Cezayir kimlik savaşı ile dil çatışması arasında mı?

“Cezayir’de siyasi, kültürel ve dilsel çeşitliliğe saygı gösterilmesi, ulusal birliğin ve uyumun koşullarından biridir”

Sadece kısıtlı alanlarda ortaya çıktıktan sonra Berberi bayrağı fırsatta gösterilmeye başlandı (Independent Arabia)
Sadece kısıtlı alanlarda ortaya çıktıktan sonra Berberi bayrağı fırsatta gösterilmeye başlandı (Independent Arabia)
TT

Cezayir kimlik savaşı ile dil çatışması arasında mı?

Sadece kısıtlı alanlarda ortaya çıktıktan sonra Berberi bayrağı fırsatta gösterilmeye başlandı (Independent Arabia)
Sadece kısıtlı alanlarda ortaya çıktıktan sonra Berberi bayrağı fırsatta gösterilmeye başlandı (Independent Arabia)

Ali Yahi
Cezayir’de ülkenin birliğini ve toplumun bütünlüğünü tehdit eden tehlikeli bir dönemece giren kimlik meselesi, hem devlet hem de halk nezdinde tüm Cezayirliler için ana gündem maddesi haline geldi. Özellikle sosyal medyadaki tartışmalar çerçevesinde, bu krizden çıkış yolunun bulunamaması halinde kimlik savaşının devam edebileceği yönünde korkular artıyor.
Sebeplerle bölünme ve korkutucu dönüşüm
Cezayir'i yaklaşık 132 yıl işgal eden dünün sömürgecisi Fransa, kimi zaman dini kimi zaman ailevi olmak üzere çeşitli gerekçelerle ülke yönetimlerini ve aşiretlerini birbirleriyle çatışmaya zorladı. Diğeretnik kökenlerin bölgenin Cezayir’e olan bağlılığına karşı meydan okumasını sağlayarak ve (Fransa’nın) 1830 yılında Cezayir'e ayak basmasından bu yana, toplumda, ülkenin çeşitli bölgelerini kontrol etmesini kolaylaştıran bölünmeler yaratmak amacıyla benimsediği diğer yöntemleri kullanarak kimlik meselesinin büyümesinden sorumlu oldu.
Bazı çevreler, aydınların ve akademisyenlerin tüm artıları ve eksileriyle gerçek bir tarih yazmaktan çekinmelerinin, başta Fransızlar olmak üzere oryantalistlerin ve yabancıların, ülkelerinin gündemlerine, fikirlerine ve çıkarlarına göre tarihi işlemelerinin önünü açtığına inanıyorlar. Aydınlar ve akademisyenler ise iktidar sınıfının gazabından, yönetimlerle kabileler arasında bir savaşa neden olmaktan ve halkın güvenini kazanmış kişilerin imajlarını sarmaktan korktukları gerekçesiyle tutumlarını savunuyorlar.
Sorunun kültürel alandaki istikrarı büyük tartışmaların önünü kesse de ayrılık taleplerinin, vatana ihanet ve dışa bağlılık suçlamalarının medyada yankılanmadan ve sokağa taşınmadan önce sosyal medya sitelerinde çatışmalara dönüşmesi, bu durumun neler getirebileceğine dair endişeleri körükledi. Özellikle Cemal bin İsmail adlı gencin orman yaktığı gerekçesiyle kendisini yakalayan kişilerce öldürülmesinden sonra tüm kesimlerden, Araplar ve kabileler arasındaki gerginliğin halkın ve ülkenin birliğini tehdit etmesinin önlenmesi için derhal harekete geçilmesi çağrılarının yapılmasına neden oldu.

Çatışmadan beslenen taraflar
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı haberde değerlendirmelerde bulunan Hukuk Profesörü Hac Hanefi şunları söyledi:
“Cezayir kimliği, toplumu oluşturan medeni düşünce çerçevesinde, dil, din, renk ve cinsiyet ayrımı yapılmadan, bilinçli olarak anı yaşayan pozitif vatandaştır. Bu özellikler, onu üretkenliğe, farkındalık yaratmaya ve aydınlık bir geleceğe doğru itmektedir. Kimlik meselesiyle ilgili, Suriye'den, mezhepçilik altında bölünmüş Sudan'dan veya Lübnan'dan, Ermeni meselesi nedeniyle tarihi lekelenmeye çalışılan Türkiye’den, Müslümanlar ve Kıptileri bir birine düşürmek için kullanılan Mısır’dan alacağımız bin tane ders var.”
Milliyetçilik karşıtları da dahil olmak üzere Cezayir'de kimlik savaşını körükleyen taraflar olduğunu söyleyen Hanefi, ister cahillikle isterse dış mihrakların sağladığı finansman ve yaptığı planlarla olsun bunun, içeride milliyetçilik karşıtlığının yapıldığını, dışarıdan ise başta ülkeyi bölmek, zayıflatmak ve zenginliğini sömürmek olmak üzere bir takım hırslara ve hedeflere ulaşmak amacıyla devleti içeriden parçalama stratejisiyle ilgili olduğunu söyledi.
Hukukçu Süleyman Şeriki ise kimlik savaşının devam etmesinin nedeninin, Cezayir Anayasası’nın dönemin şartlarından dolayı aceleyle yazılması ve toplumsal tartışmadan yeterince pay alamaması olduğunu, hatta daha önceki anayasaların ve değişikliklerin de aynı şekilde yapıldığını belirtti.
 Şeriki sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kimlik, özellikle kendi gündemlerine hizmet etmek için, toplumun bileşenleri arasında kutuplaşma yaratmak amacıyla kimlik meselesini kullananların varlığı nedeniyle sadece anayasa hukuku uzmanlarından oluşan bir komitenin değerlendirmesinin ötesine geçti. Bu durum anayasa maddesine dahil edilmesiyle ilgili karar verilmesi amacıyla tartışılmasını gerektirir. Kimlik savaşını körükleyen birkaç taraf var. Bunlardan birincisi toplumsal tartışmanın boyutuna ulaşmasına izin vermeyenler, ikincisi kendi gündemlerini dayatmak isteyenler, üçüncüsü de konunun tartışılmasına dahi izin vermeyenlerdir.”

Şüpheli çatışma
Soruları ortaya çıkaran ve kimlik çatışmasını ‘şüpheli bir savaş’ yapan neden, Amazighlerin (Berberiler) merkezinde olduğu tartışmalardır. Kimlik ise tarih, din ve dil üzerine kuruludur. İktidar, toplumun uyumunu ve istikrarını korumak için bu hassas konuyu dizginlemeye çalışıyor. Bunu da Cezayir kimliğini İslam dini ve Arap dili ile sınırlayan 1963 Anayasası’ndan, Cezayir'i Arapların yanı sıra bir Amazigh toprağı olarak kabul eden 2020 Anayasası’na doğru evrilen mevcut anayasa belgesi aracılığıyla yapıyor. Ama savaş durulmuş değil ve her an patlak verecek gibi görünüyor.

Siyasi, kültürel ve dilsel çeşitlilik
Aşiret bölgelerinin desteğini alan Kültür ve Demokrasi İçin Birlik Partisi, siyasi, kültürel ve dilsel çeşitliliğin Cezayir'in ayırt edici özelliği olduğunu vurguladı. Bu çeşitliliğe saygı duyulmasının, ulusal birlik ve uyumun koşullarından biri olduğuna işaret etti.
Partinin Basın Sorumlusu Murad Beyatur, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Bu çeşitlilik, siyaset sisteminin bir ilerleme ve gelişme kaynağı yapılması gerekirken ulusal bölünme ve yok olma sebebi haline getirildi. Bu, böl-parçala-yönet politikasının benimsenerek iktidarda kalmaya devam etmek için yapılıyor. İktidar, bağımsızlıktan sonra, çok kültürlülük ve çok dillilik pahasına entelektüel, siyasi ve kültürel tek taraflılığı doğuran bir ideoloji dayattı. Cezayir, kültürünün ve ulusal kimliğinin silinmeye çalışıldığı sömürgecilik belasının acılarını çektikten sonra bu ideoloji savunucuları, geçmişte her türlü işgale karşı bir direniş aracı olarak kullanılan tarihi ve toplumsal kültürün parçalarını silmeye çalıştılar. Cezayir tarihi mirasından, kimliğinden, dillerinden, yaratıcılığından ve yenilikçiliğinden, daha doğrusu kendi zenginliklerinden mahrum bırakıldı. Bunun ilacı kişinin kendisiyle, Cezayir ile ilişkilendirilen yanıltıcı bilgilerden uzaklaşmasındadır. Tarihimizle ve kendimizle uzlaşmalıyız.”

Denge eksikliği
Cezayir’deki İslami eğilimli en büyük parti olan Barış Toplumu Hareketi'nin kurucularından Said Mursi konuyla ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:
 “Tarihteki hataları düzeltmediğiniz sürece kimlik savaşı devam edecektir. Sömürgecilik kimliğine sadık güçler, ülkede büyük bir etkiye sahipler. Cezayir kimliğini, halkın tek dini inancından uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Toplumun gelişiminin çeşitli dönemleri boyunca kültürel kimliğin tüm kollarını ve bileşenlerini barındırmasına rağmen İslam dininin kimlik ve inançta belirleyici bir unsur olmaması amaçlanıyor. Sömürgecilik, çağlar boyunca içinde kültürel bir varlığa sahip olduğu bir kimlik kalıbı empoze etmeye çalışmıştır. Bu da ancak dilin silinmesiyle, yani ulusun dillerinden Arapça ve Amazigh dilinden uzaklaşmasıyla olur. Kimliğin farklı dillerdeki bileşenleri arasındaki denge eksikliği halen var olan ve içeride çoğunluğu İslam dini düşmanlığıyla silahlanmış, ideolojik olarak Frankofil bir sınıfa sahip olan sömürgecilik çatışmasının doğasını değiştirmeye ve geliştirmeye yardımcı olanlar için büyük bir boşluk bıraktı.

Nefret içerikli paylaşımlar
Buna karşın Siyaset Sosyolojisi Profesörü Mustafa Racii, Cezayir'de kimlik savaşı olmadığını ama bazı kişilerce sosyal medya sitelerinde sahte kimlikler kullanılarak yoğun bir şekilde nefret içerikli paylaşımların yapıldığını savundu. Racii bazı parti liderlerini, Amazigh diline karşı yaptıkları açıklamalarla bazı gençleri kimlik çatışması olduğu düşüncesiyle nefret içerikli paylaşımlar yapmaya itmekle suçlarken bunun mümkün olmadığını vurguladı.



Soruşturmalar cumhuriyetinden nüfuz cumhuriyetine Irak devletinin krizi

Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
TT

Soruşturmalar cumhuriyetinden nüfuz cumhuriyetine Irak devletinin krizi

Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)

Hayreddin Mahzumi

Irak, ‘soruşturmalar cumhuriyeti’ aşamasından çıktığı bir geçiş sürecine tanık oluyor. Bu, devletin gerçek sonuçlar üretmeden veya kimseye hesap sormadan halkın öfkesini yatıştırmak için komiteler kurduğu bir aşamayı ifade ediyor. Hükümetler, her türlü güvenlik ihlali, suikast veya bombalama olayını bu komiteler aracılığıyla ele alırdı ve sonunda hiçbir sonuç elde edemezdi. Ülke şu an açıkça ‘nüfuz cumhuriyeti’ olarak tanımlanabilecek daha tehlikeli bir aşamaya geçiyor. Bu aşamada, devlete bağlı olmayan silahlı güçler siyaset, güvenlik ve ekonomide fiili karar vericiler haline gelirken, resmi kurumların kanunları uygulama veya hayati ulusal çıkarları koruma kapasiteleri azalır. Bu dönüşüm tek bir olaya dayalı değil, son yıllarda güçlü bir şekilde ortaya çıkan ve son seçim sürecinde daha da belirginleşen siyasi ve güvenlik gelişmelerine dayanıyor. Bu gelişmeler, Kor Mor Gaz Sahası’na art arda düzenlenen saldırılar da dahil olmak üzere, ülkenin kuzeyindeki enerji altyapısını etkileyen gerilimle doruğa ulaştı.

Kor Mor Gaz Sahası’nın önemi, 2007 yılında Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile Kor Mor ve Çemçemal gaz sahalarının geliştirme haklarını elde eden Dana Gas ve Crescent Petroleum şirketleri arasında imzalanan anlaşma ile başlayan ‘IKBY gaz projesinin’ merkezinde yer almasından kaynaklanıyor.

Erbil, Bazyan ve Çemçemal'daki elektrik santrallerine enerji sağlamak için bir gaz işleme tesisi ve 180 kilometrelik boru hattı inşa edildi ve bu tesisler 2 bin megavatın (MW) üzerinde elektrik sağlıyor.

Erbil, Bazyan ve Çemçemal'daki elektrik santrallerine sürekli gaz temini, Irak'ın Kürdistan Bölgesi'ndeki toplam elektrik üretim kapasitesinin yüzde 75'inden fazlasına yakıt sağlıyor ve altı milyondan fazla insana faydalanıyor. Pearl Petroleum 2009 yılında kuruldu ve daha sonra OMV, MOL ve RWE gibi uluslararası şirketleri bünyesine kattı. Bu sayede proje, bölgedeki en büyük entegre enerji projelerinden biri ve Bağdat ile Erbil arasındaki güç dengesi açısından en hassas projelerden biri haline geldi.

Irak'ta yapılan son seçimler, İran yanlısı gruplara silahlı kanatlarına siyasi meşruiyet kazandırması için tarihi bir fırsat sundu. Bu durum, kurumları silahsızlandırmak yerine ‘silahları kurumlar içinde döndürmek’ gibi bir yaklaşımdı.

Bu projenin boyutu ve ilgili bölgesel ve uluslararası şirketlerin iç içe geçmiş çıkarları, özellikle son iki yıldır neden sürekli saldırı hedefi haline geldiğini açıklıyor. Bu proje, bir yandan Bağdat ile Erbil arasında, diğer yandan İran'a yakın silahlı güçler ile bölgesel hükümet arasında yaşanan iktidar mücadelesinde açık bir çatışma alanı ve etkili bir baskı aracı haline geldi. Dahası, bu sektörü hedef almak sadece yerel bir sorun değil, aynı zamanda Türkiye ve İran'ın hesaplarının ve küresel gaz piyasasının kesişim noktalarının etkilediği daha geniş bir bölgesel çatışmanın da parçası. Bu da Kor Mor Gaz Sahası’na yönelik saldırıları Bağdat ve Erbil arasındaki ilişkiyi aşan bir pazarlık kozu haline getiriyor. Kor Mor Gaz Sahası’na düzenlenen saldırılar, artık sadece sabotaj değil, hesaplanmış bir siyasi mesaj, çünkü bu saha, bölgedeki elektrik santrallerinin bağlı olduğu en önemli yerel gaz üretim kaynaklarından biri ve bu sahaya verilen herhangi bir zarar, Irak'ın enerji ve ekonomik güvenliğini doğrudan etkiler.

Irak sahnesinde 2024 ve 2025 yıllarında Kor mor Gaz Sahası’na birkaç kez saldırı düzenlendi. Reuters gibi uluslararası ajansların haberleri bu saldırıların temel ayrıntılarını teyit ediyor. Kor mor Gaz Sahası’na 25 Ocak 2024'te silahlı insansız hava araçları (İHA) ve Katyuşa roketleriyle çifte saldırı düzenlendi. Saldırılar kısıtlı ölçüde hasara yol açtı. Reuters, bölgedeki enerji tesislerine karşı artan saldırıları haberleştirirken olayın ayrıntılarını da aktardı. Aynı yılın 26 Nisan'ında, saha kimliği belirsiz bir insansız hava aracının hedefi olduğunda en ciddi saldırı gerçekleşti ve dört Yemenli işçi öldü, birçok işçi yaralandı. Associated Press (AP) ve BBC bu bilgiyi belgelerken Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ve IKBY Başkanı Mesrur Barzani, saldırıyı kınayan açıklamalarda bulundu. Ardından, 2 Şubat 2025'te, Reuters gibi uluslararası medya kuruluşlarında yayınlanan haberlere göre saldırılar başka bir insansız hava aracıyla yeniden başladı.

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak'ın Bağdat kentinde IKBY Başkanı Mesrur Barzani ile ortak basın toplantısı düzenledi, 4 Nisan 2023 (Reuters)Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak'ın Bağdat kentinde IKBY Başkanı Mesrur Barzani ile ortak basın toplantısı düzenledi, 4 Nisan 2023 (Reuters)

Silahlı grupların gaz üretimi ve elektrik tedariği ile bağlantılı hayati bir sektörü bozma kabiliyetlerini göstererek yeni bir güç dengesi kurmayı amaçlayan açık bir gerilim çerçevesinde, son saldırı 27 Kasım 2025 tarihinde gerçekleşti. Saldırıları kimin gerçekleştirdiği önemli değil. Önemli olan zamanlaması ve bu da devletin enerji sektörünü korumak veya Bağdat ile Erbil arasındaki çatışmayı kontrol etmek konusunda tam bir kontrole sahip olmadığı mesajını veriyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu tür saldırılar, Irak'ın merkezi hükümetin egemen olduğu bir devletten, silahlı grupların karar alma gücünü paylaştığı bir nüfuz alanına kademeli olarak dönüştüğü izlenimini de pekiştiriyor.

Nüfuz cumhuriyeti

Kor mor Gaz Sahası’na yönelik saldırıları ve bunların yerel ve bölgesel boyutlarını inceledikten sonra, milislerin nüfuzunun devlet içinde nasıl etkili bir siyasi güce dönüştüğü netleşiyor. İran yanlısı grupların seçimlerdeki ve siyasi yükselişleriyle, hayati öneme sahip tesisleri vurma kapasitelerinin genişlemesi arasındaki tesadüf, yalnızca sahadaki bir gelişme olarak değil, Irak içindeki güç dağılımında yeni bir mantığın uzantısı olarak değerlendirilebilir. Son seçimler, bu gruplara silahlı güçlerini siyasi meşruiyete dönüştürmek için tarihi bir fırsat sundu. Bu, Washington Enstitüsü'nün önceki analizlerinde, bu grupların sandığı, sahadaki önceki hakimiyetlerini güçlendirmek için paralel bir yol olarak kullanabilecekleri konusunda uyarıda bulunduğu, kurumları silahsızlandırmak yerine ‘silahları kurumlar içinde döndürmek’ gibi bir süreç.

Fonlar ve silahlar arasındaki örtüşme, devletin iktidarı tekelleştirmesinin anlamını yeniden tanımlıyor. Seçimler kurumları güçlendirmek yerine, artık silahlı kanatları resmi olarak örtbas etmek için kullanılıyor.

Aslında, bu grupların siyasi nüfuzu artık silahlı kanatlarından ayrı düşünülemez. Zira ikisi de devlet içinde ve ötesinde genişleyen tek bir yapı oluşturuyor. İran yanlısı grupların 2025 seçimlerinde kurmayı başardıkları parlamento bloğu, onlara benzeri görülmemiş bir pazarlık gücü kazandırdı. Bu gücü, yürütme organına kendi koşullarını dayatmak için kullandılar ve aynı zamanda siyasi bir bedel ödemeden silahlı faaliyetlerine devam etmelerini sağlayan resmi bir koruma sağladılar. Bu geniş koalisyona geçen meclisteki her bir koltukla, silahlı aktörleri hesap verebilir kılmak neredeyse imkansızlaşıyor, çünkü yetkilileri denetlemesi gerekenler, paralel iktidar merkezlerinin ayrılmaz bir parçası haline geliyor.

IKBY’deki Kürt şehri Dohuk yakınlarındaki Şamanki bölgesine düzenlenen SİHA saldırısının ardından, Sarsang Petrol Sahası’ndaki hasarlı petrol tesisinden yükselen dumanlar, 17 Temmuz 2025 (AFP)IKBY’deki Kürt şehri Dohuk yakınlarındaki Şamanki bölgesine düzenlenen SİHA saldırısının ardından, Sarsang Petrol Sahası’ndaki hasarlı petrol tesisinden yükselen dumanlar, 17 Temmuz 2025 (AFP)

Bu iç içe geçmişlik, enerji tesislerini hedef almayı sadece bir saldırı eylemi değil, aynı zamanda devlet içinde karar verme hakkına sahip olanları belirleyen yasama nüfuzunun bir uzantısı haline getiriyor. İran yanlısı gruplar, SİHA’lar aracılığıyla sert gücü ve aynı zamanda parlamento, medya ve hükümet komiteleri aracılığıyla yumuşak gücü kullandıklarında, nüfuzları karmaşık hale gelir ve enerji dosyası, bu grupların nüfuzlarının sınırlarını ve devletin tepki verme yeteneğini test ettikleri bir arena haline gelir. Bu saldırıların verdiği mesaj sadece güvenlikle ilgili değil, aynı zamanda ‘enerji dahil stratejik karar alma süreci artık hükümetin tekelinde değil’ şeklinde siyasi bir mesaj.

Fonlar ve silahlar arasındaki örtüşme, devletin iktidarı tekelleştirmesinin anlamını yeniden tanımlıyor. Seçimler kurumları güçlendirmek yerine, artık silahlı kanatları resmi olarak örtbas etmek için kullanılıyor. Bu da ‘devletin dilini konuşan bir hükümet ve sahada fiili otorite olarak hareket eden gruplar’ şeklinde melez bir gerçeklik yaratıyor. Bu bağlamda, silahları olanlar, fiilen açıklanmamış bir veto hakkına sahip olduklarından hükümetin herhangi bir güvenlik veya ekonomik reformu uygulama kabiliyeti zayıflıyor.

Irak, yalnızca seçim sonuçlarının değil, sahada araçlar kullanarak fiili durumu dayatma gücünü elinde tutanların da etkisiyle yeni bir aşamaya giriyor gibi görünüyor.

Bu yolu daha da tehlikeli kılan ise enerji tesislerine yönelik saldırıların, İran yanlısı grupların taktiksel nüfuzdan stratejik nüfuza geçişini ortaya koyması. Bu saldırılar artık duruma bağlı tepkiler değil, Bağdat ile Erbil arasındaki ve Irak ile uluslararası ortakları arasındaki ilişkileri yeniden şekillendirmek ve kurumsal çerçevelerin dışında önemli sorunları çözmek için kullanılan siyasi baskı araçları olarak karşımıza çıkıyor. Her yeni saldırı ile birlikte, devletin güvenlikle ilgili kararlar üzerindeki tekelinin kalan azıcık kısmını da kaybettiği ve İran yanlısı grupların kendilerini devletin rakibi değil, vazgeçilmez bir ortak oldukları özgüveniyle hareket ettikleri hissi giderek artıyor.

Bu olay, gaz tesisleri, askeri üsler ve stratejik projelerin siyasi müzakerelere hizmet edecek şekilde zamanlanmış saldırılara maruz kaldığı bir ülkede, ‘Irak devleti hala otoritesini geri kazanabilir mi, yoksa siyasi etkinin askeri gücün doğrudan uzantısı olduğu bir modele doğru yapısal bir geçişle karşı karşıya mıyız?’ şeklindeki yıllardır sorulan bir soruyu yeniden gündeme getiriyor. Cevap ise daha karamsar bir tabloya doğru eğilimli görünüyor. Bu tabloda ‘nüfuz cumhuriyeti’ resmi cumhuriyetten daha köklü hale geliyor.

Bu aşama sadece egemenlik kavramını tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda Irak'taki yönetimin doğasını da yeniden şekillendiriyor. Seçimin sağladığı meşruiyet devlet dışındaki gücü pekiştirmek için kullanıldığında, ülkenin siyasi geleceği parlamentodan çok sahada değişen güç dengesine bağımlı hale geliyor ve kurumların aşınmaya devam ettiği bir yönetim modelinin önü açılıyor. Irak ekonomisinin can damarı olan enerji sektörü ise rakip taraflar arasında kalıcı bir pazarlık kozu haline geliyor.

Irak, sadece seçim sonuçlarının değil, aynı zamanda sahadaki araçlarla fiili durumu dayatma gücünü elinde tutanların da yönettiği yeni bir aşamaya giriyor gibi görünüyor. Kor mor Gaz Sahası’na yapılan her yeni saldırı, ‘nüfuz cumhuriyetinde’ yaşayan bir ülkenin imajını pekiştiriyor. Güç mantığı devlet mantığının önüne geçiyor ve anayasal kurumların halkın çıkarlarını korumak veya egemenliği muhafaza etmek konusunda yetkinliğini azaltıyor.

Bu tehlikeli aşama, Irak’taki denklemi sadece bir güvenlik sorunu olarak değil, devletin varlığını tehdit eden ve önümüzdeki on yıllar boyunca Irak’ta yönetim kavramını ve iktidar dağılımını yeniden şekillendiren yapısal bir kriz olarak yeniden okumayı gerektiriyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Lübnan Ordusu: Güneyde bir UNIFIL devriyesine saldıran altı kişi yakalandı

Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
TT

Lübnan Ordusu: Güneyde bir UNIFIL devriyesine saldıran altı kişi yakalandı

Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)

Lübnan Ordusu bugün, Lübnan'ın güneyindeki el-Tayri-Bint Cebeli yolunda Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü'ne (UNIFIL) ait bir devriyeye saldıran altı kişinin yakalandığını duyurdu.

Ordu "X" platformunda yayınlanan bir açıklamasında, UNIFIL gücüne yönelik saldırıda bir UNIFIL aracının hasar gördüğünü, ancak personel arasında herhangi bir yaralanma bildirilmediğini ifade etti.

Ordu, UNIFIL'e yönelik herhangi bir saldırının ciddiyetini vurgulayarak, olaya karışanların cezalandırılmasında hiçbir hoşgörü ve müsamaha gösterilmeyeceğini belirtti.

Ayrıca, UNIFIL'in Litani Nehri'nin güneyinde bulunan bölgedeki temel rolünü, ordu ile yakın koordinasyonunu ve istikrarın yeniden sağlanmasına aktif katkısını vurguladı.

UNIFIL dün yaptığı açıklamada, Güney Lübnan'daki devriyelerinden birine ateş açıldığını, ancak herhangi bir yaralanma bildirilmediğini duyurdu.

Bint Cubeyl yakınlarında devriye gezen üç motosikletli altı kişinin barış gücüne yaklaştığını ve içlerinden birinin aracın arkasına yaklaşık üç el ateş ettiğini açıkladı. Olayda yaralanan olmadı.


Arap ve İslam dünyası, İsrail'in Gazzelileri Mısır'a sürme niyetinden endişe duyuyor

Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
TT

Arap ve İslam dünyası, İsrail'in Gazzelileri Mısır'a sürme niyetinden endişe duyuyor

Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)

Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Pakistan, Türkiye ve Katar, İsrail'in Gazze Şeridi sakinlerinin Mısır'a geçişine olanak sağlamak için Refah sınır kapısını tek yönlü açacağı yönündeki açıklamalarından derin endişe duyduklarını belirtti.

Sekiz ülkenin dışişleri bakanları yaptıkları açıklamada, Filistin halkını topraklarından çıkarma girişimlerini tamamen reddettiklerini vurgulayarak, ABD Başkanı Donald Trump'ın Refah sınır kapısının her iki yönde de açılması, bölge sakinlerine hareket özgürlüğünün garanti altına alınması, Gazze Şeridi halkından hiçbirinin ayrılmaya zorlanmaması, aksine topraklarında kalmaları ve vatanlarının inşasına katılmaları için uygun koşulların yaratılması, istikrarın yeniden sağlanması ve insani koşulların iyileştirilmesine yönelik bütünleşik bir vizyonun oluşturulması planına tam bağlılık gösterilmesi gerektiğini vurguladı.

Bakanlar, Başkan Trump'ın bölgede barışı sağlama konusundaki kararlılığına ilişkin takdirlerini yineleyerek, güvenlik ve barışın sağlanması ve bölgesel istikrarın temellerinin sağlamlaştırılması amacıyla, planının tüm yönleriyle, gecikme veya aksama olmaksızın uygulanmasının önemini vurguladılar.

Ateşkesin tam olarak sağlanması, sivillerin çektiği acılara son verilmesi, Gazze'ye insani yardımların kısıtlama veya engel olmaksızın ulaştırılmasının sağlanması, iyileştirme ve yeniden yapılanma çalışmalarına erken başlanması ve Filistin Yönetimi'nin sektördeki sorumluluklarını yeniden üstlenmesi için gerekli koşulların oluşturulması ve böylece bölgede yeni bir güvenlik ve istikrar aşamasının başlatılması gerektiğini vurguladılar.

Bakanlar, ülkelerinin, Güvenlik Konseyi'nin 2803 sayılı Kararı ve ilgili tüm Konsey kararlarının tam olarak uygulanmasını sağlamak ve uluslararası hukuk kararları ve iki devletli çözüm ilkesi uyarınca adil, kapsamlı ve sürdürülebilir bir barışa ulaşmak için elverişli bir ortam sağlamak amacıyla Amerika ve tüm ilgili bölgesel ve uluslararası taraflarla çalışmaya ve eşgüdüm sağlamaya hazır olduğunu teyit ettiler. Bu, işgal altındaki Gazze ve Batı Şeria toprakları da dahil olmak üzere 4 Haziran 1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanacaktır.