Reisi, Biden ve nükleer anlaşma

Washington ve Tahran, siyasi yönelimlerindeki farklılıklara rağmen, uzlaşı seçeneğinin başarısızlıktan daha iyi olduğuna, getirilerinin zararlarından daha önemli olduğuna inanıyor.

İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri
İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri
TT

Reisi, Biden ve nükleer anlaşma

İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri
İran nükleer dosyası Biden'ın gündemindeki tehlikeli dosyalardan biri

Nebil Fehmi (Mısır eski Dışişleri Bakanı)
Bu yıl içinde gerçekleşen İran cumhurbaşkanlığı seçimleri, Batılı kaynakların siyasi yönelimini muhafazakar ve sert olarak değerlendirdiği İranlı yargıç İbrahim Reisi'nin zaferiyle sonuçlandı. Bu sonuç, hükümetin yürütme ve yasama sisteminde üst düzey pozisyonlar üstlenenler dahil olmak üzere, İran arenasında daha ılımlı eğilimlere sahip diğer birçok adayın adaylığının kabul edilmemesinden sonra geldi.
Yeni İran cumhurbaşkanının masasındaki ilk konuların başında, Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi ve Almanya ile İran arasında 2015 yılında Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) adı altında imzalanan nükleer anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesi için devam eden müzakereler yer alacak. Bu nedenle, Reisi'nin seçimlerden sonraki ilk basın toplantısında söylediklerine, özellikle de İran'ın balistik füze geliştirme programının veya bölgesel ve uluslararası siyasi faaliyetlerinin sınırlanmasını kesinlikle kabul etmeyeceği vurgusuna çok fazla ışık tutuldu. Bu iki konu, orijinal anlaşmada ihmal edilen konulardı ve o dönemde kendisine yöneltilen pek çok eleştirinin odak noktasıydı. Şahsen ben de eski ABD dışişleri bakanı John Kerry ile bir görüşmemde bunu eleştirmiştim. Eleştiriler, birçok Arap Körfez ülkesi tarafından tekrarlandı.
Bazı Rus ve İranlı müzakerecilerin, birtakım hassas noktalarda henüz mutabakata varılmamış olsa da, anlaşmanın yakın olduğunu açıklamasının ardından, o dönemde müzakerelerin ister başarıyla ister başarısızlıkla olsun sonuç aşamasına yaklaşmış olduğunu düşünüyorum.
Nitekim İsrail Dışişleri Bakanı, müzakerelerin seyri konusunda çekinceleri olduğuna dair açıklamalar yapmıştı. Ardından, İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sona ermesiyle birlikte, ABD'nin İran tarafından gündeme getirilen sorunların tutumundaki bir sertleşmenin göstergesi olduğunu düşündüğüne dair sızdırılan haberlerle şaşırdık.
Sertleşme, şu ana kadar harcanan bütün çabaları teste tabi tutuyordu. Hatta Biden’dan İran'ın nükleer silah edinmesine asla izin vermeyeceğine dair doğrudan bir uyarı geldi. Bir başka uyarı da müzakereler için son tarihin yaklaştığını söyleyen Dışişleri Bakanı Blinken'dan geldi. Uyarıların, İran'ın, özellikle nükleer silah için gerekli olan radyoaktif malzemeleri zenginleştirme alanında nükleer kapasitesini geliştirmeye devam etmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı açıklanmadı. Keza bu uyarılar, ABD'nin Temsilciler Meclisi ile bağlantılı Kongre seçimlerinin erken aşamalarına yaklaşmasından, bu seçimlere eşlik eden yoğun tartışmalarda Biden'ın müzakerelerin başarısızlığının veya anlaşmanın  ön planda olmasından kaçınma isteğinden kaynaklanıyor da olabilir.
Yapılan karşılıklı açıklamalara, taşıdıkları uyarı ve tehditlere, ABD’nin İran destekli oldukları ve Amerikan güçlerini tehdit ettikleri bahanesiyle Suriye'deki bazı mevzileri hedef almasına rağmen, halen nükleer anlaşma taraflarının, "5+1” ve İran'ın ciddi bir anlaşma arayışında olduğuna inanıyorum. ABD’de Biden’ın, İran’da Reisi’yi yönlendiren Hamaney’in arzusu bu yönde. İki ülke, uzun vadede siyasi yönelimlerindeki farklılıklara rağmen, uzlaşı seçeneğinin başarısızlıktan daha iyi olduğunu, kısa vadede getirilerinin zararlarından daha önemli olduğunu düşünüyor.
Dikkati çekmeliyiz ki Reisi, anlaşmanın kendisine karşı çıkmadı veya çekincelerini dile getirmedi, bu da ihtilaf anlamında, diğer 6 ülke gibi orijinal anlaşmanın şartlarını kabul ettiğinin örtülü bir teyidi sayılıyor. Bu noktada, anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesi için geniş bir zemin ortaya çıkıyor. Yeni müzakereler, her bir tarafın geri dönüş için paralel ve kademeli adımlar atacağı mekanizmalara, bir sonraki aşamayla ilgili güven oluşturmak için adımlar atmaya odaklanıyor. Örneğin, iki ülkedeki tutukluların serbest bırakılması gibi. Dolayısıyla şu an en zor sorun belki de, İran'ın ABD'nin Trump'ın yaptığı gibi anlaşmadan tekrar tek taraflı olarak çekilmeyeceğine dair Güvenlik Konseyi'nden uluslararası garantiler almakta ısrar etmesi. Gelgelelim Biden'ın zayıf görünmemek için ilk defa yaptığı gibi anlaşmanın onaylanmasının ötesine geçen bir karara razı olamayacağı unutulmamalı. Bilhassa bunun geleneksel Amerikan uygulamalarıyla çeliştiği göz önüne alınırsa. Söz konusu uygulamalar her başkana, daha önce onaylamışsa Kongre'nin bir kez daha onayını almak dışında, anlaşmalardan geri çekilme dahil olmak üzere uygun gördüğü kararları almasını sağlıyor.
Öte yandan İran'ın 2015 anlaşmasında, iki ana hedefe ulaşmak karşılığında Uluslararası Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nda yer alan taahhütlerin ötesine geçen taahhütleri kabul ettiği de göz ardı edilmemeli. Birinci hedef, İran’ın belirgin bir ağırlık ve öneme sahip bölgesel bir ülke olarak görülmesi. Nitekim anlaşmaya taraf ülkeler, İran'ın birçok ihlal içeren bölgesel uygulamalarına herhangi bir kısıtlama getirmeden anlaşmayı imzalayarak bunu üstü kapalı olarak kabul etmiş oldular. Bu, İran açısından anlaşmaya geri dönmek için başlı başına bir gerekçe ve koşul.
İran'ın ikinci hedefi, koşul ve gerekçesine gelince, kendisine uygulanan yaptırımların kaldırılması, bazı ülkelerde bloke edilmiş ve şu anda 36 milyar doları aşan mali varlığının serbest bırakılması. Bu mal varlığının 20 milyar doları, İran ile 400 milyar dolar yatırım yapmayı taahhüt eden 25 yıllık yeni bir anlaşma imzalayan Çin’de bulunuyor. Lüksemburg'da 1 milyar dolar, Güney Kore’de de 7 milyar dolar bulunuyor. Bunlar, İran ekonomisine fayda sağlayacak ve rejimi içeride bulunduğu zor durumdan kurtaracak kaynaklar. Ayrıca, yeniden yürürlüğe girdiğinde anlaşmada sınırlandırılmazsa, bir dizi İran bölgesel siyasi faaliyetinin fonlanmasına da yardımcı olacaklar. İran Devrim Muhafızları'nın bütçesinin 6 milyar dolar, İran’ın Suriye, Yemen ve Irak'taki faaliyetlerinin bütçesinin de 3.5 milyar dolar sınırını geçmediği biliniyor. Bunların 2 milyar doları Suriye, 750 milyonu Hizbullah, 100 milyonu Filistinli gruplar, yaklaşık olarak 200 milyonu da Irak'taki Şii milislere ayrılmış.
Müzakerelerin başarısız olma olasılığını koruduğunu söylemeye gerek yok. Müzakerelerin hassasiyeti bu ihtimali son anlara kadar geçerli kılıyor. Yakından ve dikkatle takip edilmeli.
Nükleer anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesinin veya müzakerelerin başarısız olmasının, Ortadoğu'daki bölgesel davranışlara ve Arap çıkarlarına yansımaları olacak. Bu, belki de Mısır, Suudi Arabistan, Umman ve Kuveyt tarafından çeşitli şekillerde yönetilen İran ile samimi ve ayrıntılı diyaloglara hazırlık olarak belirli Arap pozisyonları ve taleplerini hazırlamak için bir fırsat.



Moskova ve Şam geçmişi geride bırakıp ilişkilerini yeniden tesis ediyor

Görsel: Al Majalla
Görsel: Al Majalla
TT

Moskova ve Şam geçmişi geride bırakıp ilişkilerini yeniden tesis ediyor

Görsel: Al Majalla
Görsel: Al Majalla

Samir İlyas

Rusya ve Suriye’nin Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşüşünün ardından aralarındaki ilişkileri yeni temeller üzerinde kurmaya hazır olduklarına dair sinyaller çoğalıyor. Son aylarda, cesaret verici açıklamalarla sonuçlanan toplantılar ve ziyaretlerin gerçekleşmesiyle birlikte, diplomatik, ekonomik ve askeri alanda dikkate değer hamleler olduğu görüldü.

Bu ayın ortalarında yapılması planlanan Arap ülkeleri-Rusya zirvesinin ertelenmesi haberleriyle eş zamanlı yaşanan bir gelişmede, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, geçen perşembe günü bir televizyon röportajında, ülkesinin Suriye topraklarının birliğini desteklediğini vurguladı. Ayrılıkçılığın son derece ciddi riskleri olduğunun altını çizen Lavrov, bunun Suriye’ye ve bölgeye yansımaları konusunda uyararak “Suriye Kürtlerinin özerklik ve ayrılık girişimleri somut sonuçlara yol açarsa, Kürt sorunu bölgedeki diğer tüm ülkelerde de patlak verebilir ve bu da ciddi riskler doğurur” ifadelerini kullandı.

Lavrov, Şam'da veya ülkenin diğer bölgelerindeki çeşitli etnik-mezhepsel ve siyasi gruplar üzerinde etkili tüm ülkelerin, Suriye'nin birliğinin kendi çıkarlarına olduğunu anlamaları gerektiğini vurguladı.

Rusya’nın Suriye ile ‘koşulsuz dostane ilişkiler’ sürdürdüğünü vurgulayan Lavrov, bu yüzden Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı Moskova'ya davet etti. Sovyetler Birliği döneminden bu yana Rusya'nın Suriyeli askeri personele eğitim verdiğini ve Suriye'nin savunma kapasitesinin geliştirilmesine katkıda bulunduğunu hatırlatan Rus bakan, ülkesinin ‘Sovyet döneminde başlayanlar da dahil olmak üzere, yeni durumu yansıtacak şekilde gerekli düzenlemelerle’ tüm girişimleri sürdürme konusundaki ilgisini dile getirdi. Lavrov, Rusya’nın Suriye’deki askeri üsleriyle ilgili olarak “Başkan Vladimir Putin, Suriye yönetimi istemezse Suriye'de kalmayacağımızı defalarca kez vurguladı, ancak (Suriye yönetiminin) bölgedeki bazı ülkelerle birlikte, Suriye'deki varlığımızın devam etmesiyle ilgilendiği görülüyor” yorumunda bulundu. Rusya’nın Suriye'deki askeri üslerinin görevlerinin yeniden tanımlanması gerektiğini belirten Lavrov, “Bunlar arasında, Suriyeliler, komşuları ve diğer birçok ülke için örneğin, insani yardım sevkiyatlarını taşımak için liman ve havalimanında bir insani yardım merkezi kurulması gibi faydalı olacak açık görevler de bulunuyor” şeklinde konuştu.

Rusya, Arap Baharı’nı Batı'nın desteklediği ‘renkli devrimlerin’ bir parçası olarak ele aldı.

Ülkesinin Suriye'nin durumu üzerindeki sorumluluğunu hafifletmeye çalışan Lavrov, Arap Baharı'nın patlak vermesinden sonra Rusya'nın Suriye'ye gelerek Suriyeli yetkililere yardım ettiğini ve ülkedeki durumun istikrara kavuşmasına önemli bir katkıda bulunduğunu söyledi. Rusya, daha önce ABD ve bölgedeki bazı ülkelerin katılımıyla istikrarı yeniden tesis etmek için uluslararası bir karar almıştı. Lavrov, “Bu karar uygulanmış olsaydı, Suriye'de bu duruma gelmezdik” diye vurguladı.

Her iki tarafın da karşılıklı saygı ve ortak çıkarlar temelinde ilişkiler kurmaya istekli olduğuna dair olumlu işaretler olmasına rağmen, Rusya'nın devrime karşı siyasi ve askeri önyargılarını bir kenara bırakması, ne kadar zor olursa olsun, ilişkileri eski haline getirmek için yeterli olmayacak gibi görünüyor. Kremlin, Rusya’nın yeni Suriye'deki rolünü sürdürmek ve sıcak sulardaki askeri üslerini korumak için çaba gösteriyor. Bu aynı zamanda ona dış politikasının stratejik alanlarından birini etkileme olanağı sağlıyor. Ancak Rusya'nın yetenekleri ve nüfuzu, Beşşar Esed rejiminin düşüşünden bu yana Suriye'nin radikal jeopolitik yeniden konumlanmasını engellemek için yeterli olmayacak gibi görünüyor. Öyle görünüyor ki Suriye, 1960'lı yıllardan bu yana ilk kez Sovyetler Birliği ve daha sonra Rusya'nın izlediği yoldan farklı bir yolda ilerliyor. Bu yıl, Rusya'nın Ortadoğu'daki nüfuzunun azaldığına dair birtakım işaretler var. Bunun nedeni sadece bölgedeki en önemli müttefikinin düşüşü değil, aynı zamanda 7 Ekim 2023 saldırısı ve ardından İran ekseninin çöküşünün ardından yaşanan radikal değişiklikler. Rusya, Suriye'nin geleceğinde önemli bir rol oynamayı istese de bunu gerçekleştiremeyecek durumda olduğu söylenebilir, ama Şam'daki yeni yöneticilerin Moskova ile güçlü ilişkiler kurmaya istekli veya muktedir oldukları kesin olarak söylenemez. Suriyeli yetkililerin yaptıkları ziyaretlerin ve açıklamaların, Washington ve Brüksel'e, baskı yapmak veya yeniden yapılanma, ekonomik iyileşme ve İsrail'i caydırma konusunda yardım etmemeleri halinde başka seçeneklerin de olduğu mesajını vermek için mi yapıldığı da belirsizliğini koruyor.

Müdahaleye giden yol

Rusya, Arap Baharı’nı Batı'nın desteklediği ‘renkli devrimlerin’ bir parçası olarak ele aldı. Ancak Tunus ve Mısır'daki devrimlere sert tepki göstermedi. Rusya Devlet Başkanı Dmitry Medvedev döneminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından (BMGK) Libya semalarını uçuşa yasak bölge olarak tanımlayan 1973 sayılı kararı kabul etti. Ancak Suriye devrimine delindiğinde Irak ve Yemen'i kaybettikten sonra Ortadoğu'daki son önemli tarihi müttefikini de kaybetmekten korktu.

Rusya, 2013 yılında Doğu Guta'ya yönelik kimyasal saldırıların ardından Esed rejimini şiddetle savundu ve ona yönelik herhangi bir suçlamada bulunmayı reddetti

Rusya, Esed rejimini devirme girişimini, Batı'nın Moskova’nın Ortadoğu'daki nüfuzunu sınırlamaya yönelik jeopolitik bir manevrası olarak değerlendirdi. Rusya, Esed rejimine koruyucu bir şemsiye sağlamak ve halk muhalefet hareketinin ilk aşamalarında barışçıl gösterilere karşı askeri güç kullanmasını meşrulaştırmak için çalıştı. Aynı zamanda, diyalog ve barışçıl bir çözüm çağrısında bulunmaya devam etti.

2012 ilkbaharında Putin'in üçüncü kez devlet başkanlığına oturma zamanı yaklaşırken, Rusya'nın tutumu daha da katılaştı. Esed'e siyasi, ekonomik ve askeri desteğini artırdı. Rusya, Batı'nın aldatmacasını ve BMGK’nın 1973 sayılı kararı, Libya'ya saldırmak ve Muammer Kaddafi rejimini zorla devirmek için kullanmasını gerekçe göstererek bu katı tutumunu savundu.

Rusya diplomasi, 30 Haziran 2012 tarihinde Cenevre-1 Konferansı bildirgesinin hazırlanmasına ve kabul edilmesine katkıda bulundu. Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın planına dayanan bildiri, Suriye'nin himayesinde tam yetkiye sahip bir ‘geçiş yönetim organının’ kurulmasını, seçimlerin yapılmasını ve bir anayasanın hazırlanmasını öngörüyordu. Rusya, BMGK’da Suriye'deki sorunun çözümü için anahtar rol oynayan bu bildiriyi destekledi, ancak bildiriyi ve uygulanma mekanizmalarını kendi yorumuna göre yorumlayarak Annan ve sonraki BM genel sekreterlerinin bir çözüme ulaşma çabalarını engelledi.

dfvgbh
Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Moskova'daki görüşmelerinin ardından düzenledikleri ortak basın toplantısının sonunda tokalaşırken, 31 Temmuz 2025 (AFP)

Rusya, 2013 yılında Doğu Guta'ya yapılan kimyasal silah saldırılarının ardından Suriye rejimini şiddetle savundu ve ona yönelik herhangi bir suçlamada bulunmayı reddetti. Rejimin tüm ihlallerini, yabancı müdahaleyi ve Esed rejiminin düşmesini meşrulaştırmak için sahnelenmiş olaylar olarak göstermeye çalıştı. Dönemin ABD Başkanı Barack Obama yönetimi ile Suriye rejimine yaptırım uygulanmadan Suriye'nin kimyasal silahlarını imha etmek üzere bir anlaşma yaptı.

Askeri alanda başarı, siyasi alanda başarısızlık

Esed rejiminin Suriye topraklarının büyük bölümünü kaybetmesi ve muhaliflerin Şam'ın dış kesimlerine doğru ilerlemesi üzerine, 30 Eylül 2015'te Rusya'nın askeri müdahalesi başladı.

Belirtilen amaç, terör örgütleriyle mücadele etmek ve bunların Rusya'nın iç kesimlerinde saldırı düzenlemesini önlemekti. Rusya Devlet Başkanı Putin, Suriye'deki terör örgütlerinin saflarında 2 binden fazla Rus savaşçı ve Orta Asya ülkelerinden birkaç bin savaşçı olduğunu belirterek, bunların Suriye'de başarılı olmaları halinde Rusya'ya dönebileceklerini vurguladı. Putin, 2 Ekim 2015 tarihinde ordu komutanları ve güvenlik birimleri liderleriyle yaptığı toplantıda Suriye’ye yönelik müdahalenin terörün ülkesine ulaşmasını önlemek için alınan bir ön tedbir olduğunu açıkladı. Esed'den yardım talebi aldıktan sonra Suriye'ye sağlanan askeri desteğin ‘Rusya'nın askeri doktrini ve uluslararası hukuka uygun’ olduğunu vurguladı.

Kremlin’in ve Rusya’nın askeri müdahalesinin Suriye halkını terörizmden kurtarmak ve devlet yapısını korumak için yapıldığı yönündeki propagandasına rağmen Suriyelilerin Rusya'ya karşı duyduğu öfke giderek arttı.

Müdahalenin belirtilen hedeflerinin ötesinde, Rusya terörle mücadele bahanesiyle, Kırım'ı ilhak ettikten sonra kendisine uygulanan tecriti kıracak uluslararası bir koalisyon oluşturmak istedi. Resmi açıklamalara göre Rusya Suriye'de gerçek savaş koşulları altında yüzlerce tür silahı test etti ve geliştirdi. Esed'i korumak karşılığında, Tartus Deniz Üssü’nü 49 yıllığına kiraladı ve bu üssün kapasitesini artırdı. Ayrıca Hmeymim Hava Üssü kurdu ve genişletti, her iki üssü de Rusya'nın Afrika kıtasındaki hareketliliği için önemli lojistik merkezlere dönüştürdü.

cd
Suriye'nin batısındaki Lazkiye ilinde yer alan ve Rusya tarafından kullanılan Hmeymim Hava Üssü’nün girişinde bir kontrol noktasının dışında bir aracın yanında duran Suriyeli muhalif savaşçılar, 29 Aralık 2024 (AFP)

Kısa bir sürede sahada yeni bir gerçeklik dayatmayı başaran Rusya, Halep'teki büyük yıkımın enkazı üzerinde Türkiye ve İran ile Astana sürecini başlatarak Cenevre ve BM tarafından alınan kararlar ve yayınlanan bildirilerden uzak bir siyasi çözümün ayrıntılarını belirledi. Esed rejiminin tüm Suriye toprakları üzerindeki kontrolünü pekiştirmek amacıyla Türkiye ile çeşitli anlaşmalar yaptı ve yerel uzlaşmalara katkıda bulundu, ancak rejim gücünü artırdıktan sonra bu anlaşmalardan geri adım attı. Ardından Astana'daki ortaklarıyla birlikte, dört bölgeyi Gerginliği Azaltma Bölgesi olarak belirledi, ancak bunlardan sadece 2018 sonbaharında sadece İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi olarak kaldı. Guta, Kalamun, güney bölgesi, Humus’un kuzeyi ve Hama'nın güneyindeki savaşçıları Gerginliği Azaltma Bölgesi’ne gitmeyi kabul etmeye zorladıktan sonra, muhalefet savaşçılarının çoğu, rejim güçleri ve İran destekli milislerin saldırıları nedeniyle muhalefetin kontrolündeki bölgenin küçüldüğü İdlib'e gitti.

Rusya, elde ettiği askeri ‘başarılara’ rağmen, Suriye rejimine ve muhalefetine siyasi bir çözüm dayatmazken 2018 yılından bu yana Avrupalıları ve komşu ülkeleri mültecileri geri göndermeleri ve erken toparlanma ve yeniden inşa projelerine başlamaları için ikna etme çabalarında başarısız oldu.

Rusya'nın Suriye muhalefetinin de katılımıyla siyasi bir çözüme ulaşma konusundaki samimiyeti ne olursa olsun, Esed rejimi herhangi bir taahhüt vermekten kaçınmayı bir şekilde başardı. Böylece Suriye Anayasa Komitesi’nin görüşmeleri ve diğer konulardaki müzakereleri sonsuz ayrıntılarla çıkmaza soktu. Rusya’nın ve İran'ın Suriye’deki nüfuzunu kendi lehine dengeleme oyununda ustalaştı. Rusya, rejimi bölgesel olarak yeniden markalaştırma ve ona bir şans daha verme konusunda başarılı olsa da rejimin inatçılığı, İran ile ittifakına bağlılığı ve captagon (uyuşturucu) ihracatına devam etmesi, bu fırsatın da kaçmasına yol açtı ve muhaliflerin başlattığı Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nda rejimi dış destekten mahrum bıraktı.

Ağır miras

Kremlin ve propaganda araçları, askeri müdahalenin Suriyelileri terörizmden kurtarmak ve devletin yapısını korumak için yapıldığını öne sürse de milyonlarca Suriyelinin ülkeyi terk etmek zorunda kalması ve İdlib ile Halep kırsalına kitlesel göçün yaşanması, Suriyelilerin Rusya'ya yönelik öfkesini artırdı.

Şara, birkaç görüşmenin ardından Suriye'nin Rusya'ya olan bağlılığını gösteren bir işaret olarak, Rusya'nın dünyada önemli bir ülke olduğunu ve neredeyse dünyanın en güçlü ikinci ülkesi olarak kabul edildiğini söyledi

Suriyelilerin çoğu, Rusya'nın Suriye’deki rolünü olumsuz olarak değerlendiriyor. Rusya, Esed rejiminin söylemini benimsemekten, sivillere karşı silah kullanmasını meşrulaştırmaya, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'nün (OPCW) raporlarını sorgulamaya ve sınır ötesi insani yardımı istismar etmeye kadar varan tutumlar sergiledi. Rusya pratikte, askeri müdahale öncesinde dört kez ve sonrasında 14 kez olmak üzere toplam 18 kez veto hakkını kullanarak, BMGK’nın Esed rejimini işlediği suçlardan sorumlu tutma yeteneğini felce uğrattı. Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) geçtiğimiz yıl 30 Eylül'de yayınladığı dokuzuncu yıllık raporunda, Suriye'ye askeri müdahalesinin başlangıcından bu yana Rus güçleri tarafından işlenen en önemli ihlalleri belgeledi. Raporda, Rus güçlerinin Suriye’de yüzde 44'ü çocuk ve kadın olmak üzere 6 bin 969 sivilin ölümünden sorumlu olduğu belirtildi. Rapora göre Rusya’nın askeri müdahalesinden sonra Rus güçleri, 224 okul, 209 sağlık tesisi ve 61 pazar dahil olmak üzere hayati öneme sahip sivil merkezlere en az bin 251 saldırı düzenledi.

Ortak zemin

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Suriyelilerin çoğu, devrimin başlangıcından bu yana Başta Devlet Başkanı Putin olmak üzere Rus yetkililer tarafından yapılan ve Rusya'nın Esed rejimini değil Suriye devletinin yapısını savunduğu vurgulanan açıklamalar karşısında ikna olmuş değil. Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nun hızı, süreci yavaşlatabilecek olan Rusya için kesinlikle bir sürprizdi, ancak Ruslar, rejim ve İranlı müttefiklerinin sahada dayanamayacağına ikna olmuş görünüyordu. Suriye Cumhurbaşkanı Şara, 12 Eylül'de verdiği bir röportajda, Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nu gerçekleştiren güçlerin Hama'ya ulaştıktan sonra Moskova ile müzakere masasına oturduğunu ve her iki tarafın da ‘taahhütlerde’ bulunduğunu ve Humus'a vardıklarında bunları uyguladığını açıkladı. Bu da Rusya’nın Esed'e karşı askeri harekatı yöneten Heyet Tahrir eş-Şam’a (HTŞ) geç de olsa açık davranmaya başladığının bir işareti olarak görüldü.

Şara, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Humus'a vardığımızda, Ruslar o sırada çatışmalardan uzak durdular, yani bizimle aralarındaki anlaşma gereği, hava saldırıları ya da başka yollarla olsun müdahale etmediler ve askeri sahneden tamamen çekildiler. Biz anlaşmanın bize düşen kısmını yerine getirdik. Onlar da şimdiye kadar kendi taraflarına düşen kısmı yerine getirdiler ve Suriye'nin iç işlerine herhangi bir olumsuz müdahale göstermediler. Aksine, geçtiğimiz dönemlerde olumlu bir etkileşim oldu.”

Birkaç görüşmenin ardından Rusya'nın dünyada önemli bir ülke olduğunu ve neredeyse dünyanın en güçlü ikinci ülkesi olarak kabul edildiğini söyleyen Şara, “Suriye ile Rusya arasında, Suriye'nin 1946'da kurulmasına kadar uzanan yakın bağlar var. Suriye geçmişte Rusya ile çok sayıda bağa sahipti ve biz bu bağları otomatik olarak miras aldık. Bu bağlar, özellikle Suriye'nin Güvenlik Konseyi ile bağlantılı olanlar da dahil olmak üzere çok sayıda ve çeşitli yaptırımlara tabi olduğu için, sakin ve ihtiyatlı bir şekilde korunmalı ve yönetilmelidir. Rusya, BMGK’da daimi üye olup, sesini etkili bir şekilde duyurmalı” şeklinde konuştu. Bu sözler, Suriye'nin Rusya'ya olan bağlılığını gösteren bir işaret olarak görüldü.

ABD'nin hamleleri, Trump yönetiminin Rusya'yı iç siyasi çözüm sürecine dahil etme niyetinde olmadığını, Suriye'nin kuzey ve kuzeydoğusunda Türkiye ile, güney bölgelerinde ise İsrail ile koordinasyon kurmayı tercih ettiğini gösterdi.

Geçmişe dayalı olarak herhangi bir ülkeye karşı düşmanca politikalar benimsenmemesi çağrısında bulunan Şara, “Bu ilişkilerin Suriye'nin egemenliği ve karar verme bağımsızlığı temelinde kurulmasının ve Suriye'nin çıkarlarının öncelikli olmasının önemli olduğunu” vurguladı.

Rus yetkililerin eski rejimden herhangi bir isme bağlı olmadıklarını söyleyen Şara, Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin ‘Rusların çıkarlarına uygun olduğunu ve Suriye ile uzun süredir devam eden tarihi ve stratejik ilişkilere dayandığını’ belirtti. Suriye Cumhurbaşkanı, Halep'in kontrolünü ele geçirdikten sonra Rusya ile ilişkiler ve iletişim kurma kararı alınmasının, ‘Suriye’nin istediği çıkarların elde edilebileceği, ancak öncekinden farklı koşullar altında olacağı ve Şam'a girmemizin Rusya'nın Suriye'den ayrıldığı anlamına gelmediği’ gerçeğine dayandığını açıkladı.

xcvfgb
Rusya Savunma Bakanı Andrey Belousov ile Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra'nın Moskova'da yaptığı görüşmeden bir kare, 31 Temmuz 2025 (AFP)

Her iki tarafın niyetlerini ve pragmatik açıklamalarını sorgulamadan, geçmişi geride bırakma ve ekonomik ve askeri iş birliğini artırma arzuları göz önüne alındığında geçiş dönemi adaleti, şu anda Rusya'da bulunan suçluların iadesi, sözleşmelerin ve tazminatların gözden geçirilmesi gibi birçok konu yakınlaşmaya engel teşkil edebilir. Bunların başında Suriye halkını, ordusu ve paralı askerleri Suriyelilere karşı korkunç ihlallerde bulunan ve acımasız bir rejimi savunan bir ülkeyle normal ilişkilerin yeniden kurulması çağrılarının uygulanabilirliği ve bunun ahlaki yönü konusunda ikna etmek geliyor.

Öte yandan ABD'nin hamleleri, Trump yönetiminin Rusya'yı iç siyasi çözüm sürecine dahil etme niyetinde olmadığını, Suriye'nin kuzey ve kuzeydoğusunda Türkiye ile, güney bölgelerinde ise İsrail ile koordinasyon kurmayı tercih ettiğini gösteriyor. Trump yönetiminin İsrail'e sınırsız desteği, Rusya'nın Suriye'nin güneyindeki durumu kontrol etme konusundaki önceki rolünü yeniden üstlenme şansını fiilen ortadan kaldırıyor. Suriye yönetimi, ordusunu yeniden silahlandırmaya ve bazı silahlar için Rusya’dan yeni silahlar ve yedek parçalarını temin etmeye çalışırken, Rusya'nın Ukrayna’da yürüttüğü savaş bu görevi zorlaştırıyor. Rusya da ilişkilerin bozulmasına rağmen İsrail'i kızdırmak istemiyor ve fazladan elinde olsa bile Suriye'ye kaliteli silah tedarik etmesi beklenmiyor. Öte yandan Avrupa ülkeleri, Şam'a ekonomik destek sağlanması ve yaptırımların kaldırılması için Rusya'nın askeri olarak geri çekilmesini şart koştu.    


NATO Genel Sekreteri, Fransa açıklarında görülen Rus denizaltısıyla alay etti

Rus denizaltısının Kraliyet Donanması tarafından yayınlanan görüntüsü
Rus denizaltısının Kraliyet Donanması tarafından yayınlanan görüntüsü
TT

NATO Genel Sekreteri, Fransa açıklarında görülen Rus denizaltısıyla alay etti

Rus denizaltısının Kraliyet Donanması tarafından yayınlanan görüntüsü
Rus denizaltısının Kraliyet Donanması tarafından yayınlanan görüntüsü

NATO Genel Sekreteri Mark Rutte dün, teknik sorunlar nedeniyle kuzey Fransa açıklarında yüzeye çıkmak zorunda kaldığı bildirilen bir Rus denizaltısıyla alay ederek, eve dönüş yolunda ‘topalladığını’ söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığına göre NATO Deniz Kuvvetleri Komutanlığı 9 Ekim'de, Bretonya açıklarında yüzeyde faaliyet gösteren Rus denizaltısını izleyen bir Fransız donanma firkateyninin görüntülerini yayınladı.

Telegram'da bilinmeyen bir kanal geçtiğimiz ay, dizel motorlu Novorossiysk denizaltısının yakıt sızıntısı nedeniyle ciddi teknik sorunlar yaşadığını bildirdi.

Ancak Rus Karadeniz Filosu dün yayınladığı açıklamada, denizaltının teknik sorunlar yaşadığını yalanladı. Açıklamada, denizaltının Akdeniz'deki görevlerini tamamladıktan sonra önceden planlanmış bir geçiş gerçekleştirdiği ve Manş Denizi’nde uluslararası seyir kurallarına uygun olarak yüzeye çıktığı ifade edildi.

Bu konuyla ilgili olarak Rutte, Slovenya'da yaptığı konuşmada olayla ve Rus donanmasının durumuyla alay etti. Rutte, “Tom Clancy'nin 1984 tarihli romanı Kızıl Ekim'den ne kadar da farklı. Bugün daha çok en yakın tamirciyi aramaya benziyor” diyerek ‘arızalı’ geminin eve dönüş yolunda ‘topallayarak’ ilerlediğini ima etti.

Rutte, “Rus donanmasının Akdeniz'deki varlığı önemsiz” dedi.

scdfregt
Karadeniz'deki Sivastopol Limanı’nda Novorossiysk denizaltısının üzerinde sıralanan Rus denizciler (Arşiv – Reuters)

Hollanda Savunma Bakanlığı cumartesi günü, denizaltının Kuzey Denizi'nde çekildiğini ve Hollanda donanmasının denizaltıya ve çekme gemisine eşlik ettiğini açıkladı.

Kraliyet Donanması da 7-9 Ekim tarihleri arasında üç gün boyunca gemiyi takip ettiğini duyurdu.

Kraliyet Donanması, NATO'nun ortak çabalarına katılımının bir parçası olarak, HMS Iron Duke'un Rus denizaltısını ve destek römorkörünü Manş Denizi'nden geçip Kuzey Denizi'ne girerken izlediğini bildirdi.

Rus Karadeniz Filosu dün, Kalibr seyir füzeleri taşıyan bir grup denizaltının parçası olan denizaltının ‘planlanmış bir filo arası geçiş’ gerçekleştirdiğini duyurdu.

Interfax haber ajansı, Rus Karadeniz Filosu basın ofisinin ‘bir dizi medya kuruluşu tarafından yayınlanan, sözde bir arıza ve bunun sonucunda dizel-elektrikli denizaltı Novorossiysk'in Fransa açıklarında acil olarak yüzeye çıkmasıyla ilgili bilgilerin gerçeği yansıtmadığını’ bildirdiğini aktardı.

Ajans, uluslararası seyrüsefer kurallarına göre denizaltıların, yüzeyde olmadıkları sürece Manş Denizi'nde seyretmelerinin yasak olduğunu kaydetti.


Ben-Gvir, bir hafta içinde ikinci kez Mescid-i Aksa'ya baskın düzenledi

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, 8 Ekim'de Mescid-i Aksa'nın avlusunda yerleşimcilerle birlikte (Reuters)
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, 8 Ekim'de Mescid-i Aksa'nın avlusunda yerleşimcilerle birlikte (Reuters)
TT

Ben-Gvir, bir hafta içinde ikinci kez Mescid-i Aksa'ya baskın düzenledi

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, 8 Ekim'de Mescid-i Aksa'nın avlusunda yerleşimcilerle birlikte (Reuters)
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, 8 Ekim'de Mescid-i Aksa'nın avlusunda yerleşimcilerle birlikte (Reuters)

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, bu sabah İsrail polisinin koruması altında Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi.

Kudüs İslami Vakıflar İdaresi tarafından yapılan basın açıklamasında, “İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Sukot Bayramı'nın son gününde, onlarca yerleşimciyle birlikte Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi” denildi.

Şarku’l Avsat’ın Filistin resmi haber ajansı WAFA’dan aktardığına göre, baskın sırasında yerleşimciler, işgal polisinin koruması altında Mescid-i Aksa'nın avlusunu gezdi ve mescidin doğu kısmında Talmud ayinleri gerçekleştirdi.

dfgrt
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve bir grup yerleşimci Mescid-i Aksa'nın avlusuna düzenlenen baskın sırasında (Arşiv – WAFA)

WAFA’ya göre bu saldırı, işgal güçlerinin Mescid-i Aksa'nın kapılarında ve işgal altındaki Kudüs'ün Eski Şehrinde askeri önlemlerini sıkılaştırarak, bölgeye giren Müslümanlara engeller çıkarmasıyla aynı zamana denk geldi.

WAFA, ‘aşırılıkçı bakan Itamar Ben-Gvir'in bir hafta içinde ikinci kez Mescid-i Aksa'ya baskın düzenlediğini’ belirtti. Ben-Gvir, geçtiğimiz çarşamba günü, Sukot Bayramı'nın ikinci gününe denk gelen tarihte bin 200 yerleşimciyle Mescid-i Aksa'ya baskın düzenlemişti.

Ürdün Dışişleri Bakanlığı bugün, İsrail'in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'in Mescid-i Aksa'ya baskın düzenlemesini ve İsrail işgal polisinin koruması altında aşırı sağcıların baskın ve kışkırtıcı uygulamalarını en şiddetli şekilde kınadı.

Bakanlık tarafından bugün yapılan basın açıklamasında, bunun ‘uluslararası hukuk ve uluslararası insani hukukun açık bir ihlali, kınanması gereken bir adım ve kabul edilemez bir provokasyon’ olduğu ifade edildi. Bakanlık, ‘İsrail'in işgal altındaki Kudüs şehri ve İslam ve Hristiyan kutsal mekanları üzerinde hiçbir egemenliği olmadığını’ vurguladı.