavrı nedeniyle bazen de başarısızlıkla sonuçlandı.

Beşşar Esed'in ABD ile istihbarat bağlantıları kurma girişimlerine rağmen, 2001 yılında New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne düzenlenen saldırıların ardından ABD'nin Ortadoğu politikası tamamen değişti. Bu durum, 2000 yılında babasının ölümünün hemen ardından dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile kapalı kapılar ardında yaptığı uzun görüşmenin ardından, ABD’nin onun iktidara gelmesini sağlayan rolü de Beşşar Esed’e yardımcı olamadı.

Küresel terör saldırılarının ardından, George W. Bush ABD’de iktidara geldi ve Beşşar Esed'i aşırılıkçı ‘kötülük ekseninin’ bir direği olarak gördü. Bush, sekiz yıllık iktidarı boyunca, Suriye'yi komşularından tamamen izole etmeye çalıştı. Gerginlik, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinin arifesinde, Esed'in teröristlerin Suriye'den Irak'a güvenli geçişini sağlamasıyla zirveye ulaştı. Sonuç olarak Suriye, bazı yeni yaptırımlara maruz kaldı. Bunu, Suriye'nin Lübnan'daki varlığıyla ilgili yaptırımlar ve 2005 yılının şubat ayında Suriye'nin eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri'yi suikastla öldürmekle suçlanması takip etti.

Barack Obama ABD başkanı olarak seçildiğinde, Suriye ile yeni bir sayfa açmaya çalıştı. Obama, 2010 yılında, deneyimli diplomat Robert Ford'u Şam Büyükelçisi olarak görevlendirdi. Ancak 2011 yılının mart ayı ortalarında Suriye devrimi patlak verdi ve devrik rejimin güçlerinin barışçıl göstericilere uyguladığı muamele, ABD, Avrupa ülkeleri, Arap ülkeleri ve diğer ülkelerin Suriye’ye yaptırımlar yağdırmasına yol açtı. Bu yaptırımlar Rusya, İran ve o dönemde Esed liderliğindeki Suriye hükümetiyle ilişkisi olan tüm ülke, kurum, kuruluş ve kişileri etkiledi. Suriye’ye 2 bin 500'den fazla uluslararası yaptırım uygulanana kadar durum değişmedi, ta ki Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, uluslararası ve bölgesel nüfuzunu kullanarak, Başkan Donald Trump Beyaz Saray'a geldikten sonra Şam ile Washington arasındaki ilişkileri düzeltmek için müdahale edene kadar. Suriye’nin mevcut Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, geçtiğimiz yılın sonlarında Esed rejimini devirerek Suriye'de iktidara geldi. Şara ve Trump, geçtiğimiz ay Suudi Arabistan'da doğrudan bir görüşme bile gerçekleştirdi.

Yeni bir çağ

Trump ile Şara arasında Suudi Arabistan'da, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın da katıldığı tarihi bir toplantı gerçekleşti. Bir sonraki durak, Şara'nın  Suriye'deki son gelişmeler hakkında konuşma yapacağı BM Genel Kurul görüşmeleri olacak. Bu gelişmeler, Trump'ın yakın dostu ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ı Suriye özel temsilcisi olarak atadığı bir dönemde gerçekleşti. Bununla birlikte ABD Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Sözcüsü Michael Mitchell, özellikle Şara ile Barrack’ın Şam'da yaptığı son görüşmeden sonra, Washington'ın Suriye ile ilişkilerde ‘yeni bir dönem başlatmak’ istediğini açıkladı.

Mitchell, düzenlediği basın toplantısında, “Bu olay gerçekten tarihi bir olaydı ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi, ABD Başkanı'nın taahhütlerini olağanüstü bir hızla yerine getiriyor. Bu durum, Beyaz Saray'ın, ABD yönetiminin Suriye ile ilişkilerinde ortaklığa ve ikili iş birliğine dayalı yeni bir dönem başlatmak istediğinin açık bir göstergesi” dedi. ABD Başkanı Trump'ın ‘Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Suriye'nin gereksiz ekonomik yaptırımlardan mustarip olduğunu ve bu yaptırımlar nedeniyle Suriye halkının gerekli yatırımlardan mahrum kaldığını fark ettiğini’ söyleyen Mitchell, “Bu yeni dönem yatırımlara kapı açacak ve ekonomik koşulları iyileştirecek. Bu da Suriye halkına ve bölgeye bir bütün olarak fayda sağlayacak” ifadelerini kullandı.

Öte yandan ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack, ABD’nin Suriye'ye yönelik mevcut politikasının ‘son 100 yıldaki politikalara benzemeyeceğini, çünkü bu politikaların işe yaramadığını’ söyledi. Barrack, ülkesinin önceki on yıllarda izlenen politikalardan farklı bir yönde ilerlediğini vurguladı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.