Yüzyılın Anlaşması’nın mimarı Jason Greenblat: ‘Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması için Trump gibi bir başkan gerekiyordu... Ortadoğu İran’ın hedefinde’

Jason Greenblatt: Ortadoğu İran’ın hedefinde. Filistinlilerin Sina'ya yerleştirilmesinin gerçeği de bu.

Jason Greenblatt (Independent Arabia)
Jason Greenblatt (Independent Arabia)
TT

Yüzyılın Anlaşması’nın mimarı Jason Greenblat: ‘Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması için Trump gibi bir başkan gerekiyordu... Ortadoğu İran’ın hedefinde’

Jason Greenblatt (Independent Arabia)
Jason Greenblatt (Independent Arabia)

İnci Mecdi
Washington, ABD’nin eski Başkanı Donald Trump döneminde önceki yönetimlerden farklı bir yaklaşımla Ortadoğu'da barış konusuna özel bir önem verdi. Fakat Trump yönetimi, seleflerinin kaçındığı tartışmalı adımlar attı. Bu adımlardan en cüretkâr olanı, 6 Aralık 2017 tarihinde Trump tarafından kameralar karşısında imzalanan ABD’nin Tel Aviv Büyükelçiliği’nin Kudüs'e taşınması ve barış çabalarının temel konularından biri olan Kudüs’ü İsrail'in başkenti olarak tanınması emrinin verildiği karardı.
ABD yönetimi, Filistinlileri ve Arapları öfkelendiren adımını, ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs'e taşımasını öngören 1995 tarihli bir Amerikan yasasının uygulanmasını gerekçe göstererek, kararını savundu. Söz konusu yasanın uygulanmaya koyulması, önce Bill Clinton, sonra George W. Bush ve ardından da Barack Obama olmak üzere Amerikan başkanları tarafından geciktirilmişti. bir yasaydı. Trump, seleflerini yasayı uygulama ‘cesaretini gösterememekle’ suçladı.
Trump yönetiminin bölgedeki politikalarında en çok tartışılan konu yalnızca Kudüs değildi. Arap dünyasını siyaset, basın ve kamuoyu düzeyinde uzun süre meşgul eden ve ‘Yüzyılın Anlaşması’ olarak isimlendirilen bir başka konu daha vardı. ABD yönetiminin nihayet 28 Ocak 2020 tarihinde anlaşmaya dahil olan taraflardan sadece birinin katıldığı büyük bir törenle anlaşmanın içeriğini açıklayana kadar konu uzun süre belirsizliğini korudu.
Filistin ve İsrail taraflarının da yer alması gerekirken, sadece dönemin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun katıldığı törende, Tel Aviv'in Batı Şeria’nın büyük bir bölümündeki kontrolünün sürdürülmesini ve planda Filistin’in başkenti olarak tanımlanan Doğu Kudüs’teki dini mekanlar dışında Filistinlilerin Batı Şeria'nın yaklaşık yüzde 30'undan vazgeçeceği anlamına gelen büyük yerleşim yerlerinin ilhakını içeren bir planı açıklandı.
İsrail-Filistin barış görüşmelerinin önde gelen simalarından biri olan Beyaz Saray’ın Filistin-İsrail Barış Süreci Özel Elçisi Jason Greenblatt, sadece Trump'ın barış planı Yüzyılın Anlaşması’nın değil, ‘İbrahim ve İbrahim Anlaşmaları’  olarak bilinen Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki barış anlaşmalarının da mimarı olarak biliniyor.
Greenblatt, Trump'ın damadı Jared Kushner’ın başlıca aktör olduğu sahnede, İsrail’in 1994 yılından bu yana ilk kez dört Arap ülkesiyle (Birleşik Arap Emirlikleri/BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas) imzaladığı barış anlaşmalarını hazırlayanlardan biriydi.
Greenblatt, Zoom uygulaması aracılığıyla Independent Arabia’ya verdiği özel röportajda, Trump yönetimi sırasında barış sürecini gölgeleyen tartışmalar ve Washington'ın Mısır'dan Sina'nın bir kısmını Filistinlilere tahsis etmesi talebiyle ilgili çıkan söylentiler hakkında konuştu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı röportajda Greenblatt ayrıca Beyaz Saray'ya yeniden bir Demokrat Partili yönetimin iktidara gelmesiyle birlikte ABD'nin bölgedeki politikalarından müttefiklerine yönelik değişen stratejilerine, Biden yönetiminin nükleer anlaşmayı canlandırma çabalarından Ortadoğu’daki İran sorunuyla başa çıkma arayışına kadar birçok başlıkta açıklamalarda bulundu.

İsrail karşıtı akım
ABD Kongresi, Gazze Şeridi'nde, geçtiğimiz mayıs ayında yaşanan son savaş sırasında, özellikle çoğunluğa sahip olan Demokrat Partili üyeleri arasında, daha önce İsrail'i savunan bir akım ile Filistin tarafına büyük ölçüde sempati duyan yeni nesil genç politikacılar arasında bir bölünmeye tanık oldu. Bu yeni nesil politikacılardan oluşan İsrail karşıtı akım, Beyaz Saray'ın uzun süredir Hamas tarafından düzenlenen roket saldırılarına karşı kendini savunma hakkına sahip olduğu ve Tel Aviv’e karşı daha sert bir tavır alınması çağrısında bulundu. Ancak Demokrat Parti’nin önde gelen isimleri arasındaki bu bölünme, ABD yönetiminin ister Demokrat ister Cumhuriyetçi olmasına bakılmaksızın Washington'ın politikasını uzun süredir tanımlayan inancın, ABD'nin İsrail'e verdiği desteğin azaldığına dair bir takım spekülasyonlara yol açtı.
Söz konusu ‘yeni’ eğilimin Tel Aviv'i desteklemeyen bazı ‘provokatörleri’ ilgilendirdiğini düşündüğü için bu spekülasyonlara katılmayan Greenblatt, şunları söyledi:
“Biden yönetiminin Ortadoğu konusundaki görüşlerine ve İsrail'e yönelik politikalarına katılmasam da büyük ölçüde İsrail'in yanında yer aldığını ve karşı karşıya olduğu korkunç durumu kabul ettiğini düşünüyorum.”
Beyaz Saray'ın verdiği mesajların tutarlı olduğuna ve Tel Aviv'in kendini savunma hakkını desteklediğine dikkat çeken Greenblatt, aynı durumun Capitol Hill (ABD Kongresi) için de geçerli olduğunu vurguladı.

Greenblatt, Kudüs'ün üç İbrahimi dinin (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam) inananları için taşıdığı büyük önemi kabul ediyor. (Reuters)
Greenblatt, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dediğim gibi; Kongre'de İsrail karşıtı bazı provokatörler var. Bu, bir dereceye kadar İsrail’in karşı karşıya olduğu yeni bir sorundur. Ama sol kanattan olan bu kişilerin meseleleri doğru anlamayan insanlar olduklarını düşünüyorum. (Kongre içindeki) bu provokatörlerin bazılarının sorun çıkardığını ve Ortadoğu'daki durumla ilgili herhangi bir şey bilmediklerini kabul etsem de eminim eğer orada (İsrail’de) yaşasalardı, bu tür davranışları (Hamas’ın roketli saldırıları) asla kabul etmezlerdi.”

“Kudüs İsrail'in başkentidir”
Filistin tarafı, ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs'e taşınması ve Kudüs’ün İsrail'in başkenti olarak tanınması kararının ardından  2018 yılının başlarında müzakereleri boykot ettiğini duyurdu. Bu boykot, barış müzakerelerini sadece İsrail-ABD görüşmelerine dönüştürürken Filistinlilerin ABD tarafından sunulan herhangi bir barış önerisine önyargılı bir şekilde en başından karşı çıkmalarına yol açtı.
Barış çabalarının başarısızlığından sorumlu tuttuğum Greenblatt, Trump'ın hamlesinin ‘acelece’ olup olmadığı soruma şu yanıtı verdi:
“Hiç sanmıyorum. Yaklaşık 20 yıldır yürürlükte olan bir yasa var. Bunun daha önce olmamasının tek nedeni, ABD yasalarına uymaya söz veren ancak ulusal güvenlikle ilgili gerekçelerle feragatname imzalayan başkanların göreve gelmesi ve bu yasayı uygulanmasında kendilerini rahat hissetmemeleridir. Trump, sadece söz vermekle kalmadı. Sonunda Amerikan yasalarını onurlandıran cesur adımı atan bir başkan oldu. (Trump’ın) Aralık 2017'de Beyaz Saray'da yaptığı konuşmasının, bunun İsrail ile Filistinliler arasındaki herhangi olası bir barış sürecinden vazgeçmek anlamına gelmediğinin açıkça ifade edilmesi için özenle hazırlanmış olduğunu düşünüyorum.”
Greenblatt, söz konusu hamleye ilişin suçlamalara cevaben “Ama unutmayalım ki Başkan Trump bu adımı atmadan önce iki taraf arasında herhangi bir barış süreci yoktu. Biz Beyaz Saray'a girmeden önceki tüm girişimler başarısız oldu” dedi.

Trump, Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak tanıyan bir kararname imzaladı (Getty)
Ortak başkent

Kudüs'le ilgili önerilen barış planı, Eski Kudüs'ü de kapsayan bir başkent konusunda ısrar eden Filistinliler için özel bir statü ve öneme sahip dini mekânlardan uzakta, Kudüs'ün doğusunda bir Filistin başkentinin kurulmasını öngörüyordu. Greenblatt’a, bu tartışmalı noktayı ve neden Kudüs'ün ortak başkent olmasının şart koşulmadığını sorduğumda şu yanıtı verdi:
“Ben İsrail'de yaşamıyorum. Filistinli ya da İsrailli değilim. Bu yüzden bunu seçemem. Kudüs'ün her iki taraf için de önemli olduğunu kabul ediyorum. İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik olmak üzere üç büyük din için de önemli olduğunu biliyorum. Formüle ettiğimiz barış planında bu büyük öneme saygısızlık etmekten kaçınmak için fazlaca çaba harcandığını düşünüyorum. Ama sonuçta Kudüs'e, özellikle de Tapınak Dağı ve Harem-i Şerif'e ne olacağı her iki tarafa bağlı. Hiçbir ülkenin, ülke grubunun veya uluslararası örgütün bu sorunu tarafların tatmin olacağı şekilde çözebileceğini düşünmüyorum.”

“Sina anlaşmanın bir parçası değildi”
Önceki ABD Başkanı Trump’ın ilk kez 2017 yılında hazırlıklarının başlayacağını açıkladığı ‘Yüzyılın Anlaşması’ önerilerinin durulmasındaki gecikme barış planının içeriğiyle ilgili birçok söylentinin çıkmasına ve bazı bilgilerin sızmasına neden oldu. Bunlar arasında, Filistin ve İsrail sınırları dışında yaşayan Filistinliler ile ilgili bir tekliflere ilişkin iddialar vardı. En tartışmalı iddialardan biri, Mısır'a yapılacak mali, ekonomik ve altyapı teşvikleri karşılığında Mısır’ın Sina Yarımadası topraklarının bir bölümünün Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilere tahsis edilmesiydi. Greenblatt, bununla ilgili olarak sadece “Bu doğru değil” demekle yetindi. Konunun şartlarıyla ilgili detay vermekten kaçındı.
ABD yönetiminin, Mısır'dan böyle bir talepte bulunduğunu inkar eden Greenblatt sözlerini şöyle sürdürdü:
“Mısır tarafından böyle bir konunun kabul edilemez olduğu açıkça anlaşıldı ve buna saygı duyuyoruz. Mısır’ın egemenliğindeki topraklarıyla ne yapacağını dikte etmeye hakkımız yok. Bu fikir barış planına dahil edilmedi.”
Greenblatt, söz konusu fikrin herhangi bir bağlam doğrultusunda mı mı yoksa yürütülen diyalog sırasında mı sunulduğu sorusuna şu yanıtı verdi:
“Yalnızca Mısır'la değil, bölgedeki birçok ülkeyle, Filistinlilerle ve İsraillilerle de pek çok fikri konuştuk. Fikir (Filistinlilerin Sina’ya yerleştirilmesi) bir olasılık olarak önerilmedi. Bir öneri ile paketin dışındaki bir fikir arasında büyük bir fark var. Bu sadece bir fikirdi ve bir kez karşı çıkılnca bu türden önerilerin Mısır tarafından kabul edilmeyeceği açıkça anlaşıldı.”
Greenblatt, fikir babasının kim olduğu sorusuna “Hatırlamıyorum., hatta ABD’nin fikri olup olmadığını bile hatırlamıyorum” yanıtını verdi.
Greenblatt açıklamasına şöyle devam etti:
“Bunun, makaleler ve gazetelerde barış süreciyle ilgisi olmayan biri tarafından ortaya atılan bir fikir olduğunu hatırlıyorum. Eğer fikri görüştüysek bile bir makalenin parçası olarak tartışmışızdır. Hatırlayabildiğim kadarıyla makaleler Kahire'yi oldukça öfkelendirmişti. Mısır yönetiminin makalelere verdiği tepki, bu tür olası herhangi bir fikir konusundaki tutumunu netleştirdi. Ama bu fikrin gerçekten ilgili taraflar arasındaki herhangi bir ciddi müzakerenin parçası olup olmadığını bilmiyorum.”
Mısır'ın ABD'nin önemli bir müttefiki olduğunu vurgulayan Greenblatt, “Mısır, İslam ve Arap dünyasındaki en önde gelen ülkelerden biridir. Bu nedenle anlamlı bir barış süreci için ona ihtiyaç vardır” dedi.

İbrahim Anlaşmaları
Greenblatt'ın aktif rol oynadığı İbrahim Anlaşmaları, İsrail ve dört Arap ülkesiyle resmi düzeyde barış ilişkileriyle sonuçlandı. Ancak bu dört ülkede halk halen anlaşmalarla ilgili iktidarla aynı fikri paylaşmıyor.
Greenblatt, konuya dair şunları söyledi:
“İbrahim Anlaşmaları açısından İsrail ile BAE ve Bahreyn arasında gelişen ve Fas'la da aynı gelişmenin olmasını umduğumuz ilişki harika gidiyor. Şimdiye kadar 100 bin, muhtemelen daha da fazla İsraillinin Dubai'ye gittiğine dair haberler duydum. İnsanlar birlikte iş yapıyorlar. Birbirleriyle ilişkiler kuruyorlar. Anlaşma imzalayan Arap ülkelerine giden ve bu tür ilişkiler kuran bir Yahudi olarak Beyaz Saray'da çalıştığım üç yılı aşkın bir süre boyunca gördüğüm en güzel şey buydu. Bu harika. Ancak benim için üzücü olan, aynısını Mısır ve Ürdün için söyleyemiyor olmam. Bunun onlar için de söylemek istiyorum. İsrail ile uzun yıllar önce barış anlaşması imzalayan bu iki ülkeyle iyi ve önemli bir güvenlik koordinasyonu sağlanıyor. İsrail, Mısır ve Ürdün'de akıllı ve yetenekli liderler var. Ancak halkları arasında iletişim ve diğerine karşı herhangi bir ilgi yok. Bu anlaşmaların Tel Aviv, Kahire ve Amman halklarına fayda sağlaması için onları birbirine bağlamanın bir yolunu bulmalıyız.”

Greenblatt ve Jared Kushner.(AFP)
Mısır ve İsrail arasındaki barış anlaşmasının, İbrahim Anlaşmaları’nın elde ettiği başarıyı elde etmesini uman Greenblatt, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ailemle Mısır'ı ziyaret ettim. Orada harika zaman geçirdik. Mısır'da çok şey var. İnsanları dost canlısı. Muhteşem bir tarih ve harika bir yer. Ancak, İsrailliler ve Mısırlılar arasındaki görünmez duvar var. İnsanlar bu görünmez duvarın yavaş yavaş dağılmasına izin verdiklerinde her şeyin daha da harika olabileceğini düşünüyorum. Bu aynı zamanda bölgeye istikrar getirecek. Daha fazla insan ekonomik olarak fayda sağlayacak ve refah tersine dönecek. Bu toplumlar birbirine çok benzer ve benzer şekilde düşünürler.”

Husilerin terör örgütü olarak sınıflandırılması
Greenblatt geçtiğimiz mart ayında ‘Suudi Arabistan Ortadoğu'da ABD için vazgeçilmez bir müttefikidir’ başlıklı bir makale kaleme aldı. ‘Bölge, istikrar karşılığında kötülüğe ve teröre karşı bir iyilik savaşı verdiğinden, Riyad'ın Washington için her zamankinden daha önemli bir müttefik’ olduğunu söyledi. Röportaj sırasında, Trump yönetiminin Yemen'deki Husileri terör örgütleri listesine alınması kararına muhtemelen katkıda bulunan bir olayla ilgili anısını anlatan Greenblatt, “Oğlumla birlikte Riyad'da Cidde'ye gitmek üzere olan bir uçaktaydım. Havaalanı füzelerle hedef alındı. Uçağı terk etmek zorunda kaldık” dedi.
Greenblatt, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin Husileri terör örgütleri listesinden çıkarılması kararına tepki gösterdi:
“Bu grup (Husiler), vatandaşlarını savunan Suudi Arabistan'a saldırıyor. Vatandaşlarını savunmak, her hükümetin en önemli yükümlülüklerinden biridir. Biden yönetimi bu konuda bazı kabul edilebilir yorumlar yapsa da bence olması gerektiği gibi Suudi Arabistan'ın yanında yer almıyor.”
ABD’li eski yetkili Mısır ve Suudi Arabistan'ın hem ABD hem de bölgenin istikrarı ve İslam dünyası için çok önemli müttefikler olduğunu vurguladı.

Önce Filistin meselesi
Sudan ve Fas'ın İbrahim Anlaşmaları’na katılmasıyla bazı kesimlerde, Suudi Arabistan'ın da böyle bir adım atıp atmayacağın yönünde bir beklenti oluştu.  Ancak Riyad önce Filistin sorununun çözülmesini şart koştu. Greenblatt konuya diar “Kendileri açısından uygun kararı vermeleri için her ülkeye zaman ve alan vermemiz gerektiğini düşünüyorum” dedi.
Riyad’ın ekonomik bir dönüşümün ortasında olduğunu düşünen Greenblatt sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bence Riyad, başarılı olmasını umduğum bazı şaşırtıcı ve harika projelere gebe. İşler yavaş ama emin adımlarla ilerliyor. İbrahim Anlaşmaları’nı henüz imzalamamasını bir kayıp olarak görmüyorum. Anlaşmayı imzalamayacağını kesinlikle söyleyemem. Fakat elbette bunu yapmasını umuyorum. Yine de isteğine saygı duymalıyız. Suudi yönetimi, ülkeleri için zamanının geldiğini düşündüğünde bunu yapacaktır. Bu biraz zaman alabilir. Bunun için onlara siyasi alan sağlamalıyız. Tarih, ülkeler ve güvenlik durumu gibi bu tür kararlar alınırken göz önünde bulundurulması gereken birçok karmaşık konu ile doludur. Veliaht Prens Muhammed bin Selman'a büyük saygı duyuyorum. Onun Suudi Arabistan'da yapmaya çalıştığı işlerin harika olduğunu düşünüyorum. Bu ilerlemenin devamını sabırsızlıkla bekliyorum.”

Nükleer anlaşma
Joe Biden yönetimi, İran’ın nükleer dosyasıyla ilgili farklı bir tutum sergiliyor. Geçtiğimiz nisan ayının başlarından bu yana İran’la imzalanan nükleer anlaşmaya dönmek için Avrupalı müttefikleri aracılığıyla İran’la dolaylı müzakereler yürütüyor. Trump yönetimi, 2018 yılının mayıs ayında, altı büyük dünya gücünün 2015 yılında Tahran ile imzaladığı anlaşmadan çekildiğini açıklamış ve İran'a karşı uyguladığı ‘azami baskı’ politikasıyla sert yaptırımlar uygulamıştı. Bu yaptırımlar halen uygulanmaya devam ediyor. Söz konusu dönemde nükleer anlaşmanın birçok kusuru olduğunu öne süren Trump yönetimi, anlaşmanın Tahran'a nükleer silah geliştirme fırsatı verdiğine ve bunun da İran’ı anlaşmanın getirdiği nükleer yükümlülüklerin çoğunu ihlal etmesine yol açtığına dikkat çekti.
Greenblatt, İran ile iyi bir anlaşma yapılmasına yönelik umutlarla ilgili olarak ‘mevcut ABD yönetiminin, tıpkı eski Başkan Obama dönemindeki gibi İran'ı yanlış okuduğunu’ düşünüyor. Greenblatt, “Tahran'ın şu anki haliyle sıradan ülkeler topluluğuna katılabileceğine ve iyi, barışsever bir ulus gibi davranabileceğine inanıyorlar. Bence bu, çok dar bir perspektifi olan naif bir düşünce” ifadelerini kullandı.

“Ortadoğu İran’ın hedefinde”
Greenblatt, sadece Biden yönetimini eleştirmekle sınırlı kalmadı. Avrupalıların, iki tarafı birbirine bağlayan yatırımlar göz önüne alındığında İran'la mali getirisi olan bir anlaşmaya varmak istediklerine dikkat çeken Greenblatt sözlerini şöyle sürdürdü:
“Avrupalılar sadece İran ile ticaret yapmak istiyorlar. Çapraz ateş altında olan Ortadoğu'nun güvenliği umurlarında değil. Sadece İsrail değil, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Umman, Katar ve Bahreyn de İran tarafından büyük tehdit altındalar. Biden yönetimi, bu ülkelerin liderleriyle oturup Tahran'la yapılan anlaşmaya ilişkin görüşlerini dinlemeli. Daha az ilgili oldukları için Avrupalıların görüşlerine çok fazla güvenmemeli. Biden yönetiminin yapacaklarından korkuyorum. Bence çok büyük bir taktik hataydı. 2017 yılında çalışmalarımıza başladığımızda, bölge liderlerinin hepsi Obama yönetiminin İran anlaşması (nükleer anlaşma) konusunda yaptıklarından dolayı büyük hayal kırıklığına uğramış olduklarını söylediler. ABD, bölgeyi terk etmiş gibi hissetmişlerdi. Şimdi bu yolda devam edebiliriz. Ama bu çok tehlikeli.”

“Barış için bazı tavizler verilmeli”
Trump’ın barış planına geri dönersek; Filistinlilerin ve bazı Arapların yanı sıra İsrail’in bazı sağcı çevrelerin de bu planı kabul etmediğini belirten Greenblatt şunları söyledi:
“Çatışmanın hangi tarafında olduğunuza ve çatışmayı nasıl gördüğünüze bağlı olarak herhangi birinin önerebileceği herhangi bir barış planının, birçokları tarafından reddedileceğini ve tartışmalı olacağını unutmayalım. Bu yüzden Trump’ın barış planının tartışmalı ve bazıları tarafından reddedilmiş olması şaşırtıcı değil. Plana İsrail tarafından da bir ölçüde karşı çıkıldığını düşünüyorum. Bu çok açıktı. Filistinli liderler, daha anlamadan barış planının ölü doğduğunu söylediler. Hamas, zaten Gazze'ye hakim olan ve Filistinlilere çok fazla acılar çektiren terörist bir hareket. Bu yüzden ne dediği önemli değildi. Tek umursadığım, Ramallah'taki Filistin Yönetimi’nin bu barış planını benimsemesiydi. Filistin Yönetimi, planı neden reddettiğini açıklamalı ve her zaman talep ettikleri, gerçekleşmesi muhtemel olmayan çözümler değil, anlamlı tavizler sunmalı. Barışı inşa etmenin tek yolu bu.”
Greenblatt, barış planının başarısızlığından kimin sorumlu olduğu sorusuna, “Daha önce hiç bu kadar çekici olmayan bir planın başarısızlığı için birilerini suçlamak adil olmaz” yanıtını verdi:
“Size söyleyebileceğim şu ki, biz çok detaylı bir plan ortaya koyduk. Bir barış planı ilk kez bir İsrail haritası içeriyordu ve Beyaz Saray'daki sağcı bir başkan bunu açıkça kabul etmişti. Beyaz Saray ile ilişkilerini kesmek için Kudüs Bildirgesi’nden yararlanan Filistin Yönetimi’yle iletişim kurduğumuzu düşünüyorum. Planı, daha açıklamadan önce düşünmeyi dahi kabul etmediler. Ne Mahmud Abbas'ı ne de Netanyahu'yu suçlamak istiyorum. Aslında onu suçlamak aslında yanlış olurdu. Çünkü katılmayı kabul etti. Umarım Filistinliler, bir gün öfke azaldığında ve doğru zaman geldiğinde verdikleri ilk tepkilerine rağmen bunun gerçekten iyi bir plan olduğunu anlarlar. Bu planı istedikleri kadar geliştirebilir ve müzakere edebilirler. Çünkü bu plan onlara, bölgedeki savaşlar, boykotlar ve tecritler karşısında İsrail'in onlarca yıldır inşa edebildiği kadar başarılı bir şey inşa etmelerini sağlayacak bir gelecek vaat ediyor. Filistinliler bu planı gerçekten benimserlerse tüm dünyanın olmasa da büyük çoğunluğunun desteğiyle bunu yapacaklar. Tonlarca para gelecek ve kimse onları bilinmezliğe itemeyecek. Bu yüzden planı bir kenara itmelerini inanılmaz derecede dar görüşlü bir tutum olduğunu düşünüyorum. Umarım bir gün birileri istedikleri planı bulur. Ama bunun olacağını sanmıyorum. Nesiller boyu yaşamları boşa harcıyorlar.”

“Yakın bir gelecekte barış görünmüyor”
İsrail merkez partisi Yesh Atid'in (Gelecek Var) lideri Yair Lapid, iki ay önce Binyamin Netanyahu hükümetinin yerine yeni bir koalisyon hükümeti kurmayı başardı. Hükümet, İsrail siyasi yelpazesinin dört bir yanından gelen akımlardan oluşuyor. Aşırı sağcı Yemina’nın (Sağ Partiler Birliği) koalisyonda yer almasından ötürü hükümet, ideolojik olarak oldukça bölünmüş durumda. Bu arada kendisini liberal olarak tanımlayan Lapid, Mansur Abbas liderliğindeki İslami eğilimli Birleşik Arap Listesi (Ra’am) ile birlikte Dışişleri Bakanlığı'nı yapıyor.
Greenblatt, barış müzakerelerinin geleceği ve İsrail'de yeni bir hükümetin kurulması çerçevesinde özellikle Naftali Bennett hükümetinin Batı Şeria'daki topraklardan vazgeçmeyeceğine ya da yerleşim yerlerini dağıtmayacağına söz vermesinden bu yana İsrail yerleşimleri meselesiyle ilgili düşüncelerine dair soruya verdiği yanıtta, yerleşim bölgelerini bu şekilde nitelemeye karşı çıktı. Bunun yerine mahalle ve şehir demeyi tercih ettiğini söyledi. Greenblatt, “Bu ifade, insanların barışın yokluğuna bahane olarak kabul ettikleri bir mazeret sağlayan kasıtlı bir çarpıtmadır” ifadesini kullandı.
Greenblatt sözleirni şöyle sürdürdü:
“İnsanlar, bu şehirlerin ve mahallelerin varlığının arkasında barışın olmadığını düşünebilirler. Benim ‘Judea ve Samiriye’ bölgesi dediğim yere diğerleri Batı Şeria diyor. Ama barışın olmamasının nedeni bu değil. Yerleşim yerlerinden önce de barış yoktu. Yerleşim bölgeleriyle de onlarca yıl boyunca anlamlı bir barış süreci yaşanmadı. Yerleşim bölgelerinin kurulduğu arazi, Filistin toprakları değildir. İhtilaflı topraklardır. Dolayısıyla, gerçek bir barış sürecinin ya da gerçek bir barış anlaşmasının olmamasının nedeninin yerleşim bölgeleri olduğu gerekçesini kabul etmiyorum.”
Jason Greenblatt barış süreciyle ilgili olarak yaptığı değerlendimede bir barış sürecinin zamanın geldiğini veya yakın gelecekte bunun için koşulların olgunlaşacağını düşünmediğini söyledi. Greenblatt son olarak dünyanın halen yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgının etkileriyle uğraştığını ve herkesin artık normal hayatlarına dönmeye odaklanması gerektiğini belirterek ilişkilerin yeniden kurulmasını umduğunu söyledi.
*Independent Arabia’da yayınlanan röportaj Şarku’l Avsat tarafından çevrildi.



Uluslararası Af Örgütü, İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki köyleri yıkmasını “savaş suçu” olarak nitelendirerek soruşturma açılması çağrısında bulundu

Lübnan'ın güneyindeki Kefer Kila köyü, İsrail'in bombardımanı sonucunda tamamen yıkıldı (AP)
Lübnan'ın güneyindeki Kefer Kila köyü, İsrail'in bombardımanı sonucunda tamamen yıkıldı (AP)
TT

Uluslararası Af Örgütü, İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki köyleri yıkmasını “savaş suçu” olarak nitelendirerek soruşturma açılması çağrısında bulundu

Lübnan'ın güneyindeki Kefer Kila köyü, İsrail'in bombardımanı sonucunda tamamen yıkıldı (AP)
Lübnan'ın güneyindeki Kefer Kila köyü, İsrail'in bombardımanı sonucunda tamamen yıkıldı (AP)

Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) salı günü yayınladığı bir raporda, İsrail ordusunun Hizbullah ile yaptığı son savaş sırasında Lübnan'ın güneyindeki birçok sınır köyünde ‘kasıtlı’ olarak geniş çaplı yıkıma neden olduğunu belirterek, bunun ‘savaş suçu’ olarak soruşturulmasını istedi.

Hizbullah ve İsrail arasında bir yılı aşkın bir süre devam eden yıkıcı bir savaş gerçekleşti. Bu savaş, geçtiğimiz kasım ayında Hizbullah'ın Litani Nehri'nin güneyindeki bölgeden çekilmesini ve askeri yapılarının lağvedilmesini, ayrıca İsrail'in savaş sırasında ilerlediği bölgelerden çekilmesini öngören bir ateşkesle sona erdi.

Fransız Haber Ajansı AFP’nin haberine göre UAÖ, İsrail ordusunun Lübnan'ın güneyinde sivillere ait mülkleri ve tarım arazilerini yaygın ve kasıtlı olarak tahrip etmesinin savaş suçu olarak soruşturulması gerektiğini değerlendirdi.

UAÖ, geçtiğimiz haziran ayı sonlarında Lübnan'ın güneyindeki geniş çaplı yıkımla ilgili olarak İsrail ordusuna sorular gönderdiğini, ancak henüz bir yanıt alamadığını açıkladı.

Sayısız hayat yok edildi

UAÖ, 1 Ekim 2024 ile 26 Ocak 2025 tarihleri arasında Lübnan'ın güneyinde 10 binden fazla tesisin ya ciddi şekilde hasar gördüğünü ya da tamamen yıkıldığını belgeledi. UAÖ, yıkımın çoğunun İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes anlaşmasının yürürlüğe girmesinden sonra gerçekleştiğini kaydetti.

Ateşkes anlaşması uyarınca, İsrail güçlerinin savaş sırasında Lübnan'ın güneyinde işgal ettikleri bölgelerden 60 gün içinde çekilmesi gerekiyordu. Fakat İsrail süre dolduktan sonra da sınır bölgesinde kalmaya devam etti.

İsrail askerleri, Lübnan'ın geri çekilmelerini talep ettiği beş stratejik tepede halen konuşlu durumda.

UAÖ, İsrail askerlerinin 24 köyde evler, camiler, mezarlıklar, yollar, parklar ve futbol sahaları dahil olmak üzere sivil altyapıyı tahrip etmek için elle yerleştirilmiş patlayıcılar ve buldozerler kullandığını belirtti.

UAÖ Araştırma, Savunuculuk, Politika ve Kampanyalar Kıdemli Direktörü Erika Guevara-Rosas’a göre bu durum bütün bölgeleri yaşanmaz hale getirirken sayısız insanın hayatını mahvetti.

Zorunlu askeri gereklilik yok

UAÖ, sınır şeridi boyunca yer alan köylerin video, fotoğraf ve uydu görüntülerine dayanarak yıkımı analiz etti, ancak özellikle Kefer Kila, Marun er-Ras, Adaysit, Ayta eş-Şaab ve ez-Zahira köylerine odaklandı.

FV
Lübnan'ın güneyindeki Kefer Kila köyü, İsrail'in bombardımanı sonucunda tamamen yıkıldı (AP)

UAÖ, kanıtlar arasında İsrailli askerlerin evlerin içine elle patlayıcı yerleştirdiklerini, yolları ve futbol sahalarını tahrip ettiklerini, bahçeleri ve dini mekanları buldozerlerle yıktıklarını gösteren videolar olduğunu belirtti.

Buna karşın İsrail, saldırılarının Hizbullah'a ait yerleri ve tesisleri hedef aldığını söylüyor.

UAÖ, yaptığı soruşturmanın birçok durumda İsrail ordusunun, herhangi bir zorunlu askeri gereklilik olmaksızın ve uluslararası insani hukuku ihlal ederek sivil altyapıya yaygın bir şekilde zarar verdiğini ortaya koyduğunu vurguladı.


Trump: Gazze’deki savaşta iki ya da üç hafta içinde kesin bir sonuca ulaşacağız

ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
TT

Trump: Gazze’deki savaşta iki ya da üç hafta içinde kesin bir sonuca ulaşacağız

ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump dün yaptığı açıklamada Gazze Şeridi'ndeki durumun korkunç olduğunu söyledi. Trump, Gazze’deki savaşın sona ermesi gerektiğini belirterek “Bence önümüzdeki iki ila üç hafta içinde oldukça kesin, net bir sonuca ulaşacağız” dedi. Trump, Beyaz Saray'da yaptığı açıklamada, “Gazze’deki savaş, neden olduğu açlık ve ölümler nedeniyle sona ermeli” ifadelerini kullandı.

Trump, Gazze ile ilgili ‘çok ciddi’ bir diplomatik çaba olduğunu söyledi.

Öte yandan Reuters’ın aktardığına göre ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Güney Kore Devlet Başkanı Lee Jae Myung ile yapılacak toplantı öncesinde Beyaz Saray'da Trump ile birlikte yaptığı açıklamada, “Bu (savaş) hiç durmadı. Sürekli bir çözüm arıyoruz. Başkanın dediği gibi, bunun sona ermesini istiyoruz. Bu, Hamas olmadan sona ermeli” şeklinde konuştu.

Trump, daha önce beşi gazeteci olmak üzere 20 kişinin öldüğü İsrail saldırısından duyduğu memnuniyetsizliği dile getirmiş ve bu saldırıdan haberi olmadığını belirtmişti. Beyaz Saray'da gazetecilere açıklamalarda bulunan Trump, “Bu durumdan memnun değilim. Bunu görmek istemiyorum. Aynı zamanda, bu kabusu sona erdirmeliyiz” dedi.

İsrail ordusu, pazartesi sabahı Gazze Şeridi’ndeki Nasır Tıp Kompleksi'ne düzenlediği baskında The Independent Arabia'nın fotoğrafçısı olan meslektaşımız Meryem Ebu Dakka'nın yanı sıra Reuters, Associated Press (AP) ve Al Jazeera'da çalışan diğer meslektaşlarımızdan beş gazeteciyi öldürdü.

Nasır Tıp Kompleksi, İsrail'in Han Yunus’un doğusunda bulunan Avrupa Hastanesi'ni hedef alan askeri operasyon kapsamında düzenlenen hava saldırıları sonucu hastanenin hizmet dışı kalmasının ardından Gazze Şeridi'nin güneyinde birkaç aydır kesintisiz olarak faaliyet gösteren tek tıbbi tesis haline geldi.

Diğer taraftan ABD Başkanı Donald Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, 20 İsrailli rehinenin Gazze'de hayatta olmasını umduğunu belirtti.

Bu arada Hamas Hareketi tarafından pazar günü yapılan açıklamada ateşkes anlaşmasının Gazze'deki rehinelerin geri getirmenin tek yolu olduğu vurgulanırken hayatta kalan rehinelerin başına geleceklerden İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu tamamen sorumlu tutuldu.

Açıklamada, Hamas’ın arabulucuların önerisini kabul etmesinden sonra Netanyahu'nun Gazze'yi işgal etme planını onaylamasının, anlaşmayı engelleme kararlılığını teyit ettiği vurgulandı.

Kısmi bir anlaşmaya vardığını belirten Hamas, kapsamlı bir anlaşmaya hazır olduğunun altını çizerken ancak “Netanyahu tüm çözümleri reddediyor” diye ekledi.

Gazze Şeridi'nde yeni bir ateşkes anlaşması için müzakerelerin yakında başlayacağına dair söylentiler artarken, İsrail ordusu Gazze Şeridi'nde askeri harekatını sürdürüyor. Tel Aviv ise Hamas'ın kabul ettiği 60 günlük ateşkes önerisine halen resmi bir yanıt vermedi.


Avustralya, İran büyükelçisini sınır dışı etti, İran Devrim Muhafızları Ordusu'nu terör örgütü ilan etme sürecini başlattı

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese (EPA)
Avustralya Başbakanı Anthony Albanese (EPA)
TT

Avustralya, İran büyükelçisini sınır dışı etti, İran Devrim Muhafızları Ordusu'nu terör örgütü ilan etme sürecini başlattı

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese (EPA)
Avustralya Başbakanı Anthony Albanese (EPA)

Avustralya hükümeti bugün İran büyükelçisini sınır dışı ettiğini, Tahran'daki büyükelçisini çektiğini ve büyükelçiliğindeki faaliyetleri askıya aldığını duyurdu. Hükümet, İran'ı Melbourne ve Sidney'deki iki anti-Semitik saldırının arkasında olmakla suçladı.

Avustralya Dışişleri Bakanı Penny Wong, düzenlediği basın toplantısında, Avustralya'nın İran büyükelçisi ve üç İranlı diplomata ülkeyi terk etmeleri için yedi gün süre verdiğini söyledi.

Avustralya Dışişleri Bakanı Penny Wong (AFP)Avustralya Dışişleri Bakanı Penny Wong (AFP)

Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığına göre Avustralya II. Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez bir büyükelçiyi sınır dışı ediyor.

Başbakan Anthony Albanese, istihbarat teşkilatlarının İran'ın en az iki Yahudi karşıtı saldırıyı düzenlediğine dair "derinden rahatsız edici bir sonuca" ulaştığını duyurdu.

Başbakan, düzenlediği basın toplantısında, Ekim 2024'te Sidney'in Bondi semtindeki koşer bir kafe olan Louis Continental'e düzenlenen kundaklama saldırısının arkasında Tahran'ın olduğunu söyledi.

Ayrıca, istihbarat verilerinin Aralık 2024'te Melbourne'deki Adas İsrail Sinagogu'na düzenlenen kundaklama saldırısının arkasında da İran'ın olduğunu ortaya koyduğunu ifade etti. Her iki saldırıda da can kaybı yaşanmadı.

Albanese, "Bunlar, yabancı bir devlet tarafından Avustralya topraklarında düzenlenen istisnai ve tehlikeli saldırganlık eylemleriydi" diyerek, "Toplumsal uyumu baltalama ve toplumumuzda ayrılık yaratma girişimleriydi. Bu kesinlikle kabul edilemez" ifadelerini kullandı.

Avustralya ayrıca İran büyükelçisini geri çekti ve Tahran'daki büyükelçilik faaliyetlerini askıya aldı.

Başbakan, İran'a akredite tüm Avustralyalı diplomatların artık "üçüncü bir ülkede güvende" olduğunu belirtti. Avustralya'nın ayrıca İran Devrim Muhafızları Ordusu'nu terör örgütü ilan etmek için gerekli prosedürleri başlatacağını da ifade etti.

Dışişleri Bakanı Penny Wong ise ülkesinin savaş sonrası dönemde ilk kez bir büyükelçiyi sınır dışı ettiğini doğruladı.

"Bu kararı, İran'ın eylemleri tamamen kabul edilemez olduğu için aldık," diyen Avustralyalı yetkili, Avustralya'nın ülkedeki Avustralyalıların çıkarlarını korumak için İran ile diplomatik ilişkilerini sürdüreceğini açıkladı.

Avustralya'nın 1968'den beri Tahran'da büyükelçiliği bulunuyor.

İsrail'in Ekim 2023'te Gazze Şeridi'ne yönelik savaş başlatmasından bu yana Avustralya'daki Yahudi evleri, okulları, sinagogları ve araçları vandalizme maruz kaldı.