Türkiye'nin göçmen imtihanı: Suriyelileri ülkelerine göndermek mümkün mü?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Türkiye'nin göçmen imtihanı: Suriyelileri ülkelerine göndermek mümkün mü?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ''İktidara geldiğimizde Suriyelileri kendi ülkelerine göndermek istiyoruz'' dedi birkaç kere.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Kılıçdaroğlu'na cevaben, ''Bize sığınan Allah'ın kullarını, katillerin kucağına atmayız'' ifadelerini kullandı. 
Sadece bu iki lider değil, Türkiye'deki tüm siyasi partilerin, Suriyeliler başta olmak üzere Türkiye'ye sığınanlara ilişkin açıklamaları oldu, oluyor. 
Öyle ki göçmenler üzerinden yürütülen tartışmalar bazen çok farklı boyutlara taşınıyor. 
Sokakta darp edilenler, öldürülen sığınmacılar oldu. Kimi kamu kurum ve kuruluşlarının başındaki yöneticiler ise Suriyelilerin mutlaka geri gönderilmesi gerektiğini savunuyor. 
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan bunlardan sadece biri. Özcan, kentte yaşayan yabancıların su faturaları ve katı atık vergilerini 10 kat artıracaklarını ifade etti. 

Yabancılara yönelik nefret suçu işleniyor mu? 
Özcan'ın açıklamaları "nefret suçu" olarak değerlendirildi. Ama toplumun bir kısmının Suriyeliler, Afganlar ve farklı ırktaki insanların Türkiye'den gönderilmesi gerektiğini ısrarla savunuyor. 
Aslında 10 yıldır Suriyelilerin varlığı iç siyasetin bir malzemesi haline gelmiş durumda. 
Bunun birçok nedeni var elbette. İçişleri Bakanlığı'nın verilerine göre Türkiye'de yaşayan Suriyeli sayısı 3 milyon 684 bin 412 kişi. 
Resmi olmayan rakamlara göre bu sayının daha fazla olduğu ifade ediliyor. Suriyelilerin yanı sıra farklı ülkeden gelenlerin toplamı ise yaklaşık 5,5 milyonun üzerinde.
Türkiye'ye gelen düzensiz göçmenlerin ucuz iş gücü olarak görülüp çalıştırılması, iş arayan Türk gençlerinin tepkisine neden oluyor. 
İşsizliğin artması, işte çıkartılan gençlerin yerine yabancıların sigortasız çalıştırılması tartışma konusu olduğunda birçok siyasetçi göçmenlerin ülkelerine gönderilmesi gerektiğini savunuyor. 
Mevcut iktidar sığınmacıların geri gönderilmesinden yana değil. 
Peki, iktidar değişikliğinde Suriyeliler başta olmak üzere farklı milletlerden göçmenlerin ülkelerine gönderilmesi mümkün mü? 
Suriyeliler, Türkiye'de hangi statüde kalıyor ve hangi haklara sahipler?
Mülteci kavramının 1951 Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nde tanımlandığı biliniyor. 
Türkiye bu sözleşmeyi coğrafi çekince ile kabul etmiş, sadece Avrupa'da meydana gelen olaylar nedeniyle Türkiye'ye sığınanlar için bu statüyü uyguluyor. 

"Geçici koruma altındakiler" 
Aynı tanım Avrupa dışı ülkelerden gelip Türkiye'ye sığınanlar için "şartlı mülteci" olarak ifade ediliyor. 
Göçmen ise ekonomik nedenlerle bir ülkeye gidip yerleşmek isteyen kişiyi ifade ediyor. Ancak Suriye, Irak, Özbekistan, Tacikistan, İran ve birçok ülkede gelenler "düzensiz göçmen" olarak kabul ediliyor. 
Bunlar için "geçici koruma altındakiler" kavramı kullanılıyor. Yani ülkesinden zorla ayrılmış ve terk ettiği yuvasına dönmeyenler. 
Suriyeliler, mülteci ya da göçmen değil, geçici koruma altında kişiler olarak kabul ediliyor ve ona göre uygulamalara tabii tutuluyorlar. 
Geçici Koruma Yönetmeliği kapsamında, "sınırları açma, geri göndermeme ve gelenlerin temel ve acil ihtiyaçlarının karşılanması" unsurlarının yerine getirilmesi gerekiyor.
Geçici koruma, "ülkesinden zorla ayrılan ve geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırları geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan koruma" olarak tanımlanıyor.

Devlet 'misafir' diyor
Suriyeliler, Türkiye'de hükümetten maaş almıyor. Geçici koruma altındaki belirli şartları sağlayan Suriyelilere, Avrupa Birliği ülkeleri tarafından finanse edilen Avrupa Birliği projeleri ile nakdi yardım yapılırken Türkiye'de kendi gücü ölçüsünde destek sağlıyor. 
Özellikle bir dönem Suriyeliler için ne kadar para harcandığı açıklandığında bu tartışmalara yol açıyordu. Bir süredir harcanan para miktarı hükümet temsilcileri tarafından dile getirilmemesine rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önce açıkladığı rakamları hatırlatan siyasiler eleştiride bulunuyor.
"Türkiye'deki Suriyelilerin statüsü belli değil, onlara devlet hala 'misafir' diyor. Laf olarak mülteci, sığınmacı deniyor ama hukuksal olarak karşılığı yok. Avrupa dışından geldikleri için zaten Türkiye'de uzun süre kalamazlar, bir yere gitmek durumundalar" görüşünü savunanlar da var. 

Gidenlerin can güvenliğine ilişkin garanti yok
Fakat Suriyelilerin Türkiye'ye gelişinin üzerinden neredeyse 10 yıl geçmesine rağmen kimsenin bir yere gittiği yok. 
Sebebi de ülkelerindeki ateşin hala sönmemiş olması. Suriye'de kimi bölgelerde kısmı olarak kontrol sağlanmış olsa da gidecek olanlarının can güvenliğinin olacağına ilişkin garanti bulunmuyor. 
Bu nedenle kimi çevreler Türkiye'deki Suriyelilerin gitmesini istese de bu durumun neredeyse imkansız olduğunu biliyor. 
Zaten akademisyenler ve mülteciler konusunda faaliyet gösteren dernek ve vakıfların yöneticileriyle hukukçular, bunu dile getiriyor. 
Bir ülkeye sığınanların zorla geri gönderilmeyeceğini pek çok bilim adamı ve hukukçu ifade ediyor. 

"Hem yasal hem de ahlaki olarak mümkün değil" 
Onlardan biri göç ve göçmenler konusunda birçok çalışmaya imza atan sosyolog ve iletişimci Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel.
Prof. Dr. Adıgüzel, iç savaş ve çatışma nedeniyle ülkelerini terk etmek durumunda kalan insanların siyasete alet edilmemesi gerektiği görüşünde. 
Popülist söylemleri savunmanın kolay olduğunu, kimi siyasetçilerin oy ve alkış almak için bazen ırkçı söylemlere sarılabildiğine dikkati çeken Adıgüzel, "Suriyelilerin en kısa zamanda ülkelerine döneceğini ya da dönmezlerse zorla gönderileceklerini söylemek gerçekçi değil. Bu hem yasal hem ahlaki olarak mümkün değil" dedi. 
Türkiye'de hem göçle ilgili yasal düzenlemeler hem de Türkiye'nin altına imza koyduğu uluslararası yasaların, mültecilerin zulüm riski olan yere geri gönderilmemesini öngördüğünü anımsatan Adıgüzel, "Bu gerçeği bile 'Suriyeliler gönderilsin' diyen her gün ekranlarda ırkçılığa varan Suriye düşmanlığı yaparak milleti avutmak, bir yalanı bile bile sürdürmek anlamına geliyor. Buru, kamuoyunun tepkisini göze alarak söylemek zorundayız" diye konuştu. 

"Sığınmacıların önünde üç yol var" 
"Gönül ister ki herkes huzur içinde, gönül rahatlığı ile vatanına dönsün" diyen Adıgüzel, "Kim; yük olarak görüldüğü, ezildiği, horlandığı, 'gitsinler' diye gözlerine bakıldığı bir yerde yaşamak ister? Suriye'de bugüne kadar bir milyona yakın insan hayatını kaybetti. Ülkede hala güvenlik yok. Rejimin ve YPG'nin kontrol ettiği bölgelere güvenli bir şekilde geri dönmek mümkün değil. Türkiye'nin kontrolündeki bölgelere 450 bine yakın kişi geri dönüş yaptı. İdlib'de ise Rejim kontrolündeki yerlerden kaçanlarla birlikte 4 milyona yakın insan yaşıyor. Yani dönmesi mümkün olanlar zaten topraklarına döndüler" değerlendirmesinde bulundu.
Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel'e göre sığınmacılar için uluslararası hukukta olarak üç yol var. Ya gönüllü olarak geri dönecekler ya gönüllü olarak üçüncü bir ülkeye gidecekler ya da sığındıkları ülkeye yerleşecek ve uyum sağlayacaklar.
Türkiye'nin göç yönetimi konusunda bu seçeneklerin tamamını hukuk çerçevesinde uygulamaya çalıştığını vurgulayan Adıgüzel, "Ancak başta Avrupa olmak üzere, dünyanın diğer ülkeleri bu konuda Türkiye'yi yalnız bıraktı. Ama Türkiye, her şeye rağmen tarihte olduğu gibi mazlumlara kol kanat germeye devam ediyor" dedi. 

"Düşmanlaştırmak yerine…"
Sosyal medyada Suriyelilere yönelik kin ve nefret içeren mesajlar paylaşanların aslında Türkiye düşmanlıklarını gösterdiklerini dile getiren Adıgüzel, sözlerini şöyle tamamladı: 
"Bunların, Türkiye'deki barış ortamını baltalamak istediklerini unutmamak lazım. Bu bilinçli kötülüğü yayanların birçoğunun hiçbir Suriyeli ile teması yok. Okulda, iş yerinde, mahallede arkadaşlık yapmıyor, komşuluk etmiyor, ticari bir münasebetleri olmayan insanlar hakkında bilinçli bir düşmanlık üretip yayıyorlar. Siyasetçiler ve medyadan aldıkları cesaretle düşmanlık seviyelerini sürekli yükseltiyorlar. Bu söylemler Türkiye'deki sosyal barışa hizmet etmez. Biz herkes evinde ve toprağında mutlu olsun istesek de birlikte yaşamak zorundayız. Öyleyse düşmanlaştırmak yerine, bu ülkeye güç katacak insanlar olmaları için gayret edilmeli." 

"Sığınmacıların gitmesi için savaşın bitmesi lazım" 
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Abdullah Resul Demir'e göre "geçici koruma statüsünde" Türkiye'de yaşayanları, ülkelerine gönderilmeleri bazı şartların sağlanması durumunda tabii ki mümkün.
Demir, bu şartların oluşmaması halinde insanların zorla savaş, iç çatışma ve krizlerin yaşandığı ülkelerine gönderilmesinin suç teşkil edeceğini ifade etti.
Türkiye'de Suriyeliler başta olmak üzere "geçici koruma" altında yaşayan veya düzensiz göçle gelen insanlara yönelik nefret suçunun işlenmesine karşı çıkıyor Demir. 
Kurum olarak Türkiye'ye gelen insanların ülkelerine gönül rızasıyla gidebilmelerini sağlayacak şartların oluşturulması için uğraş verdiklerini dile getiren Demir, "Suriyelilerin gönderilmesi için kendi ülkelerindeki savaşın bitmiş olması, geri döndüklerinde gerekli can güvenliklerinin sağlanıyor olması lazım" dedi. 

"Suriye'de ciddi karmaşa devam ediyor" 
Bugün itibarıyla kimilerinin iddia ettiğinin aksine Suriye'de henüz insani koşulların sağlanmadığını aktaran Demir, "Suriye'de çatışmasızlığın sağlanması için görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik saldırılar düzenlenmekte. Ciddi bir siyasi karmaşa devam etmektedir. Daha önce de yapılmış ve alınmış garantilere rağmen oraya bir şekilde gönüllü giden Suriyelilerin akıbetleri hakkında bilgi alınamaması sebebiyle insanların geri gönderilemeyeceğini düşünüyoruz. Şartlar sağlanır, uluslararası alanda gerekli garantiler veriler ve Suriye'de istikrar temin edilirse o zaman insanlar geri gönderilebilir" diye konuştu. 
Suriyeliler başta olmak üzere iç savaş, çatışma ve kriz nedeniyle ülkesini terk edip Türkiye'ye gelenlerin Geçici Koruma altında olduklarını, ayrıca bunların uluslararası hukuktan kaynaklı yaşam haklarının bulunduğunu vurgulayan Demir, "Herhangi bir kişi ülkesinde döndüğünde can güvenliği yoksa, işkenceye maruz kalma ihtimali varsa, ölümle karşılaşacaksa, hiç kimse bunu ülkesine gönderemez. Sadece daha güvenli üçüncü bir ülkeye gönderilebilir bu insan" ifadesini kullandı. 

"Suriyeliler için vatandaşlığa giden yol engellenmiş durumda" 
Suriye'deki mevcut şartların insanları geri göndermeye elverişli olmadığının altını çizen Demir, şunları kaydetti: 
"Bir tarafından Suriye rejimi, bir tarafından Rusya, bir tarafından Amerika, bir tarafından İran güçleri var. Türkiye'de bazı bölgelerindeki çatışmaları engellemek için faaliyet gösteriyor. Böyle bir ülkeye kim gidebilir ki? Türkiye'de bulunan Suriyeliler 10 yıldır 'geçici koruma statüsünde' yaşıyorlar. Oysa eğer başka bir hukuki statüde gelmiş olsalardı şimdiye kadar çoktan vatandaş olurlardı. Onların statüsü, vatandaşlık sürecini başlattırmıyor. Kitlesel olarak geldikleri için Türkiye bunların şartlı kabul ediyor. Geri döneceğini hesaplayarak işlem yapıyor. Ama bulundukları statü, vatandaşlığa giden yolları engellenmiş durumda." 

"Özcan nefret suçu işliyor" 
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan'ın açıklamalarına da değinen Abdullah Resul Demir, sarf edilen sözlerin anayasaya aykırı olduğunu belirtti. 
Anayasanın 10. maddesinde bütün idarelerin eşitlik ilkesine uygun hareket etme zorunluluğuna işaret ettiğini Bolu Belediyesi'nin de bir idare olduğunu dolayısıyla yasaya göre işlemde bulunması gerektiğini hatırlatan Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Abdullah Resul Demir, sözlerini şöyle tamamladı: 
"Belediye Başkanı Özcan'ın sözleri suç teşkil etmektedir. Türk Ceza Kanunu'nun 122. maddesinde 'din, dil, ırk, milliyet, cinsiyet, siyasi düşünce, mezhep farklılıklarından nefret nedeniyle -Tanju Bey'in yabancılara karşı nefreti olduğunu düşünüyoruz- bir kişinin belli bir hizmetten yararlanmasını engelleyen kimse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır' diyor. Dolayısıyla Tanju Bey, bir kısım insanları kamu yararından istifade etmesini engellemiş oluyor. Yaptığının nefret ve ayrımcılık suçuna girdiğini düşünüyoruz. Bunun için Tanju Bey'i samimiyete ve özene davet ediyoruz."

"Sığınmacılar, 'geri gönderme yasağı' kapsamındadır" 
Mülteci, sığınmacı ve göçmenler konusunda çalışanlardan biri de hukukçu Abdulhalim Yılmaz. 
Yıllardır pek çok sığınmacıyı maruz kaldığı haksız uygulama nedeniyle savunan avukat Yılmaz'a göre millet ve ırk farkı gözetmeksizin her sığınmacı, "geri gönderme yasağı" kapsamında. 
"Geçici koruma altındaki Suriyeliler" ve "uluslararası koruma altındaki göçmenlerin" gidecekleri yerde kötü muamele veya işkence varsa bunların gönderilemeyeceğine ilişkin içtihatlar olduğunu hatırlatan Yılmaz, "Devletler bir araya gelip kendi aralarında 'göçmelerin ülkelerine göndereceğiz' türünde bir sözleşme imzalayamazlar. Anayasanın 17. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesi işkence ve kötü muamele ihtimali olan bir yere suçlu işleyen birinin bile gönderilmeyeceğini ortaya koyuyor. İç hukuktan başlarsak 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 4. maddesi, geri gönderme yasağını belirtir. Aynın kanunun 55. maddesi de sınır dışı edilemeyecek insanları sayıyor" değerlendirmesi yaptı. 

"Geri gönderme yasağı Türkiye'nin iç hukukunda var" 
Geri gönderme yasağının uluslararası hukukta "aksi düzenlenemeyen" kural olduğunu vurgulayan Yılmaz, şunları söyledi: 
"Cenevre Sözleşmesi'nin 33. maddesi de mültecilerin geri gönderilmesini kesin olarak yasaklar. Geri gönderme yasağı, Türkiye'nin iç hukukunda da mevcut bulmuş durumda. Yani hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta iç savaş, çatışma, kriz, kötü muamele ve işkencenin olduğu ülkelere, o devletini vatandaşlarının geri gönderilmesini engelleyen yasal düzenlemeler mevcuttur. Dolayısıyla Suriye'de iç savaş devam ediyor. Bu nedenle onların ülkelerine gönderilmeleri mümkün değil. Ancak güvenli bir ortam sağlanırsa Suriyelilerin gönderilmesi sağlanabilir. Aynı durum da Afganistan'dan gelen sığınmacılar için de geçerli. Orada da yaşayan insanların can güvenliğinin garantisi bulunmuyor." 



Suudi Arabistan'ın ‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ olarak tanımlanması ne anlama geliyor?

Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)
Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)
TT

Suudi Arabistan'ın ‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ olarak tanımlanması ne anlama geliyor?

Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)
Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)

ABD ile Suudi Arabistan arasındaki stratejik ilişkinin derinliğini yansıtan bir adım olarak, ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan’ı ‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ (Major Non-NATO Ally – MNNA) ilan etti. Bu kararla Suudi Arabistan, Arjantin, Avustralya, Bahreyn, Brezilya, Kolombiya, Mısır, İsrail, Japonya, Ürdün, Kenya, Kuveyt, Fas, Yeni Zelanda, Pakistan, Filipinler, Katar, Güney Kore, Tayland ve Tunus gibi ülkelerin bulunduğu bu statüyü resmen alan yirminci ülke oldu.

Bu statü, ABD’nin NATO üyesi olmayan bir ülkeye verebildiği en yüksek askeri ve güvenlik iş birliği seviyesini ifade ediyor. ABD Kongresi bu unvanı 1987 yılından bu yana, ABD Yasası’nın 22. maddesi uyarınca tanımlıyor.

NATO üyesi olmayan müttefik olmanın avantajları

NATO üyesi olmayan müttefikler, gelişmiş ABD silahlarına ve askeri teknolojisine öncelikli erişim ve ABD askeri teçhizatını indirimli fiyatlarla veya uygun koşullarda satın alma veya kiralama imkânı gibi birçok önemli avantajdan yararlanıyor. Bu sınıflandırma, NATO üyesi olmayan müttefiklerin ABD ile ortak silah geliştirme programlarına katılmalarına ve askeri araştırma ve geliştirme projeleri için ABD'den finansman almalarına da olanak tanıyor.

Söz konusu sınıflandırma, ortak askeri eğitim ve istihbarat iş birliğini kolaylaştırmanın yanı sıra, müttefik ülkenin topraklarında acil durumlarda kullanılmak üzere ABD askeri teçhizatının depolanmasına izin verdiği için ABD'ye de belirli avantajlar sağlıyor.

Suudi Arabistan, ABD ile uzun süredir devam eden stratejik ortaklığı nedeniyle bu ayrıcalıkların çoğundan onlarca yıldır fiilen yararlanıyor. Ancak resmi olarak bu statüye sahip olması, bu ayrıcalıkların yasal olarak garanti altına alınmasını ve ABD yönetimlerinin keyfi kararlarına tabi olmamasını sağlıyor.

‘Karşılıklı savunma anlaşmasından’ farkı

‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ statüsü ile ‘karşılıklı savunma anlaşması kapsamındaki müttefiklik’ kavramları benzer ifadeler taşısa da aralarında önemli bir fark bulunuyor. NATO dışı müttefik statüsünde ABD’nin söz konusu ülkeyi savunma yükümlülüğü bulunmazken, karşılıklı savunma anlaşmaları taraflara karşılıklı ve açık bir yasal savunma taahhüdü getiriyor. Bu yükümlülük, NATO Anlaşması’nın beşinci maddesinde yer alan ve üye ülkelerin herhangi bir saldırıya uğrayan üye devleti savunmasını şart koşan maddeyle benzerlik gösteriyor.

‘NATO dışı müttefik’ sınıflandırmasındaki taahhütlerin niteliği, yakın askeri iş birliğinin ötesine geçmez, ancak karşılıklı savunma anlaşması kapsamında, imzacı devleti savunmak için ABD kuvvetleri gönderme taahhüdüne eşdeğerdir.

Bu nedenle aradaki fark, ‘NATO dışı müttefik’ sınıflandırmasının silahlanma, eğitim ve iş birliği alanlarında ‘çok ileri düzeyde stratejik ortaklık’ olması, ancak ‘savunma ittifakı’ olmamasıdır. ‘Karşılıklı savunma anlaşması’ ise imzacı devlete yönelik herhangi bir saldırının ABD'ye yönelik bir saldırı olarak kabul edilmesi ve ABD'nin yasal olarak askeri müdahalede bulunma yükümlülüğü anlamına gelir.

Suudi yetkililer bu tanımlamanın “kapsamlı bir stratejik ortaklığa doğru atılmış önemli bir adım” olduğunu söylerken, ABD Dışişleri Bakanlığı ise bunun ‘bölgedeki ortak güvenliğe yönelik uzun süredir devam eden taahhüdü yansıttığını’ doğruladı.


BM, Trump’ın Gazze planına ilişkin karar taslağını büyük çoğunlukla onayladı

ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)
TT

BM, Trump’ın Gazze planına ilişkin karar taslağını büyük çoğunlukla onayladı

ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze için hazırladığı yol haritasını büyük çoğunlukla onaylayarak, 20 maddelik planına uluslararası meşruiyet kazandırdı.

Taslak karar, Rusya ve Çin'in çekimser kalmasına rağmen, pazartesi akşamı BMGK’da 15’e 13'lük çoğunlukla kabul edildi. Bu gelişme, Trump yönetimi için önemli bir diplomatik zafer oldu.

Filistin Yönetimi, kararın onaylanmasını memnuniyetle karşılarken, Hamas ve diğer Filistinli gruplar, bunu ‘Filistin’in milli iradesinin dışında sahada düzenlemeler yapılmasının önünü açan bir karar’ olarak değerlendirerek, ortak ve ayrı ayrı açıklamalarla kararı reddettiklerini bildirdiler. Ayrıca Gazze'ye konuşlandırılacak herhangi bir uluslararası gücün ‘bir tür vesayet veya dayatılan yönetim’ haline geleceğini söylediler. Şarku’l Avsat’a konuşan Filistinli gruplardan kaynaklar, söz konusu uluslararası gücün rolü ve bu grupların üyelerini takip etmek ve tutuklamak için potansiyel olarak kullanılabileceği konusundaki endişeleri dile getirdiler.

Öte yandan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İngilizce olarak Trump ve Gazze planını öven bir blog yazısı yayınlarken, hükümet üyeleri sessizliğini korudu. Bu durum, İsrail'de Trump'ın planından duyulan memnuniyetsizlik ile onu kızdırmamak arasındaki ikilem arasında gerçek bir krizin yaşandığını gösterdi. İsrail televizyonu Kanal 12 muhabiri Barak Ravid, “İsrail-Filistin çatışmasının bir daha asla eskisi gibi olmayacağını söylemek mümkün” ifadelerini kullandı.


ABD, Tayvan'a 700 milyon dolar değerinde hava savunma füzesi satışını doğruladı

Norveç savunma ve uzay silahları fabrikasında üretim aşamasındaki bir Nasams roketatar (AFP)
Norveç savunma ve uzay silahları fabrikasında üretim aşamasındaki bir Nasams roketatar (AFP)
TT

ABD, Tayvan'a 700 milyon dolar değerinde hava savunma füzesi satışını doğruladı

Norveç savunma ve uzay silahları fabrikasında üretim aşamasındaki bir Nasams roketatar (AFP)
Norveç savunma ve uzay silahları fabrikasında üretim aşamasındaki bir Nasams roketatar (AFP)

Amerika Birleşik Devletleri, Ukrayna'da test edilen yaklaşık 700 milyon dolar değerindeki gelişmiş bir hava savunma füze sisteminin Tayvan'a satışını onayladı. Bu, ABD'nin Taipei ile bir hafta içinde yaptığı ikinci silah anlaşması.

ABD, geçen yıl Tayvan'ın 2 milyar dolarlık bir silah anlaşması kapsamında RTX tarafından üretilen üç orta menzilli karadan havaya füze (NASAMS) alacağını duyurmuştu. Bu, Tayvan için yeni bir silah, çünkü şu anda bölgede yalnızca Avustralya ve Endonezya kullanıyor.   

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) pazartesi günü yaptığı açıklamada, şirketin NASAMS üniteleri satın almak için sabit fiyatlı bir sözleşme imzaladığını ve tahminlere göre çalışmanın Şubat 2031'de tamamlanacağını belirtti. RTX henüz yorum talebine yanıt vermedi. 

Ukrayna'da Rus saldırılarını püskürtmek için kullanılan NASAMS sistemi, ABD'nin talebin arttığı Tayvan'a ihraç ettiği hava savunma kabiliyetlerine önemli bir katkı sağlıyor.

ABD, perşembe günü Tayvan'a 330 milyon dolarlık savaş uçağı ve diğer uçak parçaları satışını onayladı. Bu, Başkan Donald Trump'ın ocak ayında göreve gelmesinden bu yana yapılan ilk anlaşmaydı. Bu hamle Pekin'i öfkelendirdi.

Tayvan ordusu, adayı kendi toprağı olarak gören Çin'den gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı daha iyi savunma sağlamak için hayati önem taşıyan deniz ikmal hatlarını savunmak üzere, özel olarak tasarlanmış denizaltılar inşa etmek gibi çabalarla yeteneklerini güçlendiriyor.

Resmi diplomatik ilişkilerin olmamasına rağmen, Amerika Birleşik Devletleri'nin Tayvan'a kendini savunması için gerekli araçları sağlamakla yasal olarak yükümlü olması, Pekin'in tepkisini çekmeye devam eden bir tartışma konusu. Tayvan hükümeti, Pekin'in ada üzerindeki egemenlik iddialarını reddediyor.