Tunus Cumhurbaşkanı Said’den ‘lobilere ve yozlaşmışlara’ suçlamahttps://turkish.aawsat.com/home/article/3108086/tunus-cumhurba%C5%9Fkan%C4%B1-said%E2%80%99den-%E2%80%98lobilere-ve-yozla%C5%9Fm%C4%B1%C5%9Flara%E2%80%99-su%C3%A7lama
Tunus Cumhurbaşkanı Said’den ‘lobilere ve yozlaşmışlara’ suçlama
İçişleri Balkanlığı’na atanan Rıza Garsillavi, Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in huzurunda yemin etti. (EPA)
Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said yaptığı açıklamada, ülkenin istikrarını bozmak için "perde arkasından ipleri oynatan lobilerin ve yozlaşmışların" olduğunu söyledi.
Said, Tunus İçişleri Bakanlığı işlerinin idaresine atanan Rıza Garsillavi’nin anayasa yemini sırasında yasalara aykırı bir şey yapmadığını ve yemininin anayasanın 89’uncu faslına binaen yapıldığını belirtti. Said açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Devlet bir kukla değil. Bilakis yasalar ve anayasa çerçevesinde herkese hizmet eden kamu kurum ve kuruluşlardır. Tunus’taki ve ülke dışındaki herkesi temin ederim ki biz kanuna uyuyoruz. Herkes hak ve özgürlüklere riayet ettiğimizden emin olabilir.”
Ancak muhalefetteki Özgür Anayasa Partisi lideri Abir Musi ise sosyal paylaşım sitesindeki resmi sayfasında açtığı canlı yayında cumhurbaşkanını sert bir şekilde eleştirdi. Anayasanın 80’inci maddesinin “cumhurbaşkanına kararname ile hüküm çıkarma hakkı vermediğini” savunan Musi, Said’in cumhurbaşkanlığı emri veya kararnamesi ile olağanüstü tedbirler dahilinde iş insanlarıyla yapılması istenen cezai uzlaşma girişimini yürürlüğe koyma hakkına sahip olmadığını vurguladı. Girişimin temel bir yasaya bağlı olduğunu söyledi. Musi anayasayı ihlal etmenin sonuçlarına ve meşruiyete karşı yapılan darbeye karşı da uyarıda bulundu.
Hükümetin kurulmasının geciktirilmesini de eleştiren Musi sözlerine şöyle devam etti:
“Ülke ekonomik bir felaketten geçiyor. Said’in yerinde olsaydım, devletin çarklarının bir dakika bile durmaması için hükümetin kurulmasını tamamlardım.”
Musi Said'e "geçmişte İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) ile ittifak yapan başarısız isimler" olarak tanımladığı kişileri kurulacak yeni hükümete seçmemesi çağrısında bulunarak söz konusu kimelerin ülkenin yıkımına neden oldukları için hesaba çekilmeleri gerektiğini vurguladı.
İnsan hakları dernekleri, Cumhurbaşkanı Said'in sözlerine yanıt olarak bugünlerde Tunus’ta gazetecilere uygulanan baskılar, işlerini yapmalarına izin verilmemesi ve ifade ve basın özgürlüğüne yönelik tehditler karşısında duydukları endişeyi dile getirdiler. İnsan hakları dernekleri bunların anayasa hükümlerine ve Tunus Cumhuriyeti tarafından kabul edilen Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin (ICCPR) 19’uncu maddesine aykırı olduğunu ve ayrıca Tunus’un yurtdışındaki itibarını da zedelediğini kaydettiler.
Ortak bir bildiriye imza atan dernekler, geçtiğimiz günlerde bazı güvenlik görevlilerinin siyasi partilere ve popülist akımlara bağlı aktivistler ve göstericilerin yanı sıra Arap ve yabancı basın kuruluşlarına mensup gazetecilere ve muhabirlere yönelik saldırılarını, tacizlerini ve tehditlerini kınadılar. Son olarak blog yazarı Yasin el-İyari’nin tutuklanması tartışmalara yol açtı. İyari’nin içinde Cumhurbaşkanı Said’in şahsını sert bir dille eleştirdiği ve Said’i “anayasaya ve seçim meşruiyetine karşı darbe” yapmakla suçladığı yazılarını yayınlamasının ardından dün tutuklandığı doğrulandı.
ABD’den Tunus’a aşı
Diğer yandan ABD'nin dün Tunus'a Kovid-19 Aşıları Küresel Erişim Programı (COVAX) aracılığıyla bir milyon doz Moderna aşısı göndermesinin ardından Tunus halkı ve sağlık camiasında olumlu bir hava esti. Bu adım, Cumhurbaşkanı Said ile ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken arasındaki telefon görüşmesinden sonra, yıkıcı salgının üstesinden gelmek için Tunus halkıyla yapılan ortaklık çerçevesinde geldi.
Bu bağış, Beyaz Saray'ın 21 Haziran 2021'de açıkladığı ve Tunus'a önemli bir pay ve öncelik ayırdığı küresel aşı dağıtımı planının uygulanması kapsamında geliyor.
Tunus Kartaca Uluslararası Havalimanı’nda yapılan teslim törenine Tunus Cumhurbaşkanlığı İnsan Hakları Dairesi Müdürü Nadia Akaşa, Tunus Dışişleri, Göç ve Yurtdışında Yaşayan Tunuslular Bakanı Osman el-Cerendi, Askeri Sağlık Genel Müdürü Dr. Mustafa Fercani ve Sağlık Bakanı Vekili Muhammed et-Trablusi katıldı. Tören sırasında ABD'nin Tunus Büyükelçisi Donald Bloom şu açıklada bulundu:
“ABD ve Tunus, virüsle mücadele etmek için salgın boyunca sıkı bir şekilde çalıştı. ABD bu sağlık krizinde Tunus halkına desteklerini sürdürecek. Amacımız hayat kurtarmak ve mümkün olan en fazla sayıda Tunusluya en kısa sürede elimizden geldiğince çok sayıda güvenli ve etkili aşı ulaştırmak.”
Bu haftanın başlarında, Tunus'taki ABD Büyükelçiliği ve ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM), Tunus Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde hemen kullanıma hazır bir milyon litre oksijen içeren 310 oksijen tüpünün teslim sürecini koordine etmişti.
ABD Dışişleri Bakanı, Tunus Cumhurbaşkanı’nın kendisine pazar gecesi aldığı olağanüstü kararların ülkeyi demokratik yola döndürmeyi amaçladığını söylediğini vurgulamıştı. Aynı zamanda bakan özellikle parlamentoyu yeniden açarak bu sözlerin eyleme dökülmesi gerektiğini söylemişti.
Perde arkasında DEAŞ'ın Lübnan'a dönüşünü kim destekliyor?https://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5160643-perde-arkas%C4%B1nda-dea%C5%9F%C4%B1n-l%C3%BCbnana-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9F%C3%BCn%C3%BC-kim-destekliyor
Perde arkasında DEAŞ'ın Lübnan'a dönüşünü kim destekliyor?
Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)
Tony Bouloss
Lübnan'daki her dönüm noktasında ve her büyük siyasi dönüşümün öncesinde, terör örgütü DEAŞ yeniden ortaya çıkıp uyuyan hücreleri faaliyete geçiyor ve böylece bölgesel nüfuz oyununda değişime maruz kalan ve gerileyenlerin çıkarlarının kesiştiği bir halka oluşturuyor. Lübnan güvenlik güçlerinin geçtiğimiz günlerde DEAŞ hücrelerini çökerttiğini açıklaması, bu bağlamdan bağımsız ve sıradan bir olay değildi.
Güvenlik güçleri dikkat çekici bir zamanda, Şam'daki bir kiliseye yönelik kanlı terör saldırısından birkaç gün sonra, yurt içinde terör eylemi düzenlemeye hazırlanan terör hücrelerini durdurduklarını açıkladı. Bu gelişme, radikal örgütün hem güvenlik hem de bölgesel gündemin ön saflarına geri dönmesine neden oldu.
DEAŞ’ın insansız hava araçları (İHA) üretiminde uzman bir saha liderine dönüşen ‘Kasura’ lakaplı Lübnanlı kimya öğretmeniyle ilgili haber, Şam'ın merkezinde Mar Elias Kilisesi'ndeki kanlı olay ve bu olaydan sadece birkaç saat önce ülkenin güney banliyölerinde düzenlenen Aşure etkinliğine bombalı saldırı düzenlemeyi planlayan bir hücrenin yakalandığına dair haberlerin basında yer alması, birdenbire DEAŞ neden şimdi ortaya çıktı? DEAŞ’ın geri dönüşü geçici bir güvenlik tesadüfü mü, yoksa bölgedeki kartları karmak ve aktörlerin konumlarını yeniden belirlemek için gerektiğinde kullanılacak bir siyasi koz mu?’ sorularının gündeme gelmesine neden oldu.
Lübnanlı güvenlik kaynaklarına göre DEAŞ’ın ‘Lübnan Vilayeti’ olarak bilinen biriminde faaliyet gösteren tutukluların ifadeleri, örgütün Lübnan'ı ‘cihat için doğrudan bir savaş alanı değil, destek ve lojistik yardımın sağlandığı bir ülke’ olarak gördüğünü ortaya koydu. Bu durum, söz konusu tutukluların üstlendiği görevlerin niteliğinden de anlaşılıyor. Bu kişilerin, lojistik ihtiyaçların karşılanması ve Suriye'ye nakledilmesiyle sınırlı görevleri vardı.
Kasura
Tutuklananların en önemlilerinden biri Kasura olarak bilinen, 1997 doğumlu ve Bekaa'nın (doğu) Kamd el-Luz kasabasından gelen, kimya alanında yüksek lisans derecesine sahip ve özel öğretmen olarak çalışan bir kişidir. Bu durum, terör örgütlerinin bilimsel kadroları kendilerine çekmedeki karmaşık boyutunu yansıtmaktadır. Başlangıçta Lübnan'da ‘DEAŞ vali yardımcısı’ görevini üstlenen Kasura, daha sonra terfi ederek Lübnan'ı olası hedefler listesine alan ağlardan ve hücrelerden sorumlu ‘vali’ görevine getirildi. Kasura, bu görevi üstlendikten sonra çeşitli bölgelerde emrinde çalışan yaklaşık 15 kişiden oluşan gizli bir ağı yönetti ve Lübnan'ı özel operasyonlar için olası hedefler listesine dahil etti.
Aynı güvenlik kaynağına göre bu veriler Suriye'deki güvenlik açısından zayıf bölgeler ile DEAŞ’ın Lübnan'ın iç kesimlerindeki uzantıları arasındaki yakın bağlantıyı yeniden teyit ederken bu durum güvenlik güçlerini DEAŞ ideolojisini benimseyen hücrelerin olası geri dönüşü karşısında ek zorluklarla karşı karşıya getiriyor.
İhvan kapısı
Siyasi analist ve yazar Nebil Ebu Mansur, DEAŞ'ın yeniden ortaya çıkmasının özellikle de bazı tekfirci grupların sınır ötesi bir baskı aracı veya terör aracı haline geldiği durumlarda bölgesel nüfuz mücadelelerinden ayrı düşünülemeyeceğini vurguladı. Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın (İhvan-ı Müslimin) birçok durumda ılımlı bir siyasi yüz göstermiş olmasına rağmen, şiddet yanlısı katı akımların gelişmesi için entelektüel bir deney alanı olmaya devam ettiğini belirten Ebu Mansur, Müslüman Kardeşler'in geleneksel siyasi faaliyetlerindeki projeleri başarısızlığa uğradığında, aşırı uçlar daha radikal cihatçı başlıklar altında yeniden ortaya çıkıyor ve DEAŞ ve benzeri örgütler, olası bir istikrar sürecini bozmak için son çare olarak kalıyor.
Özellikle Lübnan’da DEAŞ hücrelerinin yeniden harekete geçmesinin her zaman büyük dönüşümler veya iç siyasi tıkanıklıklarla aynı zamana denk geldiğine dikkati çeken Ebu Mansur, “Suriye'de ise bu tür hücreler zaman zaman eski dengeleri korumak veya herhangi bir kesin siyasi çözümü geciktirmek için kanlı bir mesaj olarak kullanılıyor” dedi. DEAŞ'ın şu anda izole bir durumdan ziyade, ‘İhvan-ı Muslimin’ adlı entelektüel ve siyasi hastalığın kronik bir belirtisi olduğu söyleyen Ebu Mansur, “Zira bu grup, koşullar gerektirdiğinde yeni nesil radikaller yetiştirmeye devam edebiliyor” diye ekledi.
İdeolojik bağ
Öte yandan Maşrık Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Sami Nadir, doğrudan ideolojik bağ olduğu savını çürütmeye çalıştı. Müslüman Kardeşler ekolünün, El Kaide ve DEAŞ gibi grupların ortaya çıkmasından önce küresel cihada ilk teorik gerekçeyi sağlayan ekol olduğunu söyleyen Nadir, “Bazı çevreler, Müslüman Kardeşler örgütü içinde Londra, Şam ve diğer kanatlar arasında yaşanan çatlakların, istikrarı sarsmak veya gri alanlara baskı uygulamak gerektiğinde kullanılabilecek ideolojik temeli ortadan kaldırmadığını düşünüyor” dedi. DEAŞ'ın bugün Lübnan ve Suriye'de yeniden ortaya çıkmasının zamanlamasının tesadüf olmadığının altını çizen Nadir, “Bir yandan güvenlik boşlukları bu kartlarla doldurulurken, diğer yandan DEAŞ'ın geri dönüşünün siyasi kartları yeniden karacağı ve bölge ülkelerini terör endişelerinin esiri haline getireceğini bilen bölgesel aktörler var. Bu da bölgesel müzakerelere yeni boyutlar kazandırıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Emekli Tuğgeneral George Nadir ise değerlendirmesinde şunları söyledi:
“Lübnan'da radikalizm için verimli olan bataklığın hiçbir zaman kurumadığını, yoksulluğun artması, devlete güvenin zayıflığı ve resmî kurumların dışında silahların varlığının devam etmesi, ulusal güvenliğin duvarında delikler açmaya yetecek faktörlerdir.”
Tuğgeneral Nadir’e göre devletin egemenlik meselesi olarak büyük önem taşıyan Hizbullah’ın silahları, devletin boşluğunu, iç çelişkileri ve güç dengesindeki adaletsizliği istismar eden terörist hücrelerin istismarına açık hale getiriyor.
Lübnan iç güvenlik güçleri, 2022 yılında DEAŞ'tan ele geçirdiklerini söyledikleri silahları sergiliyor (AFP)
Avukat Muhammed Sabuh da dosyanın belirli bir anlatıyı doğrulamak için siyasi bir belgeye dönüştüğünü söyledi. Basın mensupları önünde yaptığı açıklamada “Sıradan bir okulda kimya öğretmeni olan bir kişi, Irak ve Suriye'de DEAŞ'ın bile başaramadığı roket üretiminde nasıl uzmanlaşabilir? Irak ve Suriye'deki DEAŞ'ın bile başaramadığı bir şeyi nasıl başarabilir?” sorularını sıralayan Sabuh, gerçek tehlike iddia edilenden daha az olsa bile Lübnan'daki ‘derin devletin’ Batılı müttefiklerine terörle ‘açıkça savaş halinde’ olduğunu kanıtlayacak herhangi bir belge aradığını belirtti.
Olayların karmaşık bölgesel bağlamları
Şam'daki kilise saldırısı ile Beyrut'taki DEAŞ hücrelerinin ortaya çıkarılması, olayı yerel ölçekten daha geniş bir bölgesel ölçeğe taşıdı. İstihbarat ve diplomatik raporlara göre Şam'daki terör saldırısı, DEAŞ’a destek veya kaos ortamında dağınık unsurlarını yeniden bir araya getirme kabiliyetine dair eski mesajları yeniden gündeme getirdi.
Batı taraflarca yapılan bazı analizler, bu durumu doğrudan İran’ın bölgesel projesi olan direniş ekseninin birçok alanda yaşadığı boşluk dönemiyle ilişkilendiriyor. Direniş ekseninin Suriye'de ve uluslararası baskıların Hizbullah üzerinde yarattığı etkilerle üst üste aldığı darbeler, bazı aktörleri yedek kartlarını oynamaya itti. Bu kartlar arasında, onlarca yıldır sıcak bölgeleri meşgul etmek ve silahların ve devlete paralel sistemlerin varlığını haklı çıkarmak için güvenlik söylemini canlı tutmak için kullanılan aşırı uçlardaki kartlar da bulunuyor.
İslamcı gruplar üzerine uzmanlaşmış merkezlerin güvenlik raporları ve araştırmaları, Müslüman Kardeşler ile İran destekli direniş ekseni arasında çıkarların örtüştüğünü ve böylece DEAŞ’ın, Suriye ve Lübnan'da iktidara karşı harekete geçirilerek İran ile dolaylı olarak anlaşmazlıkları veya uzlaşmaları olan birçok tarafın ortak noktası olan istikrarı bozmayı ve gerginliği sürdürmeyi amaçlandığını belgeliyor.
Söz konusu raporlar, Hamas Hareketi’nin dini referansları farklı olsa da, İran'dan finansman alan ve direniş ekseni içinde faaliyet gösteren radikal grupların bir araya geldiği açık bir örnek olduğuna işaret ediyor.
Hizbullah'ın anlatısı
Bu karmaşık ortamda, eski bir soru olan ‘Hizbullah’ın DEAŞ’ın bu ani ortaya çıkışından faydalanıyor mu?’ sorusu yeniden gündeme geldi. Bu sorunun birden fazla cevabı var. Hizbullah sahadaki tüm değişiklikleri mutlak olarak kontrol etme gücüne sahip değilse de sürekli bir terör tehlikesi olduğu söyleminin, silahların Lübnan’ı koruduğu söylemini desteklediği inkâr edilemez.
Öte yandan DEAŞ'ın bu hareketliliğinin, ABD'nin Lübnan devletinden Hizbullah'ı silahsızlandırmak ve güvenlik ve askeri konumunu sona erdirmek için net bir plan ortaya koymasını istediği sürenin bitmesine birkaç gün kala başlaması dikkati çekti. DEAŞ'ın hassas bir dönemde ‘dramatik’ bir şekilde ortaya çıkması ve sahada terör eylemlerinin yapılması, silahların ve İHA’ların ele geçirilmesi, Hizbullah’ın Lübnan'ın güvenliğinin ordunun tek başına caydıramayacağı gruplar tarafından tehdit edildiği yönündeki söylemini güçlendiriyor.
Kritik bir süreç
Siyasi kaynaklara göre Lübnan'da DEAŞ hücrelerinin durdurulmasıyla eş zamanlı olarak Hizbullah, kendisini ve İran'ı DEAŞ hücrelerinin eylemleriyle ilişkilendiren herhangi bir analizi, yerel ve bölgesel siyasi konumuna hizmet edecek şekilde uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu bağlamda Hizbullah’a bağlı medya kuruluşları, soruşturmaların DEAŞ’a bağlı hücrenin İsrail’in dış istihbarat servisi Mossad’la bağlantısını kanıtladığını ve üyelerinin telefonlarında İsrail istihbaratıyla iletişim kurmak için kullanılan uygulamalar keşfedildiğini iddia eden bir haber yayınladı. Ancak bu iddialara ilişkin henüz resmi bir doğrulama yapılmadı.
Gazeteci Ali el-Emin, söz konusu haberle ilgili yorumunda resmi makamların bu grubun gerçek kimliğini açıklaması gerektiğini ve soruşturma sonuçlarını beklediklerini söyledi. Ancak bunun, bu hücrenin ortaya çıkarılmasının özellikle ateşkes anlaşmasının geri kalan kısmının uygulanması için bir plan hazırlanması konusunda hükümet ve Hizbullah üzerinde baskı yaratan siyasi gelişmelerle bağlantılı olduğu gerçeğini zayıflatamayacağını vurgulayan Emin, “Bu eylem, Hizbullah’ın kendi çevresinde gayri resmi olarak yaydığı, Lübnan ve Hizbullah çevrelerine yönelik terör tehlikesi argümanını güçlendiriyor” dedi. Böyle bir hücrenin çökertilmesinin kritik bir siyasi dönemde bu fikri desteklediğine dikkati çeken Emin, “Bununla birlikte bu hücrenin DEAŞ'a bağlı olduğunu doğrulayan bilgilerin doğruluğu konusunda da birtakım soru işaretleri var. DEAŞ’ın bölgedeki yükselişi ve düşüşü, her zaman Suriye, Irak ve diğer ülkelerde yaşanan bölgesel ve uluslararası çatışmalarla bağlantılıydı ve görevinin sona erdiğine dair işaretler vardı” yorumunda bulundu.
Radikal düşünceleri besleyen ortam
Diğer yandan siyasi analist Ali es-Sibiti, Hizbullah'ın siyasi zamanlamaya göre DEAŞ hücrelerini harekete geçirdiği yönündeki söylentilerin, onun imajını zedelemek ve terörle mücadelede oynadığı gerçek rolü gözden kaçırmak için yapılan bir girişimden ibaret olduğunu öne sürdü.
Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Hizbullah’ın ‘Suriye ve Lübnan'da tekfirci gruplarla mücadelede büyük bedeller ödediğini ve DEAŞ kartını kullanmaya gerek duymadığını, aksine sahada bu gruplara karşı savaştığını söyleyen Sibiti, “DEAŞ hücrelerinin ortaya çıkarılmasının zamanlaması ile Hizbullah’ın bu hücreleri kullandığı suçlaması arasında bir bağlantı kurmak, gerçekçi veya güvenlik açısından hiçbir temeli olmayan siyasi bir sonuçtur. Çünkü bu hücrelerin üyelerini tutuklayan ve soruşturmayı yapan devletin yasal kurumlarıdır. Terörle mücadele için etkili bir güvenlik ve siyasi destek olmasaydı, ordunun istihbarat müdürlüğü, karmaşık ve tehlikeli bir ağı yöneten Kasura gibi bir kişiyi tutuklayamazdı” şeklinde konuştu.
Sibiti, son olarak şunları söyledi:
“DEAŞ'ın bugün oluşturduğu tehlike, radikal düşünceleri besleyen ortamın halen var olduğunu teyit ediyor. Fakat bu ortam Hizbullah tarafından yaratılmamış ve onun çıkarlarına da hizmet etmiyor. Aksine, Lübnan'ın düşmanları tarafından Lübnan'a baskı uygulamak için kullanılıyor. Hizbullah ise bu terörizmi beslemek yerine caydırmak için çaba harcıyor.”