Irak'ın Şattülarap'da baraj inşa etme çabaları başarılı olacak mı?

İran'ın itirazda bulunmadığı projenin maliyetinin 1 milyar dolar olması tahmin ediliyor. Hedef, tuzlanma oranını azaltmak ve kirliliğe son vermek

Şattülarap Barajı, tuzlanmanın Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği noktaya girişini önlemeyi amaçlıyor. (AFP)
Şattülarap Barajı, tuzlanmanın Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği noktaya girişini önlemeyi amaçlıyor. (AFP)
TT

Irak'ın Şattülarap'da baraj inşa etme çabaları başarılı olacak mı?

Şattülarap Barajı, tuzlanmanın Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği noktaya girişini önlemeyi amaçlıyor. (AFP)
Şattülarap Barajı, tuzlanmanın Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği noktaya girişini önlemeyi amaçlıyor. (AFP)

Müeyyed Tarfi (Iraklı muhabir)
Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği nokta olan Basra şehrindeki Şattülarap’ta su kirliliğini 2009 yılından bu yana Basra Körfezi’nden gelen ve nehirlere karışan tuzlu suyu azaltmak için harekete geçildi. Araştırma merkezleri ve uzman Irak resmi departmanları baraj inşa edilmesi için bir dizi öneri sunuldu.
Ancak tüm bu çalışmalar ve öneriler, ne ardı ardına yönetime gelen Irak hükümetleri ne de Irak Parlamentosu tarafından ciddiyetle ele alınmadı ve gereken ilgiyi görmedi. Basra şimdiye kadar her yaz tuzlu ve kirli su krizine şahit olunan, sakinlerinin yaşamlarını tehdit eden bu dosyaya çözüm bulunamaması nedeniyle şehirde her yıl protesto gösterileri patlak vermesiyle yükselişe geçen bir tür vaat olarak gündeme geldi.
Irak'ın çeşitli şehirlerinden atık suların Şattülarap’a yönlendirilmesine son verilmesi ve suların en az kirlilik oranıyla deşarj edilmesi için çözüm bulunması gerektiği uyarılarına rağmen Irak'ın yaşadığı sorunlar ve mali kriz, atık suların arıtılarak tarımda sulamada kullanılmasına yönelik birçok özel projeyi durdurdu.
Irak Su Kaynakları Bakanlığı, tuzlanma oranlarının Fırat ile Dicle nehirlerinin birleştiği noktaya (özellikle de burası İran ile Irak arasında ortak olduğu için) ulaşmasını önleyecek düzenleyici bir proje olan Şattülarap Barajı’nın inşası ve hayata geçirilmesi konusunda inisiyatif almaya çalışıyor. 

İran onayı
Su Kaynakları Bakanlığı Sözcüsü Avn Ziyab konuya dair Irak resmi haber ajansına verdiği demeçte şunları söyledi:
 “İran ve Irak arasında ortak bir baraj inşa edilmesi hayati önem taşıyan bir konu olup defalarca gündeme gelmiştir. Ancak konumu ve yeri konusunda görüş ayrılıkları bulunmaktadır. İran bunu onaylıyor ve ilgili kişiler de bu konuda itirazları olmadığını belirttiler. Pratik açıdan, dünyanın tüm ülkelerinde nehirler denizlere ve okyanuslara akar ve çoğunda rezervuarı olmayan ancak tuzlanmanın nehir sularına ulaşmasını önleyen düzenleyici barajlar kurulur. Prensip olarak, teknik ve bilimsel açıdan barajın inşası için uygun yer suların birleşme noktasıdır.”
İran’ın Karun Nehri sularının yanı sıra Şattülarap kıyısındaki nehirlerin de suyunu kesmesi dolayısıyla tuzlanma oranının daha da arttığını vurgulayan ve Şattülarap’da yaşanan değişkenler olduğuna dikkat çeken Ziyab sözlerini şöyle sürdürdü:
“İran, barajın inşası konusunda nihai bir anlaşmaya varılması durumunda belirli bir miktar suyu serbest bırakma taahhüdünde bulunacaktır. Tuzlanmanın Karun Nehri'ne ulaşması korkusuyla nehrin sularını eskiden olduğu gibi sürekli olarak bloke etmeyecektir. Barajın mevcudiyeti, İran'ın Şattülarap'ı belirli miktarlarda Karun Nehri’nin suyu ile besleme taahhüdüne bağlı kalmasını sağlayacak. Çünkü böylece Şattülarap’ın çevresi ve bu bölgedeki seyrüsefer korunmuş olacak. İran, Şattülarap'taki seyrüseferden Irak'tan daha fazla yararlanıyor. Ahvaz bölgesindeki Muhammira ve Abadan limanlarının kendisi için önemi büyük. Bu iki limanın faaliyetleri, Irak’ın Şattülarap'taki limanlarından daha fazla.”
Ziyab ayrıca Irak’ın bölgede Ebu Flus ve el-Makal adında iki limanı bulunduğuna ve bunların halen atıl durumda olduğuna da dikkat çekti.
Şattülarap'ta seyrüsefer, İran-Irak savaşı, Birinci Körfez Savaşı (1991) ile İkinci Körfez Savaşı (2003) sırasında tahrip edilen gemilerden ve teknelerden temizlenmediği için halen pek çok sorunla karşı karşıya.

Tuzlu olmayan bir su kanalı
Ziyab, barajın inşasının nehrin bol miktarda su ile beslenmesini gerektirdiğini, bu nedenle Şattülarap’ın tuzlu olmayan bir su kanalına, doğasına geri döneceğini söyledi. Bunun da tuzlu suların Basra’ya ulaşmasını kesinlikle engelleyeceğini, dolayısıyla barajın bu soruna en ideal çözüm olduğunu kaydetti. Ziyab ayrıca Maysan vilayetindeki Kalat Salih'ten bırakılacak miktarların genel olarak Şattüarap’ın her iki tarafında da içme suyu ve tarım amaçlı kullanılacağını vurguladı.
Ziyab açıklamasın devamında baraj için konum olarak Ebu Flus Limanın seçilebileceğinden ve Şattülarap’ın Basra Körfezi'ne döküldüğü son sınır olan Ras el-Bişa’ya kadar uzanabileceğini söyledi. Bu bölgenin tuzlu suya sahip olduğuna, barajın Şattülarap’ın kalan tatlı sularının korunmasını sağlayabileceğine ve Dicle ve Fırat nehirlerinin denize döküldüğü nokta olarak bölgenin doğal gelgitlerden balıklara sabit ekolojik özellikler içerdiğine işaret etti.

İtalyan tasarımları
Irak’taki Büyük el-Fav Limanı’nı tasarlayan İtalyan şirket Technital, Basra Barajı'nın inşasıyla ilgili çalışma planlarını ve tasarımlarını sundu.
Irak Limanları Genel Şirketi Genel Müdürü Ferhan el-Fertusi, “Technital firması, benim ve şirketin iki yöneticisinin katıldığı, Basra Barajı'nın inşaatıyla ilgili tasarımlarını ve özel çalışma planını ortaya koyduğu bir sunum yaptı” dedi.
Fertusi, İtalyan firmanın tüm bilgileri, tasarımları, çalışma planlarını, barajın yapım yöntemi, yeri, su miktarları, kanalizasyon, atıklar ve kirletici maddelerle kirletilen Şattülarap suyunun nasıl arıtılacağına dair de bilgiler sunduğunu söyledi. Ayrıca şirketinin, barajın inşası için gerekli çalışmaları finanse ederek ve ardından bunları uygulayarak Şattülarap üzerinde Basra Barajı’nı inşa etme taahhüdünde bulunduğunu kaydetti.

Maliyeti 1 milyar dolardan fazla
Su Kaynakları Bakanlığı Enformasyon Direktörü Inmar el-Safi, Irak Limanları Genel Şirketi’nin bu tasarımlardan birini seçeceği ve barajın yapım maliyetinin 1 milyar dolar olmasının tahmin edildiği bilgisini verdi. Safi ayrıca barajın yapım amacının, tuzlanma oranını azaltmak ve Şattülarap'ta seyrüseferi korumak olduğunu söyledi. Sunulan tasarımlardan bazılarının İngiltere ve diğer ülkelerde uygulanmış olduğuna, çeşitli tasarımların bulunduğuna, su ve seyrüseferi düzenlemeyi amaçladığına işaret etti.
Safi açıklamasında Ulaştırma Bakanlığı'nın projenin tasarımlarını finanse edeceğini, federal hükümetin de 1 milyar dolardan fazlaya mal olacak projeye finansman sağlayacağını doğruladı.

Deniz suyunu arıtma
Buna karşılık, eski Basra Vali Yardımcısı Vael Abdullatif, tuzlu suyun tatlı suya karışmasını önlemek için Şattülarap’ta bir baraj inşa edilmesinin yanı sıra tarım ve içme suyu için bir deniz suyu arıtma tesisi de kurulması çağrısında bulundu.
Şattülarap üzerinde bir baraj bulunmamasının su oranı yüksek olduğunda fazla suyun denize akmasına, az olduğunda ise denizden gelen tuzlu suyun oranının artmasına, bunun da 100 kilometrelik mesafedeki el-Aşar bölgesine kadar Şattülarap’ın sularındaki tuzlanma oranının yükselmesine yol açtığını söyledi. Baraj yapımının Dicle ve Fırat nehirlerinden gelen sulardan yararlanılmasını, su kalitesinin o bölgedeki tarımsal ürünlerin sulanmasında kullanılacak kadar iyi olmasını sağlayacağına, bunun da tarım alanlarına yapılan yatırımları artıracağına dikkat çekti.

Su savaşları
Şattülarap sularındaki kirliliğin 1982'de, batan gemilerin sayısı arttığında başladığına dikkat çeken Abdullatif  bunun ham petrolün Şattülarap'ın sularına sızmasına neden olduğunu, kirlilik ile sudaki kabul edilemez kokunun artmasına yol açtığını belirtti. 1990’lı yıllarda ise Basra Havalimanı yakınından su sağlayan el-Bidaa bölgesinden Basra'ya su taşıyan el- Kaid Nehri’nin kurulduğunu hatırlattı. Basra için Maysan vilayetindeki Kalat Salih bölgesinde inşa edilen bir barajdan sağlanan suyun yüzdesinin, Maysan ve Kut gibi bazı vilayetlerin yetkililerinin buradan azımsanmayacak miktarda su çekmeleri nedeniyle azaldığına dikkat çekti.
Abdullatif, İngilizlerin deniz suyunu arıtmak ve Basra'ya nakletmek için Water  Play adında bir proje teklifinde bulunduklarını ve bununla Basra’nın bu tür projeleri hayata geçiren diğer Körfez ülkeleri gibi yeterli suya kavuşacağını söyledi. Projenin söz konusu şirkete verilmesinin kararlaştırıldığını ve şirketin 2 yıl içinde bunu uygulamaya hazır olduğunu açıkladı. Abdullatif ayrıca projenin yıllardır engellendiğine ve bazı ajanda sahiplerinin projeyi başka şirketlere verme arzusu nedeniyle hayata geçirilemediğine dikkat çekti.
Basra’daki suyun kullanıma uygun olmadığını, zehirli ve kirli olduğunu, dolayısıyla barajın ve deniz suyu artıma tesisinin yapım iradesinin gösterilmesi gerektiğini belirten Abdullatif  Her iki projenin de yararlı olacağını, baraj ile arıtılan suyun tarımsal projelerde sulama amaçlı kullanılabileceğini ve deniz suyunu arıtma tesisi ile de içme suyu elde edilebileceğini vurguladı.
Su arıtma sisteminin yapımının kolay bir faizle taksitler halinde geri ödenecek bir İngiliz kredisi ile gerçekleştirileceğini doğruladı.

Stratejik proje
Irak Dürüstlük Komisyonu, Irak İskan, İmar, Belediyeler ve Bayındırlık Bakanlığı’nı Basra vilayetindeki deniz suyunu arıtma tesisi projesinin uygulanmasını geciktirmekten sorumlu tutmuştu.
Komisyonun Önleme Dairesi, Irak Başbakanlığı’na sunduğu bir raporda Basra su arıtma tesisi projesinin inşası için tahsis edilen 10 milyar sterlinlik İngiliz kredisinden yararlanma hususunda bakanlığın açıkça geciktiğine işaret etti. Bakanlığın sadece İngiliz şirketler ile anlaşma taahhüdüne bağlı kalma bahanesiyle deniz suyunu arıtma alanında satış ve benzeri faaliyetleri olan başka hiçbir uzman şirket ile de sözleşme imzalayamadığı vurgulandı.
Raporda, söz konusu stratejik projeyi tamamlamak için zamana yatırım yapılması ve kaybedilen vaktin telafi edilmesi gerektiği vurgulandı. Zira projenin özellikle Basra, genel olarak da güney ve orta Fırat vilayetlerine, keza başkent Bağdat’a hizmet etmesinin yanı sıra Dicle ve Fırat'ın kaynaklarını kontrol eden komşu ülkelerin bırakılacak su miktarıyla ilgili yükümlülüklerini yerine getirmeyi kabul etmemeleri halinde ülkenin su güvenliğini sağlayacağı kaydedildi.
Raporda ayrıca söz konusu projenin saatte 1 milyon metreküpe kadar su kapasitesi sağlayacağı ve bu nedenle hızlandırılmasının önündeki tüm engellerin kaldırılması gereken en önemli stratejik bir adım olduğu belirtildi.



Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn: İsrail’le görüşmeler olumlu hedef ikinci bir savaşı önlemek

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn (Reuters)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn (Reuters)
TT

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn: İsrail’le görüşmeler olumlu hedef ikinci bir savaşı önlemek

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn (Reuters)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn (Reuters)

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, bugün (Perşembe) yaptığı açıklamada, Lübnan ile İsrail arasında yürütülen ateşkes izleme mekanizmasına ilişkin görüşmelerin olumlu geçtiğini ve temel hedefin ikinci bir savaşın önüne geçmek olduğunu söyledi. Avn, mekanizmanın 19 Aralık’ta yeniden toplanacağını açıkladı.

Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre Avn, Baabda Sarayı’nda düzenlenen kabine toplantısında, ABD’de eski Beyrut Büyükelçisi olan Simon Karam’ın, Meclis Başkanı Nebih Berri ve Başbakan Nevvaf Selam ile yapılan istişareler sonucu sivil bir üyenin katılımı amacıyla heyet başkanlığına getirildiğini belirtti.

İlk doğrudan temas: UNIFIL’de tarihi toplantı

İsrail’in büyük çaplı bir tırmanış başlatabileceğine dair endişeler sürerken, Lübnanlı ve İsrailli iki sivil temsilci Çarşamba günü UNIFIL karargâhında ateşkes mekanizması komitesinin toplantısına katıldı. Bu adım, iki ülke arasında on yıllardır görülmeyen ilk doğrudan görüşme olarak kaydedildi.

dfrgt
İki Lübnan askeri, 28 Kasım 2025'te Güney Lübnan'daki Alma el-Şaab köyündeki bir Lübnan askeri noktasından, İsrail askeri karakolu Hanita'ya (solda) ve geçen yıldan bu yana İsrail güçlerinin işgal ettiği beş tepeden biri olan Labouneh'e (sağda) bakıyor (AP)

Hükümet toplantısı sonrası konuşan Enformasyon Bakanı Paul Morkos, Avn’ın “İlk oturumun çok üretken olması beklenemezdi ancak 19 Aralık’ta başlayacak sürecin yolunu açtı” sözlerini aktardı. Avn, görüşmelerin amacının hiçbir toplumsal grubu hedef almak değil bütün Lübnan’ı korumak olduğunu vurguladı.

fgthy
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn (Reuters)

Avn, “Şu ana kadar tepkiler olumlu. Bunu ikinci bir savaşın gölgesini Lübnan’dan uzaklaştırmak için kullanmalıyız” dedi. Müzakerenin tek yol olduğuna işaret eden Avn, “Lübnan’ın egemenliğinden taviz yok” diye konuştu.

Görüşmelerin çerçevesi: Sadece güvenlik

Cumhurbaşkanı Avn, Simon Karam’a verilen talimatların “tamamen güvenlik başlıklarına” odaklandığını belirterek bunları şöyle sıraladı:

İsrail saldırılarının durdurulması

İşgal altındaki noktalardan çekilme

Sınırların belirlenmesi

Esirlerin serbest bırakılması

Avn, yarın Beyrut’a gelecek BM Güvenlik Konseyi temsilcilerine, “müzakerelerin başarısı için İsrail’in olumlu ve ciddi tutum takınması yönünde baskı yapılması” çağrısında bulunacağını söyledi.

vfg5th
4 Aralık 2025'te Güney Lübnan'ın Cbaa kentinde İsrail bombardımanında hasar gören bir bölgedeki enkazın yanında bir sivil savunma kamyonu duruyor (Reuters)

Cumhurbaşkanı, heyetin ayrıca yıl sonuna kadar Hizbullah’a ait askeri tesislerin sökülmesi planının ilk aşamasını tamamlaması beklenen Lübnan ordusunun çalışmalarını yerinde incelemek üzere güneye gideceğini belirtti.

Toplantıya Simon Karam ile İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi’nin dış politika direktörü Yury Resnick katılırken, ABD’li arabulucu Morgan Ortagus da hazır bulundu. ABD ve Fransa gelişmeyi memnuniyetle karşıladı.

Ekonomik iş birliği yok

Enformasyon Bakanı Morkos, görüşmelerin ekonomik iş birliği veya barış anlaşması gibi başlıkları kapsamadığını belirterek şunları söyledi: “Naqura görüşmeleri yalnızca güvenlik odaklıdır.”


Gazze’de güç dengelerini sarsan Yaser Ebu Şebab’ın kanlı  sonu: Hamas’ın düşmanı, İsrail’in ortağı mı?

TT

Gazze’de güç dengelerini sarsan Yaser Ebu Şebab’ın kanlı  sonu: Hamas’ın düşmanı, İsrail’in ortağı mı?

Gazze’de güç dengelerini sarsan Yaser Ebu Şebab’ın kanlı  sonu: Hamas’ın düşmanı, İsrail’in ortağı mı?

Gazze’de Hamas’ın düşmanı olarak bilinen ve yardım tartışmalarının merkezine oturan Yaser Ebu Şebab bugün (perşembe) hayatını kaybetti. İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşında adı sık sık gündeme gelen Ebu Şebab, özellikle kuşatma altındaki bölgeye insani yardımların girişinde oynadığı rol nedeniyle tartışmalara konu olmuştu.

İsrail ordusuna ait radyo, güvenlik kaynaklarına dayandırdığı haberinde, Hamas karşıtı aşiret liderlerinden Yaser Ebu Şebab’ın, daha önce aldığı yaralar nedeniyle Beerşeba’daki Soroka Hastanesi’nde hayatını kaybettiğini duyurdu. Ebu Şebab'ın yaralı halde İsrail’e nakledildiği belirtilmişti.

dsfgt
Yaser Ebu Şebab (Sosyal Medya)

Silahlı Ebu Şebab grubu, Gazze’nin güneyindeki Refah bölgesinde faaliyet gösteriyor. Ebu Şebab, daha önce yaptığı açıklamalarda, grubunun tek bağlantısının Filistin Yönetimi olduğunu vurgulamış ve İsrail’le işbirliği yaptığı yönündeki suçlamaları reddetmişti. Gazze’de kurduğu “Halk Güçleri” isimli milis yapılanmasının “terörle mücadele grubu” olarak adlandırılmasını talep etmişti.

İsrail ordusuna ait radyo ise Ebu Şebab’ın İsrail’le işbirliği yaptığını ve Gazze’nin güneyinde Hamas’a karşı kurulan ilk silahlı grubun lideri olduğunu iddia etti. Ebu Şebab’ın son olarak kimliği belirsiz silahlı kişiler tarafından hedef alındığı aktarılmıştı.

Yardımların yeniden girişinde tekrar gündeme geldi

Birkaç ay önce insani yardımların Gazze’ye yeniden girişinin başlamasıyla Ebu Şebab yeniden görünür hale geldi. Yaklaşık üç ay süren sessizliğin ardından Facebook hesabını aktif kullanmaya başlaması dikkat çekti.

frgt
Bir çocuk, 28 Mayıs 2025'te Refah'taki Gazze Yardım Vakfı'ndan aldığı bir torba pirinçle Han Yunus'a ulaşmanın mutluluğunu yaşıyor (AP)

Gazze’de bazı kesimler Ebu Şebab’ı geçmiş dönemlerde gelen insani yardımları yağmalamakla suçlarken, kimileri de tam tersine “yardımları koruduğunu” savunuyordu.

Mayıs ayında sosyal medya hesaplarını yeniden aktif hale getiren Ebu Şebab, yardımların güvenli şekilde sivillere ulaştırılmasını sağladığını duyurdu. Bu durum, neden birden ortaya çıktığına ve bu açıklamaların arkasındaki amaçlara dair yeni soru işaretleri yarattı.

Şarku’l Avsat’a konuşan bazı yerel kaynaklar, Ebu Şebab ve silahlı grubunun özellikle İsrail kontrolündeki Refah ile Han Yunus’un doğu ve güneydoğusu arasındaki bölgelerde bulunduğunu söyledi. Bu bölgelerde yalnızca Ebu Şebab’ın mensubu olduğu Tarabin kabilesinden az sayıda sivil kalmış durumda.

jy6j
28 Mayıs'ta Han Yunus'ta Gazze Yardım Vakfı'ndan aldığı iki şişe petrolü sallayan bir Filistinli (Reuters)

Geçen hafta İsrail’in uluslararası baskılara boyun eğerek 2 Mart’ta durdurduğu yardımların girişine yeniden izin vermesinin ardından Gazze’ye yardım sevkiyatı yeniden başladı. Küresel açlık gözlemevleri, uygulanan ablukanın yaklaşık yarım milyon Gazzeliyi kıtlık riskiyle karşı karşıya bıraktığını açıklamıştı.

Ebu Şebab kimdir?

Ebu Şebab’ın kurduğu silahlı grubun kaç kişiden oluştuğu bilinmiyor; bazı görüntüler ve sosyal medya paylaşımlarına göre bunun yüzlerce kişiden oluştuğu tahmin ediliyor. Grubun silahlı araçlara ve arazi tipi kamyonetlere sahip olduğu görülüyor.

 Şarku'l Avsat, Ebu Şebab'ın yardım konusundaki rolünün niteliğini öğrenmek için kendisiyle doğrudan iletişime geçemedi, zira tüm telefon numaraları kapalıydı.

frg
28 Mayıs 2025'te Gazze Şehri'nde sıcak yemek dağıtan bir yardım kuruluşunun mutfağında toplanan kalabalık (DPA)

Onu tanıyan bazı kaynaklara göre Ebu Şebab, geçmişte Hamas polisi tarafından uyuşturucu ticareti suçlamasıyla gözaltına alınmış, savaşın başlamasının ardından cezaevinden kaçmayı başarmış basit bir gençti. Siyasi bir örgütle bağlantısı bulunmuyordu ve İsrail’le işbirliği yaptığına dair bir kayda da rastlanmamıştı. Tarabin kabilesinde silah taşımak yaygın bir pratik olarak görülüyor.

Kasım 2024’te Gazze’de bazı mahallelerde yaşanan yardım yağmaları sonrasında Hamas güvenlik güçleri, Ebu Şebab’ın bulunduğu noktalara baskın düzenlemiş; en az 20 kişi ölmüş, çok sayıda kişi yaralanmıştı.

Olaylar sırasında bir zırhlı araca atılan tanksavar mermisinin onu öldürdüğü iddia edilmiş, ancak daha sonra ölen kişinin kardeşi olduğu ortaya çıkmıştı. Bu olaydan sonra Ebu Şebab’ın İsrail ordusunun ileri hatlarına yakın bölgelere kaçtığı belirtilmişti.

Yağma mı, koruma mı?

Ebu Şebab’ın tekrar ortaya çıkmasının ardından, gruba ait olduğu söylenen videolarda yardım konvoylarının ve yabancı heyet araçlarının güvenliğini sağladıkları görülüyor. Görüntülerde Tarabin mensupları, Gazze’ye gelen heyetlerle konuşurken yer alıyor.

Her yardım girişinden sonra Ebu Şebab, Facebook hesabından yardımı koruduklarını ve teslim ettiklerini iddia eden paylaşımlar yapıyor. Hamas kontrolündeki bölgelere “diğer taraf” diyerek göndermede bulunuyor.

Bir paylaşımında şu ifadeler yer alıyor:

“Yardımları onurla dağıttığımızda bizi karaladılar. Koruduğumuzda suçladılar. Biz bu halkın evlatlarıyız.”

Meydandaki bazı kaynaklar, yağmalanan yardımların Hamas’ın eline geçmediğini, koruma olmadığı için sivil bölgelerde çetelerce çalındığını; Hamas’ın gönderdiği güvenlik güçlerinin ise İsrail saldırısında hedef alınarak 6 kişinin öldüğünü belirtiyor. Bu saldırıdan saatler sonra yardım çetesine düzenlenen Hamas saldırısında ise 6 kişi öldü.

Güvenlik boşluğu tartışmaları

Bazı kaynaklara göre Ebu Şebab okuma-yazma konusunda yetersiz olduğu için Facebook hesabını başkalarının yönettiği düşünülüyor. Hesabındaki profesyonel içerikler, arkasında bir medya ekibi olabileceği ihtimalini güçlendiriyor.

Son paylaşımlarında Hamas’ı hedef alan ve birlik çağrısı yapan mesajlar dikkat çekiyor. Grubu için zaman zaman Halk Çalışma Güçleri veya Terörle Mücadele Güçleri ifadelerini kullanıyor.

Gazze’de bazı kişiler, ironi ya da tepki amacıyla Ebu Şebab’a “Sayın Başkan” veya “Devlet” lakabı takmış durumda. Grubun üyeleri, üniformalarına Filistin bayrağı dikiyor ve bölgeden geçen uluslararası heyetlere askerî selam veriyor. Yerel kaynaklara göre Ebu Şebab, son günlerde Han Yunus’un güneydoğusundaki Amur bölgesinde kuşatma altında kalan bazı ailelerin tahliyesine de yardım etti.

Hamas ise İsrail’i, Gazze’de “güvenlik boşluğunu körüklemek” ve silahlı çeteleri destekleyerek yardım kaçakçılığına zemin hazırlamakla suçluyor. İsrailli yetkililer ise Gazze halkını Hamas’a karşı ayaklanmaya teşvik ettiklerini açıkça ifade ediyor.


Suriye güneyi kaynarken İranlı milisler bu durumu nasıl kullanıyor?

İsrail'in Suriye'nin güneyinde ilhak ettiği Golan Tepeleri sınırına yakın Kuneytra şehrindeki bir gözlem noktasında nöbet tutan Birleşmiş Milletler Ayrılık Gözlem Gücü (UNDOF) mensubu bir asker, 21 Eylül 2025 (AFP)
İsrail'in Suriye'nin güneyinde ilhak ettiği Golan Tepeleri sınırına yakın Kuneytra şehrindeki bir gözlem noktasında nöbet tutan Birleşmiş Milletler Ayrılık Gözlem Gücü (UNDOF) mensubu bir asker, 21 Eylül 2025 (AFP)
TT

Suriye güneyi kaynarken İranlı milisler bu durumu nasıl kullanıyor?

İsrail'in Suriye'nin güneyinde ilhak ettiği Golan Tepeleri sınırına yakın Kuneytra şehrindeki bir gözlem noktasında nöbet tutan Birleşmiş Milletler Ayrılık Gözlem Gücü (UNDOF) mensubu bir asker, 21 Eylül 2025 (AFP)
İsrail'in Suriye'nin güneyinde ilhak ettiği Golan Tepeleri sınırına yakın Kuneytra şehrindeki bir gözlem noktasında nöbet tutan Birleşmiş Milletler Ayrılık Gözlem Gücü (UNDOF) mensubu bir asker, 21 Eylül 2025 (AFP)

Subhi Franjieh

İsrail'in 28 Kasım Cuma günü sabaha karşı Şam kırsalındaki Beyt Cin köyüne düzenlediği saldırı, geçtiğimiz aralık ayında eski Suriye rejiminin düşmesinden bu yana İsrail'in Suriye'ye yaptığı müdahaleler açısından bir dönüm noktası ve eşi benzeri görülmemiş bir an oldu. Saldırı, İsrail ordusunun Suriye İslami Direniş Cephesi-Uli'l el-Bas adlı örgüte üye olduğunu iddia ettiği kişileri tutuklamaya çalışmasıyla, bölgedeki genç erkeklerle İsrail ordusu arasında çatışma patlak verdi. İsrail, çatışmaya bölgede hava saldırıları düzenleyerek yanıt verdi. Kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere 13 kişiyi öldürdü, 25 kişiyi de yaraladı.

Çatışma, İsrail'in Suriye topraklarına yaptığı saldırılara karşı Suriyeliler arasında artan halk öfkesinin bir göstergesi olarak dikkati çeken bir gelişme olurken, Washington'ı son günlerde Suriye ve İsrail ile bazı görüşmeler başlatmaya itti. Bu görüşmeler, ABD'nin özel temsilcisi Thomas Barrack'ın Şam'a giderek Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile görüşmesiyle sonuçlandı.

Güney Suriye ile ilgili iç, bölgesel ve uluslararası karmaşıklıklar arttıkça, İran'ın vekilleri, Suriye rejiminin düşüşünden sonra ortaya çıkan, merkezini Suriye'nin güneyine kuran ve burada faaliyet gösteren Uli'l el-Bas’ın üye kazanma girişimleri ve destek yoluyla istikrarsızlıktan yararlanmak için daha fazla çaba sarf ediyorlar.

Örgüt ve İran'ın sınır ötesi milislerine yakın medya kuruluşları, İsrail'in Suriye'ye müdahalesini, Suriye'deki genel havayı değiştirmeye ve Uli'l el-Bas’a üye toplamaya çalışmak için bahane olarak kullanıyor. Al-Majalla'nın elde ettiği bilgilere göre Uli'l el-Bas son aylarda eleman kazanma çabalarını ve silah temin etme girişimlerini yoğunlaştırdı. İşe alım çabaları, esas olarak İranlı milislerin eski üyeleri ile Beşşar Esed rejimi döneminde Suriye'de İran veya Rusya tarafından desteklenen Filistinli grupların üyelerini hedef alıyor. Tüm bunlar, İsrail'in Suriye'nin güneyinde yerini sağlamlaştırırken, önemli bir rol oynadığı kaosu istismar ederek yapılıyor.

Eski Suriye rejiminin düşmesinden bu yana Suriye'nin güneyi, bölgedeki resmi muhalefet güçlerinin yeni Suriye Savunma Bakanlığı'na katıldıklarını açıklamalarıyla başlayan birçok dönüşüm geçirdi.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırıları yeni boyutlara ulaşarak Suriye'nin öfkesini kışkırttı. Bunun sonucunda Beyt Cin'de meydana gelen çatışma ve Suriye'nin Kuneytra vilayetinde bazı bölgelerde meydana gelen çatışmalarda görüldü.

İsrail devriyeleri bazen bazı köylerde geçici askeri kontrol noktaları kurarak yoldan geçenleri arıyor ve kimlik belgelerini istiyor. Bu durum, son birkaç gün içinde ve kasım ayı boyunca birden fazla bölgede, özellikle de es-Semadaniye eş-Şarkiyye yakınlarındaki bölgelerde, Kuneytra kırsalındaki Ruveyhina köyünde, güneydeki Ma'riya köyünde, Rafid beldesinde ve Rasm el-Katta'da yaşandı. Yermuk Havzası'ndaki Cemle ve Saysun beldeleri çevresindeki tarım alanları, Tel Ahmer çevresi ve diğer bölgeler de İsrail topçuları tarafından bombalandı. A Majalla, bölgede gerçekleştirilen saldırıların niteliğini tespit edemedi. Bazı durumlarda, bu güçler bu bölgelerdeki Suriyelileri tutukluyor veya bölge ve belirli kişiler hakkında bilgi karşılığında sivillere yardım sağlamak için çaresiz girişimlerde bulunuyor.

grbth
İşgal altındaki Golan Tepeleri'ndeki Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında Suriye sınırındaki çit boyunca devriye gezen İsrail askerleri, 23 Temmuz 2025 (AFP)

Bu saldırı, tutuklama ve hedef gösterme eylemlerinin yanı sıra, İsrail, Şam ile Suveyda'daki gruplar arasında müzakereleri ve bir anlaşmaya varma olasılığını zorlaştırmada da önemli bir rol oynuyor. Bu durum, İsrail'in Suriye'deki Dürzileri korumak bahanesiyle doğrudan ve siyasi müdahalesi yoluyla gerçekleşiyor. İsrail, bu durumu karmaşıklaştırarak, Suriye hükümetinin işgal altındaki Golan Tepeleri'ni İsrail toprağı olarak tanımasını ve diğer şartları içeren bir ‘barış anlaşmasının’ yanı sıra başka kazanımlar da elde etmeye çalışıyor. Ancak Suriye hükümeti, böyle bir anlaşmanın Suriye Arap Cumhuriyeti'nin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü zedeleyeceğini düşünüyor.

Karmaşık bir siyasi ve askeri tablo

Eski Suriye rejiminin düşüşünden bu yana, ülkenin güneyi birçok dönüşüm geçirdi. Bu değişikliklerin ilki, güneydeki resmi muhalefet güçlerinin, Tümgeneral Murhaf Ebu Kasra liderliğindeki yeni Suriye Savunma Bakanlığı'na katıldıklarını açıklamalarıydı. Bunu, güneydeki güvenlik güçlerinin yeniden yapılandırılması ve 4. Tümen ve İran destekli milisleri tarafından yürütülen uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığıyla mücadele operasyonlarının yoğunlaştırılması izledi. Bu çabalar ve dönüşümler keskin kavşaklar yaşadı. Bunların başında Suveyda'daki gerginlikler ve Suriye'deki Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri ile bazı askeri grupların Suriye hükümetini tanımayı reddetmesi oldu. Bu gelişme, geçtiğimiz temmuz ayında iki taraf arasında kanlı çatışmalara yol açtı. İsrail ordusu, Suriye'deki Dürzileri korumak bahanesiyle Suriye'nin başkenti Şam'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Genelkurmay binası çevresini bombaladı.

İsrail, arabuluculuğu kabul etmeye -en azından şimdilik- hiç istekli görünmüyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu buna 19 Kasım Çarşamba günü Suriye'deki tampon bölgeyi ziyaret ederek karşılık verdi.

Suriye'nin güneyi geçtiğimiz temmuz ayından bu yana birkaç karmaşık iç faktörle boğuşuyor. Suriye hükümeti, bölgede kontrolü sağlamak için tüm güçlerini ve kapasitesini kullanamıyor ve Suveyda'daki gruplar daha organize hale gelerek askeri konseye sorun yaratıyor. Bir yandan İsrail güçleri, yeni bölgelere ilerleyip tutuklamalar yapıyor, diğer taraftan DEAŞ Yermuk Havzası bölgesinde nüfuzunu yeniden kazanmaya çalışırken İran bağlantılı milisler, direniş bahanesiyle bölgedeki ağlarını yeniden kurmaya ve örgütlemeye çabalıyor.

Suriye hükümeti ile İsrail tarafı arasında, Türkiye ve ABD'nin koordinasyonunda Suriye toprakları dışında birkaç toplantı gerçekleştirildi ve birçok Arap arabulucu güney sorununu çözmek için devreye girdi. Suriye hükümeti, Suriye ile İsrail arasındaki güvenlik anlaşmasını yeniden yürürlüğe koymaya açık olsa da İsrail tarafı, yarattığı gerçeklik göz önüne alındığında, bir güvenlik anlaşmasına ilgi duymuyor ve barış anlaşması ve Suriye'nin Golan Tepeleri'ni İsrail toprağı olarak tanıması da dahil olmak üzere diğer hükümler gibi daha büyük kazanımlar peşinde. Suriye hükümeti, İsrail ile bir güvenlik anlaşması imzalamaya hazır olduğunu ve Suriye'nin İsrail dahil bölgedeki hiçbir ülkeyi tehdit etmek için bir platform olmayacağını defalarca teyit etmiş olduğundan, bunu kabul etmeye istekli görünmüyor. İsrail ile ilişkilerini daha ileriye götürme niyeti olduğuna dair bir sinyal de vermedi.

vfghy
Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Şam'da ortak basın toplantısı düzenledi, 16 Eylül 2025 (AFP)

Arap ve bölgesel arabuluculuk çabaları ve ABD'nin Suriye hükümetine güney sorununu çözmek için İsrail'e baskı yapma sözü vermesiyle birlikte, Rusya da siyasi boşluğu ve mevcut çıkmazı fırsat bilerek bu mücadeleye katıldı ve iki taraf arasındaki gerilimi azaltmak için potansiyel bir arabulucu olarak kendini önerdi. Rusya’nın öne sürdüğü öneriler arasında güney Suriye’de gözlem noktaları kurulması ve güney Suriye’de devriye gezileri düzenlenmesi yer alıyordu. Son günlerde Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Yunus Bek Yevkurov başkanlığındaki bir Rus askeri ve güvenlik heyeti 16 Kasım Pazar günü Şam'ı ziyaret etti ve Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra ile Suriye’nin güneyi dosyası ve Suriye-Rusya ortak periyodik görüşmeleri Dera ile kuzey ve güney kırsal bölgeleri, Maalaka beldesinin güneyindeki Safra Kışlası, Ebu Derviş Şirketi ve Cemle, Kuveya ve Ma'riya beldeleri dahil genel olarak Yermuk Havzası Kuneytra'nın çeşitli bölgelerinde gerçekleşti.

Suriye hükümeti güneyde yeni bir gerçeklik yaratmak ve İsrail'in çözülmesini istediği sorunları çözmek için uluslararası baskıyı artırmak istedi.

İsrail, arabuluculuğu kabul etmeye -en azından şimdilik- hiç istekli görünmüyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu buna 19 Kasım Çarşamba günü Suriye'deki tampon bölgeyi ziyaret ederek karşılık verdi.

Netanyahu, ziyareti sırasında İsrailli askerlere şöyle seslendi:

“Burada savunma ve saldırı yeteneklerimize, Dürzi müttefiklerimizi korumaya ve her şeyden önce İsrail’i ve Golan Tepeleri'nin karşısındaki kuzey sınırlarını korumaya büyük önem veriyoruz.”

Ziyaret, İsrail Yayın Kurumu'nun İsrail ile Suriye arasında güvenlik anlaşması müzakerelerinin çıkmaza girdiğini ve İsrail tarafının herhangi bir çekilmeden önce ‘kapsamlı bir barış anlaşmasının’ imzalanmasında ısrar ettiğini, ‘güvenlik anlaşması’ ile yetinmeyi reddettiğini duyurmasıyla aynı zamana denk geldi. Suriye hükümeti ise Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan bir açıklamayla ziyareti kınadı ve bunu ‘Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) ilgili kararlarına aykırı bir fiili durum dayatma girişimi’ olarak nitelendirerek ‘İsrail işgalinin tüm Suriye topraklarından çekilmesini’ talep etti. Suriye, İsrail'in güneydeki eylemlerinin ‘geçersiz ve uluslararası hukuk açısından hiçbir hukuki geçerliliği olmadığını’ belirtti.

Suriye'nin güneyindeki karmaşık durumun ortasında, Suriye'deki Uli'l el-Bas, mevcut durumu istismar etmek için askere alma çabalarını yoğunlaştırıyor ve Suriye hükümetini şeytanlaştıran söylemler yayıyor.

Beyt Cin köyünde meydana gelen son olay, İsrail'in güney Suriye'deki davranışlarının giderek daha tehlikeli hale geldiğini ve devam etmesi halinde kontrolden çıkarak halkın öfkesini tetikleyebileceğini gösteriyor. İsrail merkezli haber sitesi Walla’ya göre burada yaşanan şiddetli çatışmada ilk kez İsrail ordusu kayıplar verdi. Walla, İsrail ordusunun Beyt Cin'de yaşananları bir pusu olarak değerlendirdiğini ve üst düzey İsrail ordusu yetkililerinin operasyonun gerçekleşmeden önce sızıntı olasılığını araştırdığını bildirdi. Suriye Dışişleri Bakanlığı, bu saldırıyı ‘Suriye'nin egemenliği ve toprak bütünlüğüne yönelik ciddi bir ihlal’ olarak nitelendirerek kınadı. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilci Yardımcısı Necat Ruşdi de bu saldırıyı ‘Suriye'nin toprak bütünlüğü ve egemenliğine yönelik ciddi ve kabul edilemez bir ihlal’ olarak nitelendirdi ve kınadı. BMGK, 2 Aralık Salı günü, İsrail'in Suriye'ye yaptığı ve sivillerin ölümüne ve yaralanmasına neden olan son saldırıyı kınayan Arap ülkeleri arasında, İsrail'in Suriye'nin Golan Tepeleri'nden 4 Haziran 1967 sınırına kadar tamamen çekilmesini talep eden bir karar aldı.

Washington ise Beyt Cin'deki tehlikeli gelişmelerin ardından hızlı hareket etti. ABD'nin Şam Büyükelçisi Barrack, 1 Aralık Pazartesi günü Suriye'nin başkentini ziyaret etti. Burada Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ile bir araya gelerek Suriye ile İsrail arasındaki ilişkiler ve gerginliğin azaltılması gibi çeşitli konuları görüştü. Aynı gün, ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu telefonla bir görüşme gerçekleştirdi. Trump görüşmede, Suriye ile İsrail arasındaki gerginliğin azaltılması gerektiğini vurguladı. Washington artık İsrail'in Suriye politikasının oluşturduğu tehlikenin farkında. Basında yer alan haberlere göre ABD çevrelerinde Beyt Cin'de yaşananların başka bölgelerde de tekrarlanabileceği ve Washington'ın Suriye'deki çıkarları için daha tehlikeli boyutlara ulaşabileceği endişesi hakim. Beyt Cin'de yaşananların tekrarlanması, güneyde ciddi güvenlik açıkları yaratarak istikrarı tehdit edebilir, Suriye hükümetinin ve uluslararası toplumun Suriye'de istikrarı sağlama çabalarını engelleyebilir ve İran'a bölgedeki güvenlik kırılganlığı içinde hareket etme fırsatı verebilir.

sxdfrgt
Şam'ın merkezinde bayraklar ve pankartlarla Beşşar Esed rejiminin düşüşünü kutlayan Suriyeliler, 28 Kasım 2025 (AFP)

Washington’ın Suriye’deki istikrara verdiği destek, ABD, Suriye, Arap ve bölge ülkeleri için birçok bölgesel ve uluslararası kazanım sağlıyor ve İran'ın kayıplarını derinleştiriyor. ABD Başkanı Trump'ın sosyal medya platformu Truth Social'daki paylaşımı da bunun yansıtıyordu. Söz konusu paylaşımda Trump, “İsrail'in Suriye ile güçlü ve samimi bir diyalog sürdürmesi ve Suriye'nin müreffeh bir ülkeye dönüşmesini engelleyecek hiçbir şeyin olmaması çok önemli” ifadelerini kullandı.

Trump, ABD'nin Suriye'de elde edilen sonuçlardan memnun olduğunu vurguladı. Bu açıklama, İsrail'in Suriye'deki baskısı ve askeri politikaları karşısında Suriye hükümetini destekleyen bir tutum olarak görülebilir.

ABD'nin Netanyahu üzerindeki baskısı, İsrail Başbakanı’nın 2 Aralık Salı günü yaralı İsrailli askerleri ziyaret ettiği sırada yaptığı açıklamada açıkça ortaya çıktı. Netanyahu, Tel Aviv'in Şam'dan Hermon (Şeyh) Dağı'nın girişleri ve zirvesi dahil olmak üzere tampon bölgeye kadar uzanan, askerden arındırılmış bir tampon bölge oluşturulmasını beklediğini söyledi. İsrail Başbakanı, ‘iyi niyetle’ Suriye ve İsrail'in bir anlaşmaya varabileceğini, ancak ‘her durumda ilkelerimize bağlı kalacağımızı’ da ekledi. Netanyahu'nun açıklamasından saatler sonra, helikopterleri Beyt Cin hava sahasına girdi.

Örgüte üye kazanma ve yeniden konumlandırma

Suriye'nin güneyindeki karmaşık durum devam ederken Uli'l el-Bas mevcut durumu kendi lehine kullanmak için eleman kazanma çabalarını yoğunlaştırırken ağları ve hücreleri aracılığıyla Suriye hükümetini şeytanlaştıran söylemler yayıyor. Uli'l el-Bas Sözcüsü Ebu el-Kasım, 8 Kasım'da yaptığı bir açıklamada, İsrail'e ve ‘Suriye'yi başkalarına teslim eden ve daha fazla ihlal ve bölünmeye yol açan ilişkiler kuran’ Suriye hükümeti üyelerine direnme bahanesiyle sivillerin sempatisini kazanmak ve onları saflarına çekmek için bu çabaları sürdürdüklerini belirtti.

Suveyda ise Suveydalı gruplar ile Suriye hükümeti arasındaki gerilimi kullanan birçok silah ve uyuşturucu kaçakçısının saklandığı bir yer olması nedeniyle kritik bir faktör olmaya devam ediyor.

Al-Majalla'nın edindiği bilgilere göre Uli'l el-Bas, Esed rejiminin düşmesinden önce Suriye'nin güneyinde İran destekli milisler ve Hizbullah ile bağlantılı olan el-Hadi Tugayı, 313. Tugay ve diğer grupların eski liderlerini ve üyelerini kendi saflarına çekmeye çalışıyor.

Onlara aylık maaş ödeneceğini vaat ediyor ve Uli'l el-Bas’ın ‘Suriye hükümeti değil, İsrail'e direnecek olan grup olduğu’ gerekçesiyle onlarla tekrar çalışmaya ikna etmeye çabalıyor. Güneydeki birkaç yerel kaynak, Uli'l el-Bas'ın faaliyet gösterdiği bölgelerin, Suriye'nin güneyinde, Dera'nın doğusunda, Suriye-İsrail sınırına yakın bölgeler ve el-Lecat bölgesinde el-Hadi Tugayı ve 313. Tugay'ın eski etki alanları olduğunu söyledi. Bunun yanında Uli'l el-Bas, Filistinliler arasından İran yanlısı milis grupların eski üyelerini kendi saflarına çekmeye çalışıyor ve bu kişilerin, davanın İsrail ile yüzleşmekle ilgili olması nedeniyle duygusal olarak etkilenebileceklerine inanıyor.

Öte yandan Suriye hükümeti, iç güvenlik kanadı aracılığıyla güneyde birkaç değişiklik yaptı ve Esed rejiminin düşüşünden önce bölgedeki İran destekli milislerin faaliyetleri ile liderleri ve takipçileri hakkında bilgi sahibi olan yeni liderleri dosyayı yönetmek üzere atadı. Hükümet ayrıca, İsrail'in müdahaleleri sonucunda güneydeki sınırlı imkanlarıyla bu grubu çökertmek üzere harekete geçti. Geçtiğimiz kasım ayında, grubun liderlerinden birini tutuklayan Suriye hükümeti, grubun planlarını ve dağıtım ağını ortaya çıkarmak için soruşturmalar halen devam ediyor. İç güvenlik güçleri, Yine güvenlik operasyonları kapsamında ekim ayı sonlarında Dera kırsalındaki İzra beldesi yakınlarındaki Karfa beldesinde düzenlenen bir operasyonda Hizbullah’a bağlı bir lideri tutukladı.

cdfgt
Suveyda’nın batısındaki Bedevi kabilelerinden iki silahlı unsur, 19 Temmuz 2025 (AFP)

Öte yandan bir-iki tutuklamanın örgütü çökertmek için yeterli olması pek olası görünmüyor. Bunun birkaç nedeni var. Bunların başında ise DAEŞ gibi İran destekli grupların hızlı bir şekilde uyum sağlayıp yeniden konumlanabilme yeteneklerine sahip olmaları geliyor. Ayrıca, güneydeki güvenlik durumu ve yaşanan karmaşıklıklar, Suriye hükümetinin bu örgütün ve bölgedeki destekçilerinin peşine düşme kabiliyetini sınırlıyor. Bunun yanında Suveyda, Suveydalı gruplar ile Suriye hükümeti arasındaki gerilimi kullanarak birçok silah ve uyuşturucu kaçakçısının saklandığı bir yer olması nedeniyle kritik bir faktör olmaya devam ediyor. Uli'l el-Bas, bu kişilerden silah satın alabilir ve onlar aracılığıyla bölgedeki operasyonları için bir tedarik zinciri bulabilir. Kuneytra ve Dera kırsalındaki birden fazla sivil kaynak, dergiye sivillerin genellikle İran'la bağlantılı milislerin varlığına karşı çıktıklarını söyledi. Bu milislerin ‘büyük tehlike oluşturduğuna’ inandıklarını ifade eden kaynaklara göre bu gruplar tarafından yürütülen herhangi bir operasyon, İsrail'e bombalama veya daha geniş çaplı saldırılar yoluyla güneyi hedef almak için bahane verebilir. Bu toplumsal reddedilme, Suriye hükümeti için bir fırsat olmakla birlikte, güneydeki karmaşık durum ve Suriye hükümetinin bölgedeki sınırlı hareket kabiliyeti, bu havayı değerlendirmek için engel teşkil ediyor. Hakim olan atmosferde bir değişiklik olması olası görünmese de İsrail'in saldırıları ve müdahalelerinin, İsrail’e öfkeli bazı sivillerin algılarını değiştireceği ihtimali göz ardı edilemez.

Uli'l el-Bas, Suriye rejiminin düşüşünden sonra birkaç aşamada kuruldu.

Dürzileri korumak ve güneydeki düşman gruplarla savaşmak iddiasında olan İsrail, onlara saldırılar ve tutuklamalar yoluyla genişleme, yeniden konumlanma ve nüfuzlarını geri kazanma fırsatı yaratıyor. İsrail'in bu davranışının yansımaları, Suriye'de istikrarı sağlama yönündeki uluslararası çabalar için yeni ve daha tehlikeli bir hal alıyor ve Trump'ın Ortadoğu'daki savaşları sona erdirme ve barış planını uygulama hedeflerini tehdit ediyor. Suriye'nin güneyinde İran ve Hizbullah’a bağlı hücrelerin varlığı bir sorun olsa da İsrail'in askeri müdahalesi ve güney bölgesini izole etme girişimleri başka bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. İsrail'in davranışı bu hücrelere daha fazla fırsat tanıyor ve onlarla mücadeleye veya İran’ın Suriye’deki nüfuzunun kalıntılarını sona erdirmeye yardımcı olmuyor.

Uli'l el-Bas hakkında ne biliyoruz?

Suriye İslami Direniş Cephesi-Uli’l el-Bas, Suriye rejiminin düşüşünden sonra birkaç aşamada kuruldu. Ocak ayında, direnişi sürdürmeyi hedeflediğini iddia eden ‘Güney Kurtuluş Cephesi’ adlı bir örgütün kurulduğu duyuruldu. Bunu şubat ayı başlarında Suriye'de bir direniş cephesi olarak Uli'l el-Bas'ın kurulması izledi ve aynı ay içinde, Suriye'nin güneyinde iki liderinin öldürüldüğü duyuruldu.

Örgüt, geçtiğimiz mart ayında, Suriye İslami Direniş Cephesi-Uli’l el-Bas olarak tanındı ve İran haber ağlarının yanı sıra İran destekli milislere bağlı medya kuruluşları tarafından memnuniyetle karşılandı. Uli’l el-Bas, Suriye hükümetini ve Batı ve Washington'a açılımını şeytanlaştırmak için medyada oldukça aktif bir rol oynadı.

Uli'l el-Bas, 11 Mayıs'ta bir açıklama yayınladı. Açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“İsrail işgalci varlığıyla meşruiyet iddiasında bulunan bir hükümetin yürüttüğü gizli veya açık görüşmeleri en şiddetli şekilde reddediyor ve kınıyoruz.”

Cumhurbaşkanı Şara’nın Başkan Trump ile 15 Mayıs’taki görüşmesinden bir gün sonra Uli'l el-Bas, ‘ABD yönetimi ve müttefikleri tarafından teşvik edilen, kuşatma altındaki Suriye halkına uygulanan haksız yaptırımları kısmen kaldırmak ve karşılığında Siyonist işgalci varlıkla ilişkilerin normalleşmesini amaçlayan şüpheli anlaşmayı’ kınayan bir başka açıklama yayınladı.

rgt
Şam kırsalındaki Yebrud'da iç güvenlik güçleri, Lübnan'a mayın kaçırma girişimini engellerken olaya karışan dört kişiyi tutukladı (SANA)

Uli'l el-Bas, temmuz ayında, Dera'nın Neva bölgesinde İsrail'in düzenlediği bir operasyonda örgüt liderlerinden Muhammed Bedran'ın öldürülmesiyle büyük bir darbe aldı.

Uli'l el-Bas’ın açıklamalarına göre 1973 yılında Suriye'nin Cable bölgesinde doğan Uli'l el-Bas'ın üst düzey liderlerinden Tuğgeneral Muhammed Bedran Ebu Ali’nin ölümü, örgütün yapısını ve işleyişini etkilemiş gibi görünüyor. Zira bu gelişme, Uli’l el-Bas’ı bir konferans düzenlemeye ve idari yapısını yeniden yapılandırmaya itti.

Temmuz ayında düzenlenen konferansta yapılan açıklamaya göre Uli'l el-Bas lideri Ebu Cihad Rıza el-Huseyin Muhammed Bedran’ın yerine yardımcılığı görevine Tuğgeneral Munzir Vennus’u getirdi. Örgütte, askeri kanadın liderliğine Tuğgeneral Ahmed Cadallah, Siyasi Büro Başkanlığına Dr. Tarık Hammad, Güvenlik ve İstihbarat Bürosu Başkanlığına Tuğgeneral Ebu Mucahid, Seferberlik ve Örgütlenme Departmanı Başkanlığına Albay Haşim Ebu Şuayb, Halkla İlişkiler Genel Sekreterliğine ise Dr. Abbas el-Ahmad getirildi.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.