Türkiye'nin göçmen imtihanı: Suriyelileri ülkelerine göndermek mümkün mü?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Türkiye'nin göçmen imtihanı: Suriyelileri ülkelerine göndermek mümkün mü?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ''İktidara geldiğimizde Suriyelileri kendi ülkelerine göndermek istiyoruz'' dedi birkaç kere.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Kılıçdaroğlu'na cevaben, ''Bize sığınan Allah'ın kullarını, katillerin kucağına atmayız'' ifadelerini kullandı. 
Sadece bu iki lider değil, Türkiye'deki tüm siyasi partilerin, Suriyeliler başta olmak üzere Türkiye'ye sığınanlara ilişkin açıklamaları oldu, oluyor. 
Öyle ki göçmenler üzerinden yürütülen tartışmalar bazen çok farklı boyutlara taşınıyor. 
Sokakta darp edilenler, öldürülen sığınmacılar oldu. Kimi kamu kurum ve kuruluşlarının başındaki yöneticiler ise Suriyelilerin mutlaka geri gönderilmesi gerektiğini savunuyor. 
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan bunlardan sadece biri. Özcan, kentte yaşayan yabancıların su faturaları ve katı atık vergilerini 10 kat artıracaklarını ifade etti. 

Yabancılara yönelik nefret suçu işleniyor mu? 
Özcan'ın açıklamaları "nefret suçu" olarak değerlendirildi. Ama toplumun bir kısmının Suriyeliler, Afganlar ve farklı ırktaki insanların Türkiye'den gönderilmesi gerektiğini ısrarla savunuyor. 
Aslında 10 yıldır Suriyelilerin varlığı iç siyasetin bir malzemesi haline gelmiş durumda. 
Bunun birçok nedeni var elbette. İçişleri Bakanlığı'nın verilerine göre Türkiye'de yaşayan Suriyeli sayısı 3 milyon 684 bin 412 kişi. 
Resmi olmayan rakamlara göre bu sayının daha fazla olduğu ifade ediliyor. Suriyelilerin yanı sıra farklı ülkeden gelenlerin toplamı ise yaklaşık 5,5 milyonun üzerinde.
Türkiye'ye gelen düzensiz göçmenlerin ucuz iş gücü olarak görülüp çalıştırılması, iş arayan Türk gençlerinin tepkisine neden oluyor. 
İşsizliğin artması, işte çıkartılan gençlerin yerine yabancıların sigortasız çalıştırılması tartışma konusu olduğunda birçok siyasetçi göçmenlerin ülkelerine gönderilmesi gerektiğini savunuyor. 
Mevcut iktidar sığınmacıların geri gönderilmesinden yana değil. 
Peki, iktidar değişikliğinde Suriyeliler başta olmak üzere farklı milletlerden göçmenlerin ülkelerine gönderilmesi mümkün mü? 
Suriyeliler, Türkiye'de hangi statüde kalıyor ve hangi haklara sahipler?
Mülteci kavramının 1951 Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nde tanımlandığı biliniyor. 
Türkiye bu sözleşmeyi coğrafi çekince ile kabul etmiş, sadece Avrupa'da meydana gelen olaylar nedeniyle Türkiye'ye sığınanlar için bu statüyü uyguluyor. 

"Geçici koruma altındakiler" 
Aynı tanım Avrupa dışı ülkelerden gelip Türkiye'ye sığınanlar için "şartlı mülteci" olarak ifade ediliyor. 
Göçmen ise ekonomik nedenlerle bir ülkeye gidip yerleşmek isteyen kişiyi ifade ediyor. Ancak Suriye, Irak, Özbekistan, Tacikistan, İran ve birçok ülkede gelenler "düzensiz göçmen" olarak kabul ediliyor. 
Bunlar için "geçici koruma altındakiler" kavramı kullanılıyor. Yani ülkesinden zorla ayrılmış ve terk ettiği yuvasına dönmeyenler. 
Suriyeliler, mülteci ya da göçmen değil, geçici koruma altında kişiler olarak kabul ediliyor ve ona göre uygulamalara tabii tutuluyorlar. 
Geçici Koruma Yönetmeliği kapsamında, "sınırları açma, geri göndermeme ve gelenlerin temel ve acil ihtiyaçlarının karşılanması" unsurlarının yerine getirilmesi gerekiyor.
Geçici koruma, "ülkesinden zorla ayrılan ve geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırları geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan koruma" olarak tanımlanıyor.

Devlet 'misafir' diyor
Suriyeliler, Türkiye'de hükümetten maaş almıyor. Geçici koruma altındaki belirli şartları sağlayan Suriyelilere, Avrupa Birliği ülkeleri tarafından finanse edilen Avrupa Birliği projeleri ile nakdi yardım yapılırken Türkiye'de kendi gücü ölçüsünde destek sağlıyor. 
Özellikle bir dönem Suriyeliler için ne kadar para harcandığı açıklandığında bu tartışmalara yol açıyordu. Bir süredir harcanan para miktarı hükümet temsilcileri tarafından dile getirilmemesine rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önce açıkladığı rakamları hatırlatan siyasiler eleştiride bulunuyor.
"Türkiye'deki Suriyelilerin statüsü belli değil, onlara devlet hala 'misafir' diyor. Laf olarak mülteci, sığınmacı deniyor ama hukuksal olarak karşılığı yok. Avrupa dışından geldikleri için zaten Türkiye'de uzun süre kalamazlar, bir yere gitmek durumundalar" görüşünü savunanlar da var. 

Gidenlerin can güvenliğine ilişkin garanti yok
Fakat Suriyelilerin Türkiye'ye gelişinin üzerinden neredeyse 10 yıl geçmesine rağmen kimsenin bir yere gittiği yok. 
Sebebi de ülkelerindeki ateşin hala sönmemiş olması. Suriye'de kimi bölgelerde kısmı olarak kontrol sağlanmış olsa da gidecek olanlarının can güvenliğinin olacağına ilişkin garanti bulunmuyor. 
Bu nedenle kimi çevreler Türkiye'deki Suriyelilerin gitmesini istese de bu durumun neredeyse imkansız olduğunu biliyor. 
Zaten akademisyenler ve mülteciler konusunda faaliyet gösteren dernek ve vakıfların yöneticileriyle hukukçular, bunu dile getiriyor. 
Bir ülkeye sığınanların zorla geri gönderilmeyeceğini pek çok bilim adamı ve hukukçu ifade ediyor. 

"Hem yasal hem de ahlaki olarak mümkün değil" 
Onlardan biri göç ve göçmenler konusunda birçok çalışmaya imza atan sosyolog ve iletişimci Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel.
Prof. Dr. Adıgüzel, iç savaş ve çatışma nedeniyle ülkelerini terk etmek durumunda kalan insanların siyasete alet edilmemesi gerektiği görüşünde. 
Popülist söylemleri savunmanın kolay olduğunu, kimi siyasetçilerin oy ve alkış almak için bazen ırkçı söylemlere sarılabildiğine dikkati çeken Adıgüzel, "Suriyelilerin en kısa zamanda ülkelerine döneceğini ya da dönmezlerse zorla gönderileceklerini söylemek gerçekçi değil. Bu hem yasal hem ahlaki olarak mümkün değil" dedi. 
Türkiye'de hem göçle ilgili yasal düzenlemeler hem de Türkiye'nin altına imza koyduğu uluslararası yasaların, mültecilerin zulüm riski olan yere geri gönderilmemesini öngördüğünü anımsatan Adıgüzel, "Bu gerçeği bile 'Suriyeliler gönderilsin' diyen her gün ekranlarda ırkçılığa varan Suriye düşmanlığı yaparak milleti avutmak, bir yalanı bile bile sürdürmek anlamına geliyor. Buru, kamuoyunun tepkisini göze alarak söylemek zorundayız" diye konuştu. 

"Sığınmacıların önünde üç yol var" 
"Gönül ister ki herkes huzur içinde, gönül rahatlığı ile vatanına dönsün" diyen Adıgüzel, "Kim; yük olarak görüldüğü, ezildiği, horlandığı, 'gitsinler' diye gözlerine bakıldığı bir yerde yaşamak ister? Suriye'de bugüne kadar bir milyona yakın insan hayatını kaybetti. Ülkede hala güvenlik yok. Rejimin ve YPG'nin kontrol ettiği bölgelere güvenli bir şekilde geri dönmek mümkün değil. Türkiye'nin kontrolündeki bölgelere 450 bine yakın kişi geri dönüş yaptı. İdlib'de ise Rejim kontrolündeki yerlerden kaçanlarla birlikte 4 milyona yakın insan yaşıyor. Yani dönmesi mümkün olanlar zaten topraklarına döndüler" değerlendirmesinde bulundu.
Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel'e göre sığınmacılar için uluslararası hukukta olarak üç yol var. Ya gönüllü olarak geri dönecekler ya gönüllü olarak üçüncü bir ülkeye gidecekler ya da sığındıkları ülkeye yerleşecek ve uyum sağlayacaklar.
Türkiye'nin göç yönetimi konusunda bu seçeneklerin tamamını hukuk çerçevesinde uygulamaya çalıştığını vurgulayan Adıgüzel, "Ancak başta Avrupa olmak üzere, dünyanın diğer ülkeleri bu konuda Türkiye'yi yalnız bıraktı. Ama Türkiye, her şeye rağmen tarihte olduğu gibi mazlumlara kol kanat germeye devam ediyor" dedi. 

"Düşmanlaştırmak yerine…"
Sosyal medyada Suriyelilere yönelik kin ve nefret içeren mesajlar paylaşanların aslında Türkiye düşmanlıklarını gösterdiklerini dile getiren Adıgüzel, sözlerini şöyle tamamladı: 
"Bunların, Türkiye'deki barış ortamını baltalamak istediklerini unutmamak lazım. Bu bilinçli kötülüğü yayanların birçoğunun hiçbir Suriyeli ile teması yok. Okulda, iş yerinde, mahallede arkadaşlık yapmıyor, komşuluk etmiyor, ticari bir münasebetleri olmayan insanlar hakkında bilinçli bir düşmanlık üretip yayıyorlar. Siyasetçiler ve medyadan aldıkları cesaretle düşmanlık seviyelerini sürekli yükseltiyorlar. Bu söylemler Türkiye'deki sosyal barışa hizmet etmez. Biz herkes evinde ve toprağında mutlu olsun istesek de birlikte yaşamak zorundayız. Öyleyse düşmanlaştırmak yerine, bu ülkeye güç katacak insanlar olmaları için gayret edilmeli." 

"Sığınmacıların gitmesi için savaşın bitmesi lazım" 
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Abdullah Resul Demir'e göre "geçici koruma statüsünde" Türkiye'de yaşayanları, ülkelerine gönderilmeleri bazı şartların sağlanması durumunda tabii ki mümkün.
Demir, bu şartların oluşmaması halinde insanların zorla savaş, iç çatışma ve krizlerin yaşandığı ülkelerine gönderilmesinin suç teşkil edeceğini ifade etti.
Türkiye'de Suriyeliler başta olmak üzere "geçici koruma" altında yaşayan veya düzensiz göçle gelen insanlara yönelik nefret suçunun işlenmesine karşı çıkıyor Demir. 
Kurum olarak Türkiye'ye gelen insanların ülkelerine gönül rızasıyla gidebilmelerini sağlayacak şartların oluşturulması için uğraş verdiklerini dile getiren Demir, "Suriyelilerin gönderilmesi için kendi ülkelerindeki savaşın bitmiş olması, geri döndüklerinde gerekli can güvenliklerinin sağlanıyor olması lazım" dedi. 

"Suriye'de ciddi karmaşa devam ediyor" 
Bugün itibarıyla kimilerinin iddia ettiğinin aksine Suriye'de henüz insani koşulların sağlanmadığını aktaran Demir, "Suriye'de çatışmasızlığın sağlanması için görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik saldırılar düzenlenmekte. Ciddi bir siyasi karmaşa devam etmektedir. Daha önce de yapılmış ve alınmış garantilere rağmen oraya bir şekilde gönüllü giden Suriyelilerin akıbetleri hakkında bilgi alınamaması sebebiyle insanların geri gönderilemeyeceğini düşünüyoruz. Şartlar sağlanır, uluslararası alanda gerekli garantiler veriler ve Suriye'de istikrar temin edilirse o zaman insanlar geri gönderilebilir" diye konuştu. 
Suriyeliler başta olmak üzere iç savaş, çatışma ve kriz nedeniyle ülkesini terk edip Türkiye'ye gelenlerin Geçici Koruma altında olduklarını, ayrıca bunların uluslararası hukuktan kaynaklı yaşam haklarının bulunduğunu vurgulayan Demir, "Herhangi bir kişi ülkesinde döndüğünde can güvenliği yoksa, işkenceye maruz kalma ihtimali varsa, ölümle karşılaşacaksa, hiç kimse bunu ülkesine gönderemez. Sadece daha güvenli üçüncü bir ülkeye gönderilebilir bu insan" ifadesini kullandı. 

"Suriyeliler için vatandaşlığa giden yol engellenmiş durumda" 
Suriye'deki mevcut şartların insanları geri göndermeye elverişli olmadığının altını çizen Demir, şunları kaydetti: 
"Bir tarafından Suriye rejimi, bir tarafından Rusya, bir tarafından Amerika, bir tarafından İran güçleri var. Türkiye'de bazı bölgelerindeki çatışmaları engellemek için faaliyet gösteriyor. Böyle bir ülkeye kim gidebilir ki? Türkiye'de bulunan Suriyeliler 10 yıldır 'geçici koruma statüsünde' yaşıyorlar. Oysa eğer başka bir hukuki statüde gelmiş olsalardı şimdiye kadar çoktan vatandaş olurlardı. Onların statüsü, vatandaşlık sürecini başlattırmıyor. Kitlesel olarak geldikleri için Türkiye bunların şartlı kabul ediyor. Geri döneceğini hesaplayarak işlem yapıyor. Ama bulundukları statü, vatandaşlığa giden yolları engellenmiş durumda." 

"Özcan nefret suçu işliyor" 
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan'ın açıklamalarına da değinen Abdullah Resul Demir, sarf edilen sözlerin anayasaya aykırı olduğunu belirtti. 
Anayasanın 10. maddesinde bütün idarelerin eşitlik ilkesine uygun hareket etme zorunluluğuna işaret ettiğini Bolu Belediyesi'nin de bir idare olduğunu dolayısıyla yasaya göre işlemde bulunması gerektiğini hatırlatan Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Abdullah Resul Demir, sözlerini şöyle tamamladı: 
"Belediye Başkanı Özcan'ın sözleri suç teşkil etmektedir. Türk Ceza Kanunu'nun 122. maddesinde 'din, dil, ırk, milliyet, cinsiyet, siyasi düşünce, mezhep farklılıklarından nefret nedeniyle -Tanju Bey'in yabancılara karşı nefreti olduğunu düşünüyoruz- bir kişinin belli bir hizmetten yararlanmasını engelleyen kimse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır' diyor. Dolayısıyla Tanju Bey, bir kısım insanları kamu yararından istifade etmesini engellemiş oluyor. Yaptığının nefret ve ayrımcılık suçuna girdiğini düşünüyoruz. Bunun için Tanju Bey'i samimiyete ve özene davet ediyoruz."

"Sığınmacılar, 'geri gönderme yasağı' kapsamındadır" 
Mülteci, sığınmacı ve göçmenler konusunda çalışanlardan biri de hukukçu Abdulhalim Yılmaz. 
Yıllardır pek çok sığınmacıyı maruz kaldığı haksız uygulama nedeniyle savunan avukat Yılmaz'a göre millet ve ırk farkı gözetmeksizin her sığınmacı, "geri gönderme yasağı" kapsamında. 
"Geçici koruma altındaki Suriyeliler" ve "uluslararası koruma altındaki göçmenlerin" gidecekleri yerde kötü muamele veya işkence varsa bunların gönderilemeyeceğine ilişkin içtihatlar olduğunu hatırlatan Yılmaz, "Devletler bir araya gelip kendi aralarında 'göçmelerin ülkelerine göndereceğiz' türünde bir sözleşme imzalayamazlar. Anayasanın 17. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesi işkence ve kötü muamele ihtimali olan bir yere suçlu işleyen birinin bile gönderilmeyeceğini ortaya koyuyor. İç hukuktan başlarsak 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 4. maddesi, geri gönderme yasağını belirtir. Aynın kanunun 55. maddesi de sınır dışı edilemeyecek insanları sayıyor" değerlendirmesi yaptı. 

"Geri gönderme yasağı Türkiye'nin iç hukukunda var" 
Geri gönderme yasağının uluslararası hukukta "aksi düzenlenemeyen" kural olduğunu vurgulayan Yılmaz, şunları söyledi: 
"Cenevre Sözleşmesi'nin 33. maddesi de mültecilerin geri gönderilmesini kesin olarak yasaklar. Geri gönderme yasağı, Türkiye'nin iç hukukunda da mevcut bulmuş durumda. Yani hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta iç savaş, çatışma, kriz, kötü muamele ve işkencenin olduğu ülkelere, o devletini vatandaşlarının geri gönderilmesini engelleyen yasal düzenlemeler mevcuttur. Dolayısıyla Suriye'de iç savaş devam ediyor. Bu nedenle onların ülkelerine gönderilmeleri mümkün değil. Ancak güvenli bir ortam sağlanırsa Suriyelilerin gönderilmesi sağlanabilir. Aynı durum da Afganistan'dan gelen sığınmacılar için de geçerli. Orada da yaşayan insanların can güvenliğinin garantisi bulunmuyor." 



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.