Reisi, Biden ve nükleer anlaşma

Washington ve Tahran, siyasi yönelimlerindeki farklılıklara rağmen, uzlaşı seçeneğinin başarısızlıktan daha iyi olduğuna, getirilerinin zararlarından daha önemli olduğuna inanıyor.

İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri
İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri
TT

Reisi, Biden ve nükleer anlaşma

İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri
İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri

Nebil Fehmi (Mısır eski Dışişleri Bakanı)
Bu yıl içinde gerçekleşen İran cumhurbaşkanlığı seçimleri, Batılı kaynakların siyasi yönelimini muhafazakar ve sert olarak değerlendirdiği İranlı yargıç İbrahim Reisi'nin zaferiyle sonuçlandı. Bu sonuç, hükümetin yürütme ve yasama sisteminde üst düzey pozisyonlar üstlenenler dahil olmak üzere, İran arenasında daha ılımlı eğilimlere sahip diğer birçok adayın adaylığının kabul edilmemesinden sonra geldi.
Yeni İran cumhurbaşkanının masasındaki ilk konuların başında, Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi ve Almanya ile İran arasında 2015 yılında Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) adı altında imzalanan nükleer anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesi için devam eden müzakereler yer alacak. Bu nedenle, Reisi'nin seçimlerden sonraki ilk basın toplantısında söylediklerine, özellikle de İran'ın balistik füze geliştirme programının veya bölgesel ve uluslararası siyasi faaliyetlerinin sınırlanmasını kesinlikle kabul etmeyeceği vurgusuna çok fazla ışık tutuldu. Bu iki konu, orijinal anlaşmada ihmal edilen konulardı ve o dönemde kendisine yöneltilen pek çok eleştirinin odak noktasıydı. Şahsen ben de eski ABD dışişleri bakanı John Kerry ile bir görüşmemde bunu eleştirmiştim. Eleştiriler, birçok Arap Körfez ülkesi tarafından tekrarlandı.
Bazı Rus ve İranlı müzakerecilerin, birtakım hassas noktalarda henüz mutabakata varılmamış olsa da, anlaşmanın yakın olduğunu açıklamasının ardından, o dönemde müzakerelerin ister başarıyla ister başarısızlıkla olsun sonuç aşamasına yaklaşmış olduğunu düşünüyorum.
Nitekim İsrail Dışişleri Bakanı, müzakerelerin seyri konusunda çekinceleri olduğuna dair açıklamalar yapmıştı. Ardından, İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sona ermesiyle birlikte, ABD'nin İran tarafından gündeme getirilen sorunların tutumundaki bir sertleşmenin göstergesi olduğunu düşündüğüne dair sızdırılan haberlerle şaşırdık.
Sertleşme, şu ana kadar harcanan bütün çabaları teste tabi tutuyordu. Hatta Biden’dan İran'ın nükleer silah edinmesine asla izin vermeyeceğine dair doğrudan bir uyarı geldi. Bir başka uyarı da müzakereler için son tarihin yaklaştığını söyleyen Dışişleri Bakanı Blinken'dan geldi. Uyarıların, İran'ın, özellikle nükleer silah için gerekli olan radyoaktif malzemeleri zenginleştirme alanında nükleer kapasitesini geliştirmeye devam etmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı açıklanmadı. Keza bu uyarılar, ABD'nin Temsilciler Meclisi ile bağlantılı Kongre seçimlerinin erken aşamalarına yaklaşmasından, bu seçimlere eşlik eden yoğun tartışmalarda Biden'ın müzakerelerin başarısızlığının veya anlaşmanın  ön planda olmasından kaçınma isteğinden kaynaklanıyor da olabilir.
Yapılan karşılıklı açıklamalara, taşıdıkları uyarı ve tehditlere, ABD’nin İran destekli oldukları ve Amerikan güçlerini tehdit ettikleri bahanesiyle Suriye'deki bazı mevzileri hedef almasına rağmen, halen nükleer anlaşma taraflarının, "5+1” ve İran'ın ciddi bir anlaşma arayışında olduğuna inanıyorum. ABD’de Biden’ın, İran’da Reisi’yi yönlendiren Hamaney’in arzusu bu yönde. İki ülke, uzun vadede siyasi yönelimlerindeki farklılıklara rağmen, uzlaşı seçeneğinin başarısızlıktan daha iyi olduğunu, kısa vadede getirilerinin zararlarından daha önemli olduğunu düşünüyor.
Dikkati çekmeliyiz ki Reisi, anlaşmanın kendisine karşı çıkmadı veya çekincelerini dile getirmedi, bu da ihtilaf anlamında, diğer 6 ülke gibi orijinal anlaşmanın şartlarını kabul ettiğinin örtülü bir teyidi sayılıyor. Bu noktada, anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesi için geniş bir zemin ortaya çıkıyor. Yeni müzakereler, her bir tarafın geri dönüş için paralel ve kademeli adımlar atacağı mekanizmalara, bir sonraki aşamayla ilgili güven oluşturmak için adımlar atmaya odaklanıyor. Örneğin, iki ülkedeki tutukluların serbest bırakılması gibi. Dolayısıyla şu an en zor sorun belki de, İran'ın ABD'nin Trump'ın yaptığı gibi anlaşmadan tekrar tek taraflı olarak çekilmeyeceğine dair Güvenlik Konseyi'nden uluslararası garantiler almakta ısrar etmesi. Gelgelelim Biden'ın zayıf görünmemek için ilk defa yaptığı gibi anlaşmanın onaylanmasının ötesine geçen bir karara razı olamayacağı unutulmamalı. Bilhassa bunun geleneksel Amerikan uygulamalarıyla çeliştiği göz önüne alınırsa. Söz konusu uygulamalar her başkana, daha önce onaylamışsa Kongre'nin bir kez daha onayını almak dışında, anlaşmalardan geri çekilme dahil olmak üzere uygun gördüğü kararları almasını sağlıyor.
Öte yandan İran'ın 2015 anlaşmasında, iki ana hedefe ulaşmak karşılığında Uluslararası Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nda yer alan taahhütlerin ötesine geçen taahhütleri kabul ettiği de göz ardı edilmemeli. Birinci hedef, İran’ın belirgin bir ağırlık ve öneme sahip bölgesel bir ülke olarak görülmesi. Nitekim anlaşmaya taraf ülkeler, İran'ın birçok ihlal içeren bölgesel uygulamalarına herhangi bir kısıtlama getirmeden anlaşmayı imzalayarak bunu üstü kapalı olarak kabul etmiş oldular. Bu, İran açısından anlaşmaya geri dönmek için başlı başına bir gerekçe ve koşul.
İran'ın ikinci hedefi, koşul ve gerekçesine gelince, kendisine uygulanan yaptırımların kaldırılması, bazı ülkelerde bloke edilmiş ve şu anda 36 milyar doları aşan mali varlığının serbest bırakılması. Bu mal varlığının 20 milyar doları, İran ile 400 milyar dolar yatırım yapmayı taahhüt eden 25 yıllık yeni bir anlaşma imzalayan Çin’de bulunuyor. Lüksemburg'da 1 milyar dolar, Güney Kore’de de 7 milyar dolar bulunuyor. Bunlar, İran ekonomisine fayda sağlayacak ve rejimi içeride bulunduğu zor durumdan kurtaracak kaynaklar. Ayrıca, yeniden yürürlüğe girdiğinde anlaşmada sınırlandırılmazsa, bir dizi İran bölgesel siyasi faaliyetinin fonlanmasına da yardımcı olacaklar. İran Devrim Muhafızları'nın bütçesinin 6 milyar dolar, İran’ın Suriye, Yemen ve Irak'taki faaliyetlerinin bütçesinin de 3.5 milyar dolar sınırını geçmediği biliniyor. Bunların 2 milyar doları Suriye, 750 milyonu Hizbullah, 100 milyonu Filistinli gruplar, yaklaşık olarak 200 milyonu da Irak'taki Şii milislere ayrılmış.
Müzakerelerin başarısız olma olasılığını koruduğunu söylemeye gerek yok. Müzakerelerin hassasiyeti bu ihtimali son anlara kadar geçerli kılıyor. Yakından ve dikkatle takip edilmeli.
Nükleer anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesinin veya müzakerelerin başarısız olmasının, Ortadoğu'daki bölgesel davranışlara ve Arap çıkarlarına yansımaları olacak. Bu, belki de Mısır, Suudi Arabistan, Umman ve Kuveyt tarafından çeşitli şekillerde yönetilen İran ile samimi ve ayrıntılı diyaloglara hazırlık olarak belirli Arap pozisyonları ve taleplerini hazırlamak için bir fırsat.



Deniz gücü olarak Çin, ABD'nin çevreleme stratejisini bozacak mı?

Güney Çin Denizi üzerinde keşif uçuşu yapan bir Çin donanma helikopteri (Arşiv – AP)
Güney Çin Denizi üzerinde keşif uçuşu yapan bir Çin donanma helikopteri (Arşiv – AP)
TT

Deniz gücü olarak Çin, ABD'nin çevreleme stratejisini bozacak mı?

Güney Çin Denizi üzerinde keşif uçuşu yapan bir Çin donanma helikopteri (Arşiv – AP)
Güney Çin Denizi üzerinde keşif uçuşu yapan bir Çin donanma helikopteri (Arşiv – AP)

Çin, 600 yıl aradan sonra deniz gücüne yeniden açılıyor. Coğrafi konumu gereği hem kara hem deniz ülkesi olarak sınıflandırılan Çin’in kara sınırları 14 ülke ile 22 bin 117 kilometre, deniz sınırları ise 18 bin kilometre uzunluğunda.

15. yüzyılda Çin, yaklaşık 300 savaş gemisinden oluşan en büyük donanmaya sahipti (günümüzde bu sayı 370). O dönemde Çin’in denizlerdeki hâkimiyeti tartışmasızdı; hem Pasifik hem de Hint Okyanusu’nda etkin bir güç olarak öne çıkıyordu. İlginç olan, o dönemin deniz komutanı Zheng He’nin Han etnisitesinden olmamasıydı. Müslüman ve Moğol kökenli olan Zheng He, o dönemde Hac görevini de yerine getirmişti. Zheng He’nin okyanus seferlerinin amacı halkları boyunduruk altına almak değildi. Seferler daha çok vergi toplamak ve kültürel alışverişi sağlamak üzerine kuruluydu; gemilerinde askerlerin yanı sıra tercümanlar ve doktorlar da bulunuyordu.

O dönemde okyanuslar, sömürgeciliği kolaylaştıran bir araç değil; uygarlıkları birbirine bağlayan bir köprü işlevi görüyordu. Ancak bu, gücün kullanılmadığı anlamına gelmiyordu; güç, ‘yumuşak güçle’ birlikte var oluyordu. Zheng He, son seferinde hayatını kaybetti ve cenazesi denize bırakıldı. Onun ardından Ming Hanedanı, denizlerdeki etkinliğini azaltma kararı alarak kuzeyden gelebilecek Moğol tehlikesine odaklandı.

dfrgt
Çin ve Tayvan bayrakları (Reuters)

Dünya değişti ve Çin birçok krizden geçti; özellikle Batı’nın ve komşusu Japonya’nın yol açtığı ‘Aşağılanma Yüzyılı’ bu dönemin en çarpıcı örneklerindendi. Bu süreçten sonra Napolyon’un sözleri gündeme geldi: “Çin uyuyor, bırakın uyusun; çünkü uyandığında dünyayı sarsacak.”

Çin, zamanla kıyı savunması veya ‘önleme yoluyla caydırma stratejisi’ (Green Navy-Denial) anlayışından uzaklaşarak, uzak mesafelerde operasyon yapması öngörülen ‘mavi su donanması’ (Blue Navy) stratejisine geçti.

Stratejik etki

Çin’in güçlü bir deniz gözüne sahip olması mantıklı görünüyor. Çünkü deniz güvenliği ve deniz geçiş noktalarının (Choke Points) kontrolü hâlâ büyük ölçüde Amerikan donanmasının insafına bağlı. Bu durum özellikle Güney Çin Denizi ve Malakka Boğazı için geçerli. Çin, enerji ihtiyacının yüzde 80’ini bu boğaz üzerinden karşılıyor ve toplam ticaretinin yüzde 66’sı da buradan geçiyor. Bazı strateji uzmanlarına göre Çin, bu sıkışmış durumdan iki yolla çıkmaya çalışıyor: Birincisi, ABD ile deniz rekabeti; ikincisi ise Kuşak ve Yol Girişimi’ne dayalı strateji. Söz konusu girişim, Çin’i Amerikan deniz hâkimiyetinden kurtarırken, aynı zamanda ülkeyi en önemli rakibi Rusya’nın insafına bırakıyor. Peki Çin, ulusal güvenliğini bir rakibinin eline bırakmayı kabul edecek mi?

b
Mayıs 2024'te gizli bir yerde yapılan denemeler sırasında Çin’in üçüncü uçak gemisi Fujian'ı gösteren videodan alınan ekran görüntüsü (AFP)

ABD’nin Büyük Okyanus’taki stratejisi, Çin’i coğrafi olarak kuşatma üzerine kurulu. Bu strateji, güney Japonya’dan Tayvan üzerinden Malezya’ya uzanan Birinci Ada Zinciri (First Island Chain) ve temel ağırlık merkezi olarak Guam Deniz Üssü’ne dayanan İkinci Ada Zinciri’ne dayanıyor. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Tayvan’ı ana topraklara katmayı 2027 yılı için öngörüyorsa, Çin donanmasının buna uygun araçlara sahip olması gerekiyor; bu araçların başında uçak gemileri geliyor.

Fujian uçak gemisi

Çin’in üçüncü uçak gemisi, diğerlerinden farklı olarak tamamen Çin yapımı ve üstün teknolojiye sahip. Gemide, uçakları fırlatmak için elektromanyetik (Electromagnetic) katapult sistemi kullanılıyor. ABD’nin çoğu uçak gemisinin aksine nükleer enerjiyle çalışmıyor, ancak katapult sistemi bakımından USS Gerald R. Ford ile benzerlik gösteriyor. Gemide 50’den fazla uçak barındırılabiliyor; bunlar arasında hayalet uçaklar, erken uyarı uçakları (örneğin KJ-600) ve çok sayıda insansız hava aracı (İHA) da bulunuyor. Uçak gemisi, yakıt ikmali yapmadan denizde 45 gün boyunca görev yapabiliyor.

cdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump ve Japonya Başbakanı Sanae Takaichi, 28 Ekim 2025 tarihinde Tokyo'da düzenlenen ABD-Japonya ticaret anlaşmasının imza töreninde (Reuters)

Zayıflıklar ve sınırlamalar

Askeri uzmanlar, Çin’in bu başarısını son derece önemli buluyor; çünkü uçak gemisine sahip olmak, bir ülkenin küresel düzeydeki konumunu ve gücünü yansıtıyor. 21. yüzyıldaki savaşlarda bunun tersinin kanıtlanması mümkün olsa da, uçak gemisi Çin’e sahillerden uzak denizlerde ileri düzeyde varlık gösterme imkânı sağlıyor. Üzerindeki uçaklar sayesinde hızlı bir askeri müdahale olanağı da sunuyor. Bu uçak gemisi, diğer iki gemiyle birlikte Tayvan çevresinde görev yaptığında, ABD’nin deniz planlarını ve bölgedeki diğer ülkelerin stratejilerini zorlayabilir. Ancak gemi tek başına çalışamıyor; bunun için deniz üslerine ihtiyaç var ve Çin’in çevresindeki birçok ülke ile deniz sınırı sorunları bulunduğundan bu üsler mevcut değil. Buna ek olarak, deniz savaşları konusundaki deneyim ve birikim de kritik bir faktör. 1775’te kurulan ABD donanması, özellikle 2. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemlerinde yaklaşık 249 yıl boyunca tecrübe kazandı. ABD’nin 11 uçak gemisi bulunuyor; hepsi nükleer enerjiyle çalışıyor ve özellikle toplu operasyonlar, hızlı konuşlanma ve uygulama gibi kabiliyetlere sahip. 21. yüzyılda ise teknoloji hızla ilerlediği için, uçak gemisinin korunması büyük önem taşıyor; zira gemiler büyük ve hareketleri nispeten yavaş.

Güvenlik ikilemi

Güvenlik ikilemi şu prensibe dayanıyor: Güvenliğini artırdıkça, başkasının güvenliğini tehdit edersin. Bu nedenle, yeni bir tehdide uyum sağlamak için kendi güvenliğini geliştirmek gerekir. Kendi güvenliğini artırdığında ise diğerinin güvenliği tehlikeye girer ve o da güvenliğini yeniden güçlendirmek zorunda kalır; süreç böyle devam eder. Çin’in uçak gemisi Fujian da bu prensipten muaf değil; gemi, özellikle Tayvan çevresinde Doğu Asya’daki stratejik dinamikleri hareketlendirdi.

thy
Güney Kore'nin Busan kentindeki bir deniz üssünde bulunan USS George Washington uçak gemisi (Arşiv – EPA)

Japonya Başbakanı Sanae Takaichi’ye, Çin’in Tayvan’a saldırması hâlinde nasıl bir tutum izleneceği sorulduğunda şu yanıtı verdi: “Bu, varoluşu tehdit eden bir durumdur.” Japonya’nın 2015 Güvenlik Yasası’na göre bu ifade, kaçınılmaz bir askeri karşılık anlamına geliyor. Coğrafyanın jeopolitiği belirlemesi, Japonya’nın 14 bin 125 adadan oluşması, deniz hatlarının ulusal güvenlik açısından yaşamsal olması ve ülkenin Birinci Ada Zinciri’nin en kritik düğüm noktası konumunda bulunması nedeniyle, Çin’in Tayvan’ı ele geçirme girişimi hem Japonya’nın ulusal güvenliğine doğrudan tehdit oluşturacak hem de hayati deniz hatlarını tehlikeye atacaktır. Örneğin Japonya, sıvılaştırılmış doğal gazın yüzde 99’unu deniz yoluyla ithal ediyor; çünkü deniz, en ucuz ve en etkili güzergâh.

Bu nedenle, Çin’in artan askeri faaliyetlerine karşılık Japonya, özellikle seyir füzeleri ve hipersonik füzeler başta olmak üzere silah envanterini modernize etmeye başladı. Uzmanlara göre, eğer bir çatışma çıkarsa bu savaş büyük ölçüde deniz merkezli olacak.

Aynı çerçevede, Çin’in deniz gücü modernizasyonu nedeniyle ABD de Pasifik’teki ana askeri ağırlık merkezi olan Guam Deniz Üssü’nü, 360 derece kapsama sağlayan hava savunma sistemleriyle güçlendirdi.

Çin’in yaklaşımının, Mao Zedong’un ‘kalem ve silah’ doktrinine dayandığı belirtiliyor. Buna göre ‘kalem’, ulusal ve uluslararası kamuoyunu hazırlamak için; ‘silah’ ise kalemin yetersiz kaldığı noktada devreye girmek için kullanılıyor. Aynı zamanda Çin, büyük düşünür Sun Tzu’nun ‘düşmanın stratejisini hedef alma’ ilkesine dayanarak doğrudan çatışmadan kaçınan bir yöntem izliyor. Bu bağlamda Pekin, ‘salami stratejisi’ yerine ‘cabbage stratejisini’ benimsiyor. Cabbage stratejisi, elde edilen her kazanımın sağlamlaştırılması ve geri döndürülemez biçimde bir sonrakine geçilmesine dayanıyor.

Ancak bütün bu teorik analizlere rağmen asıl yanıt sahada verilecek. Dolayısıyla kritik soru şu: Çin ordusu ve donanması muhtemel savaş sahnesi için gerçekten hazır mı?

*Bu makale Şarku’l Avsat için bir askeri analist tarafından kaleme alındı.


Ukrayna’ya karşı savaşan “Donbas Kovboyu’nu” öldüren Rus askerlere hapis cezası

Bentley, eski ABD Başkanı Barack Obama'ya "faşist ve ırkçı" demesiyle de gündem olmuştu (@bentleyrussell / Instagram)
Bentley, eski ABD Başkanı Barack Obama'ya "faşist ve ırkçı" demesiyle de gündem olmuştu (@bentleyrussell / Instagram)
TT

Ukrayna’ya karşı savaşan “Donbas Kovboyu’nu” öldüren Rus askerlere hapis cezası

Bentley, eski ABD Başkanı Barack Obama'ya "faşist ve ırkçı" demesiyle de gündem olmuştu (@bentleyrussell / Instagram)
Bentley, eski ABD Başkanı Barack Obama'ya "faşist ve ırkçı" demesiyle de gündem olmuştu (@bentleyrussell / Instagram)

Ukrayna'ya karşı savaşan ABD vatandaşı Russell Bentley'in ölümünden sorumlu tutulan 4 Rus askere hapis cezası verildi.

Donetsk'in Kremlin'in kontrolündeki bölgesinde görülen duruşmada karar dün açıklandı.

Mahkeme, Binbaşı Vitaliy Vansitaski ve Teğmen Andrey Iordanov'un askeri rütbelerini sökerek ikisine de 12 ay hapis cezası verdi. Çavuş Vladislav Agaltsev 11 yıl, olaya karışan diğer bir askerse işlenen suçu gizlediği gerekçesiyle 1,5 yıl hapis cezası aldı.

Açıklamada, 63 yaşındaki Bentley'nin geçen yıl Ukrayna'nın Donetsk'e düzenlediği saldırıya ilişkin görüntülerden bir belgesel hazırlarken Rus askerlerince 'ajan sanılarak' gözaltına alındığı belirtildi.

Askerlerin, "Donbas Kovboyu" diye de bilinen ABD vatandaşının kafasına çuval geçirip onu zorla arabaya soktuğu belirtildi.

Bentley'nin ağır darp ve işkence sonucu yaşamını yitirdiği aktarıldı. Rus askerlerin cesedi ortadan kaldırmak için arabanın bagajına yerleştirip aracı patlattığı ifade edildi.   

Russell Bentley'in Moskova kontrolündeki Ukrayna topraklarında ölümü Rusya'da tepki yaratmıştı.

"Teksaslı" diye de anılan Amerikan vatandaşının, Ukrayna ordusunun Donetsk'teki Petrovski bölgesine geçen yıl 8 Nisan'da düzenlediği topçu saldırısının ardından kaybolduğu bildirilmişti.

Eşi Lyudmilla da Bentley'nin Rus ordusuna ait 5. Tank Tugayı'ndaki askerler tarafından kaçırıldığını söyleyerek serbest bırakılmasını istemişti.

2014-2017'de Donetsk'teki Kremlin yanlısı ayrılıkçıların safına katılarak Vostok Taburu'nda Ukrayna'ya karşı savaşan Bentley, 2021'de Rusya pasaportu da almıştı. 

Bentley, tabura katılmak için GoFundMe üzerinden topladığı 2 bin dolarla Rusya'ya gitmişti.

BBC, Bentley'nin Rusya'daki radikal solcu "Sut' vremeni" (Zamanın Özü) hareketinin parçası olduğunu da yazmıştı. Rus milliyetçiliğiyle komünizm düşüncesini merkez alan hareket, Sovyetler Birliği'ni yeniden diriltmeyi amaçlıyor.

Independent Türkçe, Guardian, CBS News


Meksika, ABD'nin Rus ajanı listesini kale almamış

Meksika, BM'deki oylamalarda Ukrayna'nın egemenliğini savunurken Rusya'ya yaptırım konusunda çekimser davranıyor (Reuters)
Meksika, BM'deki oylamalarda Ukrayna'nın egemenliğini savunurken Rusya'ya yaptırım konusunda çekimser davranıyor (Reuters)
TT

Meksika, ABD'nin Rus ajanı listesini kale almamış

Meksika, BM'deki oylamalarda Ukrayna'nın egemenliğini savunurken Rusya'ya yaptırım konusunda çekimser davranıyor (Reuters)
Meksika, BM'deki oylamalarda Ukrayna'nın egemenliğini savunurken Rusya'ya yaptırım konusunda çekimser davranıyor (Reuters)

New York Times'ın (NYT) Meksika ya da ABD yönetimlerinde geçmişte çalışmış veya hâlâ görev yapan 9 kişiye dayandırdığı haber, iki ülke arasındaki uyumsuzluğu ortaya koydu. 

ABD'nin güney komşusunu topraklarında diplomat kisvesi altında faaliyet gösteren istihbaratçılara karşı uyardığı ancak Meksika'nın bu kişileri sınır dışı etmediği bildirildi. 

Mart 2022'de ABD'li General Glen VanHerck'in "Meksika, dünyada en fazla Rus ajanına sahip olan ülke" dediği, dönemin Meksika lideri Andres Manuel Lopez Obrador'un bu iddiayı "Bizde böyle bir bilgi yok" diye yanıtladığı hatırlatıldı. 

Ancak o sırada iki ülkenin bu konu hakkında defalarca bilgi alışverişinde bulunmuş ve Lopez Obrador'un doğrudan uyarılmış olduğu belirtildi. 

Amerikan gazetesinin kaynakları, Meksika'daki Rusya Büyükelçiliği'nde çalışan 25'e yakın ajandan oluşan bir liste CIA tarafından iletilse de bu kişilerin sınır dışı edilmesi için hiçbir girişimde bulunulmadığını öne sürdü. 

Amerikalı yetkililer, Meksika'nın turistik bir yer olmasına ve ABD'ye yakınlığına işaret etti. Rus ajanlarının Meksika'da buluşup ABD topraklarında edindikleri istihbaratı gizlice paylaşmalarının bu sayede kolaylaştığını dile getirdiler.

NYT, Rusya'nın Meksikalıları ABD ve Avrupa devletleriyle karşı karşıya getirme çabaları konusunda Birleşik Krallık ve Fransa'nın da Meksika'yı uyardığını bildirdi. 

Meksika'daki ABD Büyükelçiliği'ne Rusya'nın faaliyetlerini gözlemlemekten sorumlu bir kişinin atandığı, benzer bir şekilde Fransa'nın da dezenformasyona odaklanan bir kişiyi görevlendirdiği vurgulandı. 

Rusya Büyükelçiliği ise ajan iddialarını reddederek Meksika'yla iyi ilişkilere sahip olduğunu bir e-postayla NYT'ye iletti. 

NYT iki hafta önce yayımladığı bir başka haberde de Rusya'nın Meksika'daki dezenformasyon çalışmalarını son iki yılda artırdığını bildirmişti. 

Kimliklerinin açıklanmaması şartıyla gazeteye konuşan kaynaklar, dezenformasyon kampanyasının Sputnik ve RT gibi Kremlin'e ait medya kuruluşları tarafından yürütüldüğünü ileri sürmüştü. 

Özellikle ABD'nin en büyük ticaret ortağı olan Meksika'nın hedef alındığı aktarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, NDTV