Sana'daki Husi katliamı Yemenlilerin öfkesine yol açtı
Dün Sana'daki infazlar sırasında konuşlandırılan Husi silahlı unsurları (Reuters)
Aden/Ali Rabi
TT
TT
Sana'daki Husi katliamı Yemenlilerin öfkesine yol açtı
Dün Sana'daki infazlar sırasında konuşlandırılan Husi silahlı unsurları (Reuters)
İran destekli Husi milisleri, insan hakları örgütleri ve hükümetin uyarılarını görmezden gelerek dün (Cumartesi) Hudeyde vilayetinden biri reşit olmayan 9 kişiyi Sana'daki bir meydanda idam ederek katliam yaptı. Söz konusu kişiler, Husilerin Siyasi Konsey Başkanı Salih es-Sammad’ı öldürmeyi planlamakla suçlandı.
Yemen hükümeti katliamı ‘tam teşekküllü bir savaş suçu’ olarak nitelendirirken, sosyal medyada yüzlerce aktivist tarafından ifade edildiği üzere olay Yemenli insan hakları çevrelerinde de öfkeye neden oldu.
Aktivistler, insan hakları örgütlerini milislerin sivillere karşı işlediği suçları durdurmak için uluslararası topluma müdahale etmeye çağırırken, Husi grubunu yasadışı idam cezaları yoluyla kontrol alanlarındaki nüfusu korkutmaya çalışmakla suçladı.
Husilerin eski Siyasi Konsey Başkanı Sammad, Nisan ayında Yemen’de hükümeti destekleyen Arap Koalisyonu'nun düzenlediği hava saldırısında Hudeyde şehrindeyken öldürüldü. Olayın ardından Husi milisleri 10 kişiyi tutukladı ve Sammad’a suikast düzenlemekle suçladı. Grubun muhaliflerini bastırmak için kullandığı mahkemelerin hukuka aykırı eylemlerinin yanı sıra, insan hakları savunucularına göre söz konusu kişiler hakkında verilen casusluk ve komplo kurmak suçlamaları doğruluğu kanıtlanmamış suçlamalar.
Yemen Enformasyon Bakanı Muammer el-İryani, daha önce yaptığı açıklamada, Husilerin yasadışı mahkemelerinden birinde düzmece suçlamalar ve şekli bir yargılamayla Hudeyde sakinlerinden 9 kişiyi infaz ederek, toplu sivil katliamları başlatacağı konusunda uyarmıştı.
Bakan İryani, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, Husi milislerin 9 sivil hakkındaki idam kararını, "tam teşekküllü bir taammüden suç ve Humeyni devriminden itibaren İran rejiminin siyasi muhalifleri tasfiye etme modelinin bir kopyası" olarak nitelendirdi. Ayrıca terör örgütlerinin (El Kaide ve DEAŞ) gerçekleştirdiği saha infazlarından farklı olmadıklarına da dikkati çekti.
Yemenli bakan, uluslararası toplumu, Birleşmiş Milletleri (BM) ve BM ve ABD Yemen Özel Temsilcileri’ni infazın durdurulması adına Husilere baskı yapmaya çağırdı. İryani, Husilerin kararını Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme olmak üzere uluslararası hukuk ve sözleşmelerin ihlali olarak nitelendirdi.
Husi milisleri, başkentin merkezindeki Tahrir Meydanı'nda 9 kişinin infazını gösteren fotoğraf ve videolar yayınladı. 9 kişinin avukatları, bir Facebook gönderisinde grubun cesetlerin teslim edilmesi konusunda sanıkların yakınlarına yanıt vermediğini açıkladı.
Husileri destekleyenler, Husilerin askeri kanatlarından birini 9 kişiyi idam ederek Sammad sayfasını kapatmaya çalışmakla suçlarken, Husi lideri Muhammed Ali el-Husi daha önce infazların yakında gerçekleşeceğini duyurmuştu.
10 tutukludan biri milislerin hapishanesinde işkence altında hayatını kaybederken, insan hakları savunucuları geri kalanların da çeşitli işkencelere maruz kaldıklarını, gizli hapishanelerde saklandıklarını ve kendilerini savunmalarının ve masumiyetlerini kanıtlamalarının engellendiğini bildirdi.
İnsan hakları kaynakları, grup tarafından idam edilen kişilerin: Ali Ali İbrahim el-Kuzi, Abdulmelik Ahmed Muhammed Hamid, Muhammed Halid Ali Heyc, Muhammed İbrahim Ali el-Kuzi, Muhammed Yahya Muhammed Nuh, İbrahim Muhammed Abdullah Akil, Muhammed Muhammed Ali el-Meşhari ve Abdulaziz Ali Muhammed el-Esved ile Muaz Abdurrahman Abdullah Abbas olduklarını açıkladı.
Tihame aşiretlerinden Salil aşiretinin lideri olan Ali el-Kuzi, Genel Halk Kongresi Partisi'ne mensuptu. Aynı zamanda Hudeyde Vekili ve Hudeyde Yerel Meclisi Genel Sekreteri olarak görev aldı.
İnfazlara itirazlar
9 kişinin idamına yapılan itiraz, meşru hükümete bağlı insan hakları çevreleriyle sınırlı kalmadı. Grupla bağlantılı veya grubun kontrolü altındaki hukukçulara ve aktivistlere kadar uzandı. Bunların başında parlamenter Ahmed Seyf Haşid ve Yargıç Abdulvehhab Katran yer aldı.
Avukat Abdulmecid Sabra, Facebook üzerinden yaptığı açıklamada, sanıkların masumiyetinden emin olduğunu belirterek, "Bu kararlar sadece bir öldürme emridir ve bunların uygulanması, tam teşekküllü taammüden bir suçtur" dedi.
Yemenli insan hakları topluluğunun infaz emirlerini yerine getiren milislere öfkesi çerçevesinde, aktivistler Şarku'l Avsat’a verdikleri röportajda, "uluslararası sessizlik" olarak tanımladıkları durum devam ettiği sürece grubun bu tür suçları işlemeye devam edeceğine dair uyarıda bulundular.
Yemen İnsan Hakları İhlallerini İzleme Koalisyonu’ndan (YCMHRV) insan hakları aktivisti Riyad ed-Dubai, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Husi grubu, utanç verici ve gerekçesi olmayan uluslararası sessizlik çerçevesinde, sivillere yönelik en çirkin suçları uygulamaya devam ediyor" dedi.
Dubai, Şarku'l Avsat’a verdiği röportajda, 9 kişinin infazını "cinayet, taciz ve utanç verici suç" olarak nitelendirdi. Bu olayın, uluslararası toplumun hoşgörüsü ve Husiler tarafından işlenen ihlallere uluslararası örgütlerin göz yumması nedeniyle gerçekleştiğini belirten Dubai, "Bu milisler tüm kutsalları çiğnedi ve suçları ve ihlalleri tüm normları aştı" dedi.
Husi milislerin bu yaklaşımı sürdürmesinden endişe ettiğini dile getiren Dubai, "Husiler bu noktada durmayacak, en tiksindirici ve en korkunç olanı yapacaklar. Yemen halkı uzun zamandır uluslararası karar vericilerin hesaplarından düştüğü için yaptıklarından dolayı eylemleri kınanmayacak bile" dedi.
Dubai ayrıca, Yemen halkının bu kadar aşağılama ve işkenceyi unutmayacağını ve Husilerin bu suçlarının zaman aşımına uğramayacağını vurgulayarak, “Uzun sürse de ırkçı, hanedan, suçlu grup kökünden sökülüp ortadan kaldırılacak” dedi.
Arap Parlamentosu’nda kınama
Arap Parlamentosu ise, Husi terörist milislerin Sana’a 9 kişi hakkında işledikleri yeni suça ilişkin yaptığı açıklamada, Husilerin özellikle bu hakların en kutsal ve en önemlisi olan yaşama hakkı ile ilgili Yemen halkına karşı devam eden insan hakları ihlallerini kınadı.
Arap Parlamentosu ayrıca, uluslararası yasalara kayıtsız kalan terörist Husi milisleri caydırmak için uluslararası dayanışma ve ciddi çalışma gereğini vurgulayarak, uluslararası toplumun hareketsizliğinin bu darbe milislerini terör eylemlerini sürdürmeye teşvik edeceği konusunda uyardı.
Parlamento, tüm uluslararası insan hakları kuruluşlarını söz konusu terör eylemini kınamaya ve Husi darbe milislerinin terör suçlarına eklenen insanlığa karşı işlenen bu suçun faillerinin yargılanmasını sağlamak için gerekli yasal önlemleri almaya çağırdı.
Sudan Savaşı: Londra’daki konferansın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından şimdi ne olacak?https://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5137226-sudan-sava%C5%9F%C4%B1-londra%E2%80%99daki-konferans%C4%B1n-ba%C5%9Far%C4%B1s%C4%B1zl%C4%B1kla-sonu%C3%A7lanmas%C4%B1n%C4%B1n-ard%C4%B1ndan
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy ve Afrika Birliği (AfB) Siyasi İşler, Barış ve Güvenlik Komiseri Bankole Adeoye Londra'da düzenlenen Sudan konulu barış konferansına katıldılar, 15 Nisan 2025
Sudan Savaşı: Londra’daki konferansın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından şimdi ne olacak?
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy ve Afrika Birliği (AfB) Siyasi İşler, Barış ve Güvenlik Komiseri Bankole Adeoye Londra'da düzenlenen Sudan konulu barış konferansına katıldılar, 15 Nisan 2025
Emced Ferid et-Tayyib
Sudan'daki yıkıcı savaşın patlak vermesinin ikinci yıldönümünde, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nın ev sahipliğinde Londra'da düzenlenen Sudan konulu konferans, Sudan kriziyle nasıl başa çıkılacağı konusunda uluslararası aktörler arasındaki derin görüş ayrılıklarını ortaya koydu. Sudan hükümeti ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) katılmadığı konferansta, uluslararası katılımcılar tarafından üzerinde mutabık kalınan bir sonuç bildirgesinin yayınlanamaması bu görüş ayrılıklarının en bariz göstergesiydi.
Sudan’daki savaş üçüncü yılına girerken insani, siyasi ve güvenlik riskleri artmaya devam ediyor. Uluslararası toplum ise Sudan kriziyle etkin ve gerçekçi bir şekilde başa çıkmak için ortak bir stratejiye ulaşıyor.
Sudan'a yönelik uluslararası yaklaşımlardaki temel sorun, Sudan ordusu ile HDK arasında sahte bir ‘eşdeğerlik’ benimsenmesinden kaynaklanıyor. Bu yaklaşım sadece analitik açıdan hatalı değil, ahlaki açıdan da kabul edilemez. HDK, Sudan devletinin bir kurumu olan Sudan ordusuyla eşit düzeyde meşru bir siyasi veya askeri aktör olarak ele alınamaz. Bunun yanında uluslararası aktörler, Ekim 2021 darbesinden bu yana hükümetin gayrimeşru olduğunu savunarak, Sudan ordusunu Sudan hükümetinden ayrı ve bağımsız bir varlık olarak ele almakta ısrar ediyor. Ancak Sudan ordusu, Sudan devletinin önemli bir parçası ve ona hükümetten ayrı muamele etmek, siyasi alanı daha da askerileştirme riski taşıdığı da bir gerçek. Bu durum, tamamen askeri bir hükümete doğru kayma riskini artırmakta, demokratikleşme beklentilerini engellemekte ve otoriter yolları güçlendirmektedir.
Londra konferansındaki çıkmaza HDK'nın Kuzey Darfur'un yönetim şehri ve Sudan ordusunun Darfur bölgesindeki son kalesi olan el-Faşir'e sadece on beş kilometre uzaklıktaki Zemzem Mülteci Kampı’na yaptığı son saldırı eşlik etti. Tanıklara göre 11 Nisan 2025 tarihinde HDK üyeleri kampı ele geçirerek etnik temelli katliamlar ve insani yardım çalışanlarına yönelik saha infazları gerçekleştirdi. Bu infazlar arasında, kampta faaliyet gösteren son tıbbi klinik olan Uluslararası Mülteci Örgütü (IRO) kliniğinden dokuz sağlık personeli de bulunuyordu. Tüm bu zulümler, HDK tarafından el-Faşir şehri ve çevresindeki Zemzem ve Ebu Şuk gibi mülteci kamplarına bir yıldan uzun süredir uygulanan ve insani durumu daha da kötüleştiren kuşatmanın ardından meydana geldi.
Geçtiğimiz yılın ağustos ayında Zemzem Mülteci Kampı’ndaki gıda güvensizliği boyutunun, Entegre Gıda Güvenliği Aşama Sınıflandırması’nın (IPC) 5. aşaması olan ‘felaket/kıtlık’ seviyesinde olduğu ilan edildi.
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) mülteci kampında her iki saatte bir en az bir çocuğun açlık veya hastalık nedeniyle hayatını kaybettiğini bildirdi.
Londra'daki konferansa katılan birçok ülkenin temsilcileri için HDK ile normalleşmeyi öneren ya da onu uluslararası arenada tanınan Sudan hükümeti ile eşit konuma getiren her metin danışıklı dövüş kokuyor. Bu durum, Lancaster Sarayı'nda gerçekleşen konferansa katılımın, diplomatik inceliklerin ötesinde daha derin ikilemleri ve anlaşmazlıkları gizlediğini yansıtıyordu. Bazı bölge devletlerinin HDK'ya -süregelen silah sevkiyatları ve altyapıya saldırmak için kullanılan insansız hava araçları (İHA) da dahil olmak üzere- askeri ve lojistik destek sağlamaya devam etmesi çok çeşitli uluslararası diplomatik ve siyasi çevreler tarafından kabul edilemez hale geldi. Başta Temsilci Sarah Jacobs ve Senatör Chris Van Hollen olmak üzere ABD Kongresi'nin bazı üyeleri bu desteğin altını özellikle çizdi. Bu desteğin Sudan'da devam eden savaşın ana nedeni olduğu vurgulandı.
Sudan ordusunun sicili suistimallerden arınmış değil, ancak bağımsız sayısal izleme raporları HDK milisleri ile aralarındaki büyük farkı ortaya koyuyor.
Ancak bölge ülkeleri için en tehlikeli gelişme, HDK'nın 2025 şubatında Nairobi'de diğer güçlerle birlikte Darfur merkezli Sudan hükümetine paralel bir hükümet kurmak için anlaşmasıdır. Bu gelişme, milislerin el-Faşir’i ele geçirme çabalarının artmasını açıklarken, Sudan'ın bölünme ihtimalini arttırma tehdidi yaratıyor. Bu da diğer uluslararası aktörlerden çok yakın komşularını etkileyen jeopolitik bir risk ve savaşın uzamasına katkıda bulunan yeni bir gerçeklik yaratacak.
Konferans sırasında binlerce Sudanlı, uluslararası etkileşimin kendisini reddetmek için değil, daha ziyade Sudan'da devam eden çatışmayı körüklemekle suçlanan bazı ülkelerin katılımına itiraz etmek için konferansın gerçekleştiği binanın önünde protesto gösterileri düzenledi. Ancak bu protestolar, bazı Batılı diplomatların halkın öfkesinin gerçek bir ifadesinden ziyade Sudan hükümetinin resmî açıklamalarında yer alan görüşlerinin bir uzantısı olarak değerlendirerek, bu protestoları küçümsemeleri nedeniyle dikkate değer bir ilgisizlikle karşılandı. Oysa bunlar halkın öfkesinin gerçek bir ifadesi bile değildi. Bu durum, Sudan’daki gerçekliği kasıtlı olarak inkâr etmeye devam eden ve Sudanlıların iradesini ve ülkelerinin kaderini belirleme ve egemenliğini koruma konusundaki doğal haklarını görmezden gelen Batı'nın yanlış hesaplarını açıkça ortaya koyuyor.
HDK'nın 15 Nisan'da Kuzey Darfur'daki Zemzem Mülteci Kampı’na saldırmasının ardından etraftaki Sudanlı kadın ve çocuklar (Reuters)
Bu dinamik, Batılı aktörlerin ve uluslararası kuruluşların Sudan ihtilafını ele alma yaklaşımlarını sürekli olarak zayıflatan derin ve sistematik bir analitik başarısızlığı ortaya koyuyor. Bu aktörlerin değerlendirmeleri, çatışmayı ulusal bir trajediden ziyade kaybedilen siyasi gücü yeniden kazanmanın bir aracı olarak gören ve Batılı diplomatik çevrelerle yakın bağları olan dar bir Sudanlı elit çevresinin siyasi isteklerine bağlı kalıyor. Bu özlemler, Sudan'daki çatışmanın, Sudan ordusu ve HDK arasında sahte ve yapay bir denklik tezini desteklemeye çalışan bir uluslararası analiz merceği yarattı.
Bu yaklaşımın temel metodolojik kusuru inatçı katılığından kaynaklanıyor. Sürekli ortaya çıkan gerçeklere kayıtsız kalıyor ve kendisiyle çelişen kanıtlar artmasına rağmen değişmiyor. Uluslararası aktörler, ortaya çıkan gerçeklere uyum sağlamak yerine, gerçekler gözden düşse bile, dogmatizmin sınırlarında dolaşan ideolojik bir hararetle ilk değerlendirmelerine bağlı kaldılar. Bu bilişsel önyargı, sadece Sudan hükümeti arasında değil, Sudan halkı arasında da dış müdahalelere karşı bir şüphecilik iklimine yol açtı. Daha da önemlisi, yabancı aktörlerin çatışmanın gerçeklerine hitap eden müdahaleler tasarlama kabiliyetlerini zayıflatıyor. Bu çabaların analitik temeli en başından kusurlu ve milyonlarca Sudanlının yaşadığı gerçeklikten tamamen farklı olan çarpıtılmış bir gerçeklik algısına dayanıyor. Verimsiz ve etkisiz bir uluslararası angajman döngüsünü sürdürüyor.
Sudan ordusu ihlallere bulaşmamış değil. Ancak bağımsız nicel izleme raporları, Sudan ordusunun HDK ile arasındaki büyük farkı ortaya koyuyor. Silahlı Çatışma Konumu ve Olay Verileri Projesi'nin (ACLED) 2024 yılında HDK'ya atfedilen yaklaşık bin 300 olaya karşılık, Sudan ordusunun sivil kayıpların yaşandığı yaklaşık 200 olaydan sorumlu olduğunu bildirdi.
HDK gerçek bir terör kampanyası yürütürken, destekçileri olası bir baskıya karşı koruyucu gibi davranıyor.
Uluslararası toplumun Sudan'a yönelik mevcut tutumu, Batılı güçlerin Bosna hükümeti ile Sırp milisler arasında sistematik etnik temizlik ve soykırım uygulandığına dair açık kanıtlara rağmen sahte bir eşdeğerlik politikası benimsediği, Bosna Hersek savaşının ilk günlerindeki tutumuyla çarpıcı bir benzerlik taşıyor.
Uluslararası aktörler tüm taraflara eşit derecede suçlu muamelesi yaparak zulmü durdurmak için kararlı ve gerçekçi müdahaleyi engelledi, Sudan'dakine benzer bir denklik yanılsaması yaratarak savaş suçlularını meşrulaştırdı ve başta Srebrenitsa Soykırımı olmak üzere zulümlerin kontrolsüz bir şekilde devam etmesine izin verdi. Bu ahlaki kararsızlık sadece failleri cesaretlendirmekle kalmadı, nihayetinde müdahaleyi daha maliyetli ve karmaşık hale getirdi. Yıllar süren önlenebilir acılar, NATO’nun hava saldırıları ve Dayton Anlaşmaları’nın imzalanmasıyla sona erdi. Bu olay, açık bir saldırganlık karşısında diplomatik tarafsızlığın, dünyanın bir daha asla müsamaha göstermemeye yemin ettiği suçları nasıl mümkün kılabileceğine dair çarpıcı bir ders niteliğindeydi. Yine de 2023 yılında HDK tarafından Masalitlere karşı etnik temizlik gerçekleştirmesi, kısa bir süre önce Zemzem Mülteci Kampı’na saldırması ve bunlar arasında sayısız sistematik zulümde bulunmasından sonra bile, dünya halen kayıtsız kalmaya devam ediyor.
Bu dengesizlik, bilginin ve alternatif anlatıların silah haline getirilmesi ve bir savaş aracı olarak kullanılmasıyla körüklendi. Bunun belki de en belirgin tezahürü, bu savaşı Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ve radikal İslamcılara karşı bir savaş olarak göstermeye çalışan medya kampanyasıdır. Kıtlık ve soykırım Darfur bölgesini kasıp kavururken, Müslüman Kardeşler'in HDK saflarındaki ve üst düzey lideri arasındaki köklü varlığı görmezden geliniyor. Radikal İslamcılık hayaleti, uluslararası toplumun dikkatini işlenen zulümlerden uzaklaştırmak ve HDK'ya verilmeye devam eden dış desteği meşrulaştırmak amacıyla stratejik bir sis perdesi olarak kullanılıyor. Bu anlatı, Batı'yı radikal siyasal İslamcılığın ve terörizm hayaletinin Sudan'da yeniden ortaya çıkması konusunda korkutmayı amaçlarken, HDK'nın toplu katliam, etnik şiddet, cinsel kölelik ve sivil altyapının tahribatı gibi sistematik terör eylemleri gerçekleştirdiği gerçeğini görmezden geliyor. İronik olan ise HDK gerçek anlamda terör estirirken, destekçilerinin potansiyel bir terör kampanyasına karşı koruyucuymuş gibi davranması. Gerçeğin bu şekilde kasıtlı olarak çarpıtılması sadece uluslararası toplumu yanıltmakla kalmıyor, aynı zamanda soykırımın 'terörle mücadele' gibi yanıltıcı bir söylemin arkasına gizlenmesine de olanak sağlıyor.
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Abdulfettah el-Burhan Port Sudan'daki savaş kurbanlarının ailelerine destek için bir girişim başlattı, 26 Nisan 2025 (AFP)
Bu anlatının, özellikle de milislerin destekçileriyle ilişkili Sudanlı politikacılar arasında yaygın bir şekilde desteklenmesi sadece mantığa aykırı olmakla kalmıyor, aynı zamanda medya etkisinin ve stratejik mesajlaşmanın meşruiyet üretmek için ne ölçüde silah haline getirildiğini de ortaya koyuyor. Medya üzerindeki hegemonya ile dikkatlice gizlenen bu çelişkiler, Batı'nın Sudan krizine ilişkin algılarını derinden çarpıtırken, politik tepkilerinin tutarlılığını ve güvenilirliğini zayıflattı. Böyle bir atmosferde dış aktörlerin sahadaki gerçekleri doğrulamak için çabalarını iki katına çıkarmaları gerekiyor.
Dahası, Batılı politika çevreleri, eski Başbakan Abdullah Hamduk liderliğindeki Tekaddum İttifakı’nı kurup finanse ederek, Sudan'da müdahaleleri için tercih edilen bir ortak olarak kontrollü bir siyasi koalisyon oluşturmaya ve finanse etmeye çalıştı. Bu yaklaşım, saflarında HDK sempatizanları olduğuna dair açıkça yapılan uyarılara rağmen devam etti.
Sonuç ise tahmin edilebilir ve yıkıcıydı. Önemli miktarda mali ve uluslararası destek ve siyasi meşruiyet elde eden Tekaddum İttifakı bölündü ve yerini ‘Kuruluş’ adında yeni bir siyasi oluşuma bıraktı. Bu oluşum, mevcut çatışmadaki en ciddi zulümlerden sorumlu olan aynı milislerle paralel bir hükümet kurmak amacıyla HDK ile açık bir siyasi ve askeri ittifak ilan etti. Batı'nın sivil tarafı güçlendirme bayrağı altında bu sonucu desteklemesi, sahadaki açık sinyalleri görmezden gelmeyi seçen uluslararası aktörlerin bilgeliği ve stratejisi hakkında acil yanıt bekleyen soru işaretlerini ortaya koydu. Daha da önemlisi, bu durum nasıl düzeltilebilir?
Dünya şimdi Sudan’la ilgili bir gerçeklik anıyla karşı karşıya. Sudan ordusu ve HDK arasındaki yapay, sahte ‘denkliğe’, hesap verebilirliği baltalayan ve soykırım ve savaş suçları işleyen suçluları ne barışı garanti eden ne de istikrarı yeniden tesis eden siyasi vaatlerle ödüllendiren bir yaklaşıma tutunmaya devam mı edecek? Yoksa stratejisini, dış mihraklar veya vekillerle yapılan müzakerelerle değil, egemen ve sürdürülebilir bir barış isteyen sıradan Sudanlıların istekleriyle uyumlu olacak şekilde yeniden mi düzenleyecek?
Londra konferansının başarısızlığı, kısmi tedbirlerin sınırlarını gözler önüne serdi. Dünya, HDK gibi aktörlere ve onların dışarıdan destekçilerine hesap sormayarak suç işlemeye devam etmelerine izin veren kısa vadeli çözümler peşinde koşmaya devam etmekle, Sudan halkının refahına öncelik veren ilkeli, gerçeklere dayalı bir politikaya bağlı kalmak arasında seçim yapmalı. BM sürdürülebilir kalkınmayı, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye atmadan bugünün ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çabalar olarak tanımlıyor. Sudan'da sürdürülebilir barışın sağlanması da ‘barışı gelecekte riske atmadan şimdi sağlamak’ şeklindeki benzer bir düşünce yapısını gerektiriyor. Sudan'da sürdürülebilir barış, basmakalıp açıklamalarla ya da kapalı kapılar ardında yapılan güç simsarlıklarıyla sağlanamaz. Bunun için kimin savaş suçu işlediğine dair sarsılmaz bir dürüstlük, milisler tarafından gerçekleştirilen zulümlerin kategorik olarak reddedilmesi ve en çok acı çekenlerin sesleriyle gerçek bir dayanışma içinde olunması gerekir.