İsrail hapishanelerinde kantinler kapatıldı; ziyaretler durduruldu

Gazzeli örgütler gerilime hazır; Batı Şeria'da gösteriler kaydediliyor

Ramallah'ta İsrail hapishanelerindeki tutukluları destekleyen göstericiler (AFP)
Ramallah'ta İsrail hapishanelerindeki tutukluları destekleyen göstericiler (AFP)
TT

İsrail hapishanelerinde kantinler kapatıldı; ziyaretler durduruldu

Ramallah'ta İsrail hapishanelerindeki tutukluları destekleyen göstericiler (AFP)
Ramallah'ta İsrail hapishanelerindeki tutukluları destekleyen göstericiler (AFP)

Filistin yönetiminin resmi organı Filistinli Esirler ve Özgürlüğe Kavuşanlar Heyeti, İsrail Hapishaneler Servisi yönetiminin 6 mahkumun yoğun bir şekilde korunaklı Gilboa Cezaevi’nden kaçışını izleyen çatışmaların üçüncü gününde hapishaneleri zindanlara çevirdiğini bildirdi. Gazze merkezli örgütler ise İsrail ile gerilime hazır olduklarını açıkladı.
Hapishanelerdeki tutuklulara yönelik baskı ve istismarın devam ettiğini bildiren kurum, nezarethanelerin çoğunda Sınır Muhafızları kuvvetlerinin görev aldığını, transfer, izolasyon, provokasyon, saldırı ve darbın kaydedildiğini doğruladı.
Son üç gün içerisinde 400 mahkumu transfer eden Hapishaneler Servisi, hapishaneleri zindanlara çevirdi. Hapishanelerdeki çamaşırhaneler ve kantinler kapatıldı. Tüm hapishanelere yönelik ziyaretler bu ay sonuna kadar durdurulurken onlarca tutuklu ise izolasyona sokuldu.
Filistinli Esirler ve Özgürlüğe Kavuşanlar Heyeti, tutuklulara yönelik bu baskıya devam edildiği taktirde tüm örgütlerden mahkumların gerilimi artıracak adımlar atacağını, önümüzdeki günlerde sivil itaatsizlik ve isyan halinin patlak vereceğini açıkça belirtti.
Hapishaneler, tutukluların bastırılması ve çeşitli hapishanelere dağıtılmaları ardından, İsrail Hapishaneler Servisi ile Filistinli mahkumlar arasında açık bir çatışma alanına dönüştü. Bunun üzerine İsrail Hapishanelerindeki Filistinli Esirler Hareketi seferberlik ilan ederek tüm yasalara karşı yürütülen baskı ve cezai tedbirlerin devamı halinde isyan edileceği tehdidinde bulundu.
Dün hapishanelerden transferlerini protesto etmek için çeşitli bölümlerdeki odaları ateşe veren tutuklular, ağır silahlı ve joplu gardiyanlar, biber gazları ve yangınlarla karşı karşıya geldi. İsrail Hapishaneler Servisi yönetimi dün kuzey bölgesindeki hapishanelerdeki tüm tutukluların orta ve güney bölgelerdekilere nakledilmesi kararı alındığını, buralara geri getirilmeyeceklerini açıkladı. İslami Cihad Hareketi’ne bağlı yaklaşık 300 mahkum, farklı cezaevlerine zorla dağıtıldı. Kaçan mahkumlardan 5’inin Cihat Hareketi mensubu olması dolayısıyla bu mahkumlara odaklanıldı. Nitekim Tel Aviv yönetimi, İsrail güvenlik sistemine hakaret sayılan kaçış operasyonunun tekrarlanmaması için hapishanelerde hegemonya sağlamaya çalışıyor. 
Diğer yandan İsrail hapishanelerinde planlanan ziyaretlerin ay sonuna kadar iptal edildiği tutukluların ailelerine bildirdi. İsrail'in mahkumlar üzerindeki bu baskısı, Batı Şeria'da çatışmalara neden olurken Gazze Şeridi’ndeki durumun patlayacağından korkuluyor.
İslami Cihad Hareketi yetkilisi Ahmed el-Mudellel’in bildirdiğine göre Filistinli gruplar, işgalcilerin tutsaklara karşı işlediği suçlara karşılık vermeleri yönünde askeri kanatlarına talimat verdi. Dün Gazze Şeridi'nde Filistinli hizipler, işgal hapishanelerinde yaşananlar ve atılan tehlikeli adımlar karşısında boş durmayacaklarını teyit etti. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Siyasi Büro Üyesi Cemil Mazhar, Gazze'deki Kızılhaç merkezi önünde sergilediği tutuklularla dayanışma duruşunda, “Esir meselesi Kudüs’ün kutsallığı ve mülteciler meselesi kadar önemlidir. Tutsakların arkasında birlik içerisinde duran halkımız, Kudüs'ü ve kutsal yerleri savunma savaşında yer alırken mahkumlar için de açık ve kapsamlı bir savaş başlatmaya hazır” vurgusunda bulundu. Aynı zamanda Mısır’ı mahkumlara karşı işlediği suçları durdurması yönünde İsrail üzerinde acilen baskı kurmaya çağırdı.
Çatışmalarla geçen gecenin ardından Batı Şeria’da mahkumların desteklendiği gösteriler kaydediliyor. Çarşamba akşamı Kudüs ve Batı Şeria'nın çeşitli bölgelerinde çıkan çatışmalar ve yürüyüşlerin işgalciler tarafından bastırılması sonucunda çok sayıda vatandaş yaralandı. El-Halil, Beytüllahim, Ramallah, Nablus, Cenin ve Tubas dahil olmak üzere Batı Şeria'da sekiz farklı yerde çatışmalar patlak verdi. İsrail karşıtı sloganlar atan göstericiler, “6 aslan tünelin sonundaki ışığa vardı”, “Mahkumlarımıza özgürlük”, “Ejderha avcıyı yendi” yazılı pankartları yükseltti

 


Suriye ve Lübnan'ı neler bekliyor?

 Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
TT

Suriye ve Lübnan'ı neler bekliyor?

 Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)

John Bolton

Geçtiğimiz Perşembe günü, ABD'nin Türkiye Büyükelçisi, Suriye'de devam eden çatışmayla ilgili olarak “gerilimi yatıştırma ve diyalog başlatma” çabalarından bahsetti. Ancak Cuma günü, ABD özel kuvvetleri Suriye'nin derinliklerinde, Halep yakınlarında saldırılar düzenleyerek üst düzey bir DEAŞ liderini öldürdü. Bu çarpıcı tezat, Suriye'nin geleceğinin karmaşıklığını ve bununla ilişkili bölgesel ve uluslararası çıkarların büyüklüğünü en iyi şekilde ortaya koyuyor. İsrail, Suriye ve Lübnan ile olan kuzey sınırlarını, entegre bir savunma mekanizması gerektiren tek bir sınır olarak gördüğünden, Lübnan içindeki tehditler Suriye'deki tehditlerle veya daha genel olarak İran'ın Ortadoğu genelinde istikrarı baltalamadaki rolüyle yakından bağlantılı.

8 Aralık'ta diktatör Esed rejiminin devrilmesi, Hizbullah ve Hamas'ın daha önce yaşadığı ağır kayıplar ve İsrail ile ABD'nin İran'ın nükleer silah ve balistik füze programlarına yönelik saldırıları, Sovyetler'in bir zamanlar bölgedeki “güç dengesi” olarak adlandırdığı şeyi kökten değiştiren gelişmelerdi. Gerçekten de, İsrail'e karşı “ateş kuşağı” stratejisinin yankı uyandıran başarısızlığının ardından İran ve müttefiklerinin kaderindeki dramatik tersine dönüş, Tahran'ın artık en büyük ve tek tehlike kaynağı olmaktan çıktığını gösteriyor.

Bugünkü sorunların kökeninde 1919 Versay Antlaşması ve Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden şekillendirmeyi amaçlayan sonraki düzenlemeler yatıyor. Osmanlı yönetim yapılarının ideal olmaktan uzak olduğu şüphesiz, ancak Fransa ve Birleşik Krallık (İngiltere), şu anda Türkiye olan bölgenin güneyindeki Arap topraklarını Milletler Cemiyeti bünyesinde manda devletlerine dönüştürerek kendi çıkarlarını etkili bir şekilde gözetmişlerdi. Bu bağlamda Fransa, manda devleti olan Suriye'yi bölmeye devam ederek Büyük Lübnan, Cebel el-Dürzi, Halep, Şam ve Alevi devletlerini kurmaya karar vermişti. Esed'in devrilmesinden sonra hiç kimse artık Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor. Ancak daha zor bir soru var; yeni Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) hükümeti altında Aleviler, Dürziler ve çeşitli Hristiyan gruplar ile ilişkiler nasıl yönetilecek? Lübnan'da, İran'ın kolu olan Hizbullah'ın rolü, Tahran açısından belirsizliğini koruyor.

İran'ın rolü gerilerken ve Suriye'de artık ciddi bir öneme sahip değilken, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye, Arap Baharı'nın patlak vermesinden bu yana kendini güçlü bir şekilde dayattı ve bu da Esed rejimi için ciddi bir tehdit oluşturdu. Arap Baharı'nı takip eden Suriye iç savaşı boyunca Erdoğan, Şam'da bir Müslüman Kardeşler yönetimi kurmayı umarak bir dizi isyancı grubu destekledi. Tahran'dan herhangi bir talimat almayan, Ankara'nın kontrol edebileceği bir Suriyeli lider arayışındaydı.

El-Kaide'nin bir kolu olan ve eskiden Nusra Cephesi olarak bilinen HTŞ, Erdoğan için en iyi seçenek olmasa da, hiç yoktan iyidir diye düşündü. Bu nedenle, Ebu Muhammed el-Colani ile birlikte, 2024 sonlarında ortaya çıkan fırsatı değerlendirerek Esed rejimini hızla devirmeye karar verdiler. Daha önce Esed'i Arap Baharı'nda hep koruyan Rusya ve İran'ın, ilkinin Ukrayna'da, ikincisinin Ortadoğu'da olmak üzere kendi savaşlarıyla meşgul oldukları göz önüne alındığında, bunun için zamanlama uygundu. Dolayısıyla, HTŞ'nin Esed'i devirme çabaları Türkiye'nin desteği olmadan asla başarılı olamazdı. Ancak, Rus nüfuzunun azalması ve İran'ın Suriye'deki rolünün nihai olarak ortadan kalkmasının oynadığı olumlu role rağmen, HTŞ rejiminin beklenen rolü konusunda bir fikir birliği yok. Peki Erdoğan bahsi kazanacak mı? Yoksa rejim tamamen terörist kökenlerine geri mi dönecek? Açıkçası, bilmiyoruz. Ancak, daha önce terör örgütlerine katılmış yabancı savaşçıların şimdi yeni Suriye ordusuna katılması hiç de iç açıcı değil. Bu bağlamda kesin olan şu ki, hiç kimse Osmanlı İmparatorluğu'nun ikinci bir versiyonunu, hatta daha da kötüsü Suriye'nin “Akdeniz kıyısındaki Afganistan”a dönüşmesini istemiyor.

Erdoğan'ın PKK'nın feshedilmesine yönelik yürüttüğü süreç  olumlu görünse de, Türk seçmenler arasında giderek kendisini konsolide eden muhalefete karşı yerel desteği harekete geçirme ihtiyacından kaynaklanıyor olabilir. Kuzeydoğu Suriye'deki Kürtler, özellikle Mazlum Abdi liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG), HTŞ rejimiyle zorlu müzakerelere girdiler. Erdoğan'ın SDG'ye yönelik politikası ve Fırat Nehri'nin doğusundaki ABD birliklerinin varlığı, şüphesiz Türk ordusunun kuzeydoğu Suriye'ye nüfuz etmesini ve kontrolü ele geçirmesini engelledi.

Bu nedenle, İsrail'in Dürzi ve Hristiyan nüfusu korumak için müdahil olduğu Güney Suriye'deki çatışmaya coşkuyla odaklanmadan önce, Şam'daki HTŞ rejimi hakkında daha fazla bilgi edinmek gerekiyor. Daha önce bu sayfalarda, adını Ahmed eş-Şara olarak değiştiren kişinin ve liderliğini yaptığı HTŞ hükümetinin, Esed rejiminin yabancı rehineler ve kitle imha silahları programlarıyla ilgili dosyalarının tamamen açılması da dahil olmak üzere birçok testten geçmesi gerektiğini açıklamıştım. Dahası, Esed'in Hizbullah ile yaptığı tüm anlaşmaların ifşa edilmesi, şüphesiz zengin bir okuma materyali sunacaktır.

Ancak, doğal olarak bir yandan Esed'in kimyasal ve biyolojik silah üretme çabaları, diğer yandan kayıp Amerikan vatandaşları hakkında bilgilere ulaşma çabasında olan Beyaz Saray, ABD çıkarları pahasına Türkiye ve HTŞ’nin önceliklerini gerçekleştirmeye odaklanmış görünüyor. Örneğin, Büyükelçi Thomas Barrack, İsrail'i Şam'daki Suriye askeri komuta merkezlerine yaptığı saldırılar nedeniyle eleştirdi. Burada, Barrack'ın yorumlarının kişisel görüşlerini mi yansıttığı yoksa Washington'un izniyle mi yapıldığı sorusu ortaya çıkıyor; çünkü bir ABD müttefikini eleştirmek genellikle izin ve yetki gerektirir.

Buna ek olarak, Barrack, Şara'nın İsrail ile tam diplomatik ilişkiler kurmaktan kaçınmasından dolayı kamuoyu önünde özürler diliyor; oysa bir ABD büyükelçisinin başka bir ülkenin eylemlerini meşrulaştırma yetkisi yoktur. Dolayısıyla bu tavır, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın aşina olduğu ve bazen alaycı bir şekilde “yerel ortama aşırı uyum” olarak adlandırılan kronik bir hastalık olan “ev sahibi ülkenin gündemine asimilasyon”un tam kalbinde yer almaktadır. Bu bağlamda, Büyükelçi Barrack'ın sergilediği semptomlar konusunda uyarılması gerekir. Zira kendisinin ve Beyaz Saray'ın bölgenin karmaşık yapısını anlamaları için hâlâ kat etmeleri gereken uzun bir yol var.