Biden’ın dış politikası ilk altı ayında dünyayı nasıl etkiledi?

Biden yönetiminin ilk altı ayında Ortadoğu'yu kapsayan, Pekin ile stratejik olarak rekabet eden ve Rusya ile ikili bir yol izleyen dış politikasının dünya üzerindeki etkileri

ABD Başkanı Joe Biden (AFP)
ABD Başkanı Joe Biden (AFP)
TT

Biden’ın dış politikası ilk altı ayında dünyayı nasıl etkiledi?

ABD Başkanı Joe Biden (AFP)
ABD Başkanı Joe Biden (AFP)

Tarık eş-Şami (ABD ve Arap işlerinde uzman gazeteci)
ABD Başkanı Joe Biden'ın yönetimi, altı ay önce Beyaz Saray’a gelişinden bu yana selefi Donald Trump yönetiminin uygulamalarıyla tamamen ters düşen bir dizi dış politika girişimi başlattı.
Biden yönetimi, uluslararası örgütlere yeniden katılmaktan ve ittifakları harekete geçirmekten aşı bağışlarına kadar Washington'ın küresel rolünü yeniden inşa etme yönünde adımlar attı. Peki, artık daha görünür hale gelen bu girişimler, Ortadoğu, Afrika ve Asya'dan Rusya, Çin ve Avrupa'ya kadar dünyayı nasıl etkiledi?
Biden’ın Beyaz Saray'a girmesinden bu yana karşılaştığı siyasi zorlukların yanı sıra Rusya ve Çin'in düzenlediği siber saldırılar, ABD’nin ‘geri dönüşünün’ ilan edilmesinin ve dünyayı değiştirmesinin başka bir boyutu olduğuna işaret ediyor. Biden’ın görevdeki ilk altı ayı, sürekli kısıtlamalar ve sınavlarla karşı karşıya olduğunun farkında olmasına rağmen, modern başkanlığın sınırları konusunda kendisine iyi bir ders oldu. İstediği değişimi gerçekleştirecek kadar güçlü olmadığı bu zorlu yoldan sapmamak için mücadele etti.
Her ne kadar eski Başkan Trump’ın dört yıl boyunca uyguladığı dış politikayla yarattığı kaostan sonra bazı başarılar elde etse de milyonlarca Amerikalının ülke tarihinin en uzun savaşının artık sona erdirilmesi gerektiği konusunda hemfikir olduğu Afganistan’dan Amerikan askerlerinin tamamen geri çekilmesinden sonra Taliban Hareketi’nin Afganistan'ı eline geçirme olasılığı da dahil birçok konuda daha fazla zorlukla karşı karşıya. Zira Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesi, ABD’nin dış politika sicilini lekeleyebilir.

Ortadoğu politikası
Biden’ın Ortadoğu'ya karışmak istemediği en başından belliydi. Biden yönetiminin son altı aydaki politikaları, bölgenin sorunlarını kontrol altına alma arzusunu yansıtıyordu. ABD’nin eski Başkan George W. Bush yönetimi sırasında Ortadoğu’daki açık müdahalesi, Barack Obama'nın ilham verici konuşmalarına rağmen harekete geçememesi ve Trump'ın beklenmedik şekilde sınırlı önlemler aldığı günler artık geride kaldı. Başkan Biden, Ortadoğu'nun sorunlarına, bunların bölge dışına yayılmasını ve ABD'nin ulusal çıkarlarını tehdit etmesini engelleyecek ölçülü bir şekilde müdahale etmeye devam edecek gibi görünüyor. Bazı araştırmacılara göre ABD, Tahran'ın yayılmacı politikasını henüz ele alınmamış olsa da İran'ın Levant Bölgesi’ndeki (Ortadoğu’nun Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerden oluşan alt coğrafi bölgesi) ve Irak'taki bölgesel müdahalesini sınırlamaya çalışan bir yaklaşımı takip ediyor.
ABD kuvvetlerinin Suriye'deki ve Irak'taki varlığı DEAŞ'ın yeniden canlanmasını engellemeye ve aynı zamanda İran’a baskı yapmaya devam etse bu aynı zamanda onun bölgede yayılması anlamına da gelmiyor. Çünkü ABD’nin sınırlı diplomatik ve askeri faaliyetleri, öncelikle Ortadoğu’daki aktif çatışmaları kontrol altına almayı ve İran'ın yayılmacı rolünü sınırlamayı, bu sayede de Washington’ın, Biden döneminde, ABD dış politikasının bir önceliği olarak, dünyanın diğer bölgelerine odaklanmasını desteklemeyi amaçlıyor. Ancak ABD'nin bölgeye yetersiz müdahalesi, Rusya ve İran’ın özellikle Suriye ve Lübnan'daki nüfuzlarını güçlendirirken aynı zamanda, Çin'in Ortadoğu'da daha büyük bir rol oynamasının yolunu da açıyor. Bu da bölgedeki çatışmaların doğası değiştikçe ve bölgesel oyuncular kendilerini güçlü ve cesaretli hissettikçe gelecekte Washington'a daha fazla musallat olacak sonuçların doğmasına neden olabilir.

Çin ile olan stratejik rekabet
Biden yönetimi, Çin ile ilgili Trump yönetiminden devraldığı aldığı yaklaşımda çok az değişikliğe gitti. Biden göreve geldiğinde, Pekin’deki bazı çevreler yeni yönetimin ABD-Çin ilişkilerini düzeltmek, gümrük vergilerini azaltmak ve Trump'ın yaptırımlarını hafifletmek için derhal devreye gireceğini düşünseler de kısa süre içinde hayal kırıklığına uğradılar. Biden yönetiminin Asya politikası ekibi, Çin'in ABD ile aralarında yeniden stratejik bir diyalogun başlatılması çağrılarını reddetti ve Trump yönetimi tarafından Pekin’e uygulanan tüm kısıtlamaları ve yaptırımları aynen korudu. Bir yandan da Beyaz Saray, ABD'nin Çin'e yönelik diplomatik, güvenlik, ticaret ve teknoloji politikasını kapsayan stratejisini kapsamlı bir şekilde inceledi.
Biden yönetimi, Trump yönetimi tarafından benimsenen stratejik rekabet kavramının, ilişkinin tanımlayıcı çerçevesi olmaya devam ettiği konusunda hemfikir olsa da son dört yıldır süregelen rekabette bir süreklilikten ziyade inişler ve çıkışlar yaşanıyor. Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'ın Washington'ın Pekin'e yönelik yaklaşımının olması gerektiği zaman rekabetçi, mümkün olduğunda iş birlikçi ve gerektiğinde saldırgan olmayı hedeflediği şeklindeki açıklaması, belki de ABD’nin Çin’e yönelik stratejisinin en iyi tanımı olabilir.

Pekin’in stratejik düşüncesindeki değişim
Çok sayıda analist ve araştırmacı, ABD yönetiminin gelecekte iki taraf arasındaki en istikrarlı stratejik çerçeveyi belirlemek amacıyla Çin'e yönelik politikasını gözden geçirmesini beklerken, bu görevi zorlaştıran ana faktörlerden biri, Pekin'in stratejik düşüncesindeki değişimdir. Özellikle, son zamanlarda araç çağırma uygulaması Uber’in Çin Merkezli versiyonu DiDi uygulamasını, üretici şirketin Amerikan borsasındaki ilk halka arzına (IPO) devam etme kararı nedeniyle Çin’deki uygulama satın alma mağazalarından kaldırarak cezalandırma kararı, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in ABD'den mali ayrışmanın, stratejik rekabetin kaçınılmaz bir sonucu olduğuna inandığının bir işareti olarak görüldü. Bu aynı zamanda, Pekin, Washington’ın ekonomik, finansal ve teknolojik baskısına karşı daha az savunmasız olmak istemesi çerçevesinde Şi’nin ABD’nin artan baskısı karşısında ülkesini kendine güvenen bir ekonomi haline getirme konusundaki uzun vadeli arayışını da pekiştiriyor.
Burada mali ayrışma, ABD’nin öne sürdüğü Batı'nın elinde büyük ölçüde siyasi bir seçim olsa da Çin Devlet Başkanı için ülkesinin ABD ile olan anlaşmalarını kendi başına sonlandıracağına dair varsayımlarından farklı bir durumu ifade ediyor. ABD’nin tahminlerine göre Çin, mali ayrışmadan sayesinde geçmişte olduğundan daha elverişli bir ticaret ve yatırım politikasıyla Avrupa ve dünyanın diğer bölgeleriyle ekonomik ilişkisini hızlandırmaya başlayacak ve kendine daha fazla güvenecektir.
Washington, ABD-Çin stratejisinde biri ticaret diğeri ise ekonomi olmak üzere iki ana bileşenin eksik olduğunu kabul etmeyi reddediyor. Çok sayıda gözlemci, Washington'ın, Çin'in büyük küresel ekonomik tiranı yerine gelecekte daha fazla dost ve müttefik kazanmak için pazarlarını tamamen ve karşılıklı olarak Asya’nın geri kalanına, Avrupa’ya ve diğer ülkelere açmadıkça, Pekin ile stratejik rekabetini kazanamayacağına inanıyor. Bu nedenle Çin politikası konusunda henüz hiçbir ülke Washington'ı takip etmeye başlamadı.

Uzun vadeli stratejiler
Çin Devlet Başkanı’nın 139 ülkenin katıldığı Kuşak-Yol Girişimi'ni genişletmek veya dünyada daha dinamik bir ekonomik sistem oluşturmak için 2,3 milyar insanı birbirine bağlayarak Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) ile ASEAN Ekonomik Topluluğu’na (AEC) katılmak gibi uzun vadeli stratejik manevralar yapmakta özgür olduğu bir dönemde Biden’ın Çin ile kısa vadeli bir stratejiye odaklanması Washington'ın uzun vadeli çıkarlarına hizmet etmeyebilir. Bu çıkarlara, Amerikalı tüketicilere, işçilere ve çiftçilere zarar veren Pekin ile yaşanan ticaret savaşının sona ermesi de dahil.
ASEAN, ABD yanlısı ülkelerden oluşan bir birliği olarak doğmasına, 2000 yılında ABD ile yapılan ticaret hacminin 135 milyar dolara yani Çin ile yapılan 40 milyar dolarlık ticaretin üç katından daha fazla bir rakama ulaşmış olmasına rağmen, bugün Çin'in ASEAN ülkeleri ile olan ticaret hacmi 641 milyar doları aşıyor. Bu da ABD'nin Çin ile yaptığı 300 milyar dolarlık ticaretin iki katından daha fazla bir rakama tekabül ediyor.

ABD’nin Rusya ile izlediği ikili yol
Joe Biden başkanlık görevine geldiğinde Rusya, ABD kamuoyunda sıcak bir gündem maddesiydi.  Donald Trump'ın görev süresi boyunca Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e yaptığı, daha önce eşi görülmemiş övgüler ve ABD’deki bazı çevrelerde Rusya'nın onun seçilmesine yardım ettiğine olan inancı nedeniyle ülke Rusya konusunda ikiye bölünmüş durumdaydı. Ancak Biden, Putin ve Kremlin'in politikalarını eleştirerek Rusya'yı iç gündemden çıkarmayı ve bir dış politika sorunu olarak ele almayı başardı. İki nükleer gücün nükleer cephaneliklerini yöneten tek anlaşma olan Yeni Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması’nın (Yeni START) beş yıllığına uzatılması, Başkan Biden’ın ilk dış politika eylemlerinden biriydi.
Biden, şimdiye kadar Rusya’nın saldırgan eylemlerine yanıt verirken Rusya ile ABD'nin çıkarına olan meseleleri ele alma konusunda ikili bir politika izledi. ABD yönetimi, Nisan ayında Moskova’ya 2020’deki ABD başkanlık seçimlerine müdahalesi ve siber saldırılar nedeniyle yaptırım uyguladı. Fakat Biden, Cenevre’de Putin ile bir araya geldi ve karşılıklı olarak büyükelçilerin yeniden görev yerlerine geri dönmeleri, stratejik istikrar ve siber konular hakkında bir dizi görüşme başlatılması için anlaştılar. Biden, ABD altyapısının 16 kritik kurumunun yer aldığı bir liste verdiği Putin'i, bunlardan birine yönelik herhangi bir siber saldırı düzenlenmesine misillemede bulunacakları konusunda uyardı.
Biden, görüşmenin gerçekten amacına ulaşıp ulaşmadığını görmek için Rusya'ya altı ay vereceğini ve Rusya'nın siber müdahalesini durduracağını söyledi. Ama Rusya’dan yapılan siber saldırılar artarak devam etti. Halen Washington'ın bunlara nasıl bir misillemede bulunacağı beklenmeye devam ediliyor. Biden, Rusya ile istikrarlı ve öngörülebilir bir ilişki istese de bunu gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini söylemek için henüz çok erken.

Avrupa: Bir yanda kazanımlar bir yanda bölünme
Biden'ın başkan seçilmesi Avrupa için, Avrupa Birliği'ni (AB) ve ABD’nin geleneksel müttefiklerinin çoğunu ve her türlü çoğulculuğu küçümseyen Trump'ın dört yıllık yönetiminin ardından tam bir lütuftu. Biden ise ülkesini yeniden Paris İklim Anlaşması’na ve Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) döndürmekte hızlı davranırken ABD'nin NATO'ya olan bağlılığını vurguladı. Biden'ın göreve başlamasının üzerinden altı ay geçti, ama halen Atlantik genelinde devam eden gerilim ve Çin ile nasıl başa çıkılacağı ile ilgili iki mesele gündemi meşgul ediyor. Avrupalılar, Çin, şuan Avrupa'nın en büyük ve büyüyen ihracat pazarı olduğundan ve AB’nin ekonomik sağlığı güçlü ihracat performansına bağlı olduğundan, Washington ve Pekin arasında sert bir çatışmanın ortaya çıkışını artan bir endişeyle izliyorlar. Avrupalılar, Çin'deki yerel insan hakları ihlalleri konusundaki artan tartışmalara rağmen, halen kazan-kazan yaklaşımıyla Çin ile ekonomik bir gelecek inşa etmeyi umuyorlar.
Avrupa, Çin'i gerekli bir ekonomik ortak olarak görmesine karşın, ABD'nin Çin'i stratejik bir tehdit olarak görmesi, Biden yönetiminin olumlu bir yaklaşımla göreve başlamasına rağmen ABD’nin transatlantik ülkeleriyle ilişkilerini zayıflatabilir.

Afrika: Stratejisi olmayan iyi bir başlangıç
ABD’deki gözlemciler, Biden yönetiminin Afrika'daki üst düzey katılımını övüyorlar. Dışişleri Bakanı Anthony Blinken göreve gelir gelmez Afrikalı liderlerle ilişki kurmaya öncelik verdi. ABD, düşmanlıkların sona ermesine yardım etmeye ve Etiyopya'daki savaşı sona erdirmek için siyasi süreci desteklemeye çalışırken, bu temaslar daha da önemli hale geliyor. Afrika’yı takip eden ABD’li gözlemciler ayrıca Biden'ın kıtada derin deneyime sahip kıdemli diplomat Linda Thomas-Greenfield'ı ABD'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi olarak atamasından duydukları memnuniyeti dile getirdiler.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre ancak önümüzdeki kritik görev, Afrika için çeşitli yönleri kapsayan bir strateji formüle etmektir.  Bu yönlerden biri, Biden'ın ekibinin krizlerin ötesine bakması ve ABD’nin Afrika'daki uzun vadeli çıkarlarını ifade etmesidir. Ekip aynı zamanda Afrika Birliği (AfB) üyesi ülkelerin, ABD ile ilişkilerinin ortaklık ve karşılıklı saygıya dayanması için kıtanın kendisi için belirlediği öncelikleri de dikkate almalı.



ABD diplomasisi Sudan'daki savaşı sona erdirmeyi başarabilecek mi?

Sudanlılar, Çad'ın Vadi Fara bölgesindeki Tin Geçici Kampı'na giderken, 3 Mayıs 2025 (AP)
Sudanlılar, Çad'ın Vadi Fara bölgesindeki Tin Geçici Kampı'na giderken, 3 Mayıs 2025 (AP)
TT

ABD diplomasisi Sudan'daki savaşı sona erdirmeyi başarabilecek mi?

Sudanlılar, Çad'ın Vadi Fara bölgesindeki Tin Geçici Kampı'na giderken, 3 Mayıs 2025 (AP)
Sudanlılar, Çad'ın Vadi Fara bölgesindeki Tin Geçici Kampı'na giderken, 3 Mayıs 2025 (AP)

Emced Ferid et-Tayyib

Sudan'daki çatışma, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun 27 Haziran 2025 tarihinde Washington'da ABD ve Katar'ın himayesinde Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile Ruanda arasında imzalanan barış anlaşmasının imza töreninde yaptığı açıklamaların ardından son günlerde hızlı bir dönüşüm geçirdi. Rubio, ABD'nin 15 Nisan 2023'te başlayan Sudan savaşıyla ilgilenmeye başlayacağını belirtti.

Bu açıklamalar, yıkıcı savaşın sona ermesi konusunda yeni bir umut doğurdu, ancak bu kez başarılı olabilmesi için önceki arabuluculuk çabalarında karşılaşılan zorlukların ciddiyetle ele alınması gerekiyor.

Rubio'nun açıklamalarının ardından, ABD Başkanı Donald Trump’ın Afrika İşleri Özel Danışmanı Masad Pauls, 2 Temmuz 2025'te, İngiltere’nin dörtlü gruptan çıkarılmasının ardından, dörtlü komitenin dışişleri bakanlarını (ABD, Suudi Arabistan, Mısır ve BAE) Washington'da bir bakanlar toplantısı düzenlemeyi planladıklarını duyurdu. Bu açıklamadan önce, 3 Haziran 2025 tarihinde ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Christopher Landau ve Pauls, bu ülkelerin büyükelçileriyle bir ön toplantı düzenlemiş, ardından 9 Temmuz Çarşamba günü ABD Başkanı Donald Trump'ın, yönetiminin Sudan ve Libya'da barışı sağlama niyetinde olduğu yönündeki açıklamaları, bu sinyallerin ciddiyetini artırmıştı.

Söz konusu adımlar, ABD yönetiminin ABD Kongresi'ne karşı Sudan dosyasında daha fazla çaba gösterme taahhüdünü gösterme girişimi olarak görülebilir. ABD Kongresi'nin Sudan meselesine daha fazla önem verilmesi yönündeki sürekli baskısına yanıt olarak atılan bu adımlar, önceki girişimlerin önündeki engellerin aşılması ve çatışmanın tarafları üzerinde etkisi olan bölgesel aktörlerin sürece dahil edilmesi koşuluyla, krizi çözmek için gerçek bir fırsat da sunabilir.

Suudi Arabistan, bölgesel nüfuzu ve Sudan ile doğrudan komşuluğu nedeniyle savaşın sona ermesinde önemli bir rol oynuyor. Sudan, Kızıldeniz kıyısı boyunca Suudi Arabistan ile en uzun deniz sınırına sahip.

Savaşı durdurmanın yolu

Sudan dosyasını çevreleyen birçok karmaşıklık göz önüne alındığında, ABD'nin uluslararası etkisiyle Sudan krizinin çözümünde ciddi bir arabulucu olarak devreye girmesi. Ancak bunun başarısı, Suudi Arabistan ve Katar'ın müzakere sürecinin planlanması ve uygulanmasında aktif olarak yer alması gibi birçok faktöre bağlı. Bu yüzden ABD'nin arabuluculuk rolünü üstlenmesinin, Suudi Arabistan ve Katar'ın da bu sürece aktif olarak dahil olması şartıyla, Sudan'daki çatışmanın çözümü için önemli bir adım olacağına inanıyoruz.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Suudi Arabistan, bölgesel nüfuzu ve Sudan ile Kızıldeniz kıyısı boyunca en uzun deniz sınırını paylaşan komşusu olması nedeniyle savaşın sona ermesinde önemli bir rol oynuyor. Bunun yanında daha önce Cidde Platformu'na ev sahipliği yaparak taraflar üzerinde doğrudan nüfuzunu da gösterdi. Ancak Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin (CSIS) Eylül 2023 tarihli raporuna göre Cidde Platformu, önceki turlarında yaşanan başarısızlıkları önlemek için çeşitli yönlerden geliştirilmeli. Bunların başında, arabulucular arasındaki zayıf koordinasyonun giderilmesi ve ABD, Afrika Birliği (AfB) ve Birleşmiş Milletlerin (BM) tek başına hareket etmelerinin önlenmesi. Ayrıca, Suudi Arabistan'ın Körfez İşbirliği Konseyi (KİK), Arap Birliği (AL) ve ikili ilişkileri aracılığıyla nüfuzunu kullanarak dış müdahaleler sorununu ele alması ve Sudan'da barışın sağlanması için uluslararası, bölgesel ve Arap iradesini birleştirmesi gerekiyor.

gbhj
Beyaz Saray'da düzenlenen bakanlar toplantısında, ABD Başkanı Donald Trump (sağda) Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun (ortada) omzuna elini koyarken, Adalet Bakanı Pam Bondi (solda) oturuyor, 8 Temmuz 2025

Kongo konusunda ABD ile etkili bir diplomatik ortaklık kurmayı başaran Katar'ın sürece dahil edilmesi de stratejik ve hayati bir adım. Katar'ın Sudan hükümetinin geçici merkezi olan Port Sudan ile olan güçlü ilişkileri, tüm tarafları olumlu yönde etkilemek için etkili bir arabulucu olarak rolünü daha da güçlendirir.

Sudan'da barış çabalarını engelleyen en önemli engellerden biri, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) bazı sivil taraflarca, başta eski Başbakan Abdullah Hamduk liderliğindeki Tekaddum İttifakı olmak üzere, siyasi destek görmesidir. Bu ittifak, HDK'nın iktidara geri dönme ve yönetimi devralma hedeflerini güçlendirmede önemli bir rol oynadı.

Sudan’ın eski Başbakanı Hamduk, 2022 yılının ocak ayında istifa ettikten sonra Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) taşındı. Ardından kurduğu Tekaddum İttifakı HDK'nın siyasi söylemlerini yineleyerek ve yayarak HDK'nın hedeflerini desteklemek üzere sivil bir kalkan sağladı. Bu durum, 2024 yılının başlarında Addis Ababa'da HDK lideri Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) ile imzaladığı anlaşmada açıkça ortaya çıktı. Söz konusu anlaşma, Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi’nin (IGAD) Cibuti'de savaşan tarafların liderleri arasında doğrudan bir görüşme düzenleme çabalarını engelledi. Hamideti, teknik nedenlerle toplantıya katılmayacağını belirterek, Hamduk ile ortaklık anlaşmasını imzalamak için Addis Ababa'ya gitmeyi tercih etti. Bu adım, aylarca gizlenen bir ittifakın olduğunu ortaya koydu. Daha sonra HDK'ya sürekli medya ve siyasi destek şeklinde somutlaşan bu ittifak, 2023 yılının aralık ayında HDK’nın kontrolü ele geçirdiği el-Cezira eyaletinde paralel bir sivil yönetim kurulmasıyla zirveye ulaştı. Tekaddum İttifakından kişilerin bu yönetime aday gösterilmesi, bu siyasi iş birliğinin derinliğine işaret etti.

Öte yandan Sudan'daki savaşa ilişkin gerçekleri çarpıtan organize bir kampanya, Sudan krizinin doğru bir şekilde analiz edilmesini engelleyen bir ‘bilgi karmaşası’ yaratılmasına katkıda bulundu. Hamduk gibi politikacıların da katkıda bulunduğu bu kampanya, Sudan ordusunu Hamas, İran destekli milisler, El Kaide ve DEAŞ gibi radikal İslamcı gruplarla ittifak halindeymiş gibi göstererek ve ‘siyasal İslam’ korkularını uyandırarak Batı'nın, özellikle de ABD'nin desteğini toplamayı amaçladı.

Bu anlatılar, HDK tarafından işlenen ve ABD tarafından 7 Ocak 2025 tarihinde resmi olarak ‘soykırım’ suçu olarak sınıflandırılan ağır ihlallere yönelik ‘terörizm’ tanımını tamamen göz ardı ediyordu.

Savaşın doğru bir şekilde analiz edilememesi, önerilen çözümlerin hatalı olmasına neden oluyor ve bu karmaşık durumu çözmek için iç veya dış siyasi çıkarları gözeten anlatıları yaymak yerine gerçekleri olduğu gibi görmek gerekiyor.

Sudan’da 2019 yılındaki halk devrimiyle düşen siyasal İslamcı rejime karşı halkın hoşnutsuzluğunun HDK'nın söylemiyle özdeşleşmesini meşrulaştırmak için kullanıldığı açıkça görülüyordu. Söz konusu ‘bilgi kaosu’ krizin karmaşıklığını derinleştirdi. Bu da HDK'nın 13 Nisan 2023 tarihinde Meravi Havaalanı ve Askeri Hava Üssü’nü kuşatmasıyla başlayan ve 15 Nisan'da patlak veren savaşan niteliği konusunda görüş birliğine varılmasını zorlaştırdı. Bu çatışmayı siyasal İslamcılara karşı bir mücadele veya Sudan'ın marjinal kesimlerine yönelik hak eşitsizliğinin giderilmesi taleplerinin bir uzantısı olarak tasvir etmek, savaşın uzamasına ve insani krizin derinleşmesine yol açtı. Savaşın doğru bir şekilde analiz edilememesi, önerilen çözümlerin hatalı olmasına neden oluyor ve bu karmaşık durumu çözmek için iç veya dış siyasi çıkarları gözeten anlatıları yaymak yerine çatışmayı anlamak ve etkili bir şekilde ele almak için gerçekleri olduğu gibi görmek gerekiyor.

cdfgthy
Başkan Donald Trump, Beyaz Saray'ın Devlet Yemek Salonu'nda bir öğle yemeği sırasında Afrikalı liderlerle konuşurken, 9 Temmuz 2025 (AP)

Sudan'daki barış çabalarında somut ilerleme sağlamak için, uluslararası toplum, ABD ve Dörtlü Komite (ABD, Suudi Arabistan, Mısır ve BAE) ile Katar'ın öncülüğünde, önceki girişimlerdeki eksikliklerin giderilmesi gerekiyor. Bunun için savaşın köklerine ilişkin gerçekleri belgelendirerek medyadaki çarpıtmalarla mücadele edilmeli.

ABD Kongresi'nin baskısıyla Washington'da düzenlenmesi planlanan dörtlü konferans, binlerce kişinin hayatına mal olan ve milyonlarca kişiyi yerinden eden savaşı sona erdirmek için tarihi bir fırsat sunabilir, ancak bunun için çatışmanın köklerine odaklanılmalı. Sudan'da istikrarı yeniden sağlayacak ve halkının onurunu koruyacak sürdürülebilir bir barış için yanlış anlatımlar düzeltilmeli.