Cezayir, Taliban’ın başarısının Sahel bölgesinde tekrarlanmasından endişe ediyor

Afrika’daki terör örgütleri taktiksel öncelik olarak önce merkezi yönetimi zayıflatmak amacıyla sivilleri hedef alıyor. Tehlikeli ve giderek artan saldırılar düzenleniyor.

Cezayir Dışişleri Bakanı, Mali'de güvenlik kriziyle ilgili düzenlenen bir toplantıya katıldı (Cezayir Devlet Televizyonu)
Cezayir Dışişleri Bakanı, Mali'de güvenlik kriziyle ilgili düzenlenen bir toplantıya katıldı (Cezayir Devlet Televizyonu)
TT

Cezayir, Taliban’ın başarısının Sahel bölgesinde tekrarlanmasından endişe ediyor

Cezayir Dışişleri Bakanı, Mali'de güvenlik kriziyle ilgili düzenlenen bir toplantıya katıldı (Cezayir Devlet Televizyonu)
Cezayir Dışişleri Bakanı, Mali'de güvenlik kriziyle ilgili düzenlenen bir toplantıya katıldı (Cezayir Devlet Televizyonu)

Ali Yahi/Muhabir
Afrika’nın orta iklim kuşağında yer alan Sahel bölgesindeki (Burkina Faso, Çad, Mali ve Nijer) terör saldırılarının artması, kendi içinde ve bölgesel olarak birçok kaosla karşı karşıya olan Cezayir'in endişe kaynaklarından biri haline geldi. Cezayir Dışişleri Bakanı Ramtane Lamamra’nın Mali'ye gidişi ve Nijer ile Çad'dan bazı yetkililerin Cezayir'i ziyaret edişi, bölgedeki kötüleşen durumun neden olduğu endişeyi doğrular nitelikteydi.

Endişeyle birlikte toplu eylem çağrısı
Nijer, Mali, Burkina Faso ve Çad'ı sarsan son terör saldırılarının ardından Cezayir, son haftalarda ve günlerde bazı Sahel ve Sahra altı ülkelerinde meydana gelen tehlikeli terör saldırılarının yeniden başlaması ve giderek artmasının, kendileri için büyük bir endişe kaynağı olduğunu vurguladı. Cezayir Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Sivil halkı hedef alan terör eylemleri, insanlığa karşı suç niteliği taşımakta, Afrika kıtasının tamamının güvenliği ile uluslararası barış ve güvenlik açısından rahatsız edici bir tehdit oluşturmaktadır” ifadeleri yer aldı. Çok sayıda insanın hayatına mal olan terör saldırılarını şiddetle kınayan bakanlık, ‘bu belayı ortadan kaldırmak için toplu eylemin güçlendirilmesi amacıyla bölgesel ve uluslararası iş birliğine hazır olduklarını’ ifade etti.
Bakanlığın açıklamasına göre Afrika Terörizm Çalışma ve Araştırmaları Merkezi (ACSRT) ve Afrika Polis İşbirliği Teşkilatı (AFRIPOL) gibi kıta güvenliğinin güçlendirilmesine yönelik kuruluşlara ev sahipliği yapan ve Afrika Birliği (AfB) Terörle Mücadele Koordinatörü olan Cezayir, kıtanın terör belasına karşı mücadelesini daha etkin hale getirmek ve geliştirmek için toplu eylemin güçlendirilmesi çağrısında bulundu. Açıklamada ayrıca AfB’ye, Afrika genelinde insanların hayatlarını ve onurlarını korumak için iş birliğini ve karşılıklı desteği yoğunlaştırma çabalarının biran önce başlatılması çağrısı yapıldı.

Sivilleri hedef alan büyük terör saldırıları düzenlendi
Nijer, 37 sivilin katledildiği Tillaberi bölgesindeki ilk saldırının üzerinden henüz bir hafta geçmemişken iki kanlı saldırıya daha tanık oldu. İkinci saldırı, 19 sivilin ölümüne iki sivilin de yaralanmasına neden olurken teröristler 9 Ağustos’ta da Valanzandan köyünde bir tarlada çalışan köylüleri hedef almıştı. Saldırı sonucu 15 sivil ölmüş, iki sivil yaralanmıştı. 25 Temmuz'da Wei köyünde 14 sivilin öldüğü bir başka terör saldırısından sadece üç gün sonra 28 Temmuz'da -Banibango İlçesine bağlı Dai Koko köyünde düzenlenen terör saldırısında 19 sivil katledildi.
Mali’de ise ülkenin orta kesimlerinde, askeri bir konvoy teröristlerce hedef alındı. Pusu kurulan konvoya ateş açıldı. Saldırıda 11 asker öldü, 10 asker yaralandı. Saldırı, Mali ve Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nde görev yapan Avrupalı askerlerin, DEAŞ ve El Kaide militanlarına karşı mücadele ettikleri bir bölgede gerçekleşti. Yine Mali'nin orta kesimlerinde bu ayın başlarında üç köye silahlı kişilerce düzenlenen baskınlarda 50'den fazla sivil hayatını kaybetti.
Öte yandan Burkina Fasolu yetkililer, sivillere eşlik eden bir askeri konvoyun silahlı kişilerce saldırıya uğradığını, saldırıda 65’i sivil, 15’i asker olmak üzere 80 kişinin öldürüldüğünü açıkladılar.
Çad’da da Çad Gölü bölgesinde devriye gezdikten sonra istirahata çekilen askerleri hedef alan terör saldırısında 26 asker ölmüş, çok sayıda asker yaralanmıştı. Çad Ordu Sözcüsü Azem Bermandoa Agouna, olay sonrası yaptığı açıklamada, sekizi ağır olmak üzere 14 askerin yaralandığını aktardı.
Terör saldırılarının artması ve güvenlik durumunun kötüleşmesi, Cezayir Genelkurmay Başkanı Said Şangariha’yı alarma geçirdi. Şangariha, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Mali Özel Temsilcisi El-Ghassim Wane ile yaptığı görüşmede, “Sahel bölgesi, tüm bölge genelinde durumu daha da kötüleştiren, yerel nüfusun sosyal ve ekonomik koşullarını ciddi şekilde etkileyen ve daha güvenli bölgelere göç etmelerine neden olan terör eylemlerine tanık oluyor” ifadelerini kullandı. Kapsamlı bir güvenliğin olmayışından yararlanan ve bu durumun son derece endişe verici seviyelere ulaşmalarına izin veren ülkeler arası organize suç eylemlerine işaret eden Şangariha, krizin çözümünün, nüfusun gelişimi konularının fiilen ele alınmasından geçtiğini ve bu konuda BM ve AfB arasında ortak bir çaba olduğunu kaydetti.

Sahel ülkelerinin merkezi yönetimleri zayıflar mı?
Uluslararası ilişkiler ve Afrika uzmanı siyaset bilimci Prof. Dr. Mebruk Kahi, bu konuda The Independent Arabia'ya yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Cezayir’in endişesinin, terörü 1990’lı yıllarda yaşanan acı deneyimden bildiği ve Sahel ülkelerinin içinde bulunduğu kötü durumun gayet iyi farkında olduğu düşünüldüğünde, samimi bir niyetten kaynaklandığı anlaşılabilir. İlk etapta sivilleri hedef alan bu tehlikeli ve giderek artan saldırılar, Sahel ülkelerinin merkezi yönetimlerini zayıflatmayı ve bu ülkeleri Somali modeline sürüklemeyi amaçlıyor.”
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Kahi, saldırıların, arkalarındaki yabancı taraflarca iyi planlandıklarını ve bir bütün olarak bölgenin güvenliğini hedef aldığını söyledi.
Sahel ve Sahra altı bölgesinin Mali, Nijer, Çad, Libya ve hatta Cezayir'den başlayarak istisnai bir aşamadan geçtiğini belirten Kahi, bu ülkelerin sorunlarını çözmeye yaklaştıkça artan saldırıların artmasının, bu saldırıların arkasında yabancı güçlerin olduğu hipotezini güçlendirdiğinin altını çizdi.
Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun’un bölgede faaliyet gösteren şüpheli grupların eline çok sayıda silahın geçmesi karşısında kılını kıpırdatmayan büyük güçlerin gözü önünde bölgede faaliyet gösterdiklerine ilişkin açıklamalarına dikkati çeken Kahi, Cezayir’in Sahel ülkelerinde merkezi yönetimlerin çöküşünden ve bölgenin terörle birlikte organize suç eylemlerinin yuvası haline gelmesinden endişe duyduğunu vurguladı.
Kahi, Cezayir Dışişleri Bakanı Lamamra'nın bu bağlamdaki hamlelerinin, Cezayir'in söz konusu ülkelerin yanında olduğunu göstererek Sahel ülkelerinde güvenlik ve istikrar ivme kazandıracağını da sözlerine ekledi. Krizden çıkmanın tek yolunun Cezayir Barış ve Uzlaşı Anlaşması'na uyulması olduğunu söyleyen Kahi, “Başka bir alternatif yol yok. Terör eylemleri, özellikle uzak bölgelerdeki savunmasız sivillerin en zayıf halkasını hedef aldığından bir çaresizlik durumunu ifade ediyor” şeklinde konuştu.

Yeni terör taktikleri, teknikleri ve uygulamaları
Terör örgütleri Sahel bölgesinde faaliyet alanlarını genişlettikçe stratejik önceliklerinde değişikliklere gidiyor gibi görünüyorlar. Özellikle bazı ülkelerin askeri güçlerini azaltmalarından faydalanarak terör eylemlerini Sahel bölgesi dışına taşıyacak ülkelerin sınırlarındaki belirli alanlar başta olmak üzere yeni taktik, teknik ve uygulamalarla terör eylemlerine hız kazandırdılar.
Siyaset bilimci uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Dr. Abir Necva ise konuya ilişkin değerlendirmesinde, Afrika kıyılarının uçsuz bucaksız ve engebeli olmasının burayı, yasadışı göç, terör ve uyuşturucu kaçakçılığına uygun bir ölüm üçgenine dönüştürdüğünü söyledi. Buranın, uluslararası güçlerin uranyum, altın, petrol ve diğer doğal kaynaklar için rekabet edebilecekleri bir alan olduğuna dikkati çeken Necva, meşruiyet ile ilgili krizler ve dış müdahale nedeniyle sürekli darbe yapılan hükümetlerin kırılganlığı nedeniyle Sahel ülkelerinin yapısal engellerle karşı karşıya olduğunu vurguladı.
Bölgedeki terör tehditleri ve organize suç ağlarının yanı sıra özellikle Muammer Kaddafi rejiminin yıkılmasından sonra Libya'daki savaşçıların Sahel bölgesindeki ülkelerine dönmelerinin, 6 bin kilometreyi aşan kara sınırının güvenliğini sağlamaya çalışan Cezayir için bir yük getirdiğini belirten Necva, “Bu nedenle, istikrarsızlığın bölgeye dönüşü, kıyı ülkeleri Moritanya, Nijer ve Mali ile sınırları olan Cezayir'in kaygısını artıracaktır” yorumunda bulundu.

Taliban’a tebrik mesajları korkuları artırıyor
Cezayir'in korkularını artıran nedenin, Taliban Hareketi’nin Afganistan’ı ele geçirmesi ve bunun dünyanın dört bir yanındaki terör örgütlerini, aynı senaryoyu bulundukları ülkelerde, bu ülkelerin kırılgan durumlarından ve tükenmiş haldeki yerel ordularının zayıflığından yararlanarak uygulamaya cesaretlendirmesi olduğu kesin.
Mali ve Batı Afrika’da faaliyet gösteren El Kaide bağlantılı Cemaat Nusratu’l-İslam vel-Muslimin (JNIM) lideri İyad Ag Gali’nin Taliban’ı kutlaması ve bu kutlamayı Fransa’ya yönelik tehdit açıklamalarının takip etmesi, Afrika kıyılarının, Cezayir’in endişesini gerçeğe dönüştürecek daha fazla gerilime doğru sürüklendiğini gösterdi. Gali’nin Fransa’nın, terörle mücadele için uluslararası koalisyon adı altında yıllarca süren çabasının ardından hedeflerine ulaşamayınca, Mali’den çekilmeye ve askeri operasyonunu bitirmeye karar verdiğini söylemesi, Batı Afrika’da Taliban senaryosunun tekrarlanmasına yönelik bir arayış olduğunu teyit eder nitelikteydi.



İran'ın “direniş eksenindeki” son domino taşı: Irak

Beşar Esed rejiminin devrilmesinden bu yana Şam'ın Eski Şehir bölgesinde yer alan Emevi Camii'nde kılınan ilk Cuma namazı sırasında muhalif gruplardan bir savaşçının taşıdığı tüfeğin namlusunun ucuna yerleştirdiği bir gül, 13 Aralık 2024 (AFP)
Beşar Esed rejiminin devrilmesinden bu yana Şam'ın Eski Şehir bölgesinde yer alan Emevi Camii'nde kılınan ilk Cuma namazı sırasında muhalif gruplardan bir savaşçının taşıdığı tüfeğin namlusunun ucuna yerleştirdiği bir gül, 13 Aralık 2024 (AFP)
TT

İran'ın “direniş eksenindeki” son domino taşı: Irak

Beşar Esed rejiminin devrilmesinden bu yana Şam'ın Eski Şehir bölgesinde yer alan Emevi Camii'nde kılınan ilk Cuma namazı sırasında muhalif gruplardan bir savaşçının taşıdığı tüfeğin namlusunun ucuna yerleştirdiği bir gül, 13 Aralık 2024 (AFP)
Beşar Esed rejiminin devrilmesinden bu yana Şam'ın Eski Şehir bölgesinde yer alan Emevi Camii'nde kılınan ilk Cuma namazı sırasında muhalif gruplardan bir savaşçının taşıdığı tüfeğin namlusunun ucuna yerleştirdiği bir gül, 13 Aralık 2024 (AFP)

İyad el-Anber

İranlı bir siyasetçinin bir halıcı satıcısına benzetildiği deyimi her zaman duyarız. Bu benzetme işçiliğin yüksek ustalığına, ipliklerin dokunmasındaki hassasiyete ve halı bir tablo gibi ortaya çıkana kadar gösterilen uzun sabra işaret eder. Bu benzetme, İranlı siyasetçilerin İran dış politikasını planlama ve uygulamadaki üst düzey siyasi profesyonelliğini tahayyül etmemizi kolaylaştırır.

İran, Arap ülkelerine yönelik stratejisini bir ‘direniş ekseni’ oluşturma ilkesi çerçevesinde ‘devrimi ihraç etmek’ üzerine yürüttü. İran'ın ‘Şii hilali’ adı altındaki nüfuzu Irak'tan Suriye üzerinden Lübnan'a uzanırken, Filistin'deki İslami direniş gruplarını etkisi altına alıyor ve güneyde Yemen'e doğru ilerliyor. Tahran'ın düşman olarak sınıflandırdığı taraflarla doğrudan çatışmaya girmemesini sağlamayı amaçlıyor.

Otuz yıl boyunca İran bu ülkeler üzerindeki nüfuzunu kabul ettirmeyi başardı. İran, tıpkı eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad döneminde İstihbarat Bakanı olarak görev yapan Haydar Muslihi'nin 2015 yılında yaptığı bir açıklamada söylediği gibi dört Arap ülkesinin başkentini kontrol ettiğini açıkça ilan etmeye başladı. Muslihi, söz konusu açıklamasında, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya cevaben “İran zaten dört Arap ülkesinin başkentini kontrol ediyor” demişti. İran’ın eski cumhurbaşkanlarından Hasan Ruhani döneminde Etnik ve Dini Azınlıklar İşleri Özel Temsilci olarak gören yapan Ali Yunusi ise Irak'ın ‘İran'ın yeni imparatorluğunun başkenti’ olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti. İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney ise 2022 yılındaki bir konuşmasında “Lübnan, Irak ve Suriye'deki aktif politikamız Amerika'nın planını bozmayı başardı” diye övündü.

İranlı karar alıcı, 7 Ekim 2023’ü hayal dahi etmemişti. Ancak bunu memnuniyetle karşılayıp İsrail'e karşı savaşta niteliksel bir sıçrama olarak nitelendirdi. Hamaney'in ifadesiyle o gün yaşananlar ‘Siyonist varlıkla normalleşme girişimlerini ve onun bölge üzerindeki kontrolünü engellediğinden’ bölge için gerekliydi. Fakat Aksa Tufanı Operasyonu İsrail'in İran'ın bölgedeki nüfuzuna karşı savaş ilanının başlangıcı oldu. Ardından Hizbullah ve İsrail arasında bir ateşkes anlaşmasına varılması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 1701 sayılı kararının yeniden uygulanmasıyla sona erdi.

“İsrail Başbakanı Netanyahu’nun son BM toplantısında elinde tuttuğu harita İran ve desteklediği direniş eksenine açık bir mesajdı. Haritada İsrail’i tehdit eden ülkeleri ‘lanetli ülkeler’ olarak nitelendirdi.

İsrail ile Hizbullah arasında ateşkese varılmasının ardından İran rahat bir nefes almıştı ki Suriyeli silahlı muhalif grupların Suriye ordusunun kontrolündeki şehirlere saldırdığı haberleri yayılmaya başladı. İran, daha önce 2011 yılında yaptığı gibi bu saldırıları püskürtmek için askeri olarak harekete geçmeyi bu kez başaramadı. Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin diplomatik çabaları da işe yaramadı. Olaylar 11 gün sonra Beşşar Esed'in ülkesinden kaçması ve muhalif grupların Şam'ın kontrolünü ele geçirmesiyle son buldu.

Otuz yıldır İran'ın liderleri bölgesel nüfuz için bir halı dokuyorlardı. Ancak bir yıldan kısa bir süre içinde bu halı parçalandı. Lübnan'daki Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, yardımcısı Haşim Safiyuddin ve önde gelen askeri komutanlar başta olmak üzere bölgesel projesindeki önemli isimleri birer birer kaybetti.

Bir sonraki karşılaşma

İranlı liderler, Suriye'deki nüfuzlarının çökmesi nedeniyle derin bir travma yaşıyor. Her ne kadar Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah'ın öldürülmesiyle en üst seviyeye ulaşmış olsa da İsrail'in Hizbullah'a karşı savaşının sonucu tahmin edilebilir düzeydi. Fakat Suriye'nin kaybedilmesi, İran'ın nüfuz alanındaki domino taşlarının birer birer düşmesi anlamına geliyor ve Irak son taş olabilir.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun son BM toplantısında elinde tuttuğu harita İran ve desteklediği direniş eksenine açık bir mesajdı. Haritada İsrail’i tehdit eden ülkeleri, yani İran, Suriye, Irak, Yemen, Lübnan ve Suriye’yi ‘lanetli ülkeler’ olarak nitelendirdi. İran bu mesajı, İran’a ve Ortadoğu’daki nüfuzuna karşı bir savaş ilanı olarak gördü. Savaşın misyonu bu kez İran’ı kendi sınırları içine çekmek ve bölgedeki gücünü ve nüfuzunu azaltmaktı.

“Irak'taki durum, Ortadoğu haritasını değiştirecek savaşta bir sonraki rolünün ne olacağına dair bir beklenti olmaya devam ediyor. Irak hükümeti ve birçok siyasetçi, İsrail'in İran’ın bölgesel nüfuzuyla savaşacağı bir sonraki istasyonun Irak olduğunu biliyor.

İranlılar bu tehditlerin farkında. İran'ın bazı dış politika elitlerine bağlı bir siyasi analiz sitesi olan Iranian Diplomacy, ‘nihai hedefin İran ve İsrail'in güvenliği için direniş ekseninden arınmış yeni bir Ortadoğu yaratmak olduğunu’ yazdı. İran'ın yarı resmi ajansı ISNA’nın haberine göre İran Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Üyesi Muhsin Rızai, “Irak'a saldırmaya hazırlanıyorlar. Bir sonraki planın hedefi, İran'a saldırmak olacak” açıklamasında bulundu.

Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre İran’ın Irak'taki nüfuzunun iki yüzü var. Bunlardan birincisi, Cumhurbaşkanından Dışişleri Bakanına ve iktidardaki diğer yetkililere kadar resmi kurumlar tarafından temsil edilen resmi yüz. Tahran'daki yetkililer her zaman Irak ve İran arasındaki stratejik ilişkinin derinliğini vurgulamaya çalışıyor. Suriye'deki gelişmeler sırasında İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin Bağdat’ı ziyareti, Irak ve İran'ın Suriye konusunda tutumlarını birleştirecekleri mesajı verdi.

Gayri resmi olan ikinci yüzü ise Devrim Muhafızları Ordusu (DMO), Kudüs Gücü, İstihbarat Bakanlığı ve İslam İnkılabı Rehberi Bürosu tarafından temsil ediliyor. Resmi kurumlara paralel bir şekilde hareket eden bu kurumlar, silahlı gruplar, siyasi liderler, medya, dini kurumlar ve hatta ekonomik dosyalar konusunda belki de daha etkili ve belirleyici bir statüye sahip.

En karmaşık olan yüz de Irak ve İran arasındaki bu gayri resmi ilişki. İran, son 20 yılda bu adresler aracılığıyla tüm siyasi, güvenlik ve ekonomik bağlantı noktalarına nüfuz etmeyi başardı. İşte tam da bu noktada İran’ın tüm nüfuz alanları üzerindeki hakimiyetini sıkılaştırmaya çalışacağına şüphe yok. İran, Irak'taki nüfuzuna ya da kendisiyle bağlantılı gruplara yönelik tehditler arttıkça, nüfuz gücünü korumak için manevra yapmasına olanak tanıyacak alternatifleri değerlendirebilir.

İran, Irak üzerindeki nüfuzunu ve gücünü kaybetmeyi kolay kolay kabullenemez. Herhangi bir tehdit altında küçülmeyi de kabullenmez. Bu yüzden İranlılar, tıpkı Suriye'yi kaybettiklerinde olduğu gibi, bir sonraki çatışmada silahlı grupların kurban edilmesini bir oldu-bitti olarak kabul edebilirler. Ancak bu, Irak’taki nüfuzunu tamamen sona erdirmek ve ekonomik menfezlerini kaybetmekten ziyade nüfuzunun azalmasını kabul etmeye yönelik bir kayıp olacak.

Güvenlik ve ekonomi

Irak'taki durum, Ortadoğu haritasını değiştirecek savaşta bir sonraki rolünün ne olacağına dair bir beklenti olmaya devam ediyor. Irak hükümeti ve birçok siyasetçi, İsrail'in İran’ın bölgesel nüfuzuyla savaşacağı bir sonraki istasyonun Irak olduğunu biliyor. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, BMGK’ya gönderdiği ve İsrail'in ‘meşru müdafaa hakkından’ bahsettiği mektupta saldırılardan Irak hükümeti sorumlu tutuldu. Mektup ayrıca BMGK’yı harekete geçmeye ve Irak hükümetinin yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamaya çağırıyordu.

“İran’ın direniş eksenine ağır darbe indiren fırtınanın yansımaları Irak’ı da vuracaktır, ancak Irak'ın bir arka bahçe değil, yüksek çıkarlarına göre hareket eden bir ülke olarak normal statüsünü yeniden kazanması için gerçek bir fırsat olabilir.

Dolayısıyla Irak'a yönelik bir sonraki tehdidin iki düzeyi olacak. Bunlardan birincisi, İsrail'in Irak'ı doğrudan hedef alacağı güvenlik düzeyi. Fakat bu düzey, silahlı grupların mevzilerinin yoğunlaştığı bölgelerle, özellikle de İsrail'i tehdit edebilecek grupların silahlarıyla sınırlı olabilir. İran’ın Irak'taki nüfuzunun cephelerini temsil ettikleri için silahlı grupların üst düzey liderleri hedef alınabilir.

İkincisi ise Irak ekonomisinin can damarı olan petrole, yani ekonomiye yönelik tehdit. S&P Global Ratings tarafından hazırlanan bir rapora göre ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump'ın İran'a karşı yeniden uygulamayı planladığı azami baskı politikası, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) ikinci büyük petrol üreticisi olan ve petrol kaçakçılığının kalesi olarak bilinen Irak'a kadar uzanabilir.

ABD'nin İran'a uyguladığına benzer ikincil yaptırımların Irak’a da uygulanabileceğine işaret eden rapora göre bu da Irak'ın günlük 4 milyon varilden fazla olan petrol üretimini ve günlük yaklaşık 3,6 milyon varil olan petrol ihracatını tehdit edecek. Trump, Irak Devlet Petrol Pazarlama Şirketi (SOMO) de dâhil olmak üzere İran'la bağlantılı bazı kurumları ve kişileri kapsayan yaptırımlar uygulayabilir.

asxcdfvgth
İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney, Tahran'da cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yaptığı konuşmanın ardından basına hitap etmek üzere kürsüye giderken, 28 Haziran 2024 (AFP)

İsrail'in güvenlik tehdidi ve ABD'nin İran'ın Irak'taki nüfuzunu hedef alan ekonomik tehdidi tüm açıklığıyla ortada olmasına rağmen ne Bağdat hükümeti ve siyasi liderlerin bunlarla yüzleşmek için bir vizyonu ya da planlaması var ne de İran'ın bunlarla başa çıkabilir. Silahlı grupları hedef alarak İran'ın askeri nüfuzunu azaltmanın İsrail'e yönelik tehdidini durdurmakla sonuçlanmayacağı, aksine mevcut tablo ve olaylar üzerindeki nüfuzunu azaltmakla sonuçlanacağı için bu ikisi arasındaki bağlantı açıkça görülüyor. Irak’ın petrol üretimine ve ihracatına uygulanacak yaptırımlar, hükümeti ve ona bağlı siyasi güçleri zayıflatacaktır. Çünkü vatandaşlarına karşı yükümlülüklerini, özellikle de devlet bütçesinin büyük kısmının aktarıldığı memur ve emekli maaşlarını ödeyemez olacaktır.

İran’ın direniş eksenine ağır darbe indiren fırtınanın yansımaları Irak’ı da vuracaktır, ancak Irak'ın bir arka bahçe değil, yüksek çıkarlarına göre hareket eden bir ülke olarak normal statüsünü yeniden kazanması için gerçek bir fırsat olabilir. Irak’ta bu fırsattan yararlanabilecek ve bunu devletin çıkarları doğrultusunda kullanabilecek devlet adamlarına ihtiyaç var. Belki de İsrail ve ABD tehdidinden bile daha büyük bir tehlike, Irak'ta böyle devlet adamlarının olmamasıdır. İran'ın Irak’taki nüfuzunun bu kadar güçlü olmasının başlıca nedeni de bu olabilir.