Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı

Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı
TT

Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı

Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı

Salah Bedreddin
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, yurt içinde ve dışında çeşitli isimlerle PKK’ya bağlı olan tüm görsel-işitsel medyanın seferberliğinde sosyal medyada bir hashtag (etiket) yayınlayarak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin tanınması çağrısında bulundu. Ancak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni tanımasını istediği kişi veya kuruluşların isimlerini belirtmedi.
Sosyal ağlarda ve medya kuruluşlarında başlatılan bu kampanyanın zamanlamasının aşağıdakiler de dahil olmak üzere birtakım faktörler ve göstergelerle örtüştüğüne hiç şüphe yok. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1 - ABD’nin Afganistan'da yirmi yıl süren muazzam askeri varlığının ardından Afganistan'dan başlayan, 2003 yılında ABD işgaline tanık olan, daha sonra 2011'de neredeyse tamamen geri çekilmişken Uluslararası Koalisyon çatısı altında DEAŞ’la mücadele için yeniden döndüğü, ardından Irak parlamentosunun ülkedeki yabancı güçlerin tamamen çekilmesi kararı aldığı Irak'tan geçen ve DEAŞ’A karşı savaş yıllarından bugüne kadar askeri güç olarak kabul edilen SDG'yi desteklediği Suriye ile son bulan Ortadoğu'dan askeri olarak geri çekilmeye yönelik art arda attığı adımlar bu faktörlerin başında geliyor. Ancak konunun uzmanı birçok kaynağa göre ABD’nin Ortadoğu’dan kademeli olarak geri çekilme niyeti henüz netlik kazanmış değil.
2 - ABD Başkanı Joe Biden ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in İsviçre zirvesinden sonra başlayan Suriye konulu mutabakatları da yine bu faktörlerden biridir. Gözlemciler söz konusu mutabakatları, özellikle Washington’ın dünya arenasına geri dönüşü çerçevesinde ABD’nin dünyanın diğer bölgelerindeki nüfuzu lehine vereceği birtakım tavizler karşılığında, Rusya'nın Suriye'deki nüfuzunu güçlendirmek için ABD’nin yürüttüğü bir çeşit yatıştırıcı diplomasi olarak görüyorlar.
3 - Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) deneyiminin sorunlu ve gerçekçi olmayan şahitliğinde, bu gruplarla rejim arasındaki eski mutabakatları yeniden canlandırmaya ve Rus tarafının himayesinde 2017 yılında yapılan kendi kaderini tayin etme referandumundan sonra yine Bağdat yönetimine dönüş için yeni adımlar atmaya yönelik çağrısını da yine bu faktörler arasında sayabiliriz.
4 - Ankara’nın bir NATO üyesi olarak ABD'nin çekilmesinden sonra Kabil Havalimanı’nın güvenliğini ve emniyetini sağlama talebini Washington'ın karşılamaya hazır olmasından bu yana ABD-Türkiye ilişkilerinde sıcak temasların olduğuna dair bazı göstergeler de söz konusu. Tabii ki bu, SDG'nin ve Özerk Yönetim'in geleceği ile ilgili bir bedel karşılığında olacaktır.
Peki, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin tanınması çağrısının amacı ne?
Yukarıda belirtilen faktörler ve göstergelerin yanı sıra Suriye dosyasına ilişkin Suriye’nin yanı sıra bölgesel ve uluslararası düzeydeki hızlı siyasi gelişmelere dayanarak basın ve sosyal medya üzerinden yapılan bu yoğun ve aceleci tanıma çağrısının arkasındaki amaç gördüğüm kadarıyla, sadece Suriye Kürtleri adına değil, aynı zamanda Suriye kuzeydoğusundaki Kürtlerin, Arapların ve Hıristiyanların yanı sıra Şam rejimiyle Rusya'nın himayesindeki bir diyalogla Haseke, Deyrizor ve Rakka sakinlerinin tek meşru temsilcisi olarak da ilgili tarafların tanınmasını ve onayını kazanmaktır. Askeri ve güvenlik güçlerinin rejim güçleriyle entegrasyonu hakkında sızan bilgilerle birlikte Şam’ın, illere göre yerel yönetim bazında ilgili bölge ile Baas rejiminin iktidara gelmesinden bu yana yürürlükte olan Suriye Anayasası çerçevesinde yasal ve idari olarak ilgilendiği de gelen bilgiler arasında. Mazlum Abdi’nin rejiminin tanınması çağrısındaki amaç ise rejimini ve temsilcilerini tek bir siyasi, idari ve otoriter referans haline getirmek veya Suriye’nin kuzeydoğu bölgelerinin gerçek yönetimi olmak konusunda sözde müzakere kartlarını güçlendirmek için zamanla yarışma girişimidir.
Bu bağlamda şu soru işaretleri ortaya çıkıyor: Mazlum Abdi, yönettiği rejimi ne olarak değerlendiriyor? Bir PYD partisi mi yoksa fiili bir otorite olarak öz-yönetim mi? Ya da PKK’nın merkezi Kandil'e bağlı askeri güçler mi? Yahut bir otoriteyi, bir kurtuluş hareketini veya ideolojik bir partiyi mi temsil ediyor? 1920’li yıllarda Hoybun Hareketi ile başlayan tarihi Suriye Kürt ulusal hareketinin, 1957'de Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’nin (SKDP) kurulması, 1965'te 5 Ağustos Konferansı'nın köklü dönüşümleri ve mevcut parçalanma durumunun, Kürt Demokratlar Hareketi (TEV-DEM) ve Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin (ENKS) ortaya çıktığı partizan kutuplaşmanın bittiğini mi ifade ediyor? Yoksa bu çağrı, birkaç gün önce Abdullah Öcalan’ın 1980’lerin başında Esed ailesine başvurduğu ve şu ana kadar Suriye rejimine hizmet ettiğinin ortaya çıkmasından mı kaynaklanıyor?
Büyük ihtimalle Mazlum Abdi de dünya ülkeleri tarafından tanınmayı beklemiyor. Çünkü kendisi devlete benzer bir yapıyı dahi temsil etmiyor. Bağımsız ülkeler birbirlerini tanırlar. Askeri örgütleri ve grupları bilhassa şiddet eylemlerinde bulunduklarından şüpheleniliyorlarsa tanımazlar. Bunları mali ve askeri destek karşılığında kullanırlar. Ayrıca Rusya, ABD, İran, Türkiye ve İsrail gibi Suriye dosyasıyla ilgili ülkeler, halen Suriye devletine paralel oluşumları tanımıyor ve silahlı milisler veya siyasi örgütlerle uğraşıyorlar. Uzun vadede tüm toprakların ve fiili otoritelerin iktidardaki rejimin kollarına geri dönmesinin amaçlandığı da artık bir sır değil.
Suriye Kürt hareketinin meşruiyeti için neler gerekiyor?
Geleneksel Kürt partileri, Suriye devriminin başlangıcından bu yana ve hatta ondan yıllar önce, başta hareketin mücadele çizgisinden siyasi sapma olmak üzere birçok nedenden ötürü Kürt halkını ve onların ulusal hareketini temsil etme özelliklerini kaybetti. Tüm bunlar söz konusu partilerin kendi içlerinde seçim ve konferanslarla ilgili hükümlerin bozulmasıyla demokrasinin kaybolması, parti yönetimlerinin hısım-akraba kollanarak aile şirketlerine dönüşmesi ve ardından partilerin siyasi sermayeye bağımlı hale gelmesi, bağımsız karar alma özelliğinin yitirilmesi, partilerin yabancı gündemlerin hizmetine sunulması ve Suriye Kürtleri için ulusal projenin tanımlanması, formüle edilmesi ve benimsenmesinde pusulanın şaşmasıyla oldu.
Ulusal düzeyde geniş bir boşluk yaratan bu trajik sahnenin, Suriye devriminin başlangıcından bu yana yeni gelenin (eski ve yeni özellikleriyle PKK sisteminin) kontrolüne daha fazla alan açtığına şüphe yoktur. Suriye devrimi ve Türkiye karşıtı olan iki gücün bir siyasi temelde yakın iş birliğine ilişkin Öcalan'ın Esed’in kapısına gittiği dönemde yapılandan farklı bir anlaşma çerçevesinde, birinci temelin silah zoruyla ve Esed rejiminin doğrudan desteğiyle gerçekleştiği, ikincisinin ise önemli bir etkisinin olmadığı görüldü.
Mazlum Abdi, Suriyeli Kürtlerin kendisini ve sistemini tek meşru temsilci olarak tanımasını güvence altına almak istediğinde, birçok adımı tamamlamalı ve daha fazla açıklık, şeffaflık, ilkelere bağlılık, hata ve günahları kabul etme dahil olmak üzere birçok koşulu sağlamalıdır. Abdi, sistemi ENKS çatısı altındaki taraflarca tanınmadıktan ve onu Kürt-Kürt anlaşmasının hamisi veya kotaların ortağı olarak görmedikten sonra çağrısının içeriği boş bir konuşma olduğunu kesinlikle bilmelidir.
Evet, 2011'den bu yana rejiminin Suriye Kürtlerine, onların hareketlerine ve genel olarak Suriyelilere yönelik tüm olumsuz ve yıkıcı davranışlarını kapsamlı bir şekilde eleştirmeli. Bunlar arasında Esed’in diktatör rejimiyle anlaşmalar yapması, ulusal düzeyde ihlallerde bulunması, petrol, gaz ve gümrük gelirlerini denetimsiz ve hesap sorulmadan dağıtması, adam kaçırma suçları, tasfiyeler, Kürt bölgelerinin nüfuslarından arındırılması, ideolojik ve politik olarak farklı savaşçıların takip edilmesi gibi tamamı belgelenmiş davranışlar yer alıyor.
Mazlum Abdi eğer rejiminin Kürtleri temsil etmesini istiyorsa, Suriye Kürtlerinin çıkarlarına bağlı kalmalı ve Kandil’den ideolojik, örgütsel, siyasi ve devlet olarak ayrıldığını ilan etmelidir. PKK'nın genel olarak IKBY’ye ve IKBY başkanlığına, IKBY halkı tarafından seçilen hükümet ve parlamentodaki Kürt kardeşlerine karşı sürdürdüğü düşmanca tutumu kınamalıdır. Ayrıca Suriye Kürtleri arasındaki fikri ve siyasi çoğulculuğu tanımalıdır. Suriye Kürtlerinin siyasi hayatının ve mücadelesinin kendi rejimiyle başlamadığını ve yine onun rejimiyle bitmeyeceğini de bilmelidir. Abdi’nin kendi rejimi de dahil olmak üzere tüm partilerin, Kürt hareketini tam olarak temsil etmediğini ve Suriyeli Kürt vatanseverlerin yaklaşık yüzde sekseninin bu partilerden olmadığını kabul etmesi gerekiyor. Meşruiyetini yeniden sağlamak ve zorluklarla mücadele etmek için bağımsız yurtseverlerin üçte ikisi ve iki kutup TEV-DEM ve ENKS’nin üçte biri için en uygun seçenek olarak Suriye Kürt hareketini Kürt konferansı aracılığıyla yeniden inşa etme ilkesine bağlı kalmalıdır. Bu konferans, tanınma talebinde bulunmak veya herhangi bir teklif sunmak için en uygun yerdir. Bu nedenle, meşru bir temsilci olarak tanınmak isteyen (bir parti, örgüt veya şahıs vb.) kim olursa olsun halkın çoğunluğunun güvenini silahların gölgesinde değil, özgür, sivil demokratik yollarla elde etmelidir.
Bu makale Şarku’l Avsat tarafından ahewar.org sitesinden çevrilmiştir.



Irak parlamento seçimleri, Sünnilerin “cumhurbaşkanlığı makamı” konusunda iştahını kabartıyor

Her parlamento seçiminden önce, Sünni Arap liderler cumhurbaşkanlığı makamının yeniden kendi kotaları dahilinde olması için iade edilmesi taleplerini yineliyorlar (AP)
Her parlamento seçiminden önce, Sünni Arap liderler cumhurbaşkanlığı makamının yeniden kendi kotaları dahilinde olması için iade edilmesi taleplerini yineliyorlar (AP)
TT

Irak parlamento seçimleri, Sünnilerin “cumhurbaşkanlığı makamı” konusunda iştahını kabartıyor

Her parlamento seçiminden önce, Sünni Arap liderler cumhurbaşkanlığı makamının yeniden kendi kotaları dahilinde olması için iade edilmesi taleplerini yineliyorlar (AP)
Her parlamento seçiminden önce, Sünni Arap liderler cumhurbaşkanlığı makamının yeniden kendi kotaları dahilinde olması için iade edilmesi taleplerini yineliyorlar (AP)

Mueyyed et-Tarfi

Kasım ayında yapılması planlanan Irak parlamento seçimleri yaklaşırken, Sünni Araplardan cumhurbaşkanlığı makamının kendilerine iade edilmesini talep eden bir dizi açıklama gelmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı, dönemin başbakanı İyad Allavi liderliğindeki geçiş hükümeti döneminde ilk hükümet kurulurken Sünnilere verilmişti. O zamanlar bu makama Şeyh Gazi Acil el-Yaver getirilmişti. Ancak 2005'teki ilk parlamento seçimlerinin ardından, Şii ve Kürt taraflar arasında varılan güç paylaşımı anlaşması uyarınca, bu makamın Kürt bileşene devredilmesi konusunda uzlaşıya varıldı. Anlaşma, Şii Ulusal Koalisyonu'nun merhum lideri Abdulaziz el-Hekim ve merhum Cumhurbaşkanı Celal Talabani tarafından imzalandı. Böylece, hükümeti kurma süreci o zamandan beri uygulanan şu ilkeye dayandı: Başbakan Şii, cumhurbaşkanı Kürt, meclis başkanı ise Sünni Arap.

Yönetim ilkesi

Bu anlaşmanın üzerinden yirmi yıl geçmesine rağmen, her parlamento seçiminden önce Sünni Arap liderler, yeniden kendi kotaları dahilinde olması için bu makamın kendilerine iade edilmesi taleplerini yineliyorlar. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre gerekçeleri, bu konumun ülkenin gerçek demografik yapısını ve Arap kimliğini yansıtıyor olması.

Irak Anayasası'nın 67. maddesine göre, cumhurbaşkanı devletin başıdır, ulusun birliğinin sembolüdür, ülkenin egemenliğini temsil etmektedir. Anayasa'ya uyulmasını ve hükümlerine uygun olarak Irak'ın bağımsızlığının, egemenliğinin, birliğinin ve toprak bütünlüğünün korunmasını güvence altına almaktadır. Irak Anayasası'nın 68. maddesi ise cumhurbaşkanının Iraklı bir anne babadan doğuştan Iraklı, tam ehliyetli, en az 40 yaşında, iyi bir itibara ve siyasi deneyime sahip olmasını, dürüstlüğü, doğruluğu, adaleti ve millete sadakatiyle tanınmış olmasını ve ahlaki açıdan menfur bir suçtan hüküm giymemiş olması gerektiğini şart koşmaktadır.

Tekaddum Partisi lideri Muhammed el-Halbusi, daha seçimlerden aylar önce mayıs ayında yaptığı açıklamalarla bu makamın Sünni Araplara iadesini talep etmişti. 2003 sonrası dönemden itibaren bu makamın Sünnilerin kotasında olduğunu ifade ederek, bunun “bir ısrar değil, yönetim ilkesinin pekiştirilmesi” olduğunu vurgulamıştı.

Sünni liderler, cumhurbaşkanlığı makamını talep etmenin ötesine geçerek başbakanlık makamını da talep ettiler. Sünni lider ve Milletvekili Raad el-Dahlaki basına yaptığı açıklamada, “Amacımız başbakanlık makamını elde etmektir; bu bir Şii hakkı değildir” dedi.

Sünni çekişmesi

El-Mustansıriyya Üniversitesi'nde siyaset bilimi uzmanı olan İsam el-Feyli, talepleri Irak anayasasıyla uyumlu olmasına rağmen, Sünnilerin başbakanlık veya cumhurbaşkanlığı makamlarını elde etmesinin zor olacağına inanıyor. Feyli şunu söylüyor: “Sünni Arapların dile getirdiği talepler, herhangi bir tarafın herhangi bir yasal veya anayasal engel olmaksızın üç başkanlıklardan (ister cumhurbaşkanı, ister başbakan ve isterse parlamento başkanlığı olsun) herhangi birini üstlenme hakkına sahip olduğunu öngören anayasaya uygun taleplerdir. Ancak siyasi denklemin niteliği, parlamentodaki sandalye sayısına göre belirlenir. Bu nedenle, Sünniler çoğunluğu elde edebilirlerse, hükümeti kurma ve kendi cumhurbaşkanlarını atama hakkına sahiptirler.” Feyli, “Sünni bileşen cumhurbaşkanlığı makamını elde etmek istiyorsa, diğer Şii ve Kürt bileşenlerden ortaklarıyla koordinasyon içinde olmalıdır” diye ekledi. Stratejik konularda birleşebilen Kürtlerin aksine, ortak bir karar alabilmekten yoksun olan Sünni bileşenin içinde bulunduğu mevcut durum göz önüne alındığında, ortak bir karar üzerinde anlaşmasının son derece zor olduğuna dikkat çekti.

Feyli'ye göre, “Sünni çekişmesi, aralarındaki davalar ve suçlamalar aracılığıyla açıkça görülüyor; cumhurbaşkanlığını isteyen Kürt cephesi ise tam aksi durumda. Kendi aralarında, bu görevi üstlenecek kişinin Kürdistan Yurtseverler Birliği'nden (KYB) olacağı konusunda anlaşmışlar. KYB ise kendi adayının cumhurbaşkanı olması karşılığında, daha sonra dışişleri bakanının Kürdistan Demokrat Partisi'nden (KDP) olması konusunda KDP ile anlaşmaya varmaya çalışacak.”

Siyaset bilimci, Sünnilerin parlamento başkanlığı aracılığıyla sahip oldukları daha fazla yetkiye rağmen, Kürtlerin cumhurbaşkanlığından feragat edeceklerinden şüphe duyuyor. Cumhurbaşkanlığı daha çok törensel bir makam, yani parlamento başkanı gibi karar alma yetkisine sahip değil.

Feyli, Sünnilerin müzakere sürecinde taleplerinin çıtasını yükseltmek istediğine inanıyor. Zira Sünni kampı kendi içinde ister cumhurbaşkanlığı ister parlamento başkanlığı olsun, her iki pozisyon için de mutabık kalınan bir isim seçme konusunda hükümeti kurma sürecini zorlaştırabilecek bir sorunla karşılaşabilir.

Ona göre, tablo seçim sonrasına kadar belirsizliğini koruyor ve seçim sonuçları ile her tarafın müzakere ekibinin varlığı Irak'taki siyasi sahneyi belirleyecek.

Seçim kampanyası

Yazar ve gazeteci Basem eş-Şara, Sünni taleplerinin yalnızca seçim propagandası olduğuna inanıyor ve bazı Şii liderlerin kabulüne rağmen, bunları gerçekleştirmenin zorluğuna dikkat çekiyor.

Şara, “2005'ten beri benimsenen, iktidarı bileşenler arasında paylaştırmaya yönelik siyasi ilke, yeni bir siyasi lider nesli ortaya çıkana kadar devam edecek. Zira bileşenlerin liderleri arasında bu paylaşım, yani başbakanın Şii, cumhurbaşkanının Kürt ve parlamento başkanının Sünni Arap olması konusunda belirli mutabakatlar bulunuyor. Irak'ta iktidar paylaşımıyla ilgili sorunlardan kaçınılması için Irak'ın dostlarından bu mutabakatlara uluslararası ve bölgesel destek veriliyor” dedi.

Şara, 2005'te varılan anlaşmayı değiştirmek isteyen herkesin iç ve hatta uluslararası mutabakatları dikkate alması gerektiğini, çünkü Kürtlerin kendilerini buna zorlayacak gerçek bir baskı veya önemli kazanımlar olmadıkça cumhurbaşkanlığı makamından vazgeçmeye hazır olmadıklarını belirtti.

Sünnilerin, Şii müttefikleriyle ve Sünni liderlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklar göz önüne alındığında, 2005'ten beri hükümetin dayandığı siyasi denklemi, siyasi süreçte reform da dahil olmak üzere gelecekte herhangi bir değişiklik veya sürpriz olmadığı sürece değiştirmenin zor olduğuna inanıyor.

Şara, gerçekleşmesi zor olduğu için bu konuyu şu anda gündeme getirmenin seçim kampanyasının bir parçası olduğunu değerlendiriyor. Bazı Şii liderlerin de cumhurbaşkanlığı görevini bir Sünni'nin üstlenmesi talebini desteklediğini, ancak bu temennilerin gerçeklere tosladığını belirtiyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Ürdün Kralı: Ülkeler, Trump'ın planı kapsamında Gazze'ye ‘barış dayatılmasını’ reddedecek

Ürdün Kralı 2. Abdullah (Reuters)
Ürdün Kralı 2. Abdullah (Reuters)
TT

Ürdün Kralı: Ülkeler, Trump'ın planı kapsamında Gazze'ye ‘barış dayatılmasını’ reddedecek

Ürdün Kralı 2. Abdullah (Reuters)
Ürdün Kralı 2. Abdullah (Reuters)

Ürdün Kralı 2. Abdullah bugün yaptığı açıklamada, ülkelerin ABD Başkanı Donald Trump'ın ateşkes planı kapsamında Gazze Şeridi'nde barışı ‘dayatma’ talebini reddedeceklerini söyledi.

Kral Abdullah, BBC ile yaptığı röportajda, ülkesinin Gazze Şeridi'ndeki uluslararası güçlerin misyonunun ‘barışı dayatmak’ değil, ‘barışı korumak’ olmasını umduğunu ifade etti. Ürdün'ün Gazze Şeridi'ne asker göndermeyeceğini, çünkü Ürdün'ün Gazze Şeridi'ndeki gelişmelere ‘siyasi olarak çok yakın’ olduğunu belirtti.

Kral Abdullah, ülkesinin ve Mısır'ın çok sayıda Filistin güvenlik gücüne eğitim vermeye hazır olduğunu, ancak bunun zaman alacağını bildirdi.

Ürdün Kralı, ‘barışı korumanın’ yerel polis güçlerini desteklemek anlamına geldiğini belirterek, “Gazze Şeridi'nde silahlı devriyelerle gezmek, hiçbir ülkenin dahil olmak istemeyeceği bir durum” dedi.


Yemenli Bakan Şarku'l Avsat'a: Husiler en zayıf noktasındalar

Bakan, terörist Husi örgütünün en zayıf noktasında olduğunu açıkladı (Fotoğraf: Türki el-Akıli)
Bakan, terörist Husi örgütünün en zayıf noktasında olduğunu açıkladı (Fotoğraf: Türki el-Akıli)
TT

Yemenli Bakan Şarku'l Avsat'a: Husiler en zayıf noktasındalar

Bakan, terörist Husi örgütünün en zayıf noktasında olduğunu açıkladı (Fotoğraf: Türki el-Akıli)
Bakan, terörist Husi örgütünün en zayıf noktasında olduğunu açıkladı (Fotoğraf: Türki el-Akıli)

Yemen İçişleri Bakanı Tümgeneral İbrahim Haydan Şarku'l Avsat'a yaptığı açıklamada, Husilerin en zayıf noktada olduğunu belirterek, "Hükümet ve askeri liderleri hedef alan son operasyonlar, grubun kendi itirafına göre içlerinde bir ayrışmaya ve bölünmeye yol açan ağır ve hassas bir darbe vurdu" dedi.

Haydan, Yemenli yetkililerin, uyuşturucu kaçakçılığı ve Husi kontrolündeki bazı vilayetlerde uyuşturucu fabrikaları kurulmasıyla ilgili davalarda İranlılar ve Lübnan Hizbullahı üyeleri hakkında soruşturma yürüttüğünü açıkladı. Bir Yemen mahkemesinin birkaç gün önce tonlarca uyuşturucu kaçakçılığına karışan altı İranlı hakkında idam cezası verdiğini belirtti.

Haydan, İran'ın "bölgedeki bazı geleneksel silahlarının düşmesinin ardından askeri uzmanlar, uyuşturucu fabrikaları ve insansız hava araçları transfer ederek çabalarını Yemen'e odakladığını" ifade etti.