Ürdün Başbakanı Dr. Bişr el-Hasavne: Biden'la birlikte Ürdün için yeni bir dönem başlıyor

Ürdün Başbakanı Dr. Bişr el-Hasavne / Fotoğraf: AFP
Ürdün Başbakanı Dr. Bişr el-Hasavne / Fotoğraf: AFP
TT

Ürdün Başbakanı Dr. Bişr el-Hasavne: Biden'la birlikte Ürdün için yeni bir dönem başlıyor

Ürdün Başbakanı Dr. Bişr el-Hasavne / Fotoğraf: AFP
Ürdün Başbakanı Dr. Bişr el-Hasavne / Fotoğraf: AFP

Ürdün Başbakanı Dr. Bişr el-Hasavne, Independent Türkçe Genel Koordinatörü Zahid Gül ve Independent Türkçe Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek'e konuştu: Yüzyılın Anlaşması, kapanmış bir sayfa... Kudüs, en büyük kırmızı çizgimizdir.
Ürdün son dönemlerde özellikle Kral 2. Abdullah'ın ABD ziyareti ve Ürdünlülerin fitne olarak adlandırdıkları ama kimi çevrelerce de saray darbesi olarak nitelendiren siyasi çekişmeyle gündeme geldi.
Nüfusunun yarısı kadar Suriyeli ve Filistinli mülteciye ev sahipliği yapan Ürdün, mültecilere vatandaşlık vermeyi ise düşünmüyor.
Kudüs'ün kendileri için kırmızı çizgi olduğunu ifade eden Ürdünlüler, Türkiye'den gelen kişilerin Kudüs'e İsrail üzerinden değil, Ürdün üzerinden gitmelerini istiyor.
Ürdün, ABD Başkanı Joe Biden döneminden oldukça umutlu. Biden ve ekibinin Ürdün'ü iyi bildiğini ve Ürdün'de iyi tanındığını söylüyorlar.
Trump politikalarının kendilerine dayattığı, Yüzyılın Anlaşması'nın da kapanmış bir sayfa olduğunu altını çiziyorlar.
Türkiye ile ilişkilerinde son derece başarılı bir performans sergilediklerini ifade eden Ürdünlüler, Türkiye ile ilgili gelecek perspektifine de son derece önem verdilerini belirtiyorlar.
Biz de Ürdün'deki son siyasi durumu yerinde görmek, Kral 2. Abdullah'ın ABD seyahatini konuşmak, mülteci politikasını anlamak ve Türkiye-Ürdün ilişkilerinin geleceği hakkındaki sorulara yanıt bulmak için Ürdün'e gittik.
Gerek Başbakan Dr. Bişr el-Hasavne gerek Enformasyon Bakanı Sahır Dudin'in evlerindeki sıcak, samimi ortam, gerekse de kamplara özel izinle yaptığımız seyahat sonrası Ürdün siyasetini anlamaya çalıştık.

Bizim açımızdan, Dr. Hasavne ile başkent Amman'daki evinde rahat bir ortamda röportaj gerçekleştirmek, Ürdün siyasi zihninin düşüncelerinde gezinmeye yakın bir durum.  
Daha da önemlisi, Ürdün kraliyet vizyonunun özelliklerinin ve pusulasının birçok önemli ve temel dosyada açıklığa kavuşturulmasına ve yorumlanmasına benziyor.
Bu bağlamda Ürdün Başbakanı Dr. Bişr el-Hasavne ile yaptığımız röportaj hem yakın dönem hem de gelecek açısından birçok sorunun da cevabını da veriyor.

"Trump ile çalışan ekibin hedefindeydik"
Ürdün Başbakanı Dr. Bişr el-Hasavne, 2018 yılında eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde ülkesi ile ABD arasındaki anlaşmazlığın zirve noktasına ulaştığı dönemlerden bahsederken, iki parmağını kullanarak atış poligonlarına çapraz bir haç şeklinde yerleştirilen işareti yaptı.
Parmaklarını kenetleyen Başbakan, "Maalesef o dönemde, Başkan Trump ile çalışan ekibin hedefiydik. Bunun sebebi elbette ki saygıdeğer Ürdün Kralı 2. Abdullah'ın, Trump'ın ekibi ve Binyamin Netanyahu hükümetinin Yüzyılın Anlaşması adını verdikleri girişimi dayatma eğilimleri ile çelişen pozisyonlarıydı. Ürdün hükümetinden yapılan resmî açıklamada bu girişimin cehalet eseri olduğu ifade edilmişti" diye konuştu.
Hasavne, bugün söz konusu girişimin sona erdiğini ve Trump'ın ekibi tarafından önerilen konuların herhangi bir şekilde yeniden masaya yatırılmasının mümkün olmadığının altını çizdi. 
 
"Zor ve karmaşık bir mücadeleydi. Ekonomik ve diplomatik olarak hedefe alındık"
Başbakan Hasavne, Trump'ın ekibi ve damadı Jared Kushner ile arka planda yaşanan siyasi mücadelenin zor ve karmaşık olduğunu ifade etti. Hatta ülkesinin, bu ekip tarafından ekonomik ve diplomatik olarak hedef alındığını söyledi.
Öyle ki bu durumun Ürdün'ü izole etme girişimlerinde bulunma ve onu bir hedef haline dönüştürmeye kadar ulaştığına işaret etti. Ürdün Başbakanı, "Söz konusu dönemde Ürdün, ekonomik ve finansal açıdan kesinlikle abluka altına alınmıştı" dedi.
Hasavne hükümeti, bu ablukanın uzun bir süre Trump yönetiminin ana seçimleri kazanıp baki kalacağına inanan birkaç ülkeyle ilişkilerine zarar verdiğine tanık oldu.
Herhangi bir kardeş, dost ya da müttefik ülkeyi hedef almamaya özen gösteren Hasavne, tüm ülkeler için kendi çıkarlarının öncelikli olduğunu ifade etti.
Ancak, Trump'ın iktidarda kalması veya geri dönüşü temelinde siyasi stratejiler geliştirmeye gelince, Ürdün'ün yorumunun diğerlerine nispeten farklı olduğunun altını çizen Hasavne, süreci "zor bir aşama ve çetin bir sınavdı" diye özetliyor.
Hasavne, Ürdün ile ABD arasındaki çekişme ve anlaşmazlıkların, devlet kurumlarıyla değil, yalnızca Ürdün'ü iyi tanıyan ve bölge ile ilgili dosyalardaki derin tecrübelerini takdir eden Trump hükümetiyle yaşandığına dikkat çekti. Başbakan'a göre ülkesinin o aşamada, 'zorluklara sabrettiği', baskıyı kontrol altına almaya çalışıp zamana bırakmayı seçtiği bir sır değil. 
 
"Trump'ın danışmanları, Ürdün aklının Kudüs'ü nasıl anladığının farkında değildi"
O günlerden bahsederken, Trump'ın danışmanlarının Ürdün'e, Kudüs'ün Haşimi himayesi altına girişini garanti eden yazılı kararlar sunduklarını söyleyen Hasavne, şöyle konuştu: 
"Öyle görünüyor ki, bunu düşünen ABD'liler, Haşimi himayesinin tarihsel boyutu belgelere ihtiyaç duymadığı için Ürdün aklının meseleyi nasıl anladığının farkında değillerdi. Oysa bu, herhangi bir muhtıraya da garantiden çok daha önemlidir. Kudüs meselesi de Ürdün'deki liderler ve halk için herhangi bir siyasallaştırmaya tabi edilemeyecek ilkesel bir meseledir. Dolayısıyla burada işaret edilen 'yem' Ürdün'ün kurumsal aklı için ikna edici olmadığı gibi fayda etmişe de benzemiyor. Aksine Ürdün'ün kurumsal aklına göre bu süreçte Trump ekibinin hızlı ve aceleci oluşunun yanı sıra bölge meselelerinde gözle görülür bilgisizliği ile Ürdün'ün sabit tavrı, özellikle Filistin halkının temel hakları söz konusu olduğunda (ki Ürdün bu konuyu pazarlık konusu yapmadığı gibi hiçbir tartışma konusu veya siyasi ve diplomatik çıkar meselesi yapmaz) tüm bölgede hiçbir şekilde gerçek barış veya istikrarı oluşturacak ve sürdürecek çalışmaların yapılamamasına neden oluyordu."
Başbakan, "Bu anlamda Ürdün çabalayıp elinden geleni yaparak sabırlı davrandı bununla birlikte son büyük seçimlerde koşullar değişene kadar o ABD yönetimi için bir hedef olarak kaldı" dedi.
 
"Yüzyılın Anlaşması, kapanmış bir sayfa"
Hasavne'ye göre Yüzyılın Anlaşması'nın sayfası kapandı. Başbakan, konunun Ürdün halkı için hayati öneme sahip Filistin meselesiyle ilgili olduğunda, görmezden gelinemeyeceğini ifade etti.
Filistin meselesinin tartışmasız bir şekilde ümmetin meselesi olduğunun altını çizen Bişr el-Hasavne, burada 'Ürdün vicdanı' ve hakkaniyetini vurgulayarak, "Bazı başkentlerdeki bazı politikacılar, bazen bölgeyi ve halklarını olması gerektiği gibi okumuyor. Trump hükümetinin, bu 'tarihi bilgi cehaleti' ve bağlam dışı okumasının Ürdün yönetimi, halkı ve aynı ölçüde Filistin halkı ve haklarına düşman olanlara alenen destek veren Netanyahu'nun liderlik ettiği aşırı sağcı İsrail gündemine hizmet etmeyi hedeflediği tahmin ediliyor" dedi.
Netanyahu'nun Ürdün düşmanlığı, ülkenin İsrail'den bir miktar su satın almasından sonra bunun İran'a hizmet ettiği yönünde manipülasyonlar ortaya atma seviyesine ulaştığını ifade eden Hasavne, herkesi bu aşırılık ve düşmanlığı zihninde canlandırmaya çağırdı. 
Bişr el-Hasavne, Ürdün halkının neredeyse yarısının Filistin kökenli olduğuna ve ülkenin toplumsal yapısında en büyük Filistinli mülteci kitlesine ev sahipliği yapmasının etkisi bulunduğuna çekiyor.
Ayrıca Filistinli mültecilerin çocuklarının haklarının gözetilmesinin devletin görevleri arasında bulunduğunu ifade ediyor. 
Toplumun diğer yarısının ise Filistinli vatandaşlarla aralarında akrabalık bulunduğuna işaret eden Hasavne, iki halk arasında kan bağı olduğunu ve Ürdün'ün doğusundaki halkın İsraillilerle çatışma geçmişine sahip olduğunu, Kudüs duvarlarında, Filistin ve Batı Şeria topraklarında şehitlerin kanlarının bulunduğunu belirtti.
Bu nedenle, "Filistin halkının kabul edilmiş hakları ve Doğu Kudüs'ün Arap ve İslam kimliğini savunmadaki mücadele ve ihtiyat konusunda kimsenin önüne geçemeyeceği Ürdün halkı hakkındaki bu gerçekleri görmemek akıllıca değildir" dedi.
Hasavne'ye göre, "bu gerçekleri inkar etmek riskli ve cehalet eseridir."
 
"Kudüs, en büyük kırmızı çizgimizdir"
"Yüzyılın Anlaşması isimli proje ve uzantılarıyla patlak veren anlaşmazlık konunun Kudüs dosyasına dokunmasıyla ortaya çıktı" diyen Başbakan Hasavne şöyle konuştu:
"Karşı taraf, Ürdünlülerin Kudüs meselesinde yalnızca tek bir dil kullandığını ve Kudüs'ün kimliği ile Haşimi himayesinin hiçbir zaman ve hiçbir şekilde siyasi meşruiyet aramayan bir pusula olduğunu bilmiyordu. Kudüs, her zaman Ürdün'ün en büyük kırmızı çizgisiydi, öyle de kalacak. Bunu herkes böyle bilmeli. Saygıdeğer Kral, yurt içi ve dışındaki herkese bu bildirdi. Ürdün Kralı bunu, bir beklentiyle değil samimiyet ve inancıyla söylüyor.
Trump yönetimi, Ürdün Krallığı'nın Filistin ve Kudüs dosyalarındaki kararlılığı ve sabit tutumları nedeniyle kardeş ülke Suriye'ye ihracatı özellikle de elektrik ihracatını sürdürmesine engel oldu. Ürdün'deki yatırımlarla mücadele etti ve ekonomik izole uygulayarak Amman'ı rahatsız etmeye çalıştı"
Kraliyet Sarayı'ndan bir heyetle birlikte Trump ekibi ile doğrudan görüşen Hasavne, "Bu nedenle onlarla bir araya gelmek zor oldu" diye konuştu. 
Başbakan Hasavne, Trump'ın damadıyla yaptığı bir görüşmede, "Siz Filistin meselesini müteaahit kafasıyla çözemezseniz" demiş.
Başbakan Hasavne'ye göre Ürdün, işgal altındaki Filistin toprakları ile ilgili herhangi bir barış girişiminde, öncelikle Filistin halkı ve nesilleri tarafından daha önce kabul edilmiş uluslararası meşruiyet kararlarının göz önünde bulundurması gerektiğine inanıyor.
Uluslararası kararlara göre Filistin halkının işgal altındaki toprakların en az yüzde 22'sine hakimiyet hakkına sahip bulunuyor.
Hasavne'ye göre başkenti tartışmasız bir şekilde Doğu Kudüs olan bağımsız ve sürdürülebilir bir Filistin devleti ile sonuçlanmayan herhangi bir girişimin hiçbir anlamı yok. Bunu göz önünde bulundurmayan tüm girişimlerin İsrail sağı ve diğerlerine yönelik bir akrobasi hareketi olduğunu ifade ediyor.
 
"Filistin meselesi konusunda Arap ülkeleri için risk yönetimi ülkeden ülkeye değişiyor"
Hasavne, Filistin meselesi konusunda Arap ülkeleri için 'risk yönetim oranının' bir ülkeden diğerine değiştiğini söylüyor. Ürdün halkı ve Filistinli mülteci nüfusuna ev sahipliği yapan çevre ülkelerin doğası ve gerekliliklerinin Filistin'den uzak diğer halk ve devletlerinkinden farklı olduğuna dikkat çekti.
Bu nedenle Filistin meselesi veya İsrail ile ilişkiler ve normalleşme konusunda verilen tepki ve sergilenen tutumlarda, Arap ülkeleri arasında görülen farklıkların anlaşılabilir olduğuna vurgu yaptı.
Dr. Hasavne'nin resmi bir nitelik taşımayan şahsi görüşü, Körfez ülkelerinin, Ürdün veya Lübnan'a göre bu konulardan daha az etkilendiği yönünde. Bunun yalnızca coğrafi boyutla ilgili olmadığını söyleyen Hasavne, Ürdün'ün demografik yapısıyla da ilgili olduğunun altını çizdi.
Parçalanan Filistin halkının, Mısır, Irak, Suriye, Lübnan ve Ürdün'e dağılmış durumda olduğunu söyleyen Başbakan, fakat nüfusun büyük çoğunluğunun Ürdün'de olduğunu belirtti. Pratikte, Filistin meselesinin bir bütün olarak kardeş bir Arap ülkesinin siyasi kararı üzerinde, kendi toplumsal gerçekliğine yansıdığı kadar etkili olduğuna işaret eden Hasavne şu ifadeeri kullandı:
"Görmezden gelinmesi zor dönüşümler de gerçekleşti. Onlarca yıl önce Körfez ülkelerinde doğan Filistinliler, Körfez toplumunun kimliğine entegre edildi. Demografik ve coğrafik inceleme ve analizler yapılırken bu durum göz önünde bulunduruluyor. Dolayısıyla mesele, siyasi tutumların takibinden çok, sahadaki gerçeklerle ilgilidir. Çıkar ağları, bazı farklılıkların ortaya çıkmasına ve Filistin davasının bazen değişen öncelikleri bulunan bir sisteme sahip bir strateji olarak değil, taktik marjlarında yer almasına yol açabiliyor. Ancak herkes meşru haklar ve Filistin halkının yanında yer alıyor. Filistin halkının temel haklarının tüm kardeş ülkeler için anlaşmazlıklar ve hesapların dışında olduğuna inanıyoruz."
Hasavne, Ürdün'ün Filistin meseleleri söz konusu olduğunda sabit tutumları olan bir ülke olduğunu ve diğer ülkelerin çıkarları konusunda anlayış gösterme esnekliğine sahip olduklarını ifade etti.
Başbakan'a göre bu, bölgedeki ve dünya genelindeki dost, kardeş ve komşu ülkelerin gerektiği yerde Ürdün'ün hayati çıkarlarına anlayış göstermesi ve dostluğa zarar vermeyecek farklılıkların ortaya çıkması anlamına geliyor.
Ürdün Başbakanı, "Biz Ürdünlüler için tartışmaya açık olmayan temel ve ilave konular başta olmak üzere Kudüs'ün kimliği, bizim vesayetimiz ve Filistin halkının hakları konusunda fikir birliği sağlanmasının mümkün olduğu söylenebilir" dedi. 
 
"Kral 2. Abdullah'ın yakında zamanda Washington'a gerçekleştirdiği son ziyaret çok etkili, tarihi ve son derece başarılı"
Hasavne, ülkesinin ABD'li kurumlarla ilişkilerinin, eski ABD Başkanı Trump'ın personeli ile anlaşmazlık ve çatışma yaşandığı zamanda bile çok iyi kaldığını vurguladı.
Başbakan, Kral 2. Abdullah'ın yakında zamanda Washington'a gerçekleştirdiği son ziyaretin çok etkili, tarihi ve son derece başarılı olduğunu aktardı. Ayrıca Ürdün'ün ABD'li yetkililere bölgesel tüm meseleler ve dosyalarla ilgili deneyimlerini, ne olduğu ve ne olması gerektiği konusunda görüşlerini ilettiğini söyledi.
Ürdün Kralı'nın ABD yönetimi ile gerçekleştirdiği son görüşmelerde olumlu ve yapıcı istişarelerde bulunulmasını ayrıca temel ikili ilişkilerin Ürdün çıkarlarını ve işbirliğini artıracak şekilde korunmasını sağladı. Büyük olasılıkla bazı meseleler ve vizyonlar açık bir şekilde ele alındı.
Dr. Hasavne, bu konuda daha fazla ayrıntıya girmek istemedi. Ancak Hükümet Sözcüsü ve Devlet Bakanı Sahr Dudin ile aralarında geçen ayrıntılı diyalogdan anlaşılan, Ürdün Kralı'nın ABD Başkanı Joe Biden, ekibi ve ABD'li kurumlarla görüşmelerinin deneyim ve görüş alışverişi içinde olumlu bir şekilde sonuçlandı. 
"Amman ve Washington arasındaki görüşmelerin esas noktalarını analiz etmek mümkün. Biden yönetimi, yalnızca Ürdün ile eski ilişki ve dostluğun desteklenebileceğin değil, iki devletli çözüme de gerçekten inanıyor. Fakat Ürdün hükümeti, ilişkiler konusunda oldukça deneyimli ve 'siyasi hesaplarını vehimlere' dayandırmaz.
Dolayısıyla iki devletli çözümü desteklemek ile bunu başarmak için programlar geliştirip ona doğru ilerlemek arasında somut bir fark bulunuyor. Amman hükümeti de ABD'nin henüz birinci aşamada olduğunun farkında.
Amman'ın hesapları vehimlere dayalı değildir. Çünkü politikacıları, Netanyahu'nun çökmesi için pusuda beklediği mevcut sağcı hükümetin uzun ömürlü olmayacağının ve her türlü sürprize gebe olduğunun farkında. Dolayısıyla İsrail sahnesinin istikrarlı olmadığının, sürekli izleme ve inceleme gerektirdiğinin bilincinde."
 
"İki ülke arasında derin ilişkiler var Biden yönetimi Ürdün'de iyi tanınıyor"

Gerek Başbakan, gerek Enformasyon Bakanı gerekse de Ürdünlü üst düzey yetkililerin verdiği bilgi Biden yönetiminin Ürdün'ün mesajını aldığı yönünde:  
"Ürdünlülerin Biden yönetiminden anladıkları, İsraillilere, askeri tırmandırma politikasının kesin olarak reddedilmesi ve işgal altındaki topraklarda güvenlik gerilimine yol açabilecek askeri çatışmalardan kaçınılması başlığı altında açık bir mesajın iletildiği. Beyaz Saray'ın bu mesajı İsrail'e açık bir şekilde iletti. Ürdün, Mısır Arap Cumhuriyeti ve tüm kardeşler ile koordineli olarak barış çağrısı çerçevesinde kalacak olsa da bunun farkında. 
Amerikalılar ayrıca Gazze Şeridi ve Batı Şeria'daki ekonomik kalkınma ve güvenlik istikrarıyla da ilgileniyorlar. İsrailliler ve Filistinlilere verdikleri mesaj, anlaşmaya varmak üzere yeniden müzakerelerin başlatılması yönünde.
Herhangi bir anlaşmaya varılması halinde Biden yönetiminin bunu güçlü bir şekilde destekleyeceği ifade ediliyor. Bunun dışında sınırlı düzenleme ve projeler konusunda herhangi bir vehmin söz konusu olamayacağı ifade ediliyor. 
Bu örnek niteliği taşıyan bir durum değil. Fakat Amman, bunun önümüzdeki yıllar içinde geliştirilebileceğini düşünüyor."

"ABD askerleri hiçbir zaman Ürdün'de normalin üzerine çıkmadı"
Bu ziyaret sırasında, iki ülke arasında 'derin ilişkiler' bulunduğuna dair işaret ve kanıtlar ortaya çıktı.
Veliaht Prens, henüz senatörken Biden'ın ofisiyle bir uygulama programı üzerinde çalıştı. Ürdün Kralı da Özel Harekat Komutanı olduğu dönem Ürdün'de anayasal yetkinin Kral'a geçtiği dönemde mevcut ABD Savunma Bakanı ile birlikte çalışmıştı.
Hasavne'ye göre William Burns, ABD'nin Amman Büyükelçisi olarak görev yaptığı dönemde Biden yönetimi Ürdün'de tanınıyordu. 
Katar ve başka bölgelerden ABD askerlerinin Ürdün'de toplandığıyla ilgili olarak basında çıkan haberleri sorduğumuz Başbakan Hassavi, "Bu haberlerin genel olarak bir siyaset değişikliğine işaret etmediğini Ürdün'de normal olarak bulunan asker sayısının ki bu sayının 3 ile 4 bin arasında olduğunu şuan da hiçbir şekilde asker sayısının 4 bin 700 üzerine çıkmadığının" altını çizdi.
 
"Suriye rejimin devrilişine değil, davranış biçimini değiştirmeye odaklanmalı"
Dr. Hasavne, Suriye dosyası konusunda, mevcut ABD yönetiminin pozisyonunda küçük de olsa bir değişiklik olduğuna inanıyor.
Suriye rejimini devirmekten bahseden üslubun, onu alaşağı etmeye çalışma yanılsamasını sürdürmek yerine Suriye rejiminin davranış biçimini değiştirmeye odaklanarak daha gerçekçiliğe meyletmiş göründüğünü ifade eden Başbakan, bunun Ürdün Kralı tarafından alenen dile getirilen bir durum olduğuna işaret etti. 
Bişr el-Hasavne'ye göre Ürdün, Mısır ve bazı kardeş ülkelerle birlikte Suriye'nin Arap Birliği'ndeki yerine dönmesini önemsiyor.
"Çünkü yerinde olmaması verimli değil, Arap Birliği'ndeki yerlerine dönmeleri durumunda Suriyeliler için inisiyatifler oluşturulabilir ve daha iyi bir diyalog kurulabilir. Arap Birliği aracılığıyla Suriyeli kardeşler ile mültecilerin ve yerinden edilmiş vatandaşların anayurtları Suriye'ye dönüşü de dahil olmak üzere birçok önemli konu tartışılabilir."
Başbakan, "Ürdün her zaman kardeş ülke Suriye'deki çatışma durumunu sona erdirmek için kapsamlı bir siyasi çözüm çağrısında bulundu. Bugün uluslararası toplumun, Ürdün'ün yıllar önce söylediklerini dikkate almaya başladığı bir sır değil. Yıllar önce söylenenler bugün de yararlı olabilecek ifadeler" dedi.
 
"Suriyeli Mülteciler konusunda uluslararası toplum anlaşmaların sadece yüzde 7'sini yerine getirdi"
Hasavne, ülkesinin Suriyeli mülteci dosyası ve külfeti konusunda 'büyük zorluklarla' karşı karşıya kaldığını söyledi.
Uluslararası toplumun, bu yıl, bölgedeki çok sayıda Suriyeli mülteciye bakım sağlama başlığı altında Ürdün ile üzerinde anlaşmaya varılanların sadece yüzde 7'sini yerine getirdiğine dikkat çekti.
Ürdün Başbakanı, Suriye'deki tüm çevre ülkelerin çıkarlarının ve aslında uluslararası toplumun çıkarlarının, Suriyeli mülteci hikayesinin olayların ön saflarında kalmasını gerektirdiğini düşünüyor.
Bu, dünyada anlatılmaya devam edilmesi gereken ve önemini ve şurada burada insani veya yasal boyutu olan girişimlerin öncelikleri arasındaki yerini kaybetmemesi gereken bir hikaye.
Ürdün ise Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ile imzalanan mutabakat muhtırasına göre kapılarını Suriyeli mültecilerin kardeşlerine açtı. Bu nedenle, buradaki tutum her şeyden önce insani, küresel ve ahlakidir.
Dr. Hasavne, ülkesinin 1950'li yılların başında imzalanan, dünya genelindeki Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme'yi ilkeli ve ahlaki bir nedenle imzalamadığını ifade etti. Bu sebebin, sözleşmenin Ürdün vatandaşlığı elde eden Filistinli mültecilerin temel haklarını iptal edebilmesi olduğunu söyledi.  
Ürdün devletinin, bu statüye sahip Ürdünlülerin mülteci statüsünün kaldırılmasıyla biten sözleşmeler imzalamakta bir çıkar görmemesi, Suriyeli sığınmacı kabul ederken UNHCR ile bir mutabakat imzalanmasına yol açtı. 
Hasavne'ye göre bu kıyasa açık bir durum. Çünkü Suriyeli mültecinin ülkesine dönme hakkı korunmalı ve dünyanın vicdanı ne zaman olursa olsun bu hakkın uygulanması gerçekliği ile meşgul olmalı.
Ürdün Başbakanı'na göre bu önemli bir konu. Suriye'nin komşu ülkelerinin buna dikkat etmesi ve Türkiye gibi bir komşu ülke ile yakınlaşma ve ortak çıkar bölgesi oluşturması gerekiyor. Gerçek bir temsil gerektirir. Çünkü Suriyeli sığınmacılar konusundaki küresel ilgiyi marjinalleştirmek, bağımsız bir Suriye devletinin çıkarları için en kötü ve en korkunç senaryodur.
 
"Suriyelilere vatandaşlık vermek mi... Allah göstermesin"
"Ürdün'e göre bu, Suriyeli mültecilerin yakında ülkelerine dönecekleri anlamına mı geliyor?"
Hasavne bu soruya, "Gerçekçi olmak gerekirse, öngörülebilir kısa vadede bunun gerçekleşebileceğini düşünmüyorum. Çünkü mesele sadece Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönüşü ile sınırlı değil. Dönecekleri yerlerin tam olarak belirlenmesi, daha da önemlisi o mekanın siyasi katılım da dahil olmak üzere onurlu bir yaşam için gerekli koşulların sağlanması gerekiyor. Bu nedenle Amman'a göre, mültecilerin geri dönüşünün gerçekten mümkün olması, başarılı ve istikrarlı bir geri dönüşe yol açan koşulların olgunlaşması için Suriyeli mültecilerin statüsünü korumak ve yeniden olumsuz bir durum yaşanmaması için bununla meşgul olunmalı" şeklinde yanıt verdi. 
"Ürdün, gerçekten Suriyeli mültecilere vatandaşlık verecek mi?" sorsuna duraksamadan cevap veren Dr. Hasavne, "'Allah göstermesin" dedi.
Ayrıca, bazı gerçeklere değinerek 2011 yılında Türkiye, Lübnan veya Ürdün'e sığınan kişilerin yaklaşık 10 yıldır oralarda bulunduğunu, Suriye çevresindeki mülteci bölgelerinde doğan bir çocuğun 10 yaşına geldiğini söyledi. Bunlar, Hasavne'nin derinlemesine okumayı önerdiği gerçekler. Çünkü bugün ikinci nesil Suriyeli mültecilerden bahsediyoruz.
 
"Türk kardeşlerimiz Ben Gurion üzerinden değil Ürdün üzerinden Kudüs'e gitmeli"
Ürdün Başbakanı, ülkesinin mevcut durumda Türkiye ile çok iyi ilişkilere sahip olduğunu söyledi. Ancak iki ülkenin çıkarlarını ölçmek için ortak bir Türk-Ürdün anlaşmasının kurulması bağlamında geçmişteki bazı meseleleri diplomatik ve zarif bir üslupla ele aldı.
Dr. Hasavne, Ürdün'ün Türkiye ile ticaret anlaşmasını birkaç yıl önce iptal etmesinin, yalnızca Ürdün sanayi sınıfının çıkarlarıyla bağlantılı olmasına rağmen bu konuda yapılan analiz ve okumaların abartıldığını düşünüyor. 
Hasavne, "Yakın geçmişte, Türk dernekleri Mescid-i Aksa ve Tapınak Tepesi'ne (Harem-i Kudsi) müdahale etme ve de bazen Ürdün vakıf görevlilerini meşgul etme girişimleri başlığı altında sorunlar gündeme geldi. Kudüs meselesi, Amman için çok hassas bir konu olması nedeniyle bazen ilişkilerde küçük sorunlar yaşandı. Fakat Türk kardeşlerin açıklamalar yaparak durumu aydınlatması ve Ürdün'ün bunları diplomatik olarak kabul etmesiyle bu sorunlar ortadan kalktı. Amman hükümeti Türkiye ile daha iyi ve daha derin ilişkilere önem verdiğini gizlemiyor. Daha da önemlisi Türkiye'nin Ürdün ve Haşimi vesayetine verdiği desteği takdir ediyor. Ürdün Kralı'nın kardeşleri ile birlikte İstanbul'da Kudüs için düzenlenen İslam Zirvesi'ne katılması da bunun açık göstergesi" dedi.
"Türk kurumlarının Kudüs'ü ziyaret etmek için gelen Türk gruplarını 'Ben Gurion Geçidi' ve işgal güçlerine ait başka geçitler ve kurumlar üzerinden geçirme ısrarı nedeniyle suçlamadan ziyade 'sitem' niteliği taşıyan ve siyasi özelliği bulunan bürokratik bir işarette bulunuyorlar.
Bu, iki ülke arasındaki kardeşlik ilişkilerini biraz zedeleyen bir işaret. Ürdünlü yetkililere göre, Ankara, Kudüs meselesinin Ürdünlüler için önemini anlıyor fakat aynı tutumu sergilemeye devam ederken Amman bunu davranışsal bağlamda normal ve kardeşçe görmüyor."
Ürdünlü yetkililerin ifadesi, "Bu elbette ki düzeltilmesi gereken ayrıntı bir konudur. Çünkü Kudüs şehri ve kutsallarının, ümmet için öncelikli, bazen bazı fedakarlıklar gerektiriyor. İşgalle birlikte Kudüs'e ziyaretler düzenlemenin meşruiyetini kabul etme ihtimalini anlatan mesajlar vermemeye özen gösterilmeli" şeklinde.
Başbakan Hasavne de "Sembolik, siyasi ve dini değeri, lojistik gerekçenin çok daha üstünde olduğu için Türkiye'deki kardeşlerinin düzeltmesini umduğu bir nokta. Ürdünlüler açısından işgal geçitlerini kullanmak Kudüs'ün statüsünün kutsallığına zarar veriyor. Amman, Türk kardeşlerinin Kudüs'ü ziyaret etmelerinden memnuniyet duyuyor. Elbette bu konuyu ele alma ve bu konuda bir anlaşmaya varma konusunda umut var" diyor.
Dr. Hasavne, Türk şirketlerinin İsrail tarafı ve kurumları aracılığıyla Kudüs'e ziyaretler düzenlemesinin sebebinin Ürdün tarafının Filistin ile Ürdün köprülerinde bu tür ziyaretlere uygun altyapı eksikliğinden kaynaklandığını söylemimize itiraz etmiyor. 
Bu mesele aynı zamanda Ürdün Başbakanı'nın doğruluğu konusunda tartışmaya girmediği bir konu. Köprü bölgelerindeki altyapının geliştirilme ve çalışma aşamasında olduğunu kaydediyor. Fakat buradaki en önemli değere, Kudüs'ün kimliğine, İslami ve Arap kimliğine dikkat edilmesi gerektiği konusunda siyasi olarak dertli görünüyor.
Türkiye ile ilişkilerin sürekli gelişme halinde kalması için bu dosyanın öncelikli ve ilkeli bir şekilde ele alınmasına engel olacak herhangi bir şeyin bulunmadığını söyleyen Başbakan, Ankara ile ilişkilerin mevcut durumda da genel anlamda da mükemmel olduğuna işaret etti.  
Independent Türkçe



Umutla beklenen Filistin Devleti, koşulsuz siyasi tanınma yolunda

Görsel: Majalla
Görsel: Majalla
TT

Umutla beklenen Filistin Devleti, koşulsuz siyasi tanınma yolunda

Görsel: Majalla
Görsel: Majalla

Remzi İzzettin Remzi

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu bundan yaklaşık yetmiş yedi yıl önce, Filistin'in Arap ve Yahudi olmak üzere iki devlete bölünmesini öngören 181 sayılı kararını kabul etti. Bu karar, İsrail Devleti'nin kurulmasının yasal temelini oluşturdu.

Birleşmiş Milletler (BM) 17 Haziran 2025 tarihinde, Suudi Arabistan ve Fransa’nın girişimiyle ‘iki devletli çözümün’ uygulanma yollarını ele almak üzere yeni bir konferans düzenleyecek ve bu konferans, Filistin halkının bağımsız bir devlet kurarak kendi kaderini tayin etme hakkını elde etmek için çıktığı uzun yolda bir dönüm noktası olacaktı.

Ancak konferans, İsrail'in 13 Haziran'da İran'a yaptığı ani saldırı nedeniyle gerçekleştirilemedi. İran'ın askeri altyapısını, nükleer tesislerini, askeri liderlerini ve nükleer bilim adamlarını hedef alan saldırı, Ortadoğu’yu yıllardır gördüğü en ciddi krizlerden birine sürükledi.

Filistin meselesine karşı halen belirsiz bir tutum sergileyen ülkeler, özellikle de 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana İsrail'in uygulamaları konusunda, net bir tavır almak zorunda kalacaklar. Ya İsrail'in politikalarının Filistinlilerin yaşayabilir bir devlet kurma umutlarını sona erdirmek amacıyla Filistin topraklarını işgal etmeye devam ederek soykırım ve etnik temizlik dahil olmak üzere savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlediği yönünde çok sayıda kanıt olmasına rağmen İsrail için bahaneler bulmaya devam edecekler ya da adalet, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü savunma yükümlülüklerini yerine getirecekler.

Filistin devletinin tanınmasını ‘uygun zamanı beklemek’ bahanesiyle ertelemek için hiçbir gerekçe yok. Ayrıca, İsrail'in Gazze ve Batı Şeria'daki Filistin halkına karşı eylemlerini haklı çıkarmak için uluslararası hukuku yorumlamaya da artık yer yok. Uluslararası Adalet Divanı (UAD), uluslararası insan hakları örgütleri ve dünya kamuoyu, İsrail'in eylemlerinin en azından yasadışı olduğu ve muhtemelen soykırım düzeyine ulaştığı konusunda hemfikir.

UAD’ın bu bağlamda danışma görüşleri ve geçici tedbirler yayınladığını hatırlatmak yeterli olur. UAD, 19 Temmuz 2024 tarihinde, İsrail'in Filistin topraklarını işgalinin yasadışı olduğu, bu işgali sona erdirmesi, yeni yerleşim yerleri kurmayı durdurması ve mevcut yerleşim yerlerini boşaltması gerektiği sonucuna vardı. Mahkeme ayrıca, tüm ülkelerin İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasadışı varlığıyla yarattığı durumun devam etmesine katkıda bulunacak her türlü destek ve yardımı vermemesi gerektiğini vurguladı.

Dolayısıyla, ağır insan hakları ihlallerini kolaylaştıran kuruluşlara sağlanan her türlü mali destek, yerleşim yerlerinin inşasına yönelik finansman da dahil olmak üzere, yasaklanmış bir yardım olarak kabul edilir ve devam eden yasadışı işgale suç ortaklığı anlamına gelir.

UAD, uluslararası insan hakları örgütleri ve dünya kamuoyu, İsrail'in eylemlerinin en azından yasadışı olduğu ve muhtemelen soykırım düzeyine ulaştığı konusunda hemfikir.

UAD, Güney Afrika'nın İsrail'i ‘soykırım suçunu önleme sözleşmesini ihlal etmekle’ suçladığı davayı incelemeye makul bir gerekçe olduğunu tespit ettiğinden, UAD’ın Bosna Hersek ve Sırbistan davasında verdiği önceki karar, ilgili bir emsal teşkil ediyor. UAD kararında, ‘devletlerin, soykırım suçu işleme olasılığı bulunan veya fiilen bu suçu işleyen kişilerin eylemlerini etkili bir şekilde etkilemekten sorumlu’ olduğunu vurguladı. Bu durum, İsrail'in Gazze'de yürüttüğü acımasız kampanyaya mali, istihbarat veya askeri destek sağlayan devletler için de geçerli.

Bunun yanında Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği de dahil olmak üzere uluslararası sivil toplum kuruluşları ve hükümetler, İsrail güçlerinin Gazze ve Batı Şeria'da işlediği birçok ihlali belgeledi ve kanıtladı.

İsrail'e karşı olumsuz küresel kamuoyu görüşü

Ayrıca, dünya kamuoyu giderek İsrail karşıtı bir tutum sergilemeye başladı. Pew Araştırma Merkezi'nin 3 Haziran'da yayınladığı son ankete göre anketin yapıldığı 20 ülkeden katılımcıların çoğu İsrail'e karşı olumsuz görüş bildirdi. Bu değişimin İsrail'i en çok destekleyen iki ülkeyi de kapsıyor olması dikkati çekti. Bu ülkelerden biri olan ABD’de katılımcıların yüzde 53'ü İsrail'e karşı olumsuz görüş bildirdi. Bu oran 2022 yılından bu yana 11 puanlık bir artış gösterdi. Birleşik Krallık'ta ise bu oran 2013 yılında yüzde 44’ken bugün yüzde 61'e yükseldi.

Ancak artan eleştiriler sadece hükümetler, uluslararası kuruluşlar ve dünya kamuoyuyla sınırlı değil, İsrail toplumunun geniş bir kesimini de kapsıyor. İsrail toplumunun büyük bir çoğunluğu Netanyahu hükümetinin politikalarını reddediyor. Eski İsrail Başbakan Ehud Olmert, 30 Mayıs tarihinde The Guardian gazetesinde yayınlanan bir makalede mevcut İsrail hükümetini sert bir şekilde eleştirirken “Şu anda Gazze'de yaptığımız şey bir yıkım savaşıdır: sivilleri rastgele ve sınırsız bir vahşetle suçlu bir şekilde öldürmek... Bence İsrail hükümeti artık devletin iç düşmanı haline geldi. İsrail, devlete ve halkına savaş ilan etmiştir... İsrailliler savaş suçu işliyor” ifadelerini kullandı.

scd
Eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Paris'te, 9 Haziran 2025 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın The Guardian gazetesinde 13 Temmuz'da yayınlanan röportajdan aktardığına göre Olmert,  İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz’ın Refah'ta bir ‘insani yardım şehri’ kurma planını etnik temizlik olarak nitelendirdi. Eski Genelkurmay Başkanı Moshe Ya'alon da İsrail'in etnik temizlik politikası uyguladığını kabul etti.

Yine Pew Araştırma Merkezi’nin bir başka anketine göre İsraillilerin çoğu Filistinlilerle barışın sağlanabileceğinden şüphe duymaya devam etse de yüzde 53’ü Netanyahu’ya karşı olumsuz bir tutum sergiliyor. Bu tutum esas olarak Netanyahu’nun Gazze’de izlediği politikalardan kaynaklanıyor.

Dünya kamuoyu giderek İsrail karşıtı bir tutum sergilemeye başladı. Pew Araştırma Merkezi'nin 3 Haziran'da yayınladığı son ankete göre anketin yapıldığı 20 ülkeden katılımcıların çoğu İsrail'e karşı olumsuz görüş bildirdi.

Bunun yanında büyük Avrupa ülkelerinin tutumları, bu tarihi anın gerektirdiğinden çok daha geride kalıyor. FransaCumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a gönderdiği mektupta “Fransa, Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na hitap ettiğimde Filistin Devleti'ni tam olarak tanıyacak” açıklamasında bulunsa da bu açıklama sembolik olmasına rağmen açık bir siyasi tereddüt içeriyor. Filistin’i tanımanın daha sonraki bir zamana bağlanması, şartlı veya ertelenmiş olması, kesin bir taahhütten çok hesaplı bir diplomatik manevradır. Bu, ileriye doğru atılmış bir adım gibi görünse de, özünde daha fazla zaman kazanmak için bir fırsat sunuyor ve baskı ve geri adımlara kapıyı aralayarak bir adım geriye gidiyor.

Fransa’nın tutumuna dair bir açıklama yapması zor, ancak tanıma kararının ertelenmesinin, Birleşik Krallık, Almanya ve İtalya olmak üzere Avrupa’nın üç büyük ülkesine şartlı ve zayıf gerekçelere dayanan, asgari düzeyde siyasi güvenilirlikten yoksun tutumlarını sürdürme fırsatı verdiği açık. Ayrıca erteleme, İsrail'e Fransa'ya saldırma ve onu ‘terörizmi ödüllendirmekle’ suçlama fırsatı verdi. Bu, Filistin devletinin toplu olarak tanınmasına yönelik herhangi bir uluslararası hareketi baltalamak için açık bir girişimdi.

Belki de en tehlikelisi, bu erteleme, BM Genel Kurul’daki konferansın içeriğini boşa çıkarmak amacıyla ABD'nin baskısını artırmasına kapı açmasıydı. En önemli olası sonucunun gerçekleşmesini yani Filistin'i bağımsız bir devlet olarak resmen tanıyan Avrupa ülkelerinin sayısının artmasını engelledi.

Bugüne kadar, Kuzey Amerika ve Avustralya hariç, farklı kıtalardan 140'tan fazla ülke Filistin Devleti'ni tanıdı. Ortadoğu ile yakın bağları olmasına rağmen, Avrupa ise bu konuda en tereddütlü ve bölünmüş kıta olmaya devam ediyor. Avrupa ülkelerinin hükümetlerinin büyük çoğunluğu, kendi ülkelerindeki kamuoyunun görüşleriyle açıkça çelişen tutumlar sergiliyor.

hyjuı
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 20 Temmuz 2022'de Paris'teki Elysee Sarayı'nda bir araya geldi (AFP)

Örneğin İngiltere'de, birkaç gün önce, farklı partilerden 220'den fazla milletvekili, Başbakan Keir Starmer'e BM Genel Kurul’daki konferans öncesinde Filistin devletini tanıması için açıkça çağrıda bulundu. Bununla birlikte, Starmer temkinli davranmayı tercih ederek, sanki Filistinliler yedi on yıl boyunca vaatler ve oyalama taktikleriyle bekletilmemiş gibi Filistin’i tanıma sürecinin müzakere yoluyla iki devletli çözümü hedefleyen ‘daha geniş kapsamlı bir planın’ parçası olması gerektiğini açıkladı.

BM Genel Kurul tarafından konferansın nasıl ilerleyeceği konusunda onaylanacak bir kapanış bildirisi yayınlanması bekleniyor.

Her ne kadar BM Genel Kurul kararları temelde bağlayıcı olmayan tavsiyeler olsa da ne yazık ki üye ülkeler bunları görmezden gelmeyi tercih edebilirler. Ancak, Filistin meselesinde olduğu gibi, bu kararların tekrar tekrar ve ezici çoğunlukla kabul edilmesi, uluslararası kamuoyunun eğilimlerini gösteren son derece hassas bir gösterge niteliğinde.

Filistin’i tanımanın daha sonraki bir zamana bağlanması, şartlı veya ertelenmiş olması, kesin bir taahhütten çok hesaplı bir diplomatik manevradır.

Konferans için belirli bir önerim var, ancak bunu sunmadan önce, önerimin dayandığı temelleri açıklamam gerekiyor:

1- Filistin devletinin tanınması koşulsuz olmalı. Filistin’in tanınması için hiçbir ön koşul sunulmamalı. Zira işgalci güç olan İsrail ile henüz oluşum aşamasında olan ve toprakları işgal altında bulunan Filistin devleti arasında ahlaki, siyasi veya gerçekçi hiçbir eşitlik yok.

2- Filistin halkı acil korumaya ihtiyaç duyarken, İsrail güvenlik endişelerini dile getiriyor. Ancak bu endişelerin giderilmesi, Filistinlilerin temel hakları pahasına olmamalı. Mesele özünde bölgesel bir meseledir ve bu kapsamlı çerçeve içinde ele alınmalı.

3- Göstergeler, mevcut İsrail hükümetinin iki devletli çözümü engellemeye devam ettiğini ve bu durumun, hükümeti politikalarından vazgeçmeye zorlayacak kararlı önlemlerin alınmasını gerektirdiğini ortaya koyuyor. Buna karşın Filistinlilerin hem Gazze'de hem de Batı Şeria'da topraklarında korunmaları sağlanmalı. Kısacası, İsrail ile hiçbir şey olmamış gibi ilişkiler sürdürülmemeli. İsrail'in BM Genel Kurul kararlarını cezasız bir şekilde görmezden gelmesine izin verilmemeli. Gerçek sonuçlar olmalı.

4- Konferansın sonuç bildirgesi, İsrail'in Filistin topraklarını işgalini ve uluslararası insani hukuk ile insan hakları hukukunu sistematik olarak ihlal etmesini açık ve net bir şekilde kınayan uluslararası hukuk hükümlerine dayanmalı. Bildirge, özellikle üye devletlerin BM Şartı uyarınca saygı gösterme ve uygulama yükümlülüğü bulunan Uluslararası Adalet Divanı kararlarına dayanmalı.

5- İsrail'e sunulan teşvikler, güvenlik endişeleriyle ilgili olanlar da dahil olmak üzere, siyasi, ekonomik ve askeri boyutları içeren entegre bir bölgesel güvenlik sistemi çerçevesinde yer almalı. Bu teşvikler, kapsamlı bir vizyonun parçası olarak ilan edilebilir, ancak bunların uygulanması, İsrail'in mevcut politikalarını gerçekten gözden geçirmeye başladığının tam olarak doğrulanmasına kadar ertelenmeli.

6- Önerime gelince İsrail'i sorumlu tutmaya yönelik tüm önlemler üzerinde tam bir uzlaşma sağlanamayabileceğini göz önünde bulundurarak, konferansın sonuç belgesine bir dizi olası yaptırımın dahil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu yaptırımlar, çok taraflı olarak veya bölgesel ve ulusal düzeylerde, BM ve Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA), Uluslararası Olimpiyat Komitesi ve Avrupa Şarkı Yarışması (Eurovision) gibi diğer uluslararası kuruluşların mevcut uygulamalarından yararlanarak uygulanabilir. Her ülke veya bölgesel kuruluş, kendi imkanlarına ve özel koşullarına uygun olanı seçebilir.

fgth
Lahey'deki UAD’ın Güney Afrika'nın İsrail aleyhine açtığı davanın duruşması sırasında, 17 Mayıs 2024 (AFP)

Bu liste, diğerlerinin yanı sıra şunları içerebilir:

- Silahların tamamen yasaklanması.

- Yerleşim birimlerini finanse eden örneğin Hapoalim Bank ve Leumi Bank gibi İsrail bankalarına varlıkların dondurulması ve sistematik para cezaları gibi mali yaptırımlar uygulanması.

- Belirli sektörlere, özellikle İsrail'in büyük silah üreticilerine ve yerleşim yerleriyle bağlantılı şirketlere yaptırımlar uygulanması.

- Kültürel yaptırımlar, İsrail'in uluslararası spor etkinliklerine ve kültürel yarışmalara katılımının yasaklanması dahil.

- Limanların ve hava sahasının kullanımının yasaklanmasının yanı sıra arama ve durdurma yetkilerini de kapsayacak şekilde nakliye ve sevkiyata ilişkin kısıtlamalar getirilmesi.

- Teknolojik ve dijital yaptırımlar, örneğin çift kullanımlı teknolojinin ihracatına kısıtlamalar getirilmesi ve yazılım hizmetlerinin kısıtlanması.

Tüm bunlara ek olarak BM Güvenlik Konseyi (BMGK), Suriye örneğinde olduğu gibi, İsrailli şahıs ve kuruluşları yaptırım listelerine dahil etmeye davet edilebilir.

Konsey ayrıca, İsrail'in doğal gaz kaynaklarının sıkı denetim altında ihraç edilmesine izin verebilir ve gelirlerin Birleşmiş Milletler tarafından denetlenen bir garanti hesabına aktarılmasını sağlayabilir. Bu hesap, Irak'ta uygulanan ‘petrol karşılığı gıda’ programına benzer şekilde, mağdurlara tazminat ödenmesi ve yeniden inşa çabalarının finanse edilmesi için ayrılabilir.

Ancak, bu tür önlemlerin etkinliğini ve güvenilirliğini artırmak amacıyla İsrail'in BM kararlarına uyması için süre belirlenmesi ve bu sürenin sonunda da bu kararlara uyulmaması halinde ek önlemler alınması gerektiğini düşünüyorum. Bu sürenin sembolik olarak seçilmesi konusunda, İsrail milliyetçiliğiyle tanınan bir İsrailli düşünür, 29 Kasım tarihini önerdi. Bu tarih, 77 yıl önce BM Genel Kurul’un İsrail Devleti'nin kurulmasına ilişkin kararı aldığı tarih olması nedeniyle önemli bir anlam taşıyor. Dolayısıyla aynı organın İsrail'e karşı kararlı önlemler alması ve Filistin devletinin tanınmasını ve haklarını elde etmesini sağlamak için harekete geçmesi son derece uygun olur.

İsrail kamuoyunun etkilenmesi

İsrail o tarihe kadar BM Genel Kurul kararlarını görmezden gelmeye devam ederse hem Genel Kurul hem de BMGK tarafından kararlı adımlar atmalı.

BMGK’yı, Filistin-İsrail çatışmasını çözmek için uluslararası alanda kabul görmüş kriterleri, özellikle de toprakların zorla ele geçirilmesinin yasak olduğu ilkesini benimseyen bir karar almaya çağırdım. Bu karar, Filistinlilerin güvenliğini sağlamakla görevli uluslararası bir koruma gücü kurulmasını da içeren açık bir uygulama mekanizması içermeli. Bu öneriyi 2023 yılının Ekim ve Kasım aylarında burada (Al Majalla’da) yineledim.

ABD'nin veto hakkını kullanarak böyle bir kararın alınmasını engelleyeceği beklentisi de bir engel teşkil etmemeli. Sonuçta karar ABD'ye ait ve hangi tarafta yer alacağına da yalnızca kendisi karar verir.

Genel Kurul ise İsrail'in faaliyetlerine katılımını askıya alma yetkisine sahip. Bu bağlamda Güney Afrika örnek olarak gösterilmeli. Genel Kurul, 1974 yılında Güney Afrika'nın uyguladığı apartheid politikalarının insan haklarını açıkça ihlal etmesi ve Namibya ve Rodezya'daki politikalarının bölgenin istikrarını bozması nedeniyle Güney Afrika'nın katılımını askıya alan 3181 sayılı kararı kabul etti.

Bu karar, Güney Afrika'nın Genel Kurul üyeliğinden fiilen mahrum kalmasına neden oldu. Aynı önlem, uluslararası insani hukuk ve insan hakları hukukunu geniş çapta ihlal eden ve bölgenin istikrarını doğrudan bozan İsrail'e de uygulanabilir.

Buna göre İsrail'in BM kararlarına uyması sağlanana kadar Genel Kurul faaliyetlerine katılımı askıya alınmalı. Aynı nedenlerle 1974 yılında Güney Afrika’nın üyeliği askıya alınmıştı. Bu durumda uluslararası toplum İsrail aynı, hatta daha geniş kapsamlı ihlalleri işlerken nasıl oluyor da seyirci kalıyor?

Genel Kurul kararları büyük siyasi öneme sahip olmakla birlikte, tek başına istenen değişimi gerçekleştirmek için yeterli değil. Bu yüzden üye ülkeler, bu kararlarla birlikte İsrail kamuoyunu etkilemeyi amaçlayan önlemler almalı.

Genel Kurul kararları büyük siyasi öneme sahip olmakla birlikte, tek başına istenen değişimi gerçekleştirmek için yeterli değil. Bu yüzden üye ülkeler, bu kararlarla birlikte İsrail kamuoyunu etkilemeyi amaçlayan önlemler almalı ve mevcut hükümetin izlediği politikaların İsrail'in uluslararası alanda izolasyonunu derinleştirmekten başka bir şeye yol açmadığını anlamalarını sağlamalı. Böylece iki devletli çözümün gerekliliklerine uygun bir İsrail hükümetinin kurulmasının önünü açılabilir.

İsrail, dünya kamuoyunun gözünde zaten kaybetti. Filistin topraklarını işgal etmeye, Filistinlileri yerinden etmeye, toplu cezalandırma ve aç bırakma gibi uygulamalarına devam ederek, uluslararası hukuk, insani hukuk ve insan hakları hukukunu sistematik olarak ihlal ediyor.

sfgthy
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırıları sırasında yoğun duman yükseliyor, 27 Temmuz 2025 (AFP)

Bu yüzden konferansta ezici çoğunlukla İsrail'i sorumlu tutan bir karar alınmalı ve bu karar, İsrail'i Filistinlilere yönelik mevcut politikalarını gözden geçirmeye ve iki devletli çözümü ciddiyetle uygulamaya itmeli.

Konferansı başarısızlığa uğratmaya çalışan ülkeleri “tarih hesap soracak” diyerek geçiştirmek yeterli değil. Zira bu ülkeler, Filistin devletinin tanınmasını imkansız koşullarla bağlayarak ya da İsrail'in uluslararası düzeyde hesap vermesi önündeki engelleri haklı göstererek konferansı başarısızlığa uğratmaya çalışıyorlar. Bu tür tutumların bedeli açıkça ifade edilmeli.

Öte yandan uluslararası toplum, kalıcı bir ateşkes sağlanması, Filistinlilere insani yardımın kesintisiz ulaştırılması, İsrail ordusunun Gazze'den çekilmesi ve İsrail’in başta yerleşim faaliyetleri olmak üzere Batı Şeria'da attığı tüm adımları geri alınması için baskı yapmaya devam etmeli.