Politik doğruculuk yahut tarih ve gelecek üzerinde tekelcilik

Muhafazakar çizgideki bazı eleştirmenler politik doğruculuğun, komünizmin Batı değerlerini baltalama yollarından biri olduğunu iddia ediyorlar

Politik doğruculuk teriminin çağrıştırdıkları zaman içinde değişime uğradı (Getty)
Politik doğruculuk teriminin çağrıştırdıkları zaman içinde değişime uğradı (Getty)
TT

Politik doğruculuk yahut tarih ve gelecek üzerinde tekelcilik

Politik doğruculuk teriminin çağrıştırdıkları zaman içinde değişime uğradı (Getty)
Politik doğruculuk teriminin çağrıştırdıkları zaman içinde değişime uğradı (Getty)

Fidel Spiti
Her siyasi düzen, devlet veya siyasi grup, eylemlerinin, çalışmalarının ve kararlarının kendi koşulları çerçevesinde doğru olduğunu ve doğruluğunun da mevcut sonuçlardan çıkarıldığını söyleyerek ‘politik doğruculuğu’ (siyaseten doğruculuk) tekelleştirmek ister.
Bu da, tarihin anlatımı üzerinde bir tekele yol açar. Savaşlarda, anlaşmalarda, dünyaya açıklıkta ya da kapalılıkta ve totaliter rejimlerde olduğu gibi halkı cezalandırmada, hatalar ne kadar büyük olursa olsun, bu sistemler yaptıkları her şeyi politik doğruculuk temelinde meşrulaştırır ve sonra da tarihi olduğu gibi değil, kendi açılarından anlatırlar.

Bir bakış açısı olarak politik doğruculuk
Tarih açısından dünya ülkeleri; tarihi metinlerin otoritenin emriyle yazıldığı ülkeler ve tarihi metinlerin tarafsız veya otorite karşıtı kişiler tarafından yazıldığı ülkeler olarak ikiye ayrılır. Asur'dan Mısır'a kadim Doğu'nun tüm tarihi, hükümdar tarafından bizzat görevlendirilen tarihçiler tarafından saray ve tapınak duvarlarına yazılan metinlerde bize ulaşmış ve bu tarihçiler tarihi hükümdarın gördüğü gibi anlatmışlardır. Dinler tarihinde de olaylar, salt tarihsel bir perspektiften değil, inananların olayları kendi perspektiflerinden ağızdan ağza aktardıkları rivayetlere göre anlatılır.
Modern çağda, örneğin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin yönetimindeki Kremlin, Sovyetler Birliği döneminde komünist rejim tarafından özellikle İkinci Dünya Savaşı tarihi ve Nazizmin yenilgisindeki rolüyle ilgili uygulanan politik doğruculuğu savunmak ve tarihin çarpıtılması olarak nitelediği duruma karşı koymak için çetin bir mücadele veriyor. Aynı mücadeleyi Sovyet halkları arasında ayrımcılığın yapıldığı, milyonlarca insanın tutuklanıp Sibirya'ya sürüldüğü Stalinist dönemdeki diğer trajik olayları, içeride eski rejimin ‘devrimci’ meşruiyetini, dışarıda fikri ahlakını düşmanlarına malzeme etmemek için gizlemek için de veriyor.
Rus Novaya Gazetesi’nin ‘Tarihe karşı işlenen suçlar: Rusya geçmişi nasıl tekelleştiriyor?(yani kendisine göre hangi tarih doğru?)’ başlıklı analiz haberine göre ‘Kremlinist’ veya ‘Putinist’ tarihsel anlatıyı ve doğruculuğu teyit etmek için, 2012 yılından bu yana Sovyet dönemi tarihçiliğindeki farklı görüşlerin cezalandırıldığı bir takım yasalar çıkarıldı. Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FİDH), Rusya'nın, iktidarın kendisini meşrulaştırmak için giderek daha fazla sömürmeye başladığı Sovyetler Birliği'nin ‘doğru tarihini’ sürdürmek için kurumlarla ve tarihçilerle nasıl savaştığına, yetkililerin tarihi hafızayı savunmak için nasıl sözde toplumsal örgütler kurduklarına, nasıl bağımsız araştırmacılar üzerinde baskı kurulmasını yasalar çıkardıklarına ve geçmişi tartışmayı nasıl sadece kendi takdirlerine bıraktıklarına dair bir rapor hazırladı. Rus devletinin tarihi tekelleştirme yaklaşımı, 2012 yılında internette ya da başka bir mecrada bilgi ya da haber yayan ve ülke dışından finansal destek alan her sivil toplum kuruluşunun veya bireyin ‘yabancı ajan’ olarak tanınmasını öngören Yabancı Ajan Kanunu’nun onaylanmasından itibaren başladı. Sovyetler Birliği'ndeki siyasi baskıları araştırmak amacıyla kurulmuş olan Rusya merkezli Uluslararası Memorial Derneği kanun çerçevesinde, yabancı ajan olarak sınıflandırıldı. Aynı listede, Ural Dağları’nda ağır işlerde çalıştırılarak cezalandırılan mahkumlar için bir Sovyet kampının kurulduğu bölgede açılan özel bir müze de yer alıyor.
Rusya’nın siyasi sistemi, tarih boyunca Slav halkları arasındaki ilişkilerin yanı sıra Sovyetler Birliği döneminin tarihi anlatısını da sürdürmek ve ayrıca Ukrayna'yı Rusya Federasyonu'nun birliğini bozmak için hatayla kurulmuş bir devlet olarak görmek istiyor.

Diktatörlükte ve demokraside
Böyle bir tarih okumasını ve politik doğruculuk yaklaşımını sadece Ruslar izlemiyor. Çin’in de ülkedeki rönesansın ilk Komünist Devlet Başkanı Mao Zedong tarafından başlatılan ‘Maoist Kültür Devrimi’nin sonucu olarak başladığı şeklinde bir anlatısı var. Oysa bunun tam tersi bir durum söz konusu. Yani esasen Çin’de rönesans, Mao'nun kavramlarının devrilmesi sonrasında başladı.
(Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan da tarihte, Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslümanların dünyadaki temsilcisi ve yüzyıllar boyunca ülkelerinin hükümdarı olduğu zamanlara gidiyor ve geçmişin ihtişamını yeniden canlandırmak için bu tür siyasi bir ‘ütopyayı’ halkı arasında yeniden canlandırmak için aktif olarak çalışıyor. Türkiye’de kadınlara üniversitelerde ve kamu dairelerinde getirilen başörtüsü yasağını kaldıran Erdoğan, kendi politik doğruculuk anlayışını benimseyen popülist bir söylemle Ayasofya Müzesi'ni de camiye dönüştürdü.
Bu durum aynı zamanda tarihi muhalifleri yani Pers İmparatorluğu ve uygarlığı ve İslam'ın başlangıcından beri tartışmalı kökleri olan Şii İslam Hilafeti’ni genel siyasi projesine dahil eden İran İslam Cumhuriyeti için de geçerli. Tarih ve gelecek hakkında mutlak hakikate sahip olan totaliter rejimlere daha onlarca örnek verilebilir.
Ancak bu yaklaşım, ihtişamını yeniden kazanma hayali kuran totaliter rejimlerle sınırlı değil. Demokratik rejimlerde de geçerlidir. ABD’de, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler (genellikle muhafazakar eğilimli olan taraf) arasında, politik doğruculuğun ifade ettiği anlam ve bunun sahada nasıl uygulanacağı konusundaki onlarca yıldır süren bir çekişme söz konusu. Elbette iki tarafın da, kendi bakış açılarının doğru olduğuna dair kanıtları var. Örneğin, Mayıs 1991'de dönemin ABD Başkanı George W. Bush, Michigan Üniversitesi'ndeki yüksek lisans öğrencilerine hitaben yaptığı bir konuşmada, politik doğruculuk kavramını kullandı. Bush, “Politik doğruculuk fikri, ülke genelinde tartışmalara yol açtı. Bu kavram esasen ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve nefret söylemine karşı övgüye değer bir arzudan ortaya çıkmış olsa da tersi bir anlamda kullanılmaya başlandı” ifadelerini kullandı.
ABD’li siyaset analistlerine göre politik doğruculuk özgür düşünceyi öldürür. Çünkü siyaseten doğruculuk belirli bir konuda doğru görüşü ifade etmek yerine, ana konuyu ahlaki sloganların gerisine iter ve orada gizler. Sorun, politik doğruculuğun dayattığı ahlaka uymak zorunda kalanların kalbinde saklı halde kalır. Siyahi bir insana renkli olduğunu söylersek ırkçılık bitmez. Ya da sınır ötesi kaçaklara mülteciler dersek ülkeye yasadışı yollardan yapılan girişler son bulmaz. Veya evsizlerden ‘geçici olarak evsiz’ diye bahsedersek iş olanakları sağlayamaz veya yoksulluğu ortadan kaldıramayız. Siyasi söylemlerini dile getiremeyip yutan insanlar, onları söylemeye ve ifade etmeye motive eden duyguları terk etmeyeceklerdir. Aksine bu duyguları iltihaplanıp, daha zehirli ve zararlı hale gelene kadar içlerinde tutacaklardır.

Politik doğruculuk teriminin tarihi
Politik doğruculuk teriminin çağrışımları zaman içinde değişmiş, anlamı ve neyi ifade ettiğiyle ilgili bu değişiklik, terimin tam olarak ortaya çıkış ​​zamanını öğrenmeyi zorlaştırmıştır. Ancak dünyanın dört bir yanındaki liberaller, bu terimi, kişinin kültüründe, davranışında ve dilinde partinin siyasi çizgisine bağlılığı veya sadakatini vurgulayan öncü komünistlere veya eski muhafızlara atfetseler de 1970’li yıllarda bir grup Avrupalı ​​düşünür ve aydın tarafından bu terim, solcuların kendilerini dil kadar tarih üzerinde de tekelleri varmış gibi gördüklerinden solcuların ‘ilerici’ olarak adlandırdıkları davranış ve dile olan ideolojik bağlılıklarıyla alay etmek için kullanıldı. Aynı durum, ilerici, rönesans, radikal, doktrinsel, uluslararası ve diğerleri gibi siyasi fikir ve deneyimlere atfedilen tanımlamalar için de geçerlidir.
Daha sonra 1980’lerde ABD’li yeni muhafazakarlar (Neo-cons), ülkedeki üniversitelerde ‘birleşik bir siyasi kimlik ve fikir etrafında ortak bir siyasi nesil üretmediği için’ çok kültürlü ve ‘ilerici’ eğitim müfredatına karşı mücadelelerinde bu terimle alay ettiler. Aynı zamanda mücadelesini verdikleri politik doğruculuk yaklaşımlarını yücelttiler.
Muhafazakar çizgideki bazı eleştirmenler politik doğruculuğun, komünizmin Batı değerlerini baltalama yollarından biri olduğunu iddia ediyorlar.  William S. Lind ve Patrick J. Buchanan, politik doğruculuğu, Buchanan'ın ifadesiyle ‘kültürel Marksizm’ aracılığıyla Frankfurt Okulu sol düşüncesinden doğan bir teknik olarak tanımlıyorlar.  Buchanan, ‘Death of the West’ (Batı’nın Ölümü) adlı kitabında politik doğruculuğu, tıpkı Engizisyon’un dini sapkınlıklarla ve onların hoşgörüsüzlük belirtileriyle savaştığı gibi, muhalifleri cezalandırmaya ve toplumsal sapkınlıklarla savaşmaya yönelik bir sistem olarak tanımladı.
Bu durumda mesele, politik doğruculuk teriminin anlamının ve ifade ettiklerinin değişmesinden kaynaklanıyor. Siyaseten doğruculuk, İngilizce, Fransızca, Almanca ve diğer dillerde, bir konuda kamuoyu ile birlikte hareket etmeyi dikkate alan bir kişi tarafından yapılan herhangi bir eylem veya açıklamayı ifade ediyordu. Sanki dindar bir toplumda laik bir politikacının, vatandaşlarının dini duygularını incitmemek ve dolayısıyla partisine olan sempatilerini kaybetmemek için dengeli cümleler söylemesi gibi. Böyle bir politikacı kelime ve ifadelerini seçerken büyük özen gösterir. Dini duygulara dokunan, din ve benzeri konulardaki hassasiyetini gösteren şeyler söyler.
American Heritage adlı İngilizce sözlük, politik doğruculuk terimini, etnik kökenleri, siyasi yönelimleri, sınıf aidiyetleri, cinsel kimlikleri nedeniyle bazı grupların uğradığı tarihi adaletsizlikleri düzeltmek için sosyal, politik ve eğitimsel değişimle ilişkilendirilmek, katkıda bulunmak veya bu değişime yardımcı olmak olarak tanımlar.
Logran Robert sözlüğü ise terimi, etnik bir azınlığı küçük düşüren ve aynı zamanda toplumun genel ahlakını yansıtan ifadelere göz yuman bir söylem veya davranış olarak açıklıyor.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre politik doğruculuğu destekleyenler, başkalarına yönelik algılarımızın, onlar hakkında duyduğumuz ve kullandığımız dil tarafından şekillendirildiğini ve büyük ölçüde etkilendiğini savunuyorlar. Dolayısıyla dil dikkatsizce kullanıldığında farklı kimliklere sahip gruplara karşı önyargılarımız ortaya çıkabilir. Bu nedenle onlara göre politik olarak doğru dilin dikkatle kullanılması, söz konusu grupların ötekileştirilmesini ve toplumdan dışlanmasını önlemeye yardımcı olur.
Politik doğruculuğu savunan önde gelen isimlerinden biri olan Stanley Fish, terimi, iyiyi ve doğruyu yaratmada anahtar bir araç olarak görüyor. Dilin, gerçeklikle ilişkimize aracılık ettiğini, dilin ve söylemin toplumda gücün dağıtılmasındaki temeli oluşturduğunu düşünen Fish’e göre dil, doğası gereği örneğin azınlıklara, kadınlara ve eşcinsellere karşı adaletsizdir ve bunun için siyaseten doğruculuğa ihtiyacımız vardır.



Avrupa Troykası, İran'a yönelik BM yaptırımlarını yeniden yürürlüğe koyma tehdidinde bulundu

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, bugün Brüksel'de düzenlenen Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanları toplantısı öncesinde basın mensuplarına konuştu. (Reuters)
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, bugün Brüksel'de düzenlenen Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanları toplantısı öncesinde basın mensuplarına konuştu. (Reuters)
TT

Avrupa Troykası, İran'a yönelik BM yaptırımlarını yeniden yürürlüğe koyma tehdidinde bulundu

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, bugün Brüksel'de düzenlenen Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanları toplantısı öncesinde basın mensuplarına konuştu. (Reuters)
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, bugün Brüksel'de düzenlenen Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanları toplantısı öncesinde basın mensuplarına konuştu. (Reuters)

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot dün yaptığı açıklamada, Avrupa Troykası’nın (Fransa, Birleşik Krallık ve Almanya), o tarihe kadar bir nükleer anlaşmaya varılamaması halinde ağustos ayı sonuna kadar İran'a yönelik Birleşmiş Milletler (BM) yaptırımlarının otomatik olarak geri getirilmesine yönelik ‘snapback’ mekanizmasını harekete geçireceğini söyledi.

Brüksel'de düzenlenen Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanları toplantısı öncesinde basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Barrot, “Fransa ve ortakları, 10 yıl önce kaldırılan silahlar, bankalar ve nükleer ekipmanlar üzerindeki küresel yasağı yeniden uygulamaya koymakta haklılar. İran'dan güçlü, somut ve inandırıcı bir taahhüt gelmediği takdirde bunu en geç ağustos ayı sonuna kadar yapacağız” ifadelerini kullandı.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas ise dışişleri bakanları toplantısında ‘İran'ın ele alınacağını’ söyledi. Kallas, “Diplomatik yolu ve müzakereleri yeniden başlatmak bizim çıkarımıza” dedi.

xo9p0
Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, Brüksel'de düzenlenen AB dışişleri bakanları toplantısının oturum aralarında basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. (EPA)

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tammy Bruce tarafından yapılan açıklamaya göre, AB dışişleri bakanları toplantısı öncesinde ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Avrupa Troykası'ndaki mevkidaşlarıyla Ortadoğu'da istikrarın desteklenmesi ve İran'ın nükleer silah geliştirememesinin sağlanması konularında telefon görüşmeleri gerçekleştirdi.

Avrupa ülkeleri, ekim ayında süresi dolacak olan 2231 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı kapsamında snapback mekanizmasını harekete geçirmekle tehdit ediyor. Bu mekanizma, karar kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde Tahran'a yönelik BM yaptırımlarının yeniden uygulanmasına olanak sağlıyor.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi pazartesi günü yaptığı açıklamada, mekanizmayı harekete geçirmenin ‘yasal dayanaktan yoksun düşmanca bir tedbir’ olduğu uyarısında bulunarak, Avrupalıları taahhütlerini ihlal etmekle suçladı. Bekayi, Avrupalı güçlerin bu adımı atması halinde orantılı bir karşılık verileceği tehdidinde bulundu.

İran medyası, Tahran'ın Moskova ve Pekin'i nükleer anlaşmadan çekildiklerini duyurmaya ikna etmeye çalıştığını ve bu sayede BM Güvenlik Konseyi'nde yaptırımların yeniden uygulanmasına yönelik herhangi bir girişimi engellemek için yasal bir dayanak elde edeceğini belirtti.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi bugün Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ve Çinli mevkidaşı Wang Yi ile Avrupa Troykası’nın nükleer anlaşma kapsamında BM yaptırımlarına otomatik olarak geri dönüş anlamına gelen snapback mekanizmasını harekete geçirmesini engellemenin yolları üzerine istişarelerde bulundu.

Lavrov ve Wang Yi pazartesi günü Pekin'de bir araya gelerek Arakçi'nin Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) dışişleri bakanları toplantısına katılmasından önce İran'ın nükleer dosyasını ele aldılar.

Arakçi bugün Telegram üzerinden yaptığı açıklamada, “Mevcut durumda elbette Çin Dışişleri Bakanı ve Rusya Dışişleri Bakanı ile ikili görüşmeler yapacağız” dedi.

Rusya Dışişleri Bakanlığı pazar günü, Devlet Başkanı Vladimir Putin'in İran'ı Washington'un istediği uranyum zenginleştirmesine izin verilmeyecek bir nükleer anlaşmayı kabul etmeye çağırdığı yönündeki haberi ‘yalan’ olarak nitelendirdi.

cdfrgthyu
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin bugün Pekin'de düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) dışişleri bakanları toplantısı çerçevesinde gerçekleştirdikleri görüşmeden (İran Dışişleri Bakanlığı)

ABD merkezli haber sitesi Axios'un dosyaya yakın kaynaklara dayandırdığı haberine göre Putin, İran'a ABD ile uranyum zenginleştirmesini engelleyecek bir anlaşmayı kabul etmesi çağrısında bulundu. Rusya nükleer program konusunda yıllardır İran'ın başlıca diplomatik destekçisi konumunda.

Moskova, İran'ın uranyum zenginleştirme hakkını kamuoyu önünde desteklemiş olsa da Putin, İsrail ile İran arasında 12 gün süren savaşın ardından özel oturumlarda daha sert bir tutum benimsedi.

İki kaynak Rusların İsrail hükümetine Putin'in İran'ın uranyum zenginleştirmesi konusundaki tutumu hakkında bilgi verdiğini söyledi. Üst düzey bir İsrailli yetkili, “Putin'in İranlılara bunu söylediğini biliyoruz” dedi. Putin bu tutumunu geçen hafta ABD Başkanı Donald Trump ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yaptığı görüşmelerde de dile getirdi.

ABD Başkanı Donald Trump'ın ilk döneminde İran'a yönelik ABD yaptırımlarının yeniden uygulanmasından bu yana Tahran, 20 yıllık bir stratejik anlaşma yoluyla Moskova’yla ve İran'ın petrol ihracatının yüzde 90'ını satın alan Pekin’le bağlarını güçlendirdi.

Arakçi Telegram üzerinden yaptığı paylaşımda şöyle yazdı: “ŞİÖ yavaş yavaş küresel arenaya açılıyor, yani bölgesel arenayı yavaş yavaş aşıyor… Gündeminde ekonomik, siyasi ve güvenlik alanları da dahil olmak üzere bir dizi farklı konu var.”

Diğer yandan İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, hükümetinin ‘tüm ciddiyetiyle bu barışçıl yolu izleyeceğini’ söyledi ve ek ayrıntı vermeden ‘diplomasi penceresinin halen açık olduğunu’ vurguladı.

Pezeşkiyan, “Geleceğe doğru yeni ufuklar açmak için geçmişi eleştirel gözlerle gözden geçirmeliyiz. Bizi daha iyi bir yarına götürecek olan şey, umudu yeniden inşa etmek, öğrenme ve değişme isteği ile anlayış, empati ve rasyonaliteye dayalı yeni bir yoldur... Diplomasi penceresinin açık olduğuna inanmaya devam ediyoruz ve bu barışçıl yaklaşımı kararlılıkla sürdüreceğiz” ifadelerini kullandı.

Pezeşkiyan sözlerini şöyle sürdürdü: “Savaşın dayattığı büyük sınavda, psikolojik baskılara ve halkımızın karşılaştığı pek çok zorluğa rağmen, İran'ın çağdaş tarihinde halkın katılımının, uzlaşının ve toplumsal uyumun en dikkat çekici tezahürüne tanık olduk. Ülke içinde ve dışında, her eğilimden İranlılar saldırgan düşman karşısında tek vücut oldular.”

İran Cumhurbaşkanı'nın açıklamaları, İran Genelkurmay Başkanı Abdurrahim Musevi'nin İsrail ile 12 gün süren savaş sırasında ülkesinin ‘varlığının ve toprak bütünlüğünün eşi benzeri görülmemiş şekilde tehdit edildiğini’ söylemesinin ardından geldi.

Pezeşkiyan hükümeti, muhafazakâr milletvekillerinin muhalefetine rağmen Batılı güçlerle müzakerelere yeniden başlamaya hazır olduğunun sinyallerini verdi.

yhu7ı8
ABD ile İran arasında 19 Nisan'da ikinci tur görüşmelerin yapıldığı Roma'daki Umman Büyükelçiliği'nin girişinde bekleyen gazeteciler ve polis memurları (AP)

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi pazartesi günü yaptığı açıklamada, İran ve ABD arasında altıncı tur müzakereler için ‘belirli bir tarih olmadığını’ söyledi. Bekayi, “Diplomasinin ve müzakere yolunun etkinliğini doğrulamadığımız sürece böyle bir yola girmeyeceğiz” dedi.

Arakçi ve ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff nisan ayından bu yana Umman arabuluculuğunda beş tur görüşme gerçekleştirdi. Daha sonra İsrail 13 Haziran'da İran'a saldırı başlattı ve ABD'nin İran'ın üç nükleer tesisini bombaladığı 12 günlük bir savaşı tetikledi.

Tahran ve Washington arasında yeni bir müzakere turunun 15 Haziran'da yapılması gerekiyordu, ancak savaş nedeniyle iptal edildi.

İran Dini Lideri Ali Hamaney’in uluslararası ilişkiler danışmanı Ali Ekber Velayeti pazartesi günü yaptığı açıklamada, ülkesinin uranyum zenginleştirmeyi durdurma şartına bağlanması halinde ABD ile nükleer müzakerelere yer olmadığını söyledi ve böyle bir şartı Tahran'ın bağlı olduğu ‘kırmızı çizgilere’ aykırı olarak niteledi.

Şarku’l Avsat’ın İran medyasından aktardığına göre Velayeti, Pakistan İçişleri Bakanı Muhsin Nakvi ile gerçekleştirdiği görüşmede, “Müzakereler zenginleştirmenin durdurulması şartına bağlanırsa kesinlikle gerçekleşmeyecek” dedi.