Fahrizade suikastı dosyası yeni detaylarla tekrar açıldı

Geçen yıl Ekim ayında açılan Kasım Süleymani Müzesi'nden bir kare (Mehr Ajansı)
Geçen yıl Ekim ayında açılan Kasım Süleymani Müzesi'nden bir kare (Mehr Ajansı)
TT

Fahrizade suikastı dosyası yeni detaylarla tekrar açıldı

Geçen yıl Ekim ayında açılan Kasım Süleymani Müzesi'nden bir kare (Mehr Ajansı)
Geçen yıl Ekim ayında açılan Kasım Süleymani Müzesi'nden bir kare (Mehr Ajansı)

New York Times gazetesi tarafından yayınlanan habere göre, İran Savunma Bakan Yardımcısı ve nükleer bilimci Muhsin Fahrizade'nin geçtiğimiz Kasım ayının sonunda öldürülmesine ilişkin dosyanın yeniden açıldığı ve suikastın yıldönümüne 3 aydan az bir zaman kala, önceki ABD yönetiminin makineli tüfekle gerçekleştiren operasyon planına ilişkin bilgisi olduğu iddia edildi.
İran Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakan Yardımcısı ve nükleer bilimci Fahrizade'nin öldürülmesinin ayrıntılarının İran güvenlik ve istihbarat servisleri tarafından ‘açıkça’ bilindiğini açıkladı. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade, eski ABD Başkanı Donald Trump ve eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'ya bilgi verilmesiyle ilgili gazetede yer alan haber hakkında yaptığı açıklamada, "Buna bir haber olarak bakmalıyız, daha fazlası değil” dedi.
Dün gazetecilere verdiği demeçte Hatibzade, ”Bu konudaki takibimiz çeşitli yollarla devam ediyor. İstihbarat ve güvenlik teşkilatlarının izlemesi gereken yol elbette belli ve onlar da bu yolları takip ediyorlar. Bunlar, bilmesi gereken insanların bildiği konular. Bunun yanı sıra konu hukuki yoldan da takip ediliyor ve suikastın taraflarını tespit eden detaylı raporlar alınıyor” ifadelerini kullandı.
Cumartesi günü yayınlanan bir haberde New York Times, İsrail'in, İran'ın nükleer programının kilit ismi olduğuna inanılan ve suikast düzenlediği Fahrizade'nin yaşamının son saatlerini ele aldı. Eski Güvenlik Bakanı Mahmud Alevi’nin, bakanlığın, operasyon hakkında bir zaman belirtmeksizin Fahrizade’nin saldırıya uğrayacağına dair tahminlerinin olduğunu ifade ettiği önceki bilgilere işaret ederek, Fahrizade’nin, kendisine suikast düzenlenmesi ihtimaline ilişkin uyarılar aldığını ancak bunları umursamadığını belirtti. Gazete, İsrail'in, İran'ın nükleer silah programına öncülük ettiğine inandığı uzmanları hedef aldığı bir dizi operasyonun ardından Fahrizade'nin günlük hayatında kaçak bir yaşam tarzı izlendiğine dikkati çekti. Gazeteye göre, 2009 yılında suikast ekibi Tahran'da planlanan yerde Fahrizade'yi bekliyordu ancak operasyon son anda iptal oldu. Planın ortaya çıktığının farkına varan Mossad ajanları İranlı yetkililer tarafından pusuya düşürüldü.
Gazete, bazı İranlı yetkililerin, suikastın Fahrizade şahsi aracı Nissan Tiana’yı kullanırken, bir kamyonet üzerine kurulu makineli tüfek kullanılarak gerçekleştiğine ilişkin bilgileri doğruladıklarını, Fahrizade’nin, koruma ekibinin güvenlik protokolüne göre zırhlı bir araç alınması talebini görmezden geldiğini aktardı.

İsrail-Amerikan koordinasyonu
Gazete, suikastın hazırlıklarının eski Mossad Başkanı Yossi Kohen liderliğindeki İsrailli yetkililer ile Trump, Pompeo ve Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü Gina Haspel de dahil olmak üzere 2019'un sonundan 2020'nin başına kadar uzanan bir dönemde üst düzey ABD’li yetkililer arasında yapılan bir dizi görüşmeden sonra başladığına dikkati çekti.
ABD, 2015 nükleer anlaşmasıyla sonuçlanan İran nükleer müzakerelerine başladığı 2012 yılında İsrail sabotaj ve suikast girişimlerini durdurdu. New York Times'a göre, Trump’ın bu anlaşmayı askıya almasından sonra İsrail suikast girişimlerine kaldığı yerden devam etmeye karar verdi.
Şubat 2020'nin sonlarında Kohen, ABD’ye Fahrizade cinayeti de dahil olmak üzere olası operasyonların bir listesini sundu. Orada bulunan bir yetkili, Beyaz Saray yetkililerinin suikast planına destek verdiğini söyledi.
Gazeteye göre Fahrizade’nin çevresindeki sıkı güvenlik, İranlı bilim insanlarını tasfiye etmek için kullanılan önceki yöntemlerin tekrarını engelledi ve Mossad'ın hesaplarını değiştirerek katil robot kullanmasına neden oldu.
Bu, yabancı bir gazetenin Fahrizade suikastının ayrıntılarını ilişkin ilk haberi değil. Şubat ayında Londra merkezli haftalık Yahudi gazetesi The Jewish Chronicle, Fahrizade’nin hareketlerinin takip edilmesinin ardından bir ton ağırlığındaki güdümlü silahın teçhizatını taşımak için 20 İsrailli ve İranlı ajanın ortak çalışmasının ayrıntılarını aktarmıştı.

Süleymani’nin mahkemesi
Öte yandan İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, ülkesinin, Devrim Muhafızları’nın dış operasyonlarının beyni olan Kasım Süleymani'nin eski Başkan Trump'ın emriyle ABD hava saldırısında öldürülmesiyle ilgili mahkeme kurmaya hazırlandığını söyledi. Bu açıklama, iki ülke arasında neredeyse doğrudan bir askeri çatışmaya neden olacak olan Süleymani suikastının ikinci yıldönümüne az bir zaman kala yapıldı.
Sözcü Said Hatibzade, özel bir hakim atamak suretiyle mahkeme sürecinin başlatıldığını aktardı. Hatibzade, yeni Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan'ın göreve başlamasının hemen ardından, Süleymani’nin öldürülmesiyle ilgili yargıda, savcılıkta, Kudüs Gücü’nde ve Devrim Muhafızları’ndaki mercilerle görüşmeden önce Dışişleri Bakanlığı personeli ile görüştüğünü belirterek, sanıklar hakkında iddianameler ve mahkeme dilekçeleri hazırlandığını ifade etti.  
Hatibzade, “Davadaki sanıklar hem ABD hem de diğer ülkelerin hükümetlerinde. Hatta bilgi aktarımında bulunarak bu suikasta yardımcı olan askeri üsler hakkında da dava açılmasına karar verildi. Uluslararası düzeyde, eski ABD’li yetkilileri suikasttan sorumlu tutmanın yollarını tartıştık. Önümüzdeki ay Dışişleri Bakanı başkanlığında bir toplantı daha yapılacağını düşünüyorum” dedi.
Süleymani’nin öldürülmesinden sonra, Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan o dönem, Kasım Süleymani Komitesi'nin sözcülüğünü üstlendi.
Süleymani'nin öldürülmesinin birinci yıldönümü, Trump yönetiminin son günlerinde ABD ile İran arasında şiddetli gerginliğe tanık oldu. Tahran'ın aldığı acı darbenin ikinci yıldönümünde yaşanacak olan benzer bir gerilim, nükleer anlaşmayı canlandırmak için yapılan müzakere girişimlerini olumsuz etkileyebilir.



İsrail'in suikast politikasındaki kör nokta

Nesma Muharrem/Dergi
Nesma Muharrem/Dergi
TT

İsrail'in suikast politikasındaki kör nokta

Nesma Muharrem/Dergi
Nesma Muharrem/Dergi

Ahmet Mahir

7 Ekim saldırılarından bu yana, İsrail'in suikast politikası, hedef alınan kişinin haleflerinin politikalarını etkilemeye çalışmak yerine, hasmın düşmanca eylemler gerçekleştirme kabiliyetini zayıflatmaya veya baltalamaya odaklandı. Hizbullah'ta Hasan Nasrallah’tan, Hamas'ta Yahya Sinvar, İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakiri ve Sana'daki Husi hükümetinin Başbakanı Ahmed Galib el-Rahvi'ye kadar, İsrail'in odak noktası her zaman beceri, bilgi, liderlik ve askeri kabiliyetlere, önemli birikim ve deneyime sahip kişileri etkisiz hale getirmek oldu.

İsrail'in temel mantığı, bu oluşumlarda öldürülen kişilerin halefleri aynı ideolojik pozisyonları korusalar bile, bu kişilerin kaybıyla politikaları etkili bir şekilde uygulama kabiliyetlerinin zayıflayacağıdır. Bu durumda son iki yıldır uygulanan bu suikast politikası, öldürülen kişinin halefinin İsrail'e karşı daha dostane politikalar benimseyeceği umuduna dayanmıyordu. Aksine bu oluşumlardaki halefler, İsrail'e karşı genellikle daha da düşman oluyorlar.

Nitekim Hizbullah'ın yeni Genel Sekreteri Naim Kasım, Hasan Nasrallah suikastının ardından İsrail'in ağır bir bedel ödeyeceğini ve “bedelin Tel Aviv'in kalbinin hedef alınması” olacağını söylemişti. Hamas ise Sinvar'ın ölümünün ardından, hareket içinde kaçınılmaz olarak “kararlılık, sabır, azim ve direniş ruhu aşılayacağını” duyurmuştu. Bunlar, suikasta uğrayan liderler tarafından benimsenen aynı söylem ve politikaların devam ettiğinin sadece örnekleri.

Bu oluşumların liderlerinden birinin etkisiz hale getirilmesinin ardından, halefi yerleşik kurumsal yapıyı, hakim normları ve mevcut siyasi yönelimleri devralır ve bu da radikal bir değişim için alanı neredeyse imkânsız hale getirir.

Bu oluşumların temelinde yatan ve yerleşik siyasi ve ekonomik çıkarlar, liderlik değişikliklerinden bağımsız olarak genellikle sistemin devamlılığını sağlar

Dahası bu oluşumların temelinde yatan yerleşik siyasi ve ekonomik çıkarlar, liderlik değişikliklerinden bağımsız olarak genellikle sistemin devamlılığını sağlar. Hiçbir zaman Hamas, Hizbullah, Husiler ve hatta İran gibi bir ülkede söz konusu olan tek bir lider olmadı. Bu durum, İsrail'in suikast politikasının temel bir dış politika aracı olarak etkinliği hakkında soru işaretleri yaratıyor.

Bir lidere yönelik suikast, silahlı bir hareketin veya İsrail'e düşman olanların politikalarında köklü değişikliklere yol açmadığında ve bunun yerine düşmanca ideolojilerin devamına, hatta artmasına yol açtığında, bu tür İsrail suikastları boşuna bir önlem olarak kabul edilebilir. Dahası, bu suikastları İsrail'e karşı düşmanlığı pekiştirmenin ve yoğunlaştırmanın bir gerekçesi olarak gören hakim sistem içindeki daha radikal grupları güçlendirmeye hizmet eder, bu da çatışmayı hafifletmek yerine daha da büyütür.

Nesma Muharrem/DergiNesma Muharrem/Dergi

Ağustos ayında İsrail hava saldırılarında başbakan ile birkaç bakanın öldürülmesinin ardından Husi Yüksek Siyasi Konsey Başkanı Mehdi el-Meşat'ın “intikam alacağız” açıklaması buna bir örnek. Suikastların ardından düşmanca faaliyetlerin devam etmesi ve hatta tırmanması, bu politikanın belirtilen şiddeti azaltma veya bu örgütlerin davranışlarını değiştirme hedefine ulaşmadığına işaret ediyor. Hamas, 8 Eylül'de Kudüs'te 6 İsraillinin ölümüne yol açan ve şehrin son yıllarda tanık olduğu en şiddetli saldırılardan biri olan silahlı bir saldırının sorumluluğunu üstlenmişti.

Bu eyleme karşılık olarak İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Başkan Trump'ın Gazze Şeridi'nde ateşkes için yaptığı baskı sonucunda ortaya çıkan ABD önerisini görüşmek üzere, Katar'ın başkenti Doha'da bulunan üst düzey Hamas siyasi liderlerini hedef alan hava saldırıları düzenlenmesi talimatını vermişti.

İsrail, onlarca yıldır askeri komutanlardan siyasi liderlere kadar önde gelen Filistinli şahsiyetleri ortadan kaldırma uygulamasıyla, rakiplerini zayıflatmayı ve şiddeti caydırmayı amaçlayan stratejik bir araç olarak suikast eylemlerine sıklıkla başvurdu.

Buna rağmen tarihsel kanıtlar, bu tür eylemlerin genellikle en iyi ihtimalle kısa vadeli taktiksel kazanımlar sağladığını, ancak uzun vadeli şiddet döngülerini körüklediğini, çünkü şiddetin yalnızca daha fazla şiddeti beslediğini gösteriyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, bu suikastlar bölgede kalıcı barışı sağlamaya yönelik diplomatik çabaları zorlaştırıyor ve sıklıkla İsrail'i bugün daha da yalnızlaşmasına yol açan uluslararası eleştirilere maruz bırakıyor.

Görünen o ki, halihazırda İsrail'de genel olarak karar alma sürecinin “niteliği” sorgulanıyor

Karar vericiler, bu operasyonların faydalarını abartırken maliyetlerini küçümsüyor, hedefli bir öldürme politikasının radikal söylemleri nasıl güçlendirebileceğini ve bu örgütleri ortak bir dış tehdit karşısında nasıl birleştirebileceğini göz ardı ediyor gibi görünüyor.

Suikast politikasından bağımsız olarak, görünen o ki, halihazırda İsrail'de genel olarak karar alma sürecinin “niteliği” sorgulanıyor.

Son haftalarda İsrail basını, hükümet ile ordu komutanlığı arasında açık bir ayrışma olduğunu ortaya koydu. Bu, taktik veya strateji konusunda yüzeysel bir mesleki anlaşmazlıktan ziyade, Netanyahu'nun devletin çıkarları ve güvenliği pahasına olsa bile, iktidarda kalma ve yolsuzluk suçlamalarından hüküm giymesi halinde hapis cezasından kaçınma hırsıyla körüklenen kişisel bir çatışmadır.

Nesma Muharrem/DergiNesma Muharrem/Dergi

Aynı durum, İsrail'in ısrarcı suikast politikasına ilişkin karar alma süreci için de geçerlidir. İsrail’in bu politikası, bu tür operasyonların doğası gereği gizli olması ve karar alma sürecine dahil olan kişi sayısının sınırlı olması nedeniyle sıklıkla kusurludur; zira bu gizlilik ve sınırlılık, bugün İsrail'deki karar alma sürecini iyileştirebilecek farklı bakış açılarından, farklı deneyimlerden ve ilgili bilgilerden yararlanma olanağını kısıtlamaktadır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Dünyanın en yaşlı devlet başkanı, 8. dönem için yarışıyor

Kamuoyunun önüne pek çıkmayan Biya yalnızca bir tane seçim mitingi düzenledi (AFP)
Kamuoyunun önüne pek çıkmayan Biya yalnızca bir tane seçim mitingi düzenledi (AFP)
TT

Dünyanın en yaşlı devlet başkanı, 8. dönem için yarışıyor

Kamuoyunun önüne pek çıkmayan Biya yalnızca bir tane seçim mitingi düzenledi (AFP)
Kamuoyunun önüne pek çıkmayan Biya yalnızca bir tane seçim mitingi düzenledi (AFP)

Dünyanın en yaşlı devlet başkanı bugün Kamerun'da düzenlenen seçimlerde favori görülüyor. 8. dönem için aday olduğunu açıklayan Paul Biya, 43 yıldır sürdürdüğü iktidarını devam ettirecek gibi. 

92 yaşındaki liderin rakipleri arasında eski hükümet sözcüsü Issa Tchiroma da var. Başkent Yaounde'de yaşayan şoför Hassane Djbril, Tchiroma'dan yana olduğunu açık açık Reuters haber ajansına söylüyor:

43 yıldır Kamerunlular acı çekiyor. İş yok. Zaten bir diktatörlük altında yaşadığımız için değişim istiyoruz.

Douala sakinlerinden Herves Mitterand, "Benim için işler yalnızca kötüye gitti. Hiçbir şey değişmedi. Kelimelerden fazlasını görmek istiyoruz" ifadesini kullanıyor. 

76 yaşındaki Tchiroma ciddi bir aday olarak görülse de uzmanlar, 1982'den beri devlet başkanlığı koltuğunda oturan Biya'nın inmeyeceğini tahmin ediyor. 

Siyaset yorumcuları, devletin kontrolünün Biya'da olmasını ve parçalı muhalefet yapısını buna gerekçe gösteriyor. 

Seçim komisyonu, popüler adaylardan Maurice Kamto'nun yarışmasına engel oldu.

2008'de dönem sınırını kaldıran Biya, böl ve yönet taktiğini iyi uygulayan bir siyasetçi olarak biliniyor. Bu seçimlerde de ona karşı 11 aday yarışıyor. 

Tek turlu seçimde en çok oyu alan kazanıyor. Seçim sonuçlarının 15 gün içinde açıklanması bekleniyor. 

Londra merkezli ekonomi danışmanlığı firması Oxford Economics'ten Francois Conradie şu yorumu yapıyor:

Bir sürpriz hâlâ mümkün. Biya rakiplerini ustalıkla bölerek neredeyse 43 yıldır iktidarda kalmayı başardı. Neler döndüğünden artık haberi olmadığını düşünsek de inşa ettiği mekanizma son bir kez daha bölerek yönetecek gibi.

Bugün sandığa gidenlerden biri de Patrick Mbarga Mboa. Reuters'a konuşan 45 yaşındaki seçmen, kime oy vereceğini açıklamaktan kaçınsa da "Umarım seçimlerden sonra da barış ve huzur devam eder" diyor. 

Yaklaşık 30 milyon kişinin yaşadığı Afrika ülkesinde yalnızca 7,8 milyon seçmen kayıtlı. 

Genç seçmenlerin seçimin sonucunu belirleyeceği düşünülüyor. Zira ülkede yaşayanların yüzde 60'ından fazlası 25 yaşın altında. Seçmenlerin yarısından fazlası da 30 yaşından genç. 

Petrol ve kakao üretimiyle öne çıkan Kamerun'da işsizlik oranları yüksek ve ekonomik sıkıntılar yaşanıyor. 

Afrika kıtasının orta batısındaki Kamerun'un yolsuzluk, güvenlik ve ayrılıkçılık gibi ciddi sorunları da var. 

Independent Türkçe, Guardian, Reuters, AFP


Tahran ile Tel Aviv arasındaki ‘psikolojik savaş’ şiddetleniyor

Cuma akşamı Tahran'ın doğusunda çıkan yangının fotoğrafı sosyal medyada yayıldı. (Mehr Haber Ajansı)
Cuma akşamı Tahran'ın doğusunda çıkan yangının fotoğrafı sosyal medyada yayıldı. (Mehr Haber Ajansı)
TT

Tahran ile Tel Aviv arasındaki ‘psikolojik savaş’ şiddetleniyor

Cuma akşamı Tahran'ın doğusunda çıkan yangının fotoğrafı sosyal medyada yayıldı. (Mehr Haber Ajansı)
Cuma akşamı Tahran'ın doğusunda çıkan yangının fotoğrafı sosyal medyada yayıldı. (Mehr Haber Ajansı)

Tahran ile Tel Aviv arasında doğrudan askeri çatışma olasılığı azalırken, aralarındaki gölge savaş, medya kampanyaları ve anonim dijital hesaplar aracılığıyla elektronik cephede yoğunlaşıyor; her iki taraf da kendi anlatılarını dayatmaya ve karşı tarafın anlatısını inkâra çalışıyor.

Söylentiler, sahadaki en üst düzey isim olan Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani'yi bir kez daha hedef aldı. Tahran’ın doğusunda bir suikast girişimine uğradığına dair haberler yayıldı, ancak İran medyası bu iddiaları hızla yalanladı.

Cuma günü geç saatlerde Tahran'ın doğusunda meydana gelen gizemli yangından saatler sonra, X platformunda Mossad ile bağlantılı hesaplar, Kudüs Gücü Komutanı’nın hedef alındığına dair çelişkili bilgiler yaydı ve komutanın Tahran'ın doğusundaki bir apartman dairesinde hedef alındığını belirtti. Ancak İran resmi medyası, başkentin doğusundaki Damavand Caddesi'nde çıkan yangını ‘çöp deposu yangını’ olarak duyurdu.

uma akşamı Tahran'ın doğusunda çıkan yangının fotoğrafı sosyal medyada yayıldı.Cuma akşamı Tahran'ın doğusunda çıkan yangının fotoğrafı sosyal medyada yayıldı.

Buna karşılık, DMO'ya bağlı Tesnim ve Fars haber ajansları, dün sabah erken saatlerde Kaani'ye suikast girişiminde bulunulduğu yönündeki haberleri yalanladı. İsimsiz kaynaklara atıfta bulunarak, ‘Siyonist varlıkla bağlantılı bazı hesapların sosyal medyada Kaani'nin suikastıyla ilgili yaydığı haberlerin tamamen asılsız olduğunu’ söylediler. Bu haberlerin, ‘doğru bilgi vermekten çok İran'a karşı psikolojik savaşın bir parçası’ olduğunu belirttiler.

Anlatı savaşı

Tesnim Haber Ajansı bir haberinde şu ifadelere yer verdi: “Aksa Tufanı Operasyonu’nun başlangıcından bu yana Siyonist varlık, Kaani'nin suikastıyla ilgili onlarca söylenti yaydı... Mossad'a bağlı ‘Terör Alarm’ adlı bir hesap, genellikle internette doğru ve yanlış haberleri karıştırarak yayınlıyor; bunun amacı sadece haber yaymak değil, Mossad projelerine yönelik psikolojik operasyonlar yürütmek.”

İran resmî kurumlarının yalanlamasına rağmen, ‘Mossad Farisi’ hesabı X platformunda alaycı bir şekilde şöyle yazdı: “Kaani'ye acil şifalar ve uzun bir ömür diliyoruz, iş birliği için teşekkür ederiz.”

Son söylenti dalgası, Aksa Tufanı Operasyonu’nun yıldönümünde Kaani ile yapılan röportajdan yaklaşık bir hafta sonra ortaya çıktı. Röportajda Kaani, “İsrail, suikast girişimiyle ilgili yalan haberler yayarak ve arkadaşlarımın benimle iletişime geçme girişimlerini izleyerek yerimi tespit etmeye çalışıyor” dedi.

İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani, İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehhale ve Kudüs Gücü komutanları Said İzdi ve Muhammed Rıza Zahidi, 7 Ekim saldırısının ardından düzenlenen bir toplantıda (DMO'nun internet sitesi)İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani, İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehhale ve Kudüs Gücü komutanları Said İzdi ve Muhammed Rıza Zahidi, 7 Ekim saldırısının ardından düzenlenen bir toplantıda (DMO'nun internet sitesi)

Geçen yılın ekim ayı başında, Kaani'nin ölümüyle ilgili çelişkili bilgiler ve haberler dolaştı, ancak DMO'ya yakın bir İran gazetesi daha sonra bunu, Kaani'nin hareketlerini gizlemek için bu güçler tarafından yapılan bir ‘aldatmaca’ olarak nitelendirdi.

‘Anlaşma seçeneği’

Kaani'ye suikast girişimi haberleri, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in İsrail tarafından Tel Aviv'in İran ile çatışmaya girmek istemediğini doğrulayan mesajlar aldığını doğrulamasından bir gün sonra geldi.

Şarku’l Avsat’ın Rus haber ajansı TASS'tan aktardığına göre, perşembe günü Tacikistan'da düzenlenen Rusya-Orta Asya zirvesinde Putin, ülkesinin İsrail liderliğinden Tel Aviv'in uzlaşma seçeneğine bağlılığını ve her türlü gerilim veya çatışmayı reddettiğini teyit eden mesajlar aldığını ve bu mesajların Tahran'a iletildiğini söyledi.

İran Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Sözcüsü İbrahim Rızai, perşembe günü yaptığı açıklamada, “Savaş çıkacak ya da çıkmayacak demiyorum, ancak intihar eylemlerine başvurabilecek pervasız bir rejimle karşı karşıyayız… Vatandaşlar günlük yaşamlarına devam etmeli ve toplum sürekli savaş korkusu içinde yaşamamalı” ifadelerini kullandı.

İran medyası, özellikle Kaani ile ilgili söylentilerin yeniden ortaya çıkmasını, Tahran ile Tel Aviv arasındaki gerginliğin artmasına bağladı. Tesnim Haber Ajansı bu konuda, “Aksa Tufanı Operasyonu'nun başlatılmasından bu yana İsrail, İran kamuoyunu etkilemek için Kaani'nin suikastıyla ilgili yalan haberler yayıyor” diye yazdı.

Analistlerin sözlerini aktaran ajansın haberinde şu ifadeler yer aldı: “Tekrar eden medya dalgalarının başlatılması, İran kamuoyunun dikkatini dağıtmak ve Tahran'ı İsrail ile devam eden çatışma bağlamında hızlı tepki vermeye zorlamak amacıyla Mossad'ın psikolojik operasyonlarının bir parçasıdır.”

İstihbarat savaşı

Bu arada reformist çizgideki ILNA haber ajansına göre, DMO istihbarat servisinin eski başkan yardımcısı Muhammed Hasan Tulai, “Savaştan sonra sızma şüphesiyle gözaltına alınan çok sayıda kişiye danışmanlık verildi ve bunlar hatalarını fark etti” dedi.

Tulai, savaş sırasında sızmaya karşı büyük çaplı bir operasyonun başlatıldığını belirterek, güvenlik güçlerinin ‘savaştan bu yana ortak operasyonlar başlattığını ve tüm şüphelileri çağırdığını, bunlardan bazılarının gözaltına alındığını’ söyledi. Tulai, gözaltına alınanların sayısını belirtmedi.

İran İstihbarat Bakanlığı ve DMO'nun paralel istihbarat teşkilatı da dahil olmak üzere, güvenlik suçlamasıyla insanları gözaltına alan çok sayıda kurum olduğu için, gözaltına alınanların toplam sayısı halen belirsizliğini koruyor. Geçtiğimiz ağustos ayında İran polisi, savaş sırasında 21 bin kişinin gözaltına alındığını açıklamıştı.

İran İstihbarat Bakanı İsmail Hatib 20 Temmuz'da, gözaltına alınanların sayısını ‘ulusal güvenliğe zarar vereceği’ gerekçesiyle açıklamayı reddetti. Hatib, sayının ülkenin koşullarına göre yargı organları tarafından kademeli olarak açıklanacağını söyledi.

Daha sonra Yargı Erki Başkanı Gulam Hüseyin Muhsini Ejei, savaş sırasında İsrail için casusluk yaptıkları şüphesiyle yaklaşık 2 bin kişinin gözaltına alındığını açıkladı.

Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani ve DMO’nun eski komutanlarından Hüseyin Alai, geçtiğimiz yıl Abbas Nilfuruşan'ın cenazesinde slogan atıyor. (AFP)Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani ve DMO’nun eski komutanlarından Hüseyin Alai, geçtiğimiz yıl Abbas Nilfuruşan'ın cenazesinde slogan atıyor. (AFP)

DMO’nun eski komutanlarından Hüseyin Alai cuma günü yaptığı açıklamada, “Dünyanın en güçlü Mossad ağlarının İran içinde faaliyet gösterdiğine inanıyorum. Bu ağlar sadece bireyler aracılığıyla değil, dinleme ve casusluk temelli kapsamlı bir teknolojik sistem aracılığıyla da faaliyet gösteriyor” ifadelerini kullandı.

Şarku’l Avsat’ın Tabnak haber sitesinden aktardığına göre Alai sözlerini şu ifadelerle noktaladı: “İsrail, İran'ı izlemek için Amerikan teknolojisini ve gelişmiş uydu ağlarını kullanıyor. Ayrıca açık pazardan satın alınan ekipmanların çoğu İsrail'in kontrolü altında. Bu düzeyde bir sızma, İsrail ile çatışmanın askeri yönle sınırlı olmadığını, devam eden istihbarat ve siber savaşı da içerdiğini teyit ediyor.”