Almanya savaş suçu işleyen bir Suriyeliye ömür boyu hapis cezası verdi

Dresden mahkeme dışındaki iki polis memuru (EPA)
Dresden mahkeme dışındaki iki polis memuru (EPA)
TT

Almanya savaş suçu işleyen bir Suriyeliye ömür boyu hapis cezası verdi

Dresden mahkeme dışındaki iki polis memuru (EPA)
Dresden mahkeme dışındaki iki polis memuru (EPA)

Alman mahkemesi, dün, el-Kaide’nin Suriye kolu olan el-Nusra Cephesi’ne mensup bir Suriyeliyi, Suriye ordusundan bir subayını öldürmek suçundan ömür boyu hapis cezasına çarptırdı.
Temmuz 2012’de gerçekleşen bir cinayeti videoya kaydettiği için diğer sanık Sami A. S. Düsseldorf mahkemesi tarafından dokuz yıl hapse mahkûm edildi.
13 Temmuz 2020’de Namburg ve Essen’de tutuklanan iki sanığın, 2011’de Suriye’de savaşın patlak vermesinden bu yana yaklaşık 800 bin Suriyeliyi kabul eden Almanya’ya nasıl girdiği hakkında hiçbir ayrıntı verilmedi.
Suriye ordusunda bir subayı işkenceden sonra idam etmekle suçlanan davanın baş zanlısı Hızır A. K. mahkemece suçlu bulundu.
İnternette yayınlanan bir video ile belgelenen infazdan ötürü Savcılık, zanlının müebbet hapis cezasına çarptırılmasını talep etti.
Almanya, Suriye rejimi tarafından suçlanan infazların failleri hakkında  son yıllarda kovuşturmalar başlattı. Alman yargısı, çok ciddi suçların faillerini kovuşturmaya izin veren bu tür davaları değerlendiriyor.
Şubat ayının sonunda, dünyada bir ilk olan davada, Alman yargısı bir Suriyeli istihbarat yetkilisini insanlığa karşı suçlara iştirak suçlamasıyla dört buçuk yıl hapse mahkûm etmişti.



Ortadoğu: Geçmişin yanılsamaları ve geleceğin hayalleri

Filistinli bir çocuk, İsrail'in Gazze Şehri'nin Zeytun mahallesinde yerlerinden edilmiş kişilerin kaldığı bir okula düzenlediği hava saldırısının arkasında bıraktığı enkazın arasında oturuyor, 21 Eylül 2024 (AFP)
Filistinli bir çocuk, İsrail'in Gazze Şehri'nin Zeytun mahallesinde yerlerinden edilmiş kişilerin kaldığı bir okula düzenlediği hava saldırısının arkasında bıraktığı enkazın arasında oturuyor, 21 Eylül 2024 (AFP)
TT

Ortadoğu: Geçmişin yanılsamaları ve geleceğin hayalleri

Filistinli bir çocuk, İsrail'in Gazze Şehri'nin Zeytun mahallesinde yerlerinden edilmiş kişilerin kaldığı bir okula düzenlediği hava saldırısının arkasında bıraktığı enkazın arasında oturuyor, 21 Eylül 2024 (AFP)
Filistinli bir çocuk, İsrail'in Gazze Şehri'nin Zeytun mahallesinde yerlerinden edilmiş kişilerin kaldığı bir okula düzenlediği hava saldırısının arkasında bıraktığı enkazın arasında oturuyor, 21 Eylül 2024 (AFP)

Mustafa Feki

Ortadoğu'daki çatışmanın taraflarının çalkantılı düşüncelerini ifade eden yaygın bir sembolik hikaye vardır. Buna göre bir akrep, bir arıyı bir kıyıdan diğerine taşıyordur ve suyu geçerken aralarında bir konuşma geçer, bunun üzerine arı onu sokar ve akrep de aynı şekilde karşılık verince hem saldırgan hem de saldırıya uğrayan boğulur.

Ortadoğu ikilemi bugün tüm tasavvurları aşıyor ve çatışmanın uzunluğu, tarafların çokluğu ve aralarındaki nefretin derinliği açısından yeni bir rekor kırıyor. Yahudilere Filistin'de bir ulusal vatan vaat edenler, Yahudilerin sözde ulusal vatanlarına yönelik umutlarına ve özlemlerine sempatiyle bakmak adına işledikleri suçun boyutunun en çok farkında olanlardır.

Çatışmanın gelişmelerini dikkatle düşünen herkes, saldırıya uğrayanlar, toprakları işgal edilenler, vatanlarından sürülenler de dahil olmak üzere tüm tarafların hata yaptığını anlayacaktır. Sorun karmaşık, kompleks ve çok yönlü hale geldi ve istisnasız tüm bölge ülkelerinden, farklı derecelerde de olsa, bu kanlı çatışmanın bedelini ödemeleri talep edilir oldu.

Biz, benim kuşağım ve belki de ondan önceki kuşak ile bizden sonraki üçüncü kuşak da çatışmanın bitmesi ve bir arada yaşama mantığının kabul edilmesi, İsrail’in, bir asırdan fazla süredir - ki buna 1897’deki Basel Konferansı'ndan günümüze kadar geçen on yılları da ekleyebiliriz- durmayan barbar, beceriksiz ırkçı politikalarını ve saldırgan yerleşimci yöntemlerini uygulamaktan vazgeçmesi umuduyla yaşadı.

Filistinliler ile Yahudiler ya da Araplar ile İsrail Devleti arasındaki o uzun çatışmanın geniş dosyasına giren aşamaları belki şu noktalarla özetleyebiliriz:

Birinci aşama, İsrail'de ulusal bir vatanın çekirdeği sayılacak “devlet” adı altında Siyonist bir oluşum kurulması çağrısının başlangıcı ile birlikte başladı. Araplar bu konuya en baştan dikkat etmediler. Birçoğu bunu Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki dini gruplar arasındaki çatışmanın bir parçası olarak değerlendirdi. Bu çatışma ve devlet talebi daha önceki aşamalarda söz konusu dini gruplar arasında alışıldık bir şeydi. Ancak mesele gelişti ve 2 Kasım 1917'de Dışişleri Bakanı Balfour diasporadaki Yahudi halkının umutlarına sempati gösterdiğinde, İngiltere çatışma hattına dahil oldu. Bu, Ortadoğu'daki nüfuz alanlarını İngiltere ve Fransa arasında paylaştırmayı amaçlayan Sykes-Picot anlaşması sırasında yaşandı. Bu anlaşma ve Birinci Dünya Savaşı, Türklerin yenilgisi ve Şerif Hüseyin'in Arap projesinin başarısızlığından sonra yeni bir Arap ülkeleri haritası ortaya çıktı. Şerif Hüseyin’in başarısız olması üzerine bölgede çeşitli Haşimi krallıkları kuruldu ama sadece parlaklığı ve bölgedeki hayati rolüyle Ürdün Haşimi Krallığı ayakta kaldı.

Bu durakları, İsrail'in zaman içinde sıçradığını, hakkı olmayanı gasp etmeye, başkasının toprağına el koymaya çalıştığını, geçmişin yanılsamalarından yola çıkarak, hayal ile gerçeği birbirine karıştıran tezler ileri sürdüğünü, dünyanın en eski bölgelerinden biri olan Ortadoğu'da tarihi ve insanlığın gidişatını çarpıtmak için kullandığını herkes anlasın diye hatırlatıyorum. Bunun için hepsi de başkalarının haklarını yutan, kendisini Arap toprakları Filistin'de tek kontrol ve tek söz sahibi deklare eden Tevrat’tan sloganlar ve İbrani mitleri kullandı. İslam ve Hıristiyan kutsallarını hiçe saymanın yanı sıra, insanları korkuttu, emniyet içinde yaşayanlara korku saldı, son 80 yılda tarihe fitne tohumları ekti.

İkincisi, bundan sonra, Siyonist hareketin hakikatin kolunu bükmeye ve ona İbrani devletinin uzun vadeli hedeflerine hizmet edecek şekilde boyun eğdirmeye çalıştığı mücadele aşaması geldi. Filistinliler topraklarına dokunulmasını, miraslarına el konulmasını, vatanlarının çalınmasını kabul etmediler. Devrimlerinin ateşi 1920'lerden itibaren patlamalar ve ayaklanmalarla alevlenmeye başladı. 1930'lu yıllar ile Taksim Kararı ve İsrail Devleti'nin kuruluşunun deklare edilmesinden sonra Nekbe’nin kasvetli yüzünü gösterdiği döneme kadar kanlı bir hal aldı. İsrail Devleti’nin kuruluşu aralarında Amerika Birleşik Devletleri ve dönemin Sovyetler Birliği'nin de bulunduğu büyük güçlere ek olarak, tarihsel olarak Siyonist harekete sempati duyan ve Arap dünyasının kalbinde Siyonist bir devletin kurulmasını kesinlikle destekleyen Batılı ülkeler grubu tarafından da onaylandı.

Araplar, geçmişin rötuşlarından ve karanlık çağların hastalıklarından arınmamış derin bir nefret söylemiyle Filistin halkına düşman bu en tuhaf düşmanla mücadele etmek için geç de olsa uyanmaya başladılar. Ama bu karanlık çağda Yahudiler insanlığın vicdanını sarsan iğrenç bir terör sahnesi ile bir vatan çaldılar, bir halkı yerinden ettiler, sakinlerinin evlerini başlarına yıktılar, hatta Filistinlilerin yaşam hakkını bile reddettiler.

Üniversitesinde eğitim gördüğüm ve diplomat olarak çalıştığım Londra'yı ziyaretim sırasında, şehrin sokaklarında dolaşırken yolların çoğunun kapalı olması ve sloganların kulakları sağır eden uğultusu beni oldukça ürküttü. Daha sonra bunların şu ana kadar neredeyse bir yıl boyunca devam eden dehşet verici sahnelerin ardından Filistin halkı, ölen çocukları, yaslı anneleri ile dayanışma için yapılan gösterilerde atılan sloganlar olduğunu keşfettim. İsrail Başbakanı ise çatışmayı sürdürmek istiyor ve ordusu, daha fazla saldırıyor, açıkça suikastlar düzenliyor, Filistin caddeleri ve sokaklarında soğukkanlılıkla infazlarda bulunuyor. Elektronik cihazları patlatarak sahiplerini öldürüyor ve gece yeri bir yatak, gökyüzünü yorgan edinen yüz binlerce insanı az bir eşya ile aç ve susuz bitmek bilmeyen bir göçle bir yerden başka bir yere sürüklüyor. Bu, çağımızın trajedisi ve milyonlarca insanın çağdaş dünyada eşi benzeri olmayan bir acısıdır.

Üçüncüsü, geleceği inşa etmek için bugünü analiz etmek istiyorsak, geçmişin yanılsamalarından, çağın ve uluslararası toplumun gerçeklerini ve çeşitli boyutlarını incelemeye geçiş yapmalıyız. Hikayenin bölümleri henüz tamamlanmadı ve yakın gelecekte iyimser olmamızı gerektiren veya Filistin halkının meşru hedeflerinin gerçekleşeceğine inanmamıza olanak tanıyan şeyler görünmüyor. Herkes Netanyahu ve aşırı sağ hükümetin reddettiği iki devletli çözümden bahsetse de, biz adalete en yakın çözümün tek bir devletin kurulması olduğunu açık yüreklilikle söylüyoruz. Bu devlet, Araplar ile Yahudileri eşit temelde kapsamalı, yönetimde adil bir iktidar devir teslimi ile siyasi rotasyona izin vermeli. Vatandaşları arasında ayrım yapmayan, evlatlarını ayırmayan, dahası zamanın ruhuna uygun, uluslararası meşruiyete saygı duyan ve bir arada yaşama kavramını kabul eden tam demokratik bir devlet olmalı. Bunun boş bir hayal olduğunu söyleyenler olabilir. Nitekim bir gaflet anında, görünmeden, gerçeği çarpıtarak yerleşen İsrail varlığının yanında yerleşik tarihi Filistin varlığına saygı duyan tek bir devlette kim işleri yola koyabilir ve adalet terazisini kurabilir?

Dördüncüsü, Arap ülkeleri, Filistin'i yutma girişiminin bir başlangıç ​​olacağını anlamalılar. Kelile ve Dimne kitabındaki kara öküzün “Asıl ben beyaz öküzün yenildiği gün yenilmiştim” sözünü burada tekrar ediyorum. Siyonist hareket, dünya ulusları ve dünya halkları arasında benzerini pek bilmediğimiz, sömürgeciliğin özel bir türünü temsil eden saldırgan, ırkçı bir harekettir. Trajedi devam ediyor ve adaletsizlik ortada. Medeniyet hukukunun ve insan düşüncesinin değil, güçler dengesinin hakim olduğu çağımızda çifte standart politikası sürüyor. Ama insan aklı, karanlık uzun süre hüküm sürse ve gerçekler onlarca yıl saklı kalsa da yenilenmekten, uygarlaşmaktan ve ilerlemekten vazgeçmez. Böylece bir gün sabah gelir ve tüm insanların cinsiyet, renk, inanç ayrımı olmaksızın vatandaşlık mantığına göre eşitlik içinde yaşayacağı yeni bir devletin üzerine güneş doğar.

Gelin, Gazze şehitlerinin kanlarının ve çocuklarının parçalanmış bedenlerinin, Ortadoğu halklarına umut veren, umutların gerçekleştiği, uluslararası barış ve güvenliğin sağlandığı, kalkınmaya, devam etmeye ve yaşamı sürdürmeye olanak tanıyan sağlam temeller, güçlü sütunlar üzerinde çatışmanın sona erdiği bir geleceğe ışık tutan yeni bir itici güce dönüşeceği günü sabırsızlıkla bekleyelim.

Bunlar, evrenin geniş sahnesinde birbirini takip eden medeniyetlerin, semavi dinlerin ve insan hukukunu diğerlerinden önce tanıyan milletlerin evlatlarının düşünceleridir. Bu çatışma bir gün bitecek mi?

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.