Türkiye'nin göçmen imtihanı: Suriyelileri ülkelerine göndermek mümkün mü?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Türkiye'nin göçmen imtihanı: Suriyelileri ülkelerine göndermek mümkün mü?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ''İktidara geldiğimizde Suriyelileri kendi ülkelerine göndermek istiyoruz'' dedi birkaç kere.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Kılıçdaroğlu'na cevaben, ''Bize sığınan Allah'ın kullarını, katillerin kucağına atmayız'' ifadelerini kullandı. 
Sadece bu iki lider değil, Türkiye'deki tüm siyasi partilerin, Suriyeliler başta olmak üzere Türkiye'ye sığınanlara ilişkin açıklamaları oldu, oluyor. 
Öyle ki göçmenler üzerinden yürütülen tartışmalar bazen çok farklı boyutlara taşınıyor. 
Sokakta darp edilenler, öldürülen sığınmacılar oldu. Kimi kamu kurum ve kuruluşlarının başındaki yöneticiler ise Suriyelilerin mutlaka geri gönderilmesi gerektiğini savunuyor. 
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan bunlardan sadece biri. Özcan, kentte yaşayan yabancıların su faturaları ve katı atık vergilerini 10 kat artıracaklarını ifade etti. 

Yabancılara yönelik nefret suçu işleniyor mu? 
Özcan'ın açıklamaları "nefret suçu" olarak değerlendirildi. Ama toplumun bir kısmının Suriyeliler, Afganlar ve farklı ırktaki insanların Türkiye'den gönderilmesi gerektiğini ısrarla savunuyor. 
Aslında 10 yıldır Suriyelilerin varlığı iç siyasetin bir malzemesi haline gelmiş durumda. 
Bunun birçok nedeni var elbette. İçişleri Bakanlığı'nın verilerine göre Türkiye'de yaşayan Suriyeli sayısı 3 milyon 684 bin 412 kişi. 
Resmi olmayan rakamlara göre bu sayının daha fazla olduğu ifade ediliyor. Suriyelilerin yanı sıra farklı ülkeden gelenlerin toplamı ise yaklaşık 5,5 milyonun üzerinde.
Türkiye'ye gelen düzensiz göçmenlerin ucuz iş gücü olarak görülüp çalıştırılması, iş arayan Türk gençlerinin tepkisine neden oluyor. 
İşsizliğin artması, işte çıkartılan gençlerin yerine yabancıların sigortasız çalıştırılması tartışma konusu olduğunda birçok siyasetçi göçmenlerin ülkelerine gönderilmesi gerektiğini savunuyor. 
Mevcut iktidar sığınmacıların geri gönderilmesinden yana değil. 
Peki, iktidar değişikliğinde Suriyeliler başta olmak üzere farklı milletlerden göçmenlerin ülkelerine gönderilmesi mümkün mü? 
Suriyeliler, Türkiye'de hangi statüde kalıyor ve hangi haklara sahipler?
Mülteci kavramının 1951 Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nde tanımlandığı biliniyor. 
Türkiye bu sözleşmeyi coğrafi çekince ile kabul etmiş, sadece Avrupa'da meydana gelen olaylar nedeniyle Türkiye'ye sığınanlar için bu statüyü uyguluyor. 

"Geçici koruma altındakiler" 
Aynı tanım Avrupa dışı ülkelerden gelip Türkiye'ye sığınanlar için "şartlı mülteci" olarak ifade ediliyor. 
Göçmen ise ekonomik nedenlerle bir ülkeye gidip yerleşmek isteyen kişiyi ifade ediyor. Ancak Suriye, Irak, Özbekistan, Tacikistan, İran ve birçok ülkede gelenler "düzensiz göçmen" olarak kabul ediliyor. 
Bunlar için "geçici koruma altındakiler" kavramı kullanılıyor. Yani ülkesinden zorla ayrılmış ve terk ettiği yuvasına dönmeyenler. 
Suriyeliler, mülteci ya da göçmen değil, geçici koruma altında kişiler olarak kabul ediliyor ve ona göre uygulamalara tabii tutuluyorlar. 
Geçici Koruma Yönetmeliği kapsamında, "sınırları açma, geri göndermeme ve gelenlerin temel ve acil ihtiyaçlarının karşılanması" unsurlarının yerine getirilmesi gerekiyor.
Geçici koruma, "ülkesinden zorla ayrılan ve geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırları geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan koruma" olarak tanımlanıyor.

Devlet 'misafir' diyor
Suriyeliler, Türkiye'de hükümetten maaş almıyor. Geçici koruma altındaki belirli şartları sağlayan Suriyelilere, Avrupa Birliği ülkeleri tarafından finanse edilen Avrupa Birliği projeleri ile nakdi yardım yapılırken Türkiye'de kendi gücü ölçüsünde destek sağlıyor. 
Özellikle bir dönem Suriyeliler için ne kadar para harcandığı açıklandığında bu tartışmalara yol açıyordu. Bir süredir harcanan para miktarı hükümet temsilcileri tarafından dile getirilmemesine rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önce açıkladığı rakamları hatırlatan siyasiler eleştiride bulunuyor.
"Türkiye'deki Suriyelilerin statüsü belli değil, onlara devlet hala 'misafir' diyor. Laf olarak mülteci, sığınmacı deniyor ama hukuksal olarak karşılığı yok. Avrupa dışından geldikleri için zaten Türkiye'de uzun süre kalamazlar, bir yere gitmek durumundalar" görüşünü savunanlar da var. 

Gidenlerin can güvenliğine ilişkin garanti yok
Fakat Suriyelilerin Türkiye'ye gelişinin üzerinden neredeyse 10 yıl geçmesine rağmen kimsenin bir yere gittiği yok. 
Sebebi de ülkelerindeki ateşin hala sönmemiş olması. Suriye'de kimi bölgelerde kısmı olarak kontrol sağlanmış olsa da gidecek olanlarının can güvenliğinin olacağına ilişkin garanti bulunmuyor. 
Bu nedenle kimi çevreler Türkiye'deki Suriyelilerin gitmesini istese de bu durumun neredeyse imkansız olduğunu biliyor. 
Zaten akademisyenler ve mülteciler konusunda faaliyet gösteren dernek ve vakıfların yöneticileriyle hukukçular, bunu dile getiriyor. 
Bir ülkeye sığınanların zorla geri gönderilmeyeceğini pek çok bilim adamı ve hukukçu ifade ediyor. 

"Hem yasal hem de ahlaki olarak mümkün değil" 
Onlardan biri göç ve göçmenler konusunda birçok çalışmaya imza atan sosyolog ve iletişimci Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel.
Prof. Dr. Adıgüzel, iç savaş ve çatışma nedeniyle ülkelerini terk etmek durumunda kalan insanların siyasete alet edilmemesi gerektiği görüşünde. 
Popülist söylemleri savunmanın kolay olduğunu, kimi siyasetçilerin oy ve alkış almak için bazen ırkçı söylemlere sarılabildiğine dikkati çeken Adıgüzel, "Suriyelilerin en kısa zamanda ülkelerine döneceğini ya da dönmezlerse zorla gönderileceklerini söylemek gerçekçi değil. Bu hem yasal hem ahlaki olarak mümkün değil" dedi. 
Türkiye'de hem göçle ilgili yasal düzenlemeler hem de Türkiye'nin altına imza koyduğu uluslararası yasaların, mültecilerin zulüm riski olan yere geri gönderilmemesini öngördüğünü anımsatan Adıgüzel, "Bu gerçeği bile 'Suriyeliler gönderilsin' diyen her gün ekranlarda ırkçılığa varan Suriye düşmanlığı yaparak milleti avutmak, bir yalanı bile bile sürdürmek anlamına geliyor. Buru, kamuoyunun tepkisini göze alarak söylemek zorundayız" diye konuştu. 

"Sığınmacıların önünde üç yol var" 
"Gönül ister ki herkes huzur içinde, gönül rahatlığı ile vatanına dönsün" diyen Adıgüzel, "Kim; yük olarak görüldüğü, ezildiği, horlandığı, 'gitsinler' diye gözlerine bakıldığı bir yerde yaşamak ister? Suriye'de bugüne kadar bir milyona yakın insan hayatını kaybetti. Ülkede hala güvenlik yok. Rejimin ve YPG'nin kontrol ettiği bölgelere güvenli bir şekilde geri dönmek mümkün değil. Türkiye'nin kontrolündeki bölgelere 450 bine yakın kişi geri dönüş yaptı. İdlib'de ise Rejim kontrolündeki yerlerden kaçanlarla birlikte 4 milyona yakın insan yaşıyor. Yani dönmesi mümkün olanlar zaten topraklarına döndüler" değerlendirmesinde bulundu.
Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel'e göre sığınmacılar için uluslararası hukukta olarak üç yol var. Ya gönüllü olarak geri dönecekler ya gönüllü olarak üçüncü bir ülkeye gidecekler ya da sığındıkları ülkeye yerleşecek ve uyum sağlayacaklar.
Türkiye'nin göç yönetimi konusunda bu seçeneklerin tamamını hukuk çerçevesinde uygulamaya çalıştığını vurgulayan Adıgüzel, "Ancak başta Avrupa olmak üzere, dünyanın diğer ülkeleri bu konuda Türkiye'yi yalnız bıraktı. Ama Türkiye, her şeye rağmen tarihte olduğu gibi mazlumlara kol kanat germeye devam ediyor" dedi. 

"Düşmanlaştırmak yerine…"
Sosyal medyada Suriyelilere yönelik kin ve nefret içeren mesajlar paylaşanların aslında Türkiye düşmanlıklarını gösterdiklerini dile getiren Adıgüzel, sözlerini şöyle tamamladı: 
"Bunların, Türkiye'deki barış ortamını baltalamak istediklerini unutmamak lazım. Bu bilinçli kötülüğü yayanların birçoğunun hiçbir Suriyeli ile teması yok. Okulda, iş yerinde, mahallede arkadaşlık yapmıyor, komşuluk etmiyor, ticari bir münasebetleri olmayan insanlar hakkında bilinçli bir düşmanlık üretip yayıyorlar. Siyasetçiler ve medyadan aldıkları cesaretle düşmanlık seviyelerini sürekli yükseltiyorlar. Bu söylemler Türkiye'deki sosyal barışa hizmet etmez. Biz herkes evinde ve toprağında mutlu olsun istesek de birlikte yaşamak zorundayız. Öyleyse düşmanlaştırmak yerine, bu ülkeye güç katacak insanlar olmaları için gayret edilmeli." 

"Sığınmacıların gitmesi için savaşın bitmesi lazım" 
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Abdullah Resul Demir'e göre "geçici koruma statüsünde" Türkiye'de yaşayanları, ülkelerine gönderilmeleri bazı şartların sağlanması durumunda tabii ki mümkün.
Demir, bu şartların oluşmaması halinde insanların zorla savaş, iç çatışma ve krizlerin yaşandığı ülkelerine gönderilmesinin suç teşkil edeceğini ifade etti.
Türkiye'de Suriyeliler başta olmak üzere "geçici koruma" altında yaşayan veya düzensiz göçle gelen insanlara yönelik nefret suçunun işlenmesine karşı çıkıyor Demir. 
Kurum olarak Türkiye'ye gelen insanların ülkelerine gönül rızasıyla gidebilmelerini sağlayacak şartların oluşturulması için uğraş verdiklerini dile getiren Demir, "Suriyelilerin gönderilmesi için kendi ülkelerindeki savaşın bitmiş olması, geri döndüklerinde gerekli can güvenliklerinin sağlanıyor olması lazım" dedi. 

"Suriye'de ciddi karmaşa devam ediyor" 
Bugün itibarıyla kimilerinin iddia ettiğinin aksine Suriye'de henüz insani koşulların sağlanmadığını aktaran Demir, "Suriye'de çatışmasızlığın sağlanması için görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik saldırılar düzenlenmekte. Ciddi bir siyasi karmaşa devam etmektedir. Daha önce de yapılmış ve alınmış garantilere rağmen oraya bir şekilde gönüllü giden Suriyelilerin akıbetleri hakkında bilgi alınamaması sebebiyle insanların geri gönderilemeyeceğini düşünüyoruz. Şartlar sağlanır, uluslararası alanda gerekli garantiler veriler ve Suriye'de istikrar temin edilirse o zaman insanlar geri gönderilebilir" diye konuştu. 
Suriyeliler başta olmak üzere iç savaş, çatışma ve kriz nedeniyle ülkesini terk edip Türkiye'ye gelenlerin Geçici Koruma altında olduklarını, ayrıca bunların uluslararası hukuktan kaynaklı yaşam haklarının bulunduğunu vurgulayan Demir, "Herhangi bir kişi ülkesinde döndüğünde can güvenliği yoksa, işkenceye maruz kalma ihtimali varsa, ölümle karşılaşacaksa, hiç kimse bunu ülkesine gönderemez. Sadece daha güvenli üçüncü bir ülkeye gönderilebilir bu insan" ifadesini kullandı. 

"Suriyeliler için vatandaşlığa giden yol engellenmiş durumda" 
Suriye'deki mevcut şartların insanları geri göndermeye elverişli olmadığının altını çizen Demir, şunları kaydetti: 
"Bir tarafından Suriye rejimi, bir tarafından Rusya, bir tarafından Amerika, bir tarafından İran güçleri var. Türkiye'de bazı bölgelerindeki çatışmaları engellemek için faaliyet gösteriyor. Böyle bir ülkeye kim gidebilir ki? Türkiye'de bulunan Suriyeliler 10 yıldır 'geçici koruma statüsünde' yaşıyorlar. Oysa eğer başka bir hukuki statüde gelmiş olsalardı şimdiye kadar çoktan vatandaş olurlardı. Onların statüsü, vatandaşlık sürecini başlattırmıyor. Kitlesel olarak geldikleri için Türkiye bunların şartlı kabul ediyor. Geri döneceğini hesaplayarak işlem yapıyor. Ama bulundukları statü, vatandaşlığa giden yolları engellenmiş durumda." 

"Özcan nefret suçu işliyor" 
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan'ın açıklamalarına da değinen Abdullah Resul Demir, sarf edilen sözlerin anayasaya aykırı olduğunu belirtti. 
Anayasanın 10. maddesinde bütün idarelerin eşitlik ilkesine uygun hareket etme zorunluluğuna işaret ettiğini Bolu Belediyesi'nin de bir idare olduğunu dolayısıyla yasaya göre işlemde bulunması gerektiğini hatırlatan Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Abdullah Resul Demir, sözlerini şöyle tamamladı: 
"Belediye Başkanı Özcan'ın sözleri suç teşkil etmektedir. Türk Ceza Kanunu'nun 122. maddesinde 'din, dil, ırk, milliyet, cinsiyet, siyasi düşünce, mezhep farklılıklarından nefret nedeniyle -Tanju Bey'in yabancılara karşı nefreti olduğunu düşünüyoruz- bir kişinin belli bir hizmetten yararlanmasını engelleyen kimse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır' diyor. Dolayısıyla Tanju Bey, bir kısım insanları kamu yararından istifade etmesini engellemiş oluyor. Yaptığının nefret ve ayrımcılık suçuna girdiğini düşünüyoruz. Bunun için Tanju Bey'i samimiyete ve özene davet ediyoruz."

"Sığınmacılar, 'geri gönderme yasağı' kapsamındadır" 
Mülteci, sığınmacı ve göçmenler konusunda çalışanlardan biri de hukukçu Abdulhalim Yılmaz. 
Yıllardır pek çok sığınmacıyı maruz kaldığı haksız uygulama nedeniyle savunan avukat Yılmaz'a göre millet ve ırk farkı gözetmeksizin her sığınmacı, "geri gönderme yasağı" kapsamında. 
"Geçici koruma altındaki Suriyeliler" ve "uluslararası koruma altındaki göçmenlerin" gidecekleri yerde kötü muamele veya işkence varsa bunların gönderilemeyeceğine ilişkin içtihatlar olduğunu hatırlatan Yılmaz, "Devletler bir araya gelip kendi aralarında 'göçmelerin ülkelerine göndereceğiz' türünde bir sözleşme imzalayamazlar. Anayasanın 17. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesi işkence ve kötü muamele ihtimali olan bir yere suçlu işleyen birinin bile gönderilmeyeceğini ortaya koyuyor. İç hukuktan başlarsak 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 4. maddesi, geri gönderme yasağını belirtir. Aynın kanunun 55. maddesi de sınır dışı edilemeyecek insanları sayıyor" değerlendirmesi yaptı. 

"Geri gönderme yasağı Türkiye'nin iç hukukunda var" 
Geri gönderme yasağının uluslararası hukukta "aksi düzenlenemeyen" kural olduğunu vurgulayan Yılmaz, şunları söyledi: 
"Cenevre Sözleşmesi'nin 33. maddesi de mültecilerin geri gönderilmesini kesin olarak yasaklar. Geri gönderme yasağı, Türkiye'nin iç hukukunda da mevcut bulmuş durumda. Yani hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta iç savaş, çatışma, kriz, kötü muamele ve işkencenin olduğu ülkelere, o devletini vatandaşlarının geri gönderilmesini engelleyen yasal düzenlemeler mevcuttur. Dolayısıyla Suriye'de iç savaş devam ediyor. Bu nedenle onların ülkelerine gönderilmeleri mümkün değil. Ancak güvenli bir ortam sağlanırsa Suriyelilerin gönderilmesi sağlanabilir. Aynı durum da Afganistan'dan gelen sığınmacılar için de geçerli. Orada da yaşayan insanların can güvenliğinin garantisi bulunmuyor." 



İki İsrail vatandaşı DEAŞ'a biat ettikleri ve saldırı planladıkları suçlamasıyla gözaltına alındı

İsrail polisi (Reuters)
İsrail polisi (Reuters)
TT

İki İsrail vatandaşı DEAŞ'a biat ettikleri ve saldırı planladıkları suçlamasıyla gözaltına alındı

İsrail polisi (Reuters)
İsrail polisi (Reuters)

Yedioth Ahronoth gazetesi, yetkililerin, ülkenin kuzeyinde yaşayan iki kişiyi, ‘DEAŞ terör örgütüne biat etmek, örgütle bağlantılı yabancı bir unsurla temas kurmak ve ABD’ye, oradan da düşman bir ülkeye giderek terör eğitimi almak amacıyla seyahat planı yapmak’ şüphesiyle gözaltına aldığını yazdı.

Soruşturmacılara göre, Yizreel Vadisi’ndeki Daburiye köyünden 20 yaşındaki Kenan Azayze ile Akka’dan bir başka şüpheli, bu hedef doğrultusunda İsrail içinde hazırlık faaliyetlerinde bulundu. İki isim, Şin-Bet ile polis arasında yürütülen ortak soruşturmanın ardından gözaltına alındı.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth’tan aktardığı haberde, Azayze hakkında Nasıra Mahkemesi’nde iddianame düzenlendiği, ikinci şüphelinin ise tutuklu bulunduğu belirtildi.

Gazete, Azayze’nin sorgusu sırasında, DEAŞ’a kendi amaçları doğrultusunda biat ettiğinin tespit edildiğini, örgüt adına güvenlik faaliyetleri yürütmeye hazır olduğunu ifade ettiğini ve İsrail askerlerine yönelik terör saldırıları düzenlemeyi düşündüğünü aktardı.

dfrgt
İsrail polisi (Reuters)

Soruşturma kapsamında, şüphelinin yurt dışındaki DEAŞ bağlantılı kişilerle temas kurduğu, boru tipi bombalar ve patlayıcıların nasıl üretileceğini öğrendiği ve eğitim amacıyla Bağdat’a seyahat etmeyi planladığı da ortaya çıktı.

Kuzey Bölgesi Büyük Suçlar Birimi Azınlıklar Dairesi Başkanı Pavel Saharovitz, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Devletin güvenliğine karşı faaliyetlerde bulunan ve dini aşırılık temelinde radikalleştirme sürecinden geçen iki gençle ilgili istihbarat aldık. 10 Kasım’da gözaltına alındılar. Şüphelerimiz, internet üzerinden DEAŞ içerikleri izlediklerinin belirlenmesiyle güçlendi. ABD’ye giderek ileri düzey silah eğitimi almayı, ardından DEAŞ’ın faaliyet gösterdiği ülkelerden birine dönmeyi planlıyorlardı” dedi.

Polise göre Azayze, doğduğu yerin yakınlarında eğitim yapan İsrail askerlerinden silah ele geçirmeyi de planladı.

Saharovitz, “DEAŞ’a biat etti, askerleri izleyerek silah ele geçirme fırsatlarını tespit etmeye çalıştı. Özellikle daha zayıf ve hedef alınması kolay görülen kadın askerleri gözetliyordu. Patlayıcı yapımı ve boru tipi bombaların hazırlanmasına ilişkin materyaller topladı. İsrail ordusuna zarar vermeyi amaçlıyordu” ifadelerini kullandı.

Açıklamada, Azayze’nin üzerinde DEAŞ ile bağlantılı çok sayıda görsel bulunduğu, bunlar arasında örgütün eski lideri Ebubekir el-Bağdadi’ye ait bir fotoğraf ile başka bir görselin de bulunduğu belirtildi.

Azayze’yi savunan avukat Ahmed Masalha ise müvekkilini ‘akli dengesi yerinde bir kişi’ olarak nitelendirerek, “Güvenlik şüphelerine dair bilgim yok ve onu temsil etmeye devam edip etmeyeceğimden emin değilim” dedi.

Şin-Bet ile polisin ortak açıklamasında, “Gazze Şeridi’ne yönelik savaşın başlamasından bu yana, örgütün ve destekçilerinin İsrail içinde oluşturduğu tehdit düzeyinde artış gözlemliyoruz. Savaşın etkisiyle İsrail vatandaşı Arapların terör faaliyetlerine katılımında da artış yaşanıyor” ifadelerine yer verildi.


Von der Leyen: Avrupa kendi güvenliği için sorumluluk almalı

TT

Von der Leyen: Avrupa kendi güvenliği için sorumluluk almalı

Von der Leyen: Avrupa kendi güvenliği için sorumluluk almalı

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen bugün yaptığı açıklamada, Avrupa’nın kendi güvenliği için sorumluluk alması gerektiğini söyledi. Strasbourg’da Avrupa Parlamentosu’na hitap eden Von der Leyen, “Bu artık bir seçenek değil, bir zorunluluk” dedi.

Avrupa’nın başkalarının dünyaya bakışını belirlemesine izin vermesinin kendisine yakışmadığını vurgulayan Von der Leyen, ABD’nin ulusal güvenlik stratejisinde Avrupa’nın küresel gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payının gerilediğine işaret edilmesinin doğru olduğunu, ancak ABD’nin de ‘aynı yolda ilerlediğini’ ifade etti.

Von der Leyen, bu hafta yapılacak kritik zirve sırasında Avrupa Birliği’nin (AB) Ukrayna’nın finansmanı konusunda karar alması gerektiği uyarısında bulundu. Liderlerin, dondurulmuş Rus varlıklarının kullanılmasına yönelik bir planı onaylamaları yönünde baskı altında olduğunu belirten Von der Leyen, AB milletvekillerine hitaben, “Avrupa’nın savunulması için Ukrayna’nın savunmasını desteklemekten daha önemli bir adım yoktur. Bunu güvence altına almak için önümüzdeki günler belirleyici olacak. Ukrayna’nın mücadelesini nasıl finanse edeceğimizi seçmek bize düşüyor” dedi.

Ukrayna’nın Rusya ile savaşında önümüzdeki iki yıl boyunca finansmanının sağlanması, perşembe ve cuma günleri Brüksel’de düzenlenecek AB devlet başkanları zirvesinin ana gündem maddelerinden birini oluşturuyor.

Bu kapsamda değerlendirilen seçenekler arasında, büyük bölümü Belçika’da Euroclear tarafından yönetilen ve Avrupa’da dondurulmuş bulunan Rusya Merkez Bankası varlıklarının, Ukrayna için 90 milyar euroluk bir ‘yeniden inşa kredisinin’ finansmanında kullanılması yer alıyor.

AB’ye üye 27 ülkenin büyük çoğunluğu bu seçeneği desteklerken, Belçika olası Rus misillemelerinden endişe etmesi ve bir sorun yaşanması halinde sonuçları tek başına üstlenmek istememesi nedeniyle plana karşı çıkıyor.

Son olarak gündeme gelen formül, 27 üye ülke ile AB’nin Belçika’ya garanti vermesini öngörüyor, ancak Brüksel bu garantilerin hâlâ yetersiz olduğu görüşünde.

Von der Leyen, söz konusu adımın aynı zamanda Ukrayna’nın ‘gerçek, adil ve kalıcı bir barışı güvence altına alma kapasitesini güçlendirmeyi; Ukrayna’yı ve Avrupa’yı korumayı’ hedeflediğini belirtti. Açıklama, Rusya’nın Şubat 2022’de başlattığı savaşı sona erdirmeye yönelik müzakerelerin yoğunlaştığı bir dönemde yapıldı.


İsrail Batı Şeria'da geniş çaplı gözaltı ve baskın operasyonu gerçekleştirdi

Batı Şeria'nın Tulkerim kentindeki İsrail ordusu personeli (AP)
Batı Şeria'nın Tulkerim kentindeki İsrail ordusu personeli (AP)
TT

İsrail Batı Şeria'da geniş çaplı gözaltı ve baskın operasyonu gerçekleştirdi

Batı Şeria'nın Tulkerim kentindeki İsrail ordusu personeli (AP)
Batı Şeria'nın Tulkerim kentindeki İsrail ordusu personeli (AP)

İsrail ordusu bugün Batı Şeria’nın farklı bölgelerinde geniş çaplı gözaltı ve baskın operasyonu başlattı.

Şarku’l Avsat’ın Filistin resmi haber ajansı WAFA’dan aktardığına göre Beytüllahim’deki İsrail güçleri, yaşlı bir kişi de dahil olmak üzere sekiz Filistinliyi gözaltına aldı ve bir kişiyi İsrail istihbaratıyla görüşmeye çağırdı.

Cenin’de ise İsrail özel birlikleri kentin doğu mahallesine girerken, ordudan takviye güçler bölgeye sevk edildi. Bir ev askerî karakol haline getirilirken, başka bir ev kuşatma altına alındı.

WAFA’ya konuşan kaynaklar, İsrail güçlerinin Filistinliler arasında geniş çaplı gözaltı ve sorgulama operasyonları yürüttüğünü bildirdi.

İsrail güçleri, El Halil’de de birçok Filistinliyi gözaltına aldı; el-Favvar ve el-Arrub mülteci kampları ile Yatta kasabası dahil olmak üzere çok sayıda bölgede evlere baskın düzenledi.

Nablus’un eski şehrine de giren İsrail ordusu, el-Akabe mahallesini bastı ve Ra’su’l Ayn bölgesinin çevresinde geniş güvenlik önlemi aldı.

Ayrıca Tulkerim kentinde dört Filistinli gözaltına alındı; bunlardan üçü eski tutukluydu. Ramallah’ın doğusu ve kuzeyinde yer alan Ayn Yabrud kasabası ve el-Celzun Mülteci Kampı’ndan da çok sayıda kişi gözaltına alındı.

Kudüs’te ise İsrail ordusu, kuzeydoğudaki Anata kasabasından bir grup Filistinliyi gözaltına aldı. Yerel kaynaklar, gözaltına alınanların kimliklerinin henüz belirlenemediğini bildirdi.