Türkiye'nin göçmen imtihanı: Suriyelileri ülkelerine göndermek mümkün mü?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Türkiye'nin göçmen imtihanı: Suriyelileri ülkelerine göndermek mümkün mü?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ''İktidara geldiğimizde Suriyelileri kendi ülkelerine göndermek istiyoruz'' dedi birkaç kere.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Kılıçdaroğlu'na cevaben, ''Bize sığınan Allah'ın kullarını, katillerin kucağına atmayız'' ifadelerini kullandı. 
Sadece bu iki lider değil, Türkiye'deki tüm siyasi partilerin, Suriyeliler başta olmak üzere Türkiye'ye sığınanlara ilişkin açıklamaları oldu, oluyor. 
Öyle ki göçmenler üzerinden yürütülen tartışmalar bazen çok farklı boyutlara taşınıyor. 
Sokakta darp edilenler, öldürülen sığınmacılar oldu. Kimi kamu kurum ve kuruluşlarının başındaki yöneticiler ise Suriyelilerin mutlaka geri gönderilmesi gerektiğini savunuyor. 
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan bunlardan sadece biri. Özcan, kentte yaşayan yabancıların su faturaları ve katı atık vergilerini 10 kat artıracaklarını ifade etti. 

Yabancılara yönelik nefret suçu işleniyor mu? 
Özcan'ın açıklamaları "nefret suçu" olarak değerlendirildi. Ama toplumun bir kısmının Suriyeliler, Afganlar ve farklı ırktaki insanların Türkiye'den gönderilmesi gerektiğini ısrarla savunuyor. 
Aslında 10 yıldır Suriyelilerin varlığı iç siyasetin bir malzemesi haline gelmiş durumda. 
Bunun birçok nedeni var elbette. İçişleri Bakanlığı'nın verilerine göre Türkiye'de yaşayan Suriyeli sayısı 3 milyon 684 bin 412 kişi. 
Resmi olmayan rakamlara göre bu sayının daha fazla olduğu ifade ediliyor. Suriyelilerin yanı sıra farklı ülkeden gelenlerin toplamı ise yaklaşık 5,5 milyonun üzerinde.
Türkiye'ye gelen düzensiz göçmenlerin ucuz iş gücü olarak görülüp çalıştırılması, iş arayan Türk gençlerinin tepkisine neden oluyor. 
İşsizliğin artması, işte çıkartılan gençlerin yerine yabancıların sigortasız çalıştırılması tartışma konusu olduğunda birçok siyasetçi göçmenlerin ülkelerine gönderilmesi gerektiğini savunuyor. 
Mevcut iktidar sığınmacıların geri gönderilmesinden yana değil. 
Peki, iktidar değişikliğinde Suriyeliler başta olmak üzere farklı milletlerden göçmenlerin ülkelerine gönderilmesi mümkün mü? 
Suriyeliler, Türkiye'de hangi statüde kalıyor ve hangi haklara sahipler?
Mülteci kavramının 1951 Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nde tanımlandığı biliniyor. 
Türkiye bu sözleşmeyi coğrafi çekince ile kabul etmiş, sadece Avrupa'da meydana gelen olaylar nedeniyle Türkiye'ye sığınanlar için bu statüyü uyguluyor. 

"Geçici koruma altındakiler" 
Aynı tanım Avrupa dışı ülkelerden gelip Türkiye'ye sığınanlar için "şartlı mülteci" olarak ifade ediliyor. 
Göçmen ise ekonomik nedenlerle bir ülkeye gidip yerleşmek isteyen kişiyi ifade ediyor. Ancak Suriye, Irak, Özbekistan, Tacikistan, İran ve birçok ülkede gelenler "düzensiz göçmen" olarak kabul ediliyor. 
Bunlar için "geçici koruma altındakiler" kavramı kullanılıyor. Yani ülkesinden zorla ayrılmış ve terk ettiği yuvasına dönmeyenler. 
Suriyeliler, mülteci ya da göçmen değil, geçici koruma altında kişiler olarak kabul ediliyor ve ona göre uygulamalara tabii tutuluyorlar. 
Geçici Koruma Yönetmeliği kapsamında, "sınırları açma, geri göndermeme ve gelenlerin temel ve acil ihtiyaçlarının karşılanması" unsurlarının yerine getirilmesi gerekiyor.
Geçici koruma, "ülkesinden zorla ayrılan ve geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırları geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan koruma" olarak tanımlanıyor.

Devlet 'misafir' diyor
Suriyeliler, Türkiye'de hükümetten maaş almıyor. Geçici koruma altındaki belirli şartları sağlayan Suriyelilere, Avrupa Birliği ülkeleri tarafından finanse edilen Avrupa Birliği projeleri ile nakdi yardım yapılırken Türkiye'de kendi gücü ölçüsünde destek sağlıyor. 
Özellikle bir dönem Suriyeliler için ne kadar para harcandığı açıklandığında bu tartışmalara yol açıyordu. Bir süredir harcanan para miktarı hükümet temsilcileri tarafından dile getirilmemesine rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önce açıkladığı rakamları hatırlatan siyasiler eleştiride bulunuyor.
"Türkiye'deki Suriyelilerin statüsü belli değil, onlara devlet hala 'misafir' diyor. Laf olarak mülteci, sığınmacı deniyor ama hukuksal olarak karşılığı yok. Avrupa dışından geldikleri için zaten Türkiye'de uzun süre kalamazlar, bir yere gitmek durumundalar" görüşünü savunanlar da var. 

Gidenlerin can güvenliğine ilişkin garanti yok
Fakat Suriyelilerin Türkiye'ye gelişinin üzerinden neredeyse 10 yıl geçmesine rağmen kimsenin bir yere gittiği yok. 
Sebebi de ülkelerindeki ateşin hala sönmemiş olması. Suriye'de kimi bölgelerde kısmı olarak kontrol sağlanmış olsa da gidecek olanlarının can güvenliğinin olacağına ilişkin garanti bulunmuyor. 
Bu nedenle kimi çevreler Türkiye'deki Suriyelilerin gitmesini istese de bu durumun neredeyse imkansız olduğunu biliyor. 
Zaten akademisyenler ve mülteciler konusunda faaliyet gösteren dernek ve vakıfların yöneticileriyle hukukçular, bunu dile getiriyor. 
Bir ülkeye sığınanların zorla geri gönderilmeyeceğini pek çok bilim adamı ve hukukçu ifade ediyor. 

"Hem yasal hem de ahlaki olarak mümkün değil" 
Onlardan biri göç ve göçmenler konusunda birçok çalışmaya imza atan sosyolog ve iletişimci Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel.
Prof. Dr. Adıgüzel, iç savaş ve çatışma nedeniyle ülkelerini terk etmek durumunda kalan insanların siyasete alet edilmemesi gerektiği görüşünde. 
Popülist söylemleri savunmanın kolay olduğunu, kimi siyasetçilerin oy ve alkış almak için bazen ırkçı söylemlere sarılabildiğine dikkati çeken Adıgüzel, "Suriyelilerin en kısa zamanda ülkelerine döneceğini ya da dönmezlerse zorla gönderileceklerini söylemek gerçekçi değil. Bu hem yasal hem ahlaki olarak mümkün değil" dedi. 
Türkiye'de hem göçle ilgili yasal düzenlemeler hem de Türkiye'nin altına imza koyduğu uluslararası yasaların, mültecilerin zulüm riski olan yere geri gönderilmemesini öngördüğünü anımsatan Adıgüzel, "Bu gerçeği bile 'Suriyeliler gönderilsin' diyen her gün ekranlarda ırkçılığa varan Suriye düşmanlığı yaparak milleti avutmak, bir yalanı bile bile sürdürmek anlamına geliyor. Buru, kamuoyunun tepkisini göze alarak söylemek zorundayız" diye konuştu. 

"Sığınmacıların önünde üç yol var" 
"Gönül ister ki herkes huzur içinde, gönül rahatlığı ile vatanına dönsün" diyen Adıgüzel, "Kim; yük olarak görüldüğü, ezildiği, horlandığı, 'gitsinler' diye gözlerine bakıldığı bir yerde yaşamak ister? Suriye'de bugüne kadar bir milyona yakın insan hayatını kaybetti. Ülkede hala güvenlik yok. Rejimin ve YPG'nin kontrol ettiği bölgelere güvenli bir şekilde geri dönmek mümkün değil. Türkiye'nin kontrolündeki bölgelere 450 bine yakın kişi geri dönüş yaptı. İdlib'de ise Rejim kontrolündeki yerlerden kaçanlarla birlikte 4 milyona yakın insan yaşıyor. Yani dönmesi mümkün olanlar zaten topraklarına döndüler" değerlendirmesinde bulundu.
Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel'e göre sığınmacılar için uluslararası hukukta olarak üç yol var. Ya gönüllü olarak geri dönecekler ya gönüllü olarak üçüncü bir ülkeye gidecekler ya da sığındıkları ülkeye yerleşecek ve uyum sağlayacaklar.
Türkiye'nin göç yönetimi konusunda bu seçeneklerin tamamını hukuk çerçevesinde uygulamaya çalıştığını vurgulayan Adıgüzel, "Ancak başta Avrupa olmak üzere, dünyanın diğer ülkeleri bu konuda Türkiye'yi yalnız bıraktı. Ama Türkiye, her şeye rağmen tarihte olduğu gibi mazlumlara kol kanat germeye devam ediyor" dedi. 

"Düşmanlaştırmak yerine…"
Sosyal medyada Suriyelilere yönelik kin ve nefret içeren mesajlar paylaşanların aslında Türkiye düşmanlıklarını gösterdiklerini dile getiren Adıgüzel, sözlerini şöyle tamamladı: 
"Bunların, Türkiye'deki barış ortamını baltalamak istediklerini unutmamak lazım. Bu bilinçli kötülüğü yayanların birçoğunun hiçbir Suriyeli ile teması yok. Okulda, iş yerinde, mahallede arkadaşlık yapmıyor, komşuluk etmiyor, ticari bir münasebetleri olmayan insanlar hakkında bilinçli bir düşmanlık üretip yayıyorlar. Siyasetçiler ve medyadan aldıkları cesaretle düşmanlık seviyelerini sürekli yükseltiyorlar. Bu söylemler Türkiye'deki sosyal barışa hizmet etmez. Biz herkes evinde ve toprağında mutlu olsun istesek de birlikte yaşamak zorundayız. Öyleyse düşmanlaştırmak yerine, bu ülkeye güç katacak insanlar olmaları için gayret edilmeli." 

"Sığınmacıların gitmesi için savaşın bitmesi lazım" 
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Abdullah Resul Demir'e göre "geçici koruma statüsünde" Türkiye'de yaşayanları, ülkelerine gönderilmeleri bazı şartların sağlanması durumunda tabii ki mümkün.
Demir, bu şartların oluşmaması halinde insanların zorla savaş, iç çatışma ve krizlerin yaşandığı ülkelerine gönderilmesinin suç teşkil edeceğini ifade etti.
Türkiye'de Suriyeliler başta olmak üzere "geçici koruma" altında yaşayan veya düzensiz göçle gelen insanlara yönelik nefret suçunun işlenmesine karşı çıkıyor Demir. 
Kurum olarak Türkiye'ye gelen insanların ülkelerine gönül rızasıyla gidebilmelerini sağlayacak şartların oluşturulması için uğraş verdiklerini dile getiren Demir, "Suriyelilerin gönderilmesi için kendi ülkelerindeki savaşın bitmiş olması, geri döndüklerinde gerekli can güvenliklerinin sağlanıyor olması lazım" dedi. 

"Suriye'de ciddi karmaşa devam ediyor" 
Bugün itibarıyla kimilerinin iddia ettiğinin aksine Suriye'de henüz insani koşulların sağlanmadığını aktaran Demir, "Suriye'de çatışmasızlığın sağlanması için görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik saldırılar düzenlenmekte. Ciddi bir siyasi karmaşa devam etmektedir. Daha önce de yapılmış ve alınmış garantilere rağmen oraya bir şekilde gönüllü giden Suriyelilerin akıbetleri hakkında bilgi alınamaması sebebiyle insanların geri gönderilemeyeceğini düşünüyoruz. Şartlar sağlanır, uluslararası alanda gerekli garantiler veriler ve Suriye'de istikrar temin edilirse o zaman insanlar geri gönderilebilir" diye konuştu. 
Suriyeliler başta olmak üzere iç savaş, çatışma ve kriz nedeniyle ülkesini terk edip Türkiye'ye gelenlerin Geçici Koruma altında olduklarını, ayrıca bunların uluslararası hukuktan kaynaklı yaşam haklarının bulunduğunu vurgulayan Demir, "Herhangi bir kişi ülkesinde döndüğünde can güvenliği yoksa, işkenceye maruz kalma ihtimali varsa, ölümle karşılaşacaksa, hiç kimse bunu ülkesine gönderemez. Sadece daha güvenli üçüncü bir ülkeye gönderilebilir bu insan" ifadesini kullandı. 

"Suriyeliler için vatandaşlığa giden yol engellenmiş durumda" 
Suriye'deki mevcut şartların insanları geri göndermeye elverişli olmadığının altını çizen Demir, şunları kaydetti: 
"Bir tarafından Suriye rejimi, bir tarafından Rusya, bir tarafından Amerika, bir tarafından İran güçleri var. Türkiye'de bazı bölgelerindeki çatışmaları engellemek için faaliyet gösteriyor. Böyle bir ülkeye kim gidebilir ki? Türkiye'de bulunan Suriyeliler 10 yıldır 'geçici koruma statüsünde' yaşıyorlar. Oysa eğer başka bir hukuki statüde gelmiş olsalardı şimdiye kadar çoktan vatandaş olurlardı. Onların statüsü, vatandaşlık sürecini başlattırmıyor. Kitlesel olarak geldikleri için Türkiye bunların şartlı kabul ediyor. Geri döneceğini hesaplayarak işlem yapıyor. Ama bulundukları statü, vatandaşlığa giden yolları engellenmiş durumda." 

"Özcan nefret suçu işliyor" 
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan'ın açıklamalarına da değinen Abdullah Resul Demir, sarf edilen sözlerin anayasaya aykırı olduğunu belirtti. 
Anayasanın 10. maddesinde bütün idarelerin eşitlik ilkesine uygun hareket etme zorunluluğuna işaret ettiğini Bolu Belediyesi'nin de bir idare olduğunu dolayısıyla yasaya göre işlemde bulunması gerektiğini hatırlatan Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Abdullah Resul Demir, sözlerini şöyle tamamladı: 
"Belediye Başkanı Özcan'ın sözleri suç teşkil etmektedir. Türk Ceza Kanunu'nun 122. maddesinde 'din, dil, ırk, milliyet, cinsiyet, siyasi düşünce, mezhep farklılıklarından nefret nedeniyle -Tanju Bey'in yabancılara karşı nefreti olduğunu düşünüyoruz- bir kişinin belli bir hizmetten yararlanmasını engelleyen kimse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır' diyor. Dolayısıyla Tanju Bey, bir kısım insanları kamu yararından istifade etmesini engellemiş oluyor. Yaptığının nefret ve ayrımcılık suçuna girdiğini düşünüyoruz. Bunun için Tanju Bey'i samimiyete ve özene davet ediyoruz."

"Sığınmacılar, 'geri gönderme yasağı' kapsamındadır" 
Mülteci, sığınmacı ve göçmenler konusunda çalışanlardan biri de hukukçu Abdulhalim Yılmaz. 
Yıllardır pek çok sığınmacıyı maruz kaldığı haksız uygulama nedeniyle savunan avukat Yılmaz'a göre millet ve ırk farkı gözetmeksizin her sığınmacı, "geri gönderme yasağı" kapsamında. 
"Geçici koruma altındaki Suriyeliler" ve "uluslararası koruma altındaki göçmenlerin" gidecekleri yerde kötü muamele veya işkence varsa bunların gönderilemeyeceğine ilişkin içtihatlar olduğunu hatırlatan Yılmaz, "Devletler bir araya gelip kendi aralarında 'göçmelerin ülkelerine göndereceğiz' türünde bir sözleşme imzalayamazlar. Anayasanın 17. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesi işkence ve kötü muamele ihtimali olan bir yere suçlu işleyen birinin bile gönderilmeyeceğini ortaya koyuyor. İç hukuktan başlarsak 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 4. maddesi, geri gönderme yasağını belirtir. Aynın kanunun 55. maddesi de sınır dışı edilemeyecek insanları sayıyor" değerlendirmesi yaptı. 

"Geri gönderme yasağı Türkiye'nin iç hukukunda var" 
Geri gönderme yasağının uluslararası hukukta "aksi düzenlenemeyen" kural olduğunu vurgulayan Yılmaz, şunları söyledi: 
"Cenevre Sözleşmesi'nin 33. maddesi de mültecilerin geri gönderilmesini kesin olarak yasaklar. Geri gönderme yasağı, Türkiye'nin iç hukukunda da mevcut bulmuş durumda. Yani hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta iç savaş, çatışma, kriz, kötü muamele ve işkencenin olduğu ülkelere, o devletini vatandaşlarının geri gönderilmesini engelleyen yasal düzenlemeler mevcuttur. Dolayısıyla Suriye'de iç savaş devam ediyor. Bu nedenle onların ülkelerine gönderilmeleri mümkün değil. Ancak güvenli bir ortam sağlanırsa Suriyelilerin gönderilmesi sağlanabilir. Aynı durum da Afganistan'dan gelen sığınmacılar için de geçerli. Orada da yaşayan insanların can güvenliğinin garantisi bulunmuyor." 



Washington’da alışılmadık diplomasi: Trump ve İş İnsanları

Witkoff, Berlin’de 15 Aralık 2025 (AP)
Witkoff, Berlin’de 15 Aralık 2025 (AP)
TT

Washington’da alışılmadık diplomasi: Trump ve İş İnsanları

Witkoff, Berlin’de 15 Aralık 2025 (AP)
Witkoff, Berlin’de 15 Aralık 2025 (AP)

ABD Başkanı Donald Trump, ikinci başkanlık döneminde Beyaz Saray’a önceki başkanların benimsediği geleneksel Amerikan politikaları ve uluslararası teamüllerin dışına çıktı. Bu kez, ilk döneminden farklı olarak özenle seçtiği ekibi; özellikle dış politika ve diplomasi alanında, alışılmışın dışında, siyasetten uzak isimlerden oluşuyor. Cumhuriyetçi Parti’nin geleneksel çizgisini temsil eden Dışişleri Bakanı Marco Rubio dışında, Trump’ın diplomasisi büyük ölçüde özel temsilcilere ve aileye yakın isimlere dayanıyor.

“Her şeyin elçisi” Steve Witkoff’tan Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’a, Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya’dan Afrika ve Arap İşleri Kıdemli Danışmanı Massad Boulos’a, hatta Gazze anlaşmasıyla yeniden sahneye çıkan Jared Kushner’a kadar bu isimler, Trump yönetiminin uluslararası krizleri çözme çabalarının vitrini durumunda. Ortak özellikleri ise diplomatik deneyimden yoksun olmaları. Bu durum, uluslararası siyasetin en tecrübeli isimlerini bile zorlayan krizlerde ne kadar etkili olabilecekleri konusunda soru işaretleri doğuruyor.

“Her şeyin elçisi” Witkoff

Ancak geleneklere meydan okumak, Trump’ın ikinci döneminin ayırt edici özelliği oldu. Bu çerçevede, Trump’ın yakın arkadaşı ve golf partneri olan iş insanı Steve Witkoff, şüpheyle yaklaşanları şaşırttı. Gazze’de ateşkes görüşmelerinin ön saflarında yer alan Witkoff, alışılmış diplomatik kalıpların dışına çıkarak, ABD’nin terör örgütü olarak tanıdığı Hamas ile doğrudan temas kurdu; tartışmalı isimlerle birebir görüşmeler yaptı ve sıra dışı açıklamalarda bulundu.

hy
Witkoff, Kushner ve Marco Rubio, 30 Kasım 2025’te Florida’da Ukrayna heyetiyle bir araya geldi (Reuters)

Bunların en dikkat çekeni, Hamas temsilcisi Halil el-Hayya’nın oğlunun İsrail saldırısında hayatını kaybetmesi üzerine yaptığı açıklamaydı. Witkoff, görüşme sonrası “Oğlunu kaybettiği için kendisine taziyelerimizi sunduk. Ben de bir oğlumu kaybettim; artık çok zor bir kulübün üyeleriyiz: Evlatlarını toprağa veren babalar” ifadelerini kullandı. Bu sözler, Witkoff’un aşırı doz nedeniyle hayatını kaybeden oğluna atıfta bulunuyordu. ABD’nin geleneksel, ölçülü söylemiyle bağdaşmayan bu açıklamanın, Hamas ile İsrail arasında ateşkes sağlanmasında etkili olduğu savunuluyor.

Üç yılı aşkın süredir devam eden Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmek için çaba gösteren Witkoff Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ile yoğun temaslar yürütüyor. Hedefi, Trump’ın seçim kampanyasında vaat ettiği siyasi zaferi kazandırmak ve ona “barış başkanı” unvanını takmak.

Massad Boulos: Damadın babası

Trump yönetiminin ilgisi yalnızca Ortadoğu ile sınırlı değil. Afrika’daki kronik çatışmalar da gündemde ve bu dosya, Trump’ın damadının babası olan Massad Boulos’a emanet. Lübnan kökenli, Nijerya’da eski bir otomobil tüccarı olan Boulos, Michigan eyaletinde Trump’ın seçim başarısında önemli rol oynadı. Aile bağları sayesinde atandığı bu görev, Senato onayı gerektirmiyor.

fgty
ABD Başkanı Donald Trump'ın Arap ve Afrika işleri danışmanı Massad Boulos (New York Times)

Boulos’un görevleri Dışişleri Bakanlığı ile Beyaz Saray arasında dağılmış durumda ve bu da zaman zaman kurumsal karmaşaya yol açıyor. Analistler, Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun aynı zamanda geçici Ulusal Güvenlik Danışmanı olmasının, yetki paylaşımını daha da zorlaştırdığını söylüyor. Buna rağmen Boulos, Kongo ile Ruanda arasında bir barış anlaşmasına katkı sağladı. Trump, bu anlaşmanın imza törenine Washington’da bizzat başkanlık etti. Ancak sahadaki çatışmaların sürmesi, anlaşmanın kırılganlığını ortaya koyuyor.

Sudan dosyasında henüz sonuç alınamaması, Boulos’un etkinliğine yönelik soru işaretlerini artırdı. Şarku’l Avsat’a göre, Trump’ın Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Washington ziyareti sırasında sürece doğrudan müdahil olacağını açıklaması ve Rubio’nun “Başkan bu konuyla şahsen ilgileniyor” sözleri, bazı başkentlerde Boulos’un devre dışı bırakıldığı şeklinde okundu. Buna rağmen Washington’da hâkim görüş, Trump ailesine yakın isimlerin perde arkasındaki etkisini koruduğu yönünde.

Kushner ve “çıkar çatışması” tartışması

Bunun en somut örneği, resmi bir görevi olmamasına rağmen Gazze görüşmelerinde aktif rol alan Jared Kushner’in yeniden sahneye çıkması. Kushner, Rusya-Ukrayna dosyasında da perde arkasında etkili. Kendisi ve diğer sıra dışı elçiler, sık sık çıkar çatışması eleştirilerine maruz kalıyor.

ghyju
Jared Kushner (Reuters)

Kushner bu eleştirilere, “Bazılarının çıkar çatışması dediğine biz, Steve (Witkoff) ve ben, dünya genelinde sahip olduğumuz güvenilir ilişkiler ve deneyim diyoruz” yanıtını veriyor.

Tom Barrack ve “diplomatik olmayan” üslup

Trump’ın kendisi de siyasetten gelmeyen bir iş insanıydı ve bürokrasiye, hatta “derin devlete” savaş açtığını açıkça ilan etmişti. Bu çizgi, Suriye Özel Temsilcisi ve aynı zamanda Anakara Büyükelçisi olan Tom Barrack’ta da görülüyor.

fgth
Tom Barrack,  Katar'daki Doha Forumu'na katıldı (AFP)

 Senato onayından geçen nadir isimlerden biri olan Barrack, Lübnanlı gazetecilere yönelik “hayvani davranışlar” ifadesiyle tepki çekmiş, sonradan özür dilemişti. Ancak bu tür çıkışlar, onun diplomatik teamüllerden ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Buna rağmen, Esad’ın devrilmesinin ardından Suriye’deki sürecin yönetilmesinde ve yaptırımların kaldırılmasında önemli rol oynadı.

Esrar ticareti yapan Irak elçisi

Listenin son halkası, Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya. Michiganlı, Irak-Keldani kökenli bir iş insanı olan Savaya, eyalette yasal marihuana ticareti yapıyor. Ekim ayında bu göreve atanması, hem ABD içinde hem de dışında şaşkınlık yarattı. Irak’ın karmaşık dosyalarını yönetecek siyasi deneyime sahip olmadığı eleştirileri yapılırken, destekçileri onun alışılmışın dışında yöntemlerle başarı sağlayabileceğini savunuyor.

Bu görüşe örnek olarak, Irak’taki İran yanlısı bir milis grup tarafından kaçırılan İsrailli akademisyen Elizabeth Tsurkov’un açıklamaları gösteriliyor. Tsurkov, serbest bırakılmasının ardından Savaya’nın atanmasını memnuniyetle karşıladığını belirterek, “Mark, İran’a hizmet eden ve Irak’ın egemenliğini zayıflatmak isteyenler için çok kötü bir haber” ifadelerini kullandı.

Sonuç olarak soru şu: İş insanları, politikacıların başaramadığını başarabilecek mi, yoksa bürokrasinin sert duvarına mı çarpacaklar?


İsrail-Türkiye söylemlerinde gerilim artıyor... Amaç karşılıklı bir anlaşma mı?

İsrail Başbakanı Binjyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, 22 Aralık'ta İsrail'de gerçekleştirdikleri görüşmelerin ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında (AFP)
İsrail Başbakanı Binjyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, 22 Aralık'ta İsrail'de gerçekleştirdikleri görüşmelerin ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında (AFP)
TT

İsrail-Türkiye söylemlerinde gerilim artıyor... Amaç karşılıklı bir anlaşma mı?

İsrail Başbakanı Binjyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, 22 Aralık'ta İsrail'de gerçekleştirdikleri görüşmelerin ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında (AFP)
İsrail Başbakanı Binjyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, 22 Aralık'ta İsrail'de gerçekleştirdikleri görüşmelerin ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında (AFP)

İsrail ve Türkiye arasındaki giderek tırmanan siyasi söylemlere ve Ege Denizi'ndeki siyasi ve askeri faaliyetlere eşlik eden karşılıklı imalara rağmen, bazıları bunu özellikle Suriye ve Gazze'de "çıkar paylaşımı anlaşması" yapılması yönünde bir baskının parçası olarak gördü ve savaş veya askeri çatışma uçurumuna sürüklenme olasılığını ortadan kaldırmayı amaçladı.

İsrail'deki siyasi kaynaklar, özellikle ABD başkanlığı döneminde Donald Trump'ın her iki tarafla da bilinen güçlü bağları göz önüne alındığında, her iki tarafın da çatışmaya dönüşmesini önleyen denge ve denetleme mekanizmalarını nasıl harekete geçireceğini bildiğini söyledi.

Ancak, İsrail Dışişleri Bakanlığı eski Genel Direktörü ve Türkiye eski büyükelçisi deneyimli diplomat Alon Liel, iki taraf arasındaki derin düşmanlığın, ilişkilerin bozulmasına yol açacak bir hataya veya yanlış hesaplamaya neden olabileceği konusunda uyardı.

cdfgt
Türk savaş gemileri, 23 Aralık'ta Akdeniz'de bir eğitim tatbikatında (Savunma Bakanlığı- X)

İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile üçlü bir ittifak kurmak için adımlar atmıştı; bu adımlar arasında ortak askeri tatbikatlar da yer alıyordu. Bu girişimler, geçen pazartesi günü Batı Kudüs'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis arasında yapılan bir görüşmeyle sonuçlanmıştı.

Görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında Netanyahu, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a üstü kapalı bir gönderme yaparak şunları söyledi: “Ülkemizde imparatorluklar kurmayı ve egemenlik kurmayı hayal edenlere diyorum ki: Unutun bunu. Bu olmayacak. Bunu aklınızdan bile geçirmeyin. Kendimizi savunmaya kararlıyız ve bunu yapabilecek kapasitedeyiz, iş birliği ise yeteneklerimizi güçlendiriyor.”

Bu sözler, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile iş birliğinin Türkiye'ye karşı mı yöneltildiği sorusuna yanıt olarak geldi. Netanyahu, “Kimseyi kızdırmak istemiyoruz” dedi ve ekledi: “Geçmişte imparatorluklar bizi işgal etti ve eğer birileri hala böyle niyetler besliyorsa, bunu unutsunlar.”

wewrf
22 Aralık'ta İsrail'de Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis arasında gerçekleşen görüşmelerden, (DPA)

Netanyahu, bu tür bölgesel ittifakların amacına ilişkin olarak şunları söyledi: “Belirli alanlarda kendimizi önemli bir bölgesel güç olarak kabul ettirdik. Bu bizi birçok ülkeye yaklaştırıyor. Bize geliyorlar çünkü önemli bir ilkeyi kavramış durumdalar: İttifaklar güçlülerle kurulur, zayıflarla değil; barış da güçlülerle sağlanır, zayıflarla değil.”

Bir numaralı tehdit

Netanyahu, F-35 hayalet savaş uçaklarının Türkiye'ye satışı ve diğer Hava Kuvvetleri alımlarıyla ilgili olarak Trump'a doğrudan bir mesaj daha iletti ve şunları söyledi: “İsrail'in Ortadoğu'daki hava üstünlüğünün ulusal güvenliğimizin temel taşı olduğunu açıkça belirtmek istiyorum.”

Üçlü zirveden bir gün sonra, Yeni Şafak gazetesi, kışkırtıcı bir başlıkla manşetinde bir makale yayınladı: “Bugünden İtibaren İsrail Bir Numaralı Tehdittir.”

Makalede, rejim güçleri ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olarak bilinen Kürt güçleri arasında Halep'te yaşanan çatışma ve zirve, düşmanlığın tezahürleri olarak gösterildi. Ayrıca, İsrail'in zirveyi, Suriye'deki Türk heyetini zor durumda bırakmak amacıyla Kürt güçlerini "harekete geçirmek" için kullandığı belirtildi.

Gazete, "Tüm Türk güvenlik kurumları İsrail'i büyük bir tehdit olarak görüyor" diyerek, bundan böyle İsrail'i "birincil tehdit" olarak görecek hükümet kurumlarını da belirledi: Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT).

Türkiye'nin resmi cevabı

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, çarşamba günü iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) il başkanlarının toplantısında İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs'a hitaben yaptığı konuşmada, "Herkes bilsin ki, kimsenin haklarını gasp etmeyeceğiz, kimsenin de bizim haklarımızı gasp etmesine izin vermeyeceğiz" dedi.

Sözlerine şöyle devam etti: "Tarihi ilkelerimize bağlı kalmaya, uzun yıllara dayanan tecrübemiz ve geleneklerimiz doğrultusunda, onur, bilgelik, akıl ve soğukkanlılıkla hareket etmeye devam edeceğiz ve provokasyonlara boyun eğmeyeceğiz."

dfgt
Erdoğan, 24 Aralık'ta Ankara'da düzenlenen Adalet ve Kalkınma Partisi il başkanları toplantısında yaptığı konuşmada (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

Türkiye Savunma Bakanlığı, pazartesi günü yapılan zirvenin ardından üç tarafın yaptığı iş birliği girişimlerini ve açıklamalarını yakından takip ettiğini belirtti. Bakanlık sözcüsü Zeki Aktürk, Türkiye'nin bölgede istikrarın korunmasına ve diyaloğun sürdürülmesine olan bağlılığının devam ettiğini vurguladı.

Aktürk, perşembe günü Savunma Bakanlığı'nın haftalık brifinginde yaptığı konuşmada, Türkiye'nin NATO çerçevesindeki ittifak ilişkilerine dayanarak Ege ve Doğu Akdeniz'de yapıcı diyaloğu desteklediğini söyledi.

Ancak sözlerine şöyle devam etti: “İttifakın ruhuna aykırı adımların sahadaki durumu değiştirmeyeceği ve Türkiye'nin (uluslararası alanda tanınmayan) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin güvenliği ve hakları konusundaki tutumunun açık ve sarsılmaz olduğu, Türkiye'nin Kıbrıs adası müzakerelerinde garantörlerden biri olarak kendisine verilen yetkileri kullanmaktan çekinmeyeceği anlaşılmalıdır.”

cdfg
Savunma Bakanlığı sözcüsü Zeki Aktürk, perşembe günü Ankara'da düzenlediği basın toplantısında (Türk Savunma Bakanlığı- X)

Sözlerine şöyle devam etti: "Ege ve Doğu Akdeniz'deki gerilimleri tırmandıran taraf Türkiye değil, oldubitti dayatmayı amaçlayan dışlayıcı ve tek taraflı adımlar ve yaklaşımdır. Türkiye ise bölgenin bir çatışma alanı değil, iş birliği ve istikrar havzası olmasını tercih etmektedir."

İstenen anlaşma

Şarku’l Avsat’ın, İbranice yayın yapan Ynet haber sitesinden aktardığına göre İsrail'in Türkiye uzmanı Liel, “Türkiye'nin savaşa hazırlandığını biliyorum. Hava savunmalarını güçlendirme, hava kuvvetlerini takviye etme ve bu amaçla büyük bütçeler ayırma biçimlerinde hazırlıklarını görüyorum. Bizden gelebilecek bir saldırı olasılığından gerçekten çok korkuyorlar ve bunu çok ciddiye alıyorlar” ifadelerini kullandı.

Türklerin “silahlandırdıklarını ve hava kuvvetlerini tamamen elden geçirdiklerini” belirten Liel, sözlerine şöyle devam etti: “Güçlü bir donanmaları ve kara kuvvetleri var ve insansız hava aracı üretimlerini ikiye katlıyorlar.”

Sözlerine şöyle devam etti: “Suriye ile bir anlaşmaya varamazsak, ilk askeri çatışmalar Suriye topraklarında yaşanacak. Erdoğan İsrail topraklarına saldırmaya cesaret edemez, biz de Türkiye'ye saldırmaya cesaret edemeyiz. Ancak her iki ülkenin de Suriye'de ordusu var ve Suriyeliler ve Amerikalılarla üçlü veya dörtlü bir anlaşmaya varamazsak, Türkiye ile yakında olaylar yaşanacak.”

Liel'in tahminine göre, Amerika Birleşik Devletleri'ne gelince, Washington artık geçmiştekinin aksine İsrail-Türkiye anlaşmazlığı konusunda panik yapmıyor ve her iki tarafın da İsrail'in Gazze'de Türkiye'nin rolünü, Türkiye'nin de Suriye'de İsrail'in rolünü kabul edeceği bir anlaşmaya varılması için baskı uyguladığını görüyor.

Son zamanlarda, Doğu Akdeniz'deki hareketlilikle ilgili olarak Yunanistan ve İsrail'den haberler dolaşıyor ve İsrail'in, stratejik askeri iş birliğini güçlendirmek ve özellikle Türkiye'nin Suriye'ye hava savunma sistemleri konuşlandırması, Gazze'deki çokuluslu güce katılma girişiminde bulunması ve Libya'daki iki rakip hükümetle yeni denizcilik anlaşmaları yapmak için görüşmeler yürütmesi gibi bölgesel etkisini güçlendirme çabalarına karşı, üç ülkenin silahlı kuvvetlerinden birliklerden oluşan ortak bir hızlı müdahale gücü kurma olasılığını değerlendirdiği belirtiliyor.


Venezuela, Maduro'nun seçimini protesto ettikleri gerekçesiyle tutuklanan 60 mahkumu serbest bıraktı

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Karakas'ın San Agustin mahallesinde düzenlenen bir Noel kutlamasına katıldı (Reuters)
Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Karakas'ın San Agustin mahallesinde düzenlenen bir Noel kutlamasına katıldı (Reuters)
TT

Venezuela, Maduro'nun seçimini protesto ettikleri gerekçesiyle tutuklanan 60 mahkumu serbest bıraktı

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Karakas'ın San Agustin mahallesinde düzenlenen bir Noel kutlamasına katıldı (Reuters)
Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Karakas'ın San Agustin mahallesinde düzenlenen bir Noel kutlamasına katıldı (Reuters)

Bir insan hakları örgütüne göre Venezuela yetkilileri dün, Nicolás Maduro'nun yeniden cumhurbaşkanı seçilmesine karşı 2024'te düzenlenen protestolar sırasında tutuklanan en az 60 mahkumu serbest bıraktı.

Geçtiğimiz temmuz ayında, hile iddialarıyla gölgelenen ve Maduro'nun üçüncü kez cumhurbaşkanı seçildiği cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından Venezuela'da büyük gösteriler patlak vermişti. Yetkililer yaklaşık 2 bin 400 kişiyi tutuklamış, daha sonra bunların yaklaşık 2 binini serbest bırakmıştı.

xdfgthy
Protestocular, 9 Ocak 2025'te Başkan Maduro'nun göreve başlamasının arifesinde Karakas'ta düzenlenen bir gösteride tüm siyasi tutukluların serbest bırakılmasını talep etti (AFP)

Yerel STK For Penal'in son verilerine göre Venezuela hapishanelerinde yaklaşık 900 siyasi tutuklu bulunuyor.

İnsan hakları aktivistleri ve siyasi tutukluların yakınlarını içeren Siyasi Tutukluların Özgürlüğü Komitesi'ne göre, tutukluların serbest bırakılması Noel Günü'nden itibaren başladı.

Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığına göre komitenin başkanı Andreina Baduel, "Keyfi olarak asla gözaltına alınmaması gereken 60'tan fazla Venezuelalının serbest bırakılmasını kutluyoruz" ifadelerini kullandı.

"Tamamen özgür olmasalar da onların özgürlüğü ve tüm siyasi tutukluların tam özgürlüğü için çalışmaya devam edeceğiz," diye ekledi.

Tutukluların yakınlarına göre, tutuklular başkent Karakas'tan yaklaşık 134 kilometre uzaklıktaki Aragua eyaletindeki Tocorón yüksek güvenlikli hapishanesinde tutuluyordu.

Baduel, babası General Raul Isaias Baduel'in 2021'de hapishanede öldüğünü ve merhum Cumhurbaşkanı Hugo Chavez'in eski bir müttefiki olduğunu belirterek, "Binden fazla siyasi tutuklunun ailesi olduğunu unutmamalıyız" dedi.