Mahmud Abbas Üçlü Zirve için Kahire’de

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (Reuters)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (Reuters)
TT

Mahmud Abbas Üçlü Zirve için Kahire’de

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (Reuters)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (Reuters)

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Kahire’de düzenlenecek ve  Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın da katılacağı üçlü zirve hazırlıkları için Kahire’de resmi ziyaretine başladı. Zirve, İsrail ile müzakereler konusunda ABD tarafının temaslar için Arap pozisyonunu hedefliyor.
Abbas’ın heyetinde Filistin Dışişleri Bakanı Riyad El-Maliki, Filistin Sivil İşler Genel Kurulu Başkanı Hüseyin eş-Şeyh, İstihbarat Başkanı Macid Ferec ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Danışmanı Mecdi el-Halidi yer alıyor.
Fetih Hareketi Merkez Komitesi ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Yürütme Komitesi üyesi Azzam el-Ahmed, bugün Kahire’de yapılacak olan Filistin-Mısır-Ürdün üçlü zirvesinin uluslararası düzeyde siyasi hareketi takip etmek amacıyla ortak sorunları ele alıp üç pozisyonu birleştireceğini söyleyerek, Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında barışı canlandırmayı hedeflediğini söyledi. Zirvenin BM, Mısır, Filistin ve Ürdün dörtlüsünün yanı sıra diğer tarafların katılımıyla uluslararası barış konferansı düzenlemeyi amaçladığını kaydeden Ahmed, Filistin yönetiminin müzakereleri belirli bir referansla denetleyecek çok taraflı bir mekanizma ile sonuçlanacak bir konferans düzenlemeye çalıştığını kaydetti. Filistin Devlet Başkanı’nın zirve öncesi, Sisi ve Kral 2. Abdullah ile görüşme yapması bekleniyor. Dün Ürdün uçakları Abbas’ı Mısır’a götürmek için Ramallah’da devlet başkanlığı karargahına iniş yaptı. Abbas Kahire Uluslararası Havalimanı’nda Mısır Gençlik ve Spor Bakanı Eşref Subhi ve İstihbarat Teşkilatından bir heyetle karşılandı.
Ahmed, üçlü zirvenin özellikle yakın bir zamanda Cezayir’de gerçekleşecek Arap Zirvesi ve BM Genel Kurulu toplantıları için büyük önem arz ettiğini söyledi.
Mahmud Abbas’ın bu ay ki Genel Kurul’da bugün düzenlenecek zirvedeki istişarelere konu olacak bir konuşma yapması bekleniyor. Filistin Yönetimi, bölgede Filistinliler ve İsrailliler arasında doğrudan müzakerelere yol açacak yeni bir siyasi süreç başlatmayı amaçlayan Arap ve ABD desteğine sahip bir plan geliştirmek için aylardır Mısır ve Ürdün ile çalışıyor.
 Söz konusu koordinasyon, Joe Biden yönetiminin iktidara gelmesinden önce başladı ve Gazze Şeridi’nde yaşanan savaşın ardından hız kazandı. ABD yönetimi, Gazze Şeridi'nde sadece kısmi değil, iki devletli çözüme dayalı kapsamlı bir uzlaşı bulma arzusunda.
Geçtiğimiz hafta Biden’ın İsrail Başbakanı Naftali Bennett ile yaptığı görüşmenin ardından iki devletli çözümü desteklediğini açıklamasıyla birlikte, Filistinliler ABD’den önemli sinyaller aldı. Ancak bunun için çok çalışmaya ve baskıya ihtiyaç duyulduğunun farkındalar. ABD, son zamanlarda Filistin ve İsraillilerin çıkmazı aşmasına yardım etti. Biden ve Bennett’in görüşmesinden günler sonra Abbas İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz ile bir araya geldi.
Biden yönetiminden üst düzey bir ABD'li yetkili, İsrail'in Filistin Yönetimi'ne yönelik son adımlarını memnuniyetle karşıladığını duyurdu. Walla haber sitesine göre yetkili açıklamasında, “Her iki tarafın da etkili ve faydalı iletişim seviyelerini korumak için ellerinden gelenin en iyisini yapma çabalarını takdir ediyoruz. Bu hareketlerin gerginliğin azaltılmasına ve genel koşulların iyileştirilmesine katkıda bulunacağını umuyoruz” dedi.
18 Ağustos’ta Sisi, Mısır İstihbarat Başkanı Abbas Kamil'i Filistin topraklarını ve İsrail'i ziyaret etmesi için göndererek  Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüşmesini sağladı.
Kamil, Bennett ve Ulusal Güvenlik Danışmanı ile de bir araya geldiği görüşmede, Mısır ve İsrail arasındaki son gelişmelerin yanı sıra Kahire’nin barış sürecini ilerletme çabalarını ve tüm Filistin topraklarında sükuneti korumaya yönelik önlemleri masaya yatırdı.



Tahran'ın surları çöktü mü?

Tahran'ın surları çöktü mü?
TT

Tahran'ın surları çöktü mü?

Tahran'ın surları çöktü mü?

Aliya Mansur

İran'ın Hizbullah'ı kaybetmesi, İran içinin savunmasız kalması anlamına geliyor

İsrail'in Hizbullah liderlerine ve silah depolarına karşı art arda başlattığı saldırılar ve Hizbullah’ın bünyesine, askeri ve siyasi yapısına büyük ve ani bir şekilde nüfuz etmesi, bunun sonucunda Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın ve daha sonra halefliğine aday gösterilen Haşim Safiyuddin'in suikasta uğraması (onun da başka bir hava saldırısında öldürüldüğü bildiriliyor), ek olarak çağrı cihazları ile telsizlerin patlatılması operasyonlarından sonra, Tahran’ı İsrail’in Hizbullah içine bu şekilde sızabilmesinin arkasında durmak ile suçlayan sesler de yükseldi. Hatta Hizbullah çevresi de dahil olmak üzere bazıları daha da ileri giderek Tahran'ı, nükleer müzakereler yoluyla elde edebileceği bazı ek kazanımlar karşılığında Hizbullah’ı İsrail'e satmak ile suçladı.

Bu duygusal tepki, Nasrallah suikastından kısa bir süre sonra İran'ın İsrail'e verdiği sınırlı ve özenle planlanmış yanıtın ardından yoğunlaştı. Keza İranlı yetkililerin ülkelerinin Tel Aviv ile doğrudan bir savaşa sürüklenmeyeceğini tekrarlamaları, hatta Lübnanlıların acılarını bitirecek, savaşı durduracak her türlü çözüme bile engel olmaları, bu duyguyu körükledi. Zira İran Dışişleri Bakanı Beyrut ziyareti sırasında Lübnan savaşı ile Gazze savaşı arasındaki bağın koparılmasını reddetti ve ziyareti boyunca arenalar birliği ifadesine sadık kaldı.

Ancak biraz derinlemesine bakıldığında Tahran'a yönelik bu suçlamalar gerçeklikten uzak görünebilir. İran'da İslam Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana İran rejimi Hizbullah'a yatırım yapıyor, dolayısıyla  İran'ın bu büyüklükte bir kayba hazır olduğunu düşünmüyorum. Hizbullah sadece İran'ın aracı değil, İran projesinin en güçlü ve önemli aracıdır, onu İran'ın sağ kolu olarak tanımlamak doğrudur.

Hizbullah sadece İran'ın aracı değil, İran projesinin en güçlü ve önemli aracıdır ve İran'ın sağ kolu olarak da nitelendirilebilir.

İki yıl önce eski İsrail başbakanı Naftali Bennett, İsrail'in geçmiş on yılda olduğu gibi sadece kollarını değil, geçen yıl yani 2021'de kendi deyimiyle “terörizm ahtapotunun başı”nı da vurmak için harekete geçtiğini açıklamıştı. Son yıllarda İsrail'in İran içinde ve dışında, özellikle Suriye'de İran’a karşı gerçekleştirdiği çok sayıda askeri ve istihbarat operasyonuna ve suikastlara tanık olduk. Ardından Aksa Tufanı ve destek savaşı geldi ve Binyamin Netanyahu, bunu İran'ın milisler aracılığıyla İsrail'e uyguladığı kuşatmayı kırmak, İran'ın gelecekte oluşturabileceği potansiyel tehlikeleri ortadan kaldırmak için bir daha ele geçmeyecek bir fırsat olarak değerlendirdi. Netanyahu'nun açıkça deklare etmeden savaşı yürütme gücünü artıran, ABD Başkanı Joe Biden'ın ABD'deki başkanlık yarışından çekilmesiydi. İsrail hükümeti bugün artık mevcut Amerikan yönetiminin tutumlarını dikkate almıyor.

Tıpkı İsrail gibi Netanyahu, İran'ı boğmaya yönelik herhangi bir operasyona öncelikle Hizbullah'ın, ardından Yemen'deki Husiler, Irak'taki Haşdi Şabi Güçleri ve bölgedeki diğer örgüt ve milis gruplar gibi İran'a bağlı milislerin yanıt vereceğinin bilincindeydi. Biraz geriye dönüp, son aylara bakarsak, Tel Aviv'in Hizbullah'a ve onun yapısına karşı mücadelesinin, Hizbullah “destek savaşı”nı başlattığını deklare ettiği andan itibaren başladığını görürüz.

Yaklaşık bir yıldır İsrail’in, Hizbullah’ın yüzlerce liderini, ikinci kademeden saha komutanlarını öldürmeyi başardığı kesin ve nokta atışı suikast operasyonları düzenledi. Ardından operasyonlarının seviyesini yükseltti, çağrı cihazları operasyonunun ardından Genel Sekreter ve halefini de kapsayan birinci kademedeki liderlerin tasfiyesine başladı. İran'ın Suriye'de maruz kaldığı acı ve etkili saldırıları da unutmayalım.

Netanyahu'nun mücadelesinin ve zamana karşı yarışının, Amerikan seçimlerinin sonucu ne olursa olsun “Obama Doktrini’nin etkilerini ortadan kaldırmak ve yeniden kurulmamasını sağlamak olduğunu söylemek doğru olur

Tahran aynı zamanda ne kadar zayıf olduğunun ve uğradığı kaybın boyutunun da farkında. Kaldı ki Hizbullah'ı yeniden eski haline döndürmenin mümkün olduğunu düşünenler yanılgı içindedirler. Tahran ve Tel Aviv arasında bölgenin önünde oldukça zorlu haftalar var. Zira Netanyahu, ABD seçimleri ve yeni Amerikan başkanının göreve başlamasından önce İran'a en büyük yenilgiyi yaşatmak istiyor. Tahran, Kamala Harris'in başkanlığını yapmasını ve müzakere masasına dönmesini umduğu yeni Amerikan yönetimi göreve gelene kadar “ahtapotun başı”nın doğrudan darbeye maruz kalmaması için azami derecede itidalli davranmak istiyor. Bu nedenle İranlı yetkililerin, Lübnan'ın Hizbullah'tan geriye kalanlar aracılığıyla intihar operasyonunu sürdürmesini talep eden açıklamalarını duyuyoruz.

Dolayısıyla Netanyahu'nun mücadelesinin, zamana karşı yarışının, Amerikan seçimlerinin sonucu ne olursa olsun “Obama Doktrini”nin etkilerini ortadan kaldırmak ve yeniden kurulmamasını sağlamak olduğunu söylemek doğru olur. Bugün art arda gelen haberler, saldırılar ve karşı saldırılar olarak gördüklerimiz, bizi bu ayrıntıları analiz etmeye itmemeli. Dini Lider Ali Hamaney'in cuma günkü vaazında büyük ölçüde ortaya çıkan bölgedeki stratejik çatışma gerçeğinin üzerini örtmemeli. Hamaney şöyle dedi: “Batı, İsrail'i Avrupa'ya petrol ve doğalgaz ihraç eden bir platform, Avrupa'dan bölgeye mal ithal eden bir nokta haline getirmeye çalışıyor.”

2003 yılından bu yana İran'da anayasadan sonra ikinci bağlayıcı belge haline gelen “2025'te İran” planını hazırlayan Dini Lider, İsrail ile yaşanan çatışmanın rol ve işlevle ilgili bir çatışma olduğunun ve bunun sadece bölgede değil, bölge üzerine bir çatışma olduğunun farkında.

İran'ın hayalini gerçekleştirebilmesi için iç istikrarının ve siyasi sisteminin korunması gerekiyor ki bu da İran'ın nükleer silahlara sahip olmasını gerektiriyor.

İran, Tel Aviv ile arasındaki güç dengesizliğini telafi etmek ve kendisinin nükleer silaha sahip olma hayalini yok etmesini önlemek için Hizbullah gibi İsrail'i çevreleyen güçlü kollar tesis etti. Dolayısıyla Hizbullah'ın rolü aslında İsrail'in kuzey sınırlarına on binlerce füze yığma yoluyla İran'ın nükleer programını savunmak ve İsrail'in onu yok etmesini engellemekti.

İran'ın Hizbullah'ı kaybetmesi, İran içinin savunmasız kalması ve İsrail'in nükleer tesislerini yok etmesini engelleyecek hiçbir şeyin olmayacağı anlamına geliyor. Bu nedenle Tahran, Washington'daki değişimin İsrail'in nükleer tesislerini yok etmesini engelleyecek bir denklem getireceği umuduyla yangının kendisine ulaşmamasını garanti altına almaya çalışıyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.