Reisi, Biden ve nükleer anlaşma

Washington ve Tahran, siyasi yönelimlerindeki farklılıklara rağmen, uzlaşı seçeneğinin başarısızlıktan daha iyi olduğuna, getirilerinin zararlarından daha önemli olduğuna inanıyor.

İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri
İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri
TT

Reisi, Biden ve nükleer anlaşma

İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri
İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri

Nebil Fehmi (Mısır eski Dışişleri Bakanı)
Bu yıl içinde gerçekleşen İran cumhurbaşkanlığı seçimleri, Batılı kaynakların siyasi yönelimini muhafazakar ve sert olarak değerlendirdiği İranlı yargıç İbrahim Reisi'nin zaferiyle sonuçlandı. Bu sonuç, hükümetin yürütme ve yasama sisteminde üst düzey pozisyonlar üstlenenler dahil olmak üzere, İran arenasında daha ılımlı eğilimlere sahip diğer birçok adayın adaylığının kabul edilmemesinden sonra geldi.
Yeni İran cumhurbaşkanının masasındaki ilk konuların başında, Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi ve Almanya ile İran arasında 2015 yılında Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) adı altında imzalanan nükleer anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesi için devam eden müzakereler yer alacak. Bu nedenle, Reisi'nin seçimlerden sonraki ilk basın toplantısında söylediklerine, özellikle de İran'ın balistik füze geliştirme programının veya bölgesel ve uluslararası siyasi faaliyetlerinin sınırlanmasını kesinlikle kabul etmeyeceği vurgusuna çok fazla ışık tutuldu. Bu iki konu, orijinal anlaşmada ihmal edilen konulardı ve o dönemde kendisine yöneltilen pek çok eleştirinin odak noktasıydı. Şahsen ben de eski ABD dışişleri bakanı John Kerry ile bir görüşmemde bunu eleştirmiştim. Eleştiriler, birçok Arap Körfez ülkesi tarafından tekrarlandı.
Bazı Rus ve İranlı müzakerecilerin, birtakım hassas noktalarda henüz mutabakata varılmamış olsa da, anlaşmanın yakın olduğunu açıklamasının ardından, o dönemde müzakerelerin ister başarıyla ister başarısızlıkla olsun sonuç aşamasına yaklaşmış olduğunu düşünüyorum.
Nitekim İsrail Dışişleri Bakanı, müzakerelerin seyri konusunda çekinceleri olduğuna dair açıklamalar yapmıştı. Ardından, İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sona ermesiyle birlikte, ABD'nin İran tarafından gündeme getirilen sorunların tutumundaki bir sertleşmenin göstergesi olduğunu düşündüğüne dair sızdırılan haberlerle şaşırdık.
Sertleşme, şu ana kadar harcanan bütün çabaları teste tabi tutuyordu. Hatta Biden’dan İran'ın nükleer silah edinmesine asla izin vermeyeceğine dair doğrudan bir uyarı geldi. Bir başka uyarı da müzakereler için son tarihin yaklaştığını söyleyen Dışişleri Bakanı Blinken'dan geldi. Uyarıların, İran'ın, özellikle nükleer silah için gerekli olan radyoaktif malzemeleri zenginleştirme alanında nükleer kapasitesini geliştirmeye devam etmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı açıklanmadı. Keza bu uyarılar, ABD'nin Temsilciler Meclisi ile bağlantılı Kongre seçimlerinin erken aşamalarına yaklaşmasından, bu seçimlere eşlik eden yoğun tartışmalarda Biden'ın müzakerelerin başarısızlığının veya anlaşmanın  ön planda olmasından kaçınma isteğinden kaynaklanıyor da olabilir.
Yapılan karşılıklı açıklamalara, taşıdıkları uyarı ve tehditlere, ABD’nin İran destekli oldukları ve Amerikan güçlerini tehdit ettikleri bahanesiyle Suriye'deki bazı mevzileri hedef almasına rağmen, halen nükleer anlaşma taraflarının, "5+1” ve İran'ın ciddi bir anlaşma arayışında olduğuna inanıyorum. ABD’de Biden’ın, İran’da Reisi’yi yönlendiren Hamaney’in arzusu bu yönde. İki ülke, uzun vadede siyasi yönelimlerindeki farklılıklara rağmen, uzlaşı seçeneğinin başarısızlıktan daha iyi olduğunu, kısa vadede getirilerinin zararlarından daha önemli olduğunu düşünüyor.
Dikkati çekmeliyiz ki Reisi, anlaşmanın kendisine karşı çıkmadı veya çekincelerini dile getirmedi, bu da ihtilaf anlamında, diğer 6 ülke gibi orijinal anlaşmanın şartlarını kabul ettiğinin örtülü bir teyidi sayılıyor. Bu noktada, anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesi için geniş bir zemin ortaya çıkıyor. Yeni müzakereler, her bir tarafın geri dönüş için paralel ve kademeli adımlar atacağı mekanizmalara, bir sonraki aşamayla ilgili güven oluşturmak için adımlar atmaya odaklanıyor. Örneğin, iki ülkedeki tutukluların serbest bırakılması gibi. Dolayısıyla şu an en zor sorun belki de, İran'ın ABD'nin Trump'ın yaptığı gibi anlaşmadan tekrar tek taraflı olarak çekilmeyeceğine dair Güvenlik Konseyi'nden uluslararası garantiler almakta ısrar etmesi. Gelgelelim Biden'ın zayıf görünmemek için ilk defa yaptığı gibi anlaşmanın onaylanmasının ötesine geçen bir karara razı olamayacağı unutulmamalı. Bilhassa bunun geleneksel Amerikan uygulamalarıyla çeliştiği göz önüne alınırsa. Söz konusu uygulamalar her başkana, daha önce onaylamışsa Kongre'nin bir kez daha onayını almak dışında, anlaşmalardan geri çekilme dahil olmak üzere uygun gördüğü kararları almasını sağlıyor.
Öte yandan İran'ın 2015 anlaşmasında, iki ana hedefe ulaşmak karşılığında Uluslararası Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nda yer alan taahhütlerin ötesine geçen taahhütleri kabul ettiği de göz ardı edilmemeli. Birinci hedef, İran’ın belirgin bir ağırlık ve öneme sahip bölgesel bir ülke olarak görülmesi. Nitekim anlaşmaya taraf ülkeler, İran'ın birçok ihlal içeren bölgesel uygulamalarına herhangi bir kısıtlama getirmeden anlaşmayı imzalayarak bunu üstü kapalı olarak kabul etmiş oldular. Bu, İran açısından anlaşmaya geri dönmek için başlı başına bir gerekçe ve koşul.
İran'ın ikinci hedefi, koşul ve gerekçesine gelince, kendisine uygulanan yaptırımların kaldırılması, bazı ülkelerde bloke edilmiş ve şu anda 36 milyar doları aşan mali varlığının serbest bırakılması. Bu mal varlığının 20 milyar doları, İran ile 400 milyar dolar yatırım yapmayı taahhüt eden 25 yıllık yeni bir anlaşma imzalayan Çin’de bulunuyor. Lüksemburg'da 1 milyar dolar, Güney Kore’de de 7 milyar dolar bulunuyor. Bunlar, İran ekonomisine fayda sağlayacak ve rejimi içeride bulunduğu zor durumdan kurtaracak kaynaklar. Ayrıca, yeniden yürürlüğe girdiğinde anlaşmada sınırlandırılmazsa, bir dizi İran bölgesel siyasi faaliyetinin fonlanmasına da yardımcı olacaklar. İran Devrim Muhafızları'nın bütçesinin 6 milyar dolar, İran’ın Suriye, Yemen ve Irak'taki faaliyetlerinin bütçesinin de 3.5 milyar dolar sınırını geçmediği biliniyor. Bunların 2 milyar doları Suriye, 750 milyonu Hizbullah, 100 milyonu Filistinli gruplar, yaklaşık olarak 200 milyonu da Irak'taki Şii milislere ayrılmış.
Müzakerelerin başarısız olma olasılığını koruduğunu söylemeye gerek yok. Müzakerelerin hassasiyeti bu ihtimali son anlara kadar geçerli kılıyor. Yakından ve dikkatle takip edilmeli.
Nükleer anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesinin veya müzakerelerin başarısız olmasının, Ortadoğu'daki bölgesel davranışlara ve Arap çıkarlarına yansımaları olacak. Bu, belki de Mısır, Suudi Arabistan, Umman ve Kuveyt tarafından çeşitli şekillerde yönetilen İran ile samimi ve ayrıntılı diyaloglara hazırlık olarak belirli Arap pozisyonları ve taleplerini hazırlamak için bir fırsat.



Doğu Akdeniz bir kavşakta: Artan gerilimler mi yoksa yenilenen nüfuz mu?

Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)
Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)
TT

Doğu Akdeniz bir kavşakta: Artan gerilimler mi yoksa yenilenen nüfuz mu?

Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)
Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)

Michael Harari

Doğu Akdeniz'de son 15 yılda yapılan doğal gaz keşifleri, bölgede bir dizi önemli siyasi gelişmeye yol açtı ve benzersiz bir bölgesel yapının oluşmasına katkıda bulundu. Bu yapının özü, İsrail-Yunanistan-Kıbrıs üçgeni arasındaki yakın iş birliğinin yanı sıra, Ocak 2019'da Mısır'ın öncü rol oynadığı Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nun kurulmasıdır.

Forum, yukarıda belirtilen ülkelere ek olarak Ürdün, İtalya ve Filistin'i de içeriyor ve merkezi Kahire'de bulunuyor. Türkiye'nin bu çerçevedeki yokluğu tesadüf değil, zira bu bölgesel blok, birçok açıdan, bölgedeki çoğu ülkenin ve kendi çıkarlarıyla uyuşmadığını düşündüğü Türk politikalarına bir tepki olarak ortaya çıktı. Lübnan'ın foruma katılma daveti aldığını, fakat (açıkça duyurulmadığı gibi) gözlemci olarak bile foruma katılamamasının şaşırtıcı olmadığını belirtmek gerekir. O zamandan beri bölgenin sahne olduğu çalkantılara rağmen, bu bölgesel mutabakat büyük ölçüde bir arada kaldı; bu, özellikle Gazze Savaşı'nın tetiklediği derin gerilimler göz önüne alındığında dikkat çekicidir.

Son birkaç yıl boyunca Türkiye, bu bölgesel gerçekliğe meydan okumaya çalıştı. Son zamanlarda da Mısır ve Körfez ülkeleriyle, özellikle Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerini yeniden kurmayı başardı. Ankara ve Atina arasındaki ilişkilerde de belirgin bir iyileşme görüldü. Bilhassa Esed rejiminin çöküşü ve Ahmed eş-Şara'nın Şam'da iktidara gelmesi, Başkan Trump'ın ikinci bir dönem için Beyaz Saray'a dönmesi de dahil olmak üzere, bölgesel ve uluslararası gelişmeler Türkiye'nin yeni bir güven kazanmasını sağladı.

Türkiye, 2019'da Libya ile münhasır ekonomik bölgeyi belirleyen bir anlaşma imzalayarak yeni bölgesel düzenlemelere daha erken bir dönemde yanıt vermeye çalıştı. 2011'de Kaddafi'nin devrilmesinden bu yana Libya, uluslararası alanda tanınan Trablus'taki ile General Halife Hafter liderliğinde Tobruk'taki iki rakip otorite arasında bir iç savaş ve siyasi bölünmenin pençesinde. Trablus hükümetiyle imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması, Girit Adası'nı göz ardı ederek Akdeniz'in büyük bir bölümünü Türkiye ve Libya arasında bölüyordu. Dolayısıyla diğer bölge ülkeleri ve daha geniş ölçüde uluslararası toplumun bu anlaşmayı tanımayı reddetmesi şaşırtıcı değildi.

Son aylarda Ankara, 2019 anlaşmasını onaylamaya her zamankinden daha yakın görünen Tobruk hükümetiyle ilişkilerinde önemli ilerleme kaydetti. Yunanistan, bu hamleyi hemen engellemeye çalıştı ve Dışişleri Bakanı yakın zamanda iki kez Libya'yı ziyaret ederek, Türkiye-Libya deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasını zaten reddeden Kahire'yi ikna etmeye çalıştı. Ancak bu çabaları şimdiye kadar pek başarılı olamadı. Hesaplı bir politika izleyen Türkiye, henüz deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasını resmen onaylamamış olmasına rağmen, General Hafter ile temaslarını güçlendirdi. Ankara, Libya geleneksel olarak Mısır'ın ulusal güvenlik hesaplarında en önemli önceliklerden biri olmasına rağmen, halihazırda nispeten alt sıralara gerilemiş olmasından faydalandı. Türkiye-Mısır ilişkileri son yıllarda iyileşmiş olduğu için de Kahire bu olumlu gidişatı şu anda tersine çevirme riskine girmeye istekli gibi görünmüyor.

Türkiye, 2019 yılında Libya ile münhasır ekonomik bölgeyi belirleyen bir anlaşma imzalayarak yeni bölgesel düzenlemelere daha erken bir dönemde yanıt vermeye çalıştı

Aynı zamanda, son aylarda Yunanistan ve Türkiye arasındaki gerginlikte bir yükseliş yaşandı. Ankara, Yunanistan ve Kıbrıs arasındaki elektrik bağlantısı projesine, güzergahının kendi ekonomik sınırları içindeki bölgelerden geçtiğini iddia ederek itiraz etti. Bu anlaşmazlık, Atina'nın Türkiye'ye kısıtlamalar getirmesi için Avrupa Birliği'nden (AB) destek almaya çalışmasıyla Brüksel'de bir dizi diplomatik hamleye yol açtı.

Türkiye'nin temel amacının, son 15 yıldır dışlandığı bölgesel yapıyı zayıflatmak olduğu aşikar. Ankara'nın stratejik konumunun, özellikle Suriye'deki dönüşümler, Başkan Trump'ın iktidara dönüşü, ABD'nin kıtaya ve NATO'ya olan bağlılığındaki gerileme ile birlikte Avrupa’nın artan güvenlik ihtiyaçları gibi bir dizi radikal gelişme sayesinde son iki yılda iyileştiği göze çarpıyor. Ankara ayrıca, bölgesel konumunu güçlendirmek için göç kartını da kullanıyor ve Libya'dan artan düzensiz göç dalgaları ile ilgili Avrupa'nın ve özellikle de İtalya'nın endişelerinden yararlanıyor.

6u7ı8
ABD Başkanı Donald Trump, 25 Eylül 2025'te Washington D.C.'deki Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile el sıkışıyor (AFP)

Buna ek olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington'a yaptığı başarılı ziyaret ve Başkan Trump ile arasındaki kişisel uyum, Ankara'nın Doğu Akdeniz'deki rolünü yeniden kazanma gücüne olan güvenini artırdı. Ziyaret, Türkiye'nin 2045 yılına kadar ABD'den sıvılaştırılmış doğal gaz ithal etmeye devam etmesi ve 225 adet Boeing yolcu uçağı satın alınması konusunda bir anlaşmaya varmasıyla sonuçlandı. F-35 meselesi henüz çözüme kavuşmamış olsa da Başkan Trump, sorunun çözülebileceğini ima ederek, “Ama önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bizim için bir şey yapması gerekiyor” dedi. İki taraf, İsrail ile Suriye'deki Kürtler konusunda da anlaşmazlıkları aşmayı başardı.

Bu hamlelerin, özellikle Ankara ve Atina arasındaki bölgesel gerginlikleri daha da kötüleştirebileceği endişesi devam ediyor. Bu durum, esas olarak Akdeniz ve özellikle de Girit adası yakınlarındaki tartışmalı sularda arama ruhsatları konusundaki anlaşmazlıklara ek olarak, AB için hayati önem taşıyan ve 670 milyon avroluk finansman sözü verdiği elektrik bağlantısı projesi konusundaki anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor. Bu bağlamda, Türkiye birkaç hafta önce, planlanan bağlantı için deniz tabanı araştırmaları yapan Cebelitarık bandıralı bir araştırma gemisini durdurdu ve gemiyi geri dönmeye zorladı.

Suriye ve Lübnan arasındaki sınırların belirlenmesi

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Suriye ve Lübnan'da yaşanan köklü dönüşümler, bölgesel rekabeti de etkileyecektir. Şam'da Şara rejiminin istikrara kavuşmasıyla birlikte, iki ülkenin yakında kara ve deniz sınırlarını belirlemek için anlaşmalar imzalamaya çalışması bekleniyor. Akdeniz'deki bu deniz sınırları büyük ekonomik ve stratejik öneme sahip. Ankara'nın Şara ile yakın bağları ve artan özgüveni, Doğu Akdeniz'deki rolünü güçlendirmek için bu müzakerelerin gidişatını etkilemeye çalışacağını gösteriyor. Bu gelişmelerin, başta İsrail, Yunanistan, Kıbrıs ve Mısır olmak üzere bölgedeki çeşitli ülkeler ve Avrupa üzerinde doğrudan etkileri olacaktır.

Filistin tarafının ve özellikle de Gazze Deniz Gaz Sahası'nın bölge enerji sektöründeki rolüne de işaret etmek önemlidir

Bu taraflar arasında Kıbrıs ve Lübnan, 2007 yılında imzalanan ve henüz onaylanmamış olan deniz anlaşmasının tamamlanması için yakın zamanda müzakerelere yeniden başladı. İki taraf da büyük engeller oluşturması beklenmeyen nihai bir anlaşmaya varmayı hedefliyor ve bu anlaşma her iki ülke için de büyük önem taşıyor.

Filistin tarafının ve özellikle de Gazze Şeridi'ne yaklaşık 35 kilometre uzaklıkta bulunan Gazze Deniz Gaz Sahası'nın bölge enerji sektöründeki rolüne de işaret etmek önemlidir. Bu saha, ticarileştirilmesi için uygun koşullar sağlandığı takdirde Filistin için büyük bir potansiyel taşımaktadır.

dfrg
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Mısır Petrol Bakanı Tarık el-Molla, İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz ve ABD Enerji Bakanı Rick Perry, 25 Temmuz 2019'da Kahire'de düzenlenen Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nda (EMGF) bir araya geldi (AFP)

İsrail, bölgesel sahneyi stratejik bir bakış açısıyla yorumladığını kanıtladı. Türkiye ile yaşadığı anlaşmazlık ve medyada Arap Baharı olarak adlandırılan olayların yansımalarının ardından, hızla inisiyatif alarak Doğu Akdeniz'de ortaya çıkan bölgesel yapıya entegre oldu. Bu strateji hem siyasi hem de ekonomik düzeyde etkinliğini kanıtladı; Mısır ve Ürdün ile ilişkilerinde mevcut gerginliklere rağmen, şimdiye kadar önemli bir kopuş yaşanmadı. Benzer şekilde, Yunanistan ve Kıbrıs, Brüksel'de İsrail'i desteklemeye devam ediyor. Buna ilaveten İsrail, Mısır ve Ürdün için kritik bir doğal gaz kaynağı.

Bölgenin geleceğinin, Gazze'de devam eden savaşın kaderinden ve yakın gelecekte sona erme ihtimalinden büyük ölçüde etkileneceği aşikar. Trump'ın Gazze planı, bölgenin tamamı için yeni ufuklar açabilir. Son 15 yılda Doğu Akdeniz, uluslararası alanda geniş ilgi gören kritik bir alt bölge haline geldi. Ancak, bu ilgiye rağmen gerilimin artması ve bir çatışmanın patlak vermesi riski hâlâ devam ediyor.


İsrail, Greta Thunberg'i gözaltındayken kendi bayrağını öpmeye zorladı

İsveçli aktivist Greta Thunberg, Filistin bayrağıyla (Reuters)
İsveçli aktivist Greta Thunberg, Filistin bayrağıyla (Reuters)
TT

İsrail, Greta Thunberg'i gözaltındayken kendi bayrağını öpmeye zorladı

İsveçli aktivist Greta Thunberg, Filistin bayrağıyla (Reuters)
İsveçli aktivist Greta Thunberg, Filistin bayrağıyla (Reuters)

İsveçli aktivist Greta Thunberg, Gazze Şeridi'ne yiyecek ve ilaç ulaştırmaya çalışan Küresel Sumud Filosu'na katıldığı için diğer aktivistlerle birlikte gözaltına alındıktan sonra İsrail'de sert muameleye maruz kaldığını İsveçli yetkililere bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın İngiliz gazetesi The Guardian'dan aktardığı habere göre, İsveç Dışişleri Bakanlığı'nın Thunberg'in arkadaşlarına gönderdiği e-postada, aktivisti hapishanede ziyaret eden bir yetkili, Thunberg'in tahtakuruları ile istila edilmiş bir hücrede tutulduğunu ve yiyecek ve su sıkıntısı çektiğini iddia ettiğini söyledi.

E-postada şöyle yazıyordu: “Büyükelçilik Greta ile görüşebildi. Bize susuz kaldığını ve yeterli miktarda su ve yiyecek alamadığını söyledi. Ayrıca vücudunda, tahtakurularının neden olduğundan şüphelendiği bir kızarıklık geliştiğini de belirtti. Kendisine kötü muamele edildiğini ve sert yüzeylerde uzun süre oturmaya zorlandığını söyledi.”

Greta ile görüşen İsveçli yetkili, “Başka bir aktivist, Greta'nın fotoğrafı çekilirken İsrail bayrağını öpmeye zorlandığını gördüğünü söyledi” dedi.

Bu iddia, İsrail güçleri tarafından gözaltına alınan ve dün serbest bırakılan filodaki iki aktivist tarafından da doğrulandı.

Küresel Sumud Filosu katılımcılarından Ersin Çelik, Anadolu Ajansı'na (AA) şunları söyledi: “Greta'yı gözlerimizin önünde saçlarından sürüklediler, dövdüler ve İsrail bayrağını öpmeye zorladılar. Diğerlerine ibret olsun diye ona akla gelebilecek her şeyi yaptılar.”

Filoya katılan gazetecilerden Lorenzo D'Agostino, İstanbul'a döndükten sonra yaptığı açıklamada, Thunberg'in “İsrail bayrağını öpmeye zorlandığını ve askerlerin onunla alay ettiğini” belirtti.

Thunberg, Gazze Şeridi'ne yönelik İsrail deniz ablukasını kırmak amacıyla insani yardım taşıyan 40'tan fazla gemi ve tekneden oluşan Küresel Sumud Filosu'na katılan 437 aktivist, milletvekili ve avukat arasında yer aldı.

Perşembe ve cuma günleri İsrail güçleri tüm tekneleri durdurdu ve mürettebatını gözaltına aldı. Mürettebatın çoğu, Negev Çölü’nde bulunan ve İsrail tarafından ‘silahlı veya terörist faaliyetlere karışmakla’ suçlanan Filistinli mahkumları tutmak için kullanılan yüksek güvenlikli Ktziot Hapishanesi'nde tutuluyor.

Birleşik Krallık merkezli insan hakları ve hukuk reformu örgütü Adalah'ın avukatlarına göre, aktivistler ‘sistematik ihlallere’ maruz kaldı. Aktivistlere su, tuvalet, ilaç ve avukatlarıyla acil görüşme hakkı verilmedi; yasal süreç, adil yargılama ve hukuki temsil gibi temel hakları açıkça ihlal edildi.

Filoyu temsil eden İtalyan hukuk ekibi, tutukluların ‘Greta'ya verilen ve kameraya gösterilen bir paket cips’ dışında ‘saatlerce yiyecek ve su verilmeksizin’ bırakıldıklarını doğruladı. Avukatlar ayrıca, sözlü ve fiziksel istismar vakaları da bildirdi.


Hindistan, Taliban yönetiminin dışişleri bakanını bu ay içinde ilk kez ağırlayacak

 Afganistan Geçici Hükümet Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki, Tahran'da düzenlenen Filistin Uluslararası Konferansı'na katılmıştı (Reuters)
Afganistan Geçici Hükümet Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki, Tahran'da düzenlenen Filistin Uluslararası Konferansı'na katılmıştı (Reuters)
TT

Hindistan, Taliban yönetiminin dışişleri bakanını bu ay içinde ilk kez ağırlayacak

 Afganistan Geçici Hükümet Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki, Tahran'da düzenlenen Filistin Uluslararası Konferansı'na katılmıştı (Reuters)
Afganistan Geçici Hükümet Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki, Tahran'da düzenlenen Filistin Uluslararası Konferansı'na katılmıştı (Reuters)

Afganistan Geçici Hükümet Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki Fransız Haber Ajansı AFP'ye yaptığı açıklamada, bu ay Yeni Delhi'yi ziyaret edeceğini söyledi. Ziyaretin, Taliban hükümetinden üst bir yetkilinin Hindistan'a yapacağı ilk ziyaret olacağını belirten Bakan Vekili Muttaki, diğer ülkelerin de Rusya'nın izinden giderek Afganistan hükümetini tanımasını umduğunu ifade etti.

Dışişleri Bakanlığı, Muttaki'nin 7 Ekim'de yapılması planlanan Moskova zirvesinden sonra Hindistan'ı ziyaret edeceğini duyurdu.

Taliban’ın birçok üst düzey yetkilisi gibi, Bakan Vekili Muttaki de Birleşmiş Milletler (BM) tarafından seyahat yasağı ve mal varlığının dondurulması şeklinde birtakım yaptırımların uygulanan isimler arasında. Ancak bu yaptırımların geçici olarak kaldırılmasına izin verildi.

Bu duyuru, Taliban liderinin emriyle ülkedeki iletişimlerin tamamen kesilmesinden iki gün sonra geldi. Lider, bu önlemle ilgili henüz herhangi bir açıklama yapmadı.

GTHY
Taliban'ın internet ve telefon ağlarını aniden kesmesinin ardından Afganistan'da hayat iki gün boyunca tamamen durma noktasına gelirken, Kabil'de 4G internet hizmetlerini tanıtan bir reklam panosunun altından geçen araçlar, 30 Eylül 2025 (AFP)

Afganistan’ın Batı destekli hükümetini devirerek 2021 yılında yeniden iktidara gelen Taliban'ın Afganistan'da kurduğu emirliği bugüne kadar yalnızca Moskova tanıdı.

Taliban, o tarihten beri uluslararası taraflarca tanınma ve yatırım arayışında olmuş ve sonunda ABD ve İngiltere vatandaşı olan bazı tutukluları serbest bırakmıştı.

Ancak, eğitim ve kamusal yaşamdan dışlanan kadınlara ve kız çocuklarına uygulanan kısıtlamalar, Batı ülkeleri için büyük bir engel teşkil ediyor. Çoğu ülke şu anda vatandaşlarına Afganistan'a seyahat etmekten kaçınmalarını tavsiye ediyor.