11 Eylül'ün ardından geçen 20 yıl: Başlangıç noktasına dönüş

New York'taki İkiz Kuleler, 11 Eylül 2001 sabahı saldırının hedefi oldu (AFP)
New York'taki İkiz Kuleler, 11 Eylül 2001 sabahı saldırının hedefi oldu (AFP)
TT

11 Eylül'ün ardından geçen 20 yıl: Başlangıç noktasına dönüş

New York'taki İkiz Kuleler, 11 Eylül 2001 sabahı saldırının hedefi oldu (AFP)
New York'taki İkiz Kuleler, 11 Eylül 2001 sabahı saldırının hedefi oldu (AFP)

Bugün 2001’de gerçekleşen 11 Eylül Saldırıları’nın 20’inci yıl dönümü. Dünya, El Kaide'nin ABD'ye düzenlediği saldırılardan bu yana çok değişti. ABD, 20 yıl önce "El Kaide'nin saldırısına" karşı başlattığı "terörizme karşı savaşta" yadsınamaz sonuçlar elde etti. ABD, topraklarında yeni bir 11 Eylül'ün yaşanmasını önlemeyi başardı. El Kaide"nin başını ve üst düzey liderlerini ortadan kaldırdı. Ancak bugün karşılaşılan manzara, işlerin 20 yıl öncesine, başlangıç ​​noktasına döndüğünü gösteriyor.
ABD başarısızlığını kabul ederek Afganistan'dan çekildi. Taliban yeniden iktidara geldi. Peki, gerçekten de 20 yıl öncesine mi dönüldü?
11 Eylül Saldırıları gerçekten dünyayı değiştiren bir olaydı. Dünya artık eski dünya değildi. O günün sabahında gökten uçak yağmuru yağdı. Kaçırılan uçaklar intihar araçlarına dönüştürüldü ve New York'taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerine ile Washington yakınlarındaki Pentagon'a saldırı düzenlendi. Bir diğer uçak ise Beyaz Saray’a ulaşamadan Pensilvanya’da düştü.

Pentagon karargahı da 11 Eylül'de saldırıya uğradı (EA)
Bu, Japonların 1941 yılında Pearl Harbor'a düzenlediğinden bu yana ABD topraklarına yönelik en kötü saldırıda yaklaşık 3 bin kişi öldü. Tıpkı Japon saldırısının Amerikalıların İkinci Dünya Savaşı’na girmesine sebep olduğu gibi 11 Eylül Saldırıları da Washington yönetiminin “teröre karşı küresel savaş” başlatmasına yol açtı. O sırada Taliban, 11 Eylül Saldırıları’na karışan El Kaide’li misafirlerini iade etmeyi reddetti. Bu nedenle ABD, Afganistan'ı işgal etti ve 2001'in sonunda Taliban yönetimini hızla devirdi.
Aslında ABD sadece Taliban yönetiminden kurtulmakla kalmadılar; aynı zamanda başka ülkelerde saldırı düzenlemeyi planlayan ve Afganistan'ı bir eğitim merkezi olarak kullanan birçok grubun kamplarını da ortadan kaldırdı. El Kaide, Nairobi ve Darüsselam'daki ABD büyükelçiliklerine saldırılmasında ve Aden'deki Cole muhribinin bombalanmasında olduğu gibi, önceki eylemleri sırasında kendisine her zaman bir sığınak sağlayan arka üssü Afganistan’ı kaybetti. Örgütün liderlerinin çoğu öldürüldü. Bir kısmı Pakistan'a kaçtı. Kaçanların çoğu Pakistan ve ABD istihbaratı tarafından yakalandı. El Kaide liderlerinin diğer kısmı da Devrim Muhafızları’nın kendilerine ikamet ve koruma sağladığı İran'a geçti. El Kaide lideri Usame bin Ladin de hayatta kalanlar arasındaydı. Afganistan’ın Tora Bora Dağları’ndan Pakistan'a kaçtı. ABD’nin onu Abbottabad şehrinde bulduğu ve Mayıs 2011'de öldürdüğü operasyonu düzenleyene kadar yıllarca saklanarak yaşadı.

İtfaiyeciler ve sağlık görevlileri, Ticaret Merkezi kulelerinin molozları arasında kurbanları arıyor (EPA)
ABD, Bin Ladin'in ortadan kaldırılmasından önce örgütün onlarca üst düzey liderini öldürdü, onlarcasını da tutukladı. ‘Terörizme karşı savaşa’ katılan düzinelerce ülkenin yardımıyla örgütün dünyanın dört bir yanındaki hücrelerini dağıttı. Ancak 2011 yılına gelindiğinde kendilerini terörizme karşı bitmeyen savaşların bataklığına giderek daha fazla saplanmış buldular. Daha da kötüsü öyle görünüyordu ki ABD’liler, bazen kendilerini kendi yaptıkları bataklıkta boğuluyorlardı.
ABD için en tehlikeli durum ise Irak'ta yaşandı. Muzaffer ABD 2003 yılında, Afganistan'daki savaşı henüz yeni başlatmışken Saddam Hüseyin'i devirmek için Irak’ı işgal etti. Bu işgali ile rejiminin kitle imha silahlarına sahip olduğunu ve El Kaide ile bağlantısı bulunduğunu haklı göstermeye çalışsa da iki suçlamanın da yanlış olduğu sonradan ortaya çıktı. İşgalin sonuçlarından biri de Saddam'ın devrilmesi ve onu asmaktan çekinmeyen Irak'ın yeni yöneticisi ABD’ye teslim olmasıydı. Saddam'ın düşüşü, 1980’lerde yaşanan ve sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı sırasında Tahran'da üslenen hizipler aracılığıyla, İran'ın batı komşusu üzerindeki hegemonyasını genişletmesini kolaylaştırdı. Ayrıca Saddam'ın düşüşü, Irak'ın, daha sonra ‘DEAŞ canavarının’ da ortaya çıktığı, El Kaide’ye bağlılıklarını ilan eden aşırılık yanlısı grupların pençesine düşmesine de kapı araladı.

Amerikalılar Brooklyn Köprüsü'nde (AFP)
ABD, Irak’tan çekilmesini Aralık 2011'de tamamladı. Ülke, söz konusu dönemden itibaren kendisine bağlı veya sadık bir dizi hizip ve parti aracılığıyla tamamen İran'ın etkisi altına girdi. Bu geri çekilme, Tunus'tan başlayıp Mısır'a, ardından Libya'yı aşarak Suriye ve Yemen'e ulaşan, Arap dünyasını kasıp kavuran bir devrim dalgasıyla aynı zamanda meydana geldi. Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali rejiminin düşüşü büyük ölçüde İslamcıların düzenlediği iç halk baskısının bir sonucuyken Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ve Albay Muammer Kaddafi rejimlerinin düşüşü ise Barack Obama yönetimi sırasında, ABD'nin doğrudan katılımıyla gerçekleşti. Mübarek'in durumunda ABD baskısı siyasiydi. Zira Obama, Mısır Cumhurbaşkanı’nın istifa etmesi konusunda en hevesli yabancı liderlerden biriydi. Kendisine ‘derhal istifa etmesi gerektiğini’ söyledi. Öyle de oldu. Kaddafi’nin durumunda ise ABD, Fransızlarla ve İngilizlerle iş birliği yaparak Kaddafi’nin ordusunu yok eden ve Ekim 2011’de muhaliflerin onu yakalayıp idam etmesine imkan sağlayan bir hava saldırısına öncülük eden askeri bir müdahalede bulundu.

Saddam'ın Düşüşü: Amerikalılar 2003'te Irak'ı işgal etti ve Saddam Hüseyin'i devirdi (Getty)
Sözde ‘Arap Baharı’ devrimleri, kökleri yıllardır iktidarda olan rejimlerin devrilmesine yol açtı. Ancak bu durumdan kaynaklanan boşluk, ölümün eşiğine gelen El Kaide'ye, Bin Ladin ile birinci ve ikinci kademe üst düzey liderlerinin öldürülmesinden sonra hayat öpücüğü verdi. El Kaide ve diğer silahlı gruplar, saklanmak ve faaliyetlerini sürdürmek için merkezi hükümetlerin yetkisi dışında alanlara ihtiyaç duyduğundan birçok ülke, “baharın” siyasi İslam gruplara imkan sağlamasının avantajını kullanarak aşırılık yanlılarının kendilerini yeniden inşa etmeleri için ideal arena oldu. Bunların başında da siyaset sahnesinin ön saflarında yer alan Müslüman Kardeşler geliyor. Ancak El Kaide"nin dönüşü, bir zamanlar Irak’ta El Kaide liderliğindeki bir ittifakın parçası olan, kendisine Irak ve Şam İslam Devleti (DEAŞ) diyen bir örgüt şeklinde, ‘El Kaide”den bile daha kanlı bir canavarı’ beraberinde getirdi.
DEAŞ ilk olarak İran'a bağlı Şii grupların liderliğindeki Irak'taki yeni yönetimin tarafından dışlandığını hisseden Irak'ın Sünni şehirlerinde ortaya çıktı. DEAŞ, özellikle aşırılık yanlılarının Devlet Başkanı Beşar Esed’e karşı devrim dalgasının devam etmesiyle, rejimin benzeri görülmemiş bir baskıyla karşı karşıya kaldığı milyonlarca barışçıl protestoyla Suriye'ye gelen “bahardan” da yararlandı.

Ortadoğu'da olayların başladığı Muhammed Buazizi Meydanı (AFP)
2014 yılına gelindiğinde Irak ve Suriye'nin büyük bir kısmı, lideri Ebu Bekir el-Bağdadi'yi Levant'tan Mezopotamya'ya uzanan sözde bir ‘devlet’ üzerinde ‘halife’ ilan eden DEAŞ’ın eline geçmişti.
‘DEAŞ’ın halifesinin’ ve örgütün gerçekleştirdiği katliamlar, çekilmesinden birkaç yıl sonra kendisini Irak'a dönmek zorunda bulan ABD liderliğinde, DEAŞ’a karşı uluslararası bir koalisyon kurulmasına yol açtı. Koalisyon, Iraklıların DEAŞ’ı Irak’ın büyük şehirlerinden çıkarmalarına, aynı zamanda Suriyeli silahlı grupların (özellikle Kürtlerin) DEAŞ’ı Suriye'deki ana kalelerinden kovmasına yardımcı oldu.

Amerikalılar 2011'de El Kaide lideri Usame bin Ladin'i öldürdüğü yer (Reuters)
2019'a gelindiğinde DEAŞ, çöllerdeki ve ıssız dağlardaki birkaç nokta dışında Suriye ve Irak'ta ortadan kayboldu. ABD yıl bitmeden, Bağdadi’nin Suriye'nin İdlib kentindeki sığınağına düzenlediği operasyonla DEAŞ liderini öldürdü. ‘DEAŞ halifesinin’ ortadan kaldırılması örgüte sembolik de olsa bir darbe vurdu. Ancak tehlikesini sona erdirmedi. Zira DEAŞ'ın kolları ve yalnız kurtları tüm dünyaya yayılmış ve uzun yıllar El Kaide’nin oluşturduğu korkudan daha büyük bir güvenlik endişesi haline gelmişti.

Suriye rejimi düşmedi ama savaş Suriye şehirlerini harabeye çevirdi (AFP)
Suriye, DEAŞ'ın 2019'da ortadan kaldırılmadan önce savaştığı son noktaydı. Aslında söz konusu tarihe kadar Suriye, 2015'ten itibaren Rusya'nın desteğini arkasında bulan Esed rejiminin saldırılarıyla harap bir ülke haline gelmişti. Ayrıca Esed rejiminin kendisi de o kadar zayıflamıştı ki birçok aland kontrolü büyük ölçüde İran ve Tahran’le bağlantılı milislere veya kendisine iç ve dış koruma sağlayan Rus desteğine bağlıydı. Esad rejiminin zayıflığına rağmen günümüzde artık rehabilitasyon süreci başlamış görünüyor. Çünkü birçok kimse zayıf da olsa bir rejimin bulunmasının, çok daha kötü manzaralara sebebiyet verecek yokluğundan daha iyi olduğunu düşünüyor.

Ağustos 2021... Taliban savaşçıları 20 yıl sonra Kabil'e geri döndü (AFP)
ABD’nin son yirmi yılda terörizme karşı savaş bataklığına saplanmış olması, uzun yıllardır kendisine rakip olan ülkeler için kendilerini öne çıkarmak ve hafife alınmaması gereken bir rakip olduğunu göstermek için bir fırsat doğurmuş gibi görünüyor. Elbette bu konuda Rusya öne çıkıyor. Rusya, uzun süredir, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ve eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in iktidarı yıllarında giderek azalan uluslararası siyasetteki etkisini tekrar canlandırmak için kendi istihbarat servislerinden gelen Vladimir Putin tarafından yönetiliyor. Bugün Ruslar, Ukrayna, Suriye ve Kırım'da olduğu gibi doğrudan askeri müdahaleyle veya birçok Afrika ülkesinde yaptığı üzere Rus güvenlik şirketleri aracılığıyla dolaylı olarak müdahalede bulunuyor. Dünyanın birçok yerinde kendisini Amerikalılara rakip olarak empoze ediyor. Ancak Rus ekonomisi, Kremlin'in ve yeni ‘çarı’nın hırslarını engelleyen büyük bir zayıflık olmaya devam ediyor.
Diğer yandan ‘Çin ejderhası’, ABD’nin dünya çapında bitmeyen savaşların bataklıklarına saplandığı yıllarda daha görünür bir biçimde ortaya çıktı. Çinliler, ülkelerini bir tür ‘dünya fabrikasına’ dönüştürerek geçmiş yıllarda eşi görülmemiş başarılar elde etti. Böylece ekonomileri bugün ABD’nin en büyük rakibi olacak noktaya geldi. Çinliler bu başarıyı büyük ölçüde yumuşak güç (yoksul ülkelere krediler ve yardımlar) kullanarak elde ederken ABD’liler ise ekonomilerini tüketen askeri savaşlarla meşguldü.

Afganistan'dan bir görüntü (AFP)
ABD, Afganistan'dan çekilmeye karar verdiğinde özellikle Çinli rakipleriyle yüzleştikleri bugün bir sır değil. ‘Medeniyetler mezarlığı’ olan Afganistan’dan çıkmalarının, kendilerine Çin ejderhası daha fazla büyümeden ve durdurulması zor hale gelmeden pençelerini koparmaya fırsat vereceğini umuyorlar. ABD’nin Kabil’den ‘aşağılanmış’ bir şekilde çıkması, başlangıçta ülkeye girmesine yol açan terörist grupların Afganistan üzerindeki emellerini gerçekleştirmeleri için de harekete geçmelerine yol atı. Birçok terör örgütü, tıpkı 11 Eylül 2001’den önce olduğu gibi Afganistan’a dönerek Taliban rejimi altında yaşamak istiyor. Afganistan’ın yeni yöneticisi Taliban ise bugün misafirlerinin 20 yıl önce yaptıklarını tekrarlamasına izin vermeyeceğini söylüyor.



Musk, DOGE’dan pişman: “Bir daha uğraşmam”

Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)
Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)
TT

Musk, DOGE’dan pişman: “Bir daha uğraşmam”

Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)
Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)

Elon Musk, Hükümet Verimliliği Bakanlığı'nda (DOGE) geçirdiği süreyi değerlendirdi.

Musk, 2017-2019'ta İç Güvenlik Bakanlığı'nda basın sözcüsü yardımcısı olarak görev yapan Katie Miller'ın podcast'ine katıldı.

Teknoloji milyarderi, ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray Özel Kalem Müdür Yardımcısı Stephen Miller'ın eşiyle yaptığı söyleşide, DOGE'un tartışmalı federal bütçe kesintilerine dair şunları söyledi:

Biraz başarılı olduk. Bir dereceye kadar başarılı olduk. Hiç mantıklı olmayan, tamamen israfa yol açan birçok fonlamayı durdurduk.

Trump'ın seçim kampanyasına yaptığı desteklerle gündeme gelen Musk, ABD Başkanı tarafından DOGE'un başına getirilmişti.

Yönetimin ilk 5 ayında federal kurumlarda gerçekleştirdiği kesintilerle tartışma yaratan Tesla CEO'su, nisanda yaptığı açıklamada elektrikli otomobil şirketiyle ilgilenmek için DOGE'da geçirdiği süreyi azaltacağını duyurmuş, mayısta da görevden ayrılmıştı.

DOGE'un kesintileri nedeniyle binlerce federal çalışanın işine son verilmesi ABD'de tepki çekmişti. ABD'nin yanı sıra bazı Avrupa şehirlerinde de Tesla'ların kundaklandığı bildirilmişti.

Salı günü yayımlanan podcast'te Musk, bir daha DOGE gibi bir projenin başına geçmek istemediğini belirtti:

DOGE'la uğraşmak yerine, esasen şirketlerim üzerinde çalışmalıydım. Böylece ürettiğimiz arabaları kundaklamazlardı.

Space X CEO'su, DOGE'un başına geçtikten sonra katıldığı bir konferansta Nazi selamı verdiği iddiasıyla da yoğun eleştirilerin hedefi olmuştu.

Analistlere göre Tesla'nın net kârının bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 71 oranında düşmesinde, Musk'ın DOGE’a odaklanması büyük rol oynamıştı.

Teknoloji milyarderiyle ABD Başkanı'nın arası, Trump'ın tartışmalı vergi indirimi tasarısı nedeniyle bozulmuştu. Sosyal medya üzerinden atışmaların ardından ikili daha sonra "dostluk mesajları" paylaşmıştı.

Independent Türkçe, Reuters, Axios


‘Tek bir tık bir ülkeyi yıkmaya yeter’... İsrailli bir yetkiliden ‘nadir’ uyarı

Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
TT

‘Tek bir tık bir ülkeyi yıkmaya yeter’... İsrailli bir yetkiliden ‘nadir’ uyarı

Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)

İsrail Ulusal Siber Güvenlik Müdürlüğü Başkanı Yossi Karadi, nadir görülen bir uyarıda bulunarak, siber tehditlerin ülkeleri anında çökme noktasına getirebileceğini söyledi. Şarku’l Avsat’ın Yediot Ahronot’tan aktardığına göre Karadi, elektrik, su, trafik ışıkları ve hastane ağlarına yapılan siber saldırıların artık savaş aracı haline geldiğini ve bu saldırıların çoğunlukla saldırganın kimliğini gizlemek için vekil gruplar üzerinden gerçekleştirildiğini belirtti. Karadi dün Tel Aviv Üniversitesi’nde düzenlenen Siber Güvenlik Haftası konferansında yaptığı konuşmada, son altı ayda İsrail’in yürüttüğü savunma faaliyetlerinden bir kısmını paylaştı ve ‘ilk siber savaş’ olarak nitelendirdiği durumun endişe verici bir tablosunu çizdi.

Karadi, “Giderek savaşların dijital alanda başlayıp biteceği bir çağa doğru ilerliyoruz” dedi ve ‘dijital kuşatma’ terimini tanıttı. Karadi, bu senaryoda enerji santrallerinin duracağı, trafik ışıklarının çalışmayacağı, iletişim sistemlerinin çökeceği ve su kaynaklarının kirlenebileceğini vurgulayarak, “Bu hayali bir gelecek senaryosu değil, oldukça gerçekçi bir eğilim” ifadesini kullandı.

Karadi, dijital kuşatma kavramının sadece çekici bir ifade olmadığını, 15 yıl süren bir gelişimin sonucu olduğunu belirtti. Geçmişte devletler arasındaki siber savaşların çoğunlukla sessiz casusluk veya yalnızca askeri tesisleri hedef alan operasyonlar olduğunu söyleyen Karadi, son yıllarda durumun değiştiğini ve yeni düşmanın yalnızca sır çalmayı değil, sivil yaşamı kesintiye uğratmayı amaçladığını ifade etti.

Yediot Ahronot’a göre, siber savaşların başlangıç noktası olarak kabul edilen olay, 2010 yılında Stuxnet virüsünün ortaya çıkmasıydı. Yabancı raporlara göre virüs, İran’ın Natanz Nükleer Tesisi’ndeki santrifüjleri hedef almak için İsrail ve ABD tarafından kullanılmıştı ve yalnızca belirli endüstriyel kontrol birimlerini etkileyerek sivil bilgisayarlar veya alakasız altyapıya zarar vermekten kaçınıyordu.

Karadi, dönüm noktasının ise geçen on yılın ortalarında Doğu Avrupa’da yaşandığını belirtti. Rus hacker grubu Sandworm, teorik olarak mümkün görülmeyen bir adım atarak Ukrayna elektrik şebekesini hackledi ve yüz binlerce evi dondurucu soğukta karanlığa gömdü. Bu olaydan sonra siber operasyonlar, yalnızca askeri hedeflere yönelik silahlar olmaktan çıkarak, sivil nüfusu hem psikolojik hem fiziksel olarak etkileme aracına dönüştü. Ayrıca, 2017’de Kuzey Kore’ye atfedilen WannaCry fidye yazılımı saldırısının, siber silahların nasıl kontrolden çıkabileceğini gösterdiği ve dünya genelinde hastaneler ile acil servisleri rastgele etkileyerek felce uğrattığı ifade edildi.

Bir Amerikan siber güvenlik şirketi, Sandworm siber hack grubunun faaliyetlerini tespit etti. (Reuters)Bir Amerikan siber güvenlik şirketi, Sandworm siber hack grubunun faaliyetlerini tespit etti. (Reuters)

Tehlikeli bir artış

Karadi, İran’ın siber terör doktrinini benimsemiş olmasının tehlikeli bir örneğini paylaştı: 2020 yılında İsrail su şebekesindeki klor seviyesini değiştirmeye yönelik girişim, başarılı olsaydı kitlesel zehirlenmeye yol açabilirdi.

Karadi, o tarihten bu yana İran’ın siber saldırılarının İsrail’de sivil altyapıyı hedef aldığını, hastaneler, alarm sistemleri ve elektrik şebekesine yönelik tekrar eden girişimlerin bu kapsamda olduğunu belirtti.

Hastanelere yönelik saldırıların yeni bir boyut kazandığını vurgulayan Karadi, yakın zamanda Shamir Tıp Merkezi’ne yapılan siber saldırıyı örnek gösterdi. Saldırının arkasında, sıradan bir suç örgütü gibi görünen ‘Qilin’ adlı bir grup bulunuyordu. Karadi, bu durumun devletlerin, sorumluluğu gizlemek için vekil siber gruplar aracılığıyla saldırılar düzenlemesi trendini gösterdiğini ve bunun yalnızca İsrail’e özgü olmadığını aktardı. ABD ve Avrupa istihbarat raporları da benzer eğilimleri doğruluyor.

Çin’de de ‘Volt Typhoon’ gibi grupların, kâr amacı gütmeden ABD’nin kritik altyapısına sızmalar yaparak olası bir gelecekteki saldırıya hazırlık yaptıkları tespit edilmiş durumda.

Karadi, İran saldırılarında karma bir taktik gözlendiğini söyledi: Weizmann Enstitüsü’ne bir füze atılırken, aynı zamanda güvenlik kameralarına sızılarak çarpma anı gerçek zamanlı olarak kaydedildi ve psikolojik etkisi artırıldı. Aynı zamanda çalışanlara tehdit mesajları ve sızdırılmış kişisel bilgiler gönderildi.

Bu yöntem, Ukrayna savaşında görülen siber saldırılarla benzerlik taşıyor; Rus hackerlar, internet servis sağlayıcılarını hedef alarak bilgi akışını engelliyor ve korku yayıyordu.

Konuşmasını yapay zekâ çağının getirdiği fırsatlar ve risklerle tamamlayan Karadi, “Dijital sistemlere tamamen bağımlılık ve yapay zekâdaki hızlı gelişim, büyük fırsatlar sunuyor, ancak saldırganlara da sınırsız hareket alanı sağlıyor” uyarısında bulundu.

Yediot Ahronot gazetesi, Karadi’nin mesajını özetleyerek, “Gelecek savaşta klavye, roketten daha az öldürücü olmayacak” ifadeleriyle duyurdu.


İran'ın başkentinde aylardır ilk kez yağmur yağdı

Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
TT

İran'ın başkentinde aylardır ilk kez yağmur yağdı

Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)

İran'ın başkentinde aylardır ilk kez bugün yağmur yağdı ve bu durum, yüzyılı aşkın süredir en kurak sonbaharını yaşayan ülke için rahatlama getirdi.

Şarku’l Avsat’ın AP’den aktardı habere göre kuraklık, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın, başkent çevresindeki barajları dolduracak kadar şiddetli yağmur yağmazsa, İran'ın aralık ayı sonuna kadar hükümetini Tahran dışına taşıması gerekebileceği uyarısında bulunmasına yol açmıştı.

Meteorologlar bu sonbaharı ülke genelinde 50 yıldan fazla süredir yaşanan en kurak sonbahar olarak tanımladı; bu durum, 1979 İslam Devrimi'nden bile öncesine denk geliyor ve tarım için büyük miktarda suyu verimsiz bir şekilde tüketen sistemi daha da zorluyor. Ajans, su krizinin ülkede siyasi bir mesele haline geldiğini, özellikle de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun, iki ülke arasında geçen haziran ayında 12 gün süren bir savaş yaşanmasına rağmen, İran'a bu konuda defalarca yardım teklifinde bulunmasının ardından bu durumun daha da belirginleştiğini belirtti.

20 Mayıs 2025'te Tahran dışındaki Lar Barajı'nın uydu görüntüsü (Planet Labs - AP)20 Mayıs 2025'te Tahran dışındaki Lar Barajı'nın uydu görüntüsü (Planet Labs - AP)

Netanyahu, 2018'de yayınlanan bir tanıtım videosunda İran halkına şahsen seslenerek, "milyonlarca insanın hayatını tehdit eden ciddi su kıtlığı" sorununu ele almak üzere Farsça bir internet sitesinin açılışını duyurdu. İranlıların su ihtiyaçlarına yardımcı olmayı amaçlayan yeni bir İsrail girişimi olan "İran Halkı İçin Yaşam"ı şahsen desteklemeye hazır olduğunu belirtti. Batı Kudüs'teki ofisinde çekilen video, Netanyahu'nun bir tuz arıtma tesisinden geldiğini iddia ettiği kaptan kendine bir bardak su doldurmasıyla başlıyor. Ardından İranlıların karşı karşıya olduğu vahim su krizinden bahsediyor.

Netanyahu, 12 günlük savaşın ardından geçen ağustos ayında İranlılara mesajını yineleyerek şunları söyledi: “Liderleriniz 12 günlük savaşı bize zorla dayattılar ve ezici bir yenilgiye uğradılar. Her zaman yalan söylüyorlar.” Sözlerine şöyle devam etti: “İran'da her şey çöküyor. Bu kavurucu yazda, çocuklarınız için temiz, soğuk su bile yok. Bu, İran halkına karşı gösterilen en büyük ikiyüzlülük ve saygısızlıktır. Bu durumu hak etmiyorsunuz.”