ABD, Avustralya ve İngiltere arasında AUKUS ittifakının kurulmasından sonra yaşanan ‘Avustralya sorununun’ mali yönü, milyarlarca dolar kaybeden Fransız ekonomisi için kuşkusuz önemlidir.
Ancak bu olay ve sonrasında yaşanan gelişmelerdeki en önemli şey, Avustralya’nın Fransa ile imzaladığı 12 denizaltı satın alma anlaşmasını iptal ederek, İngiltere ve ABD ile koordineli olarak nükleer enerjili denizaltıları tercih etmesi oldu.
Aslında, bu kalıcı sorunun Paris ve Washington arasındaki ilişkiler ve daha geniş ölçekte Avrupa ve ABD arasındaki ilişkilerle bağlantısı var.
Bu, denizaltı krizinden önce ABD’nin Afganistan’dan hızla çekilmesi ve Taliban’ın ülkede kontrolü sağlaması sırasında ortaya çıktı.
Pek çok Avrupalının gözünde meselenin özü, özellikle Çin ile olan çatışmaları söz konusu olduğunda Washington’ın Avrupa ülkelerini güvenilir müttefikler olarak görmemesi.
Burada istisna, Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılması kesinleştiğinde ABD’deki ‘kuzenlerini’ sevindiren İngiltere’dir.
AUKUS Anlaşması
AUKUS ittifakının bir gecede ortaya çıkmadığını söylemeye gerek yok.
Bu daha ziyade ABD, Avustralya ve İngiltere gibi üç Anglo-Sakson ülke arasındaki uzun gizli müzakerelerin meyvesi.
Anlaşmanın açık hedefi, Avustralya adasını bölen Hint-Pasifik bölgesinde bir varlık oluşturma ve Çin’e karşı durma yönünde bir ittifaktır.
Gerçek jeopolitik oyunun ana aktörleri ise ABD ve Çin’dir.
ABD, Çin’in artan askeri gücüne endişeyle bakarken, kaçınılmaz olarak o bölgede İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon deneyimini, Hiroşima ve Nagazaki’deki atom felaketleriyle sona eren bir deneyimi hatırlatıyor.
20. yüzyılın ikinci yarısının resmini çizen ABD, kendisini ekonomisini inşa etmeye adayan ve bu alandaki rolünü kabul eden Japonya’nın, sınırları dışında herhangi bir siyasi veya askeri hırstan uzak, barışa yönelimini sağladı.
Sovyetler Birliği’ne gelince, geçen yüzyılın son on yılının başında parçalanmadan önce, ABD’nin karşısında on yıllarca ayakta kaldı.
Kısacası, Hint-Pasifik sahnesi üzerindeki belirleyici kontrol, ABD’nin küresel polis rolünü üstlenmesinin yanı sıra deniz ticaretinin teşvik edilmesine ve küresel ticaretin yeniden canlanmasına izin veren uluslararası deniz yollarının güvenliğini sağlaması için yeşil bir ışıktı.
Tüm bu dönem boyunca Washington’u teselli eden şey, donanmasının bir başkasının onunla savaşmasını imkansız kılacak şekilde üstün olmasıydı.
Ancak, 21. yüzyılda, özellikle de yüzyılın ikinci on yılının başlamasıyla birlikte manzara değişti.
Ekonomik dönüşüm, Çin’i şu anda dünya ekonomisi ölçeğinde ikinci sırada yer alan bir süper güç haline getirdi.
Bu, dünyanın çeşitli yerlerinde altyapı projeleri için ‘Kuşak ve Yol’ girişimi gibi iddialı genişlemeci adımlara eşlik eden askeri güçteki artışın eşlik ettiği bir yükseliş oldu.
Çin’in askeri gücü hala ABD’nin askeri gücünden uzak olsa da, Washington kendi çıkarına olmayan herhangi bir gelişme için endişe duymaktan ve pratik proaktif adımlar atmaktan vazgeçmiyor.
Bunun son örneği İngiltere ve Avustralya ile yaptığı AUKUS anlaşması oldu.
Okyanuslar meselesi
AUKUS duyurusu ile birlikte, AB Hint-Pasifik bölgesi için vizyonunu ilan etti.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, bunun bir çatışma değil, bir işbirliği yaklaşımı olduğunu bildirdi.
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Temmuz ayı sonlarında Güneydoğu Asya’yı gezdi.
Onun gezisini, Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman’ın, ABD’nin iki vazgeçilmez müttefiki olan Seul ve Tokyo ziyareti izledi.
Dışişleri Bakanı Antony Blinken ise, Hindistan’ı ziyaret ederek, ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya’yı içeren Dörtlü Güvenlik Diyaloğu’nu (QSD) bir tartışma forumundan etkili bir ittifaka dönüştürmeye ikna etti.
Tüm bu adımların, Çin’i caydırmayı ve Çin’in orada çıkabilecek herhangi bir savaşı kazanmasını engellemek için gerekli plan ve düzenlemeleri yapmaktan ziyade, bir savaşa girmeyi düşünmesini engellemek olduğu bir sır değil.
Çünkü ABD’nin bölgede kurduğu siyasi-güvenlik-ekonomik sistemi istikrarsızlaştıracak tek şey bu.
Öte yandan, Çin’in ekonomik yükselişini, askeri gücünün modernleşmesiyle ilişkilendirmesi doğal.
Son 20 yılda Pekin, deniz kuvvetlerini geliştirmek için uzun vadeli bir yola girdi.
Çin’in donanmasını güçlendirilmesi somut olsa ve büyüklüğü yaklaşık ABD Donanması’na yakın olsa da, taraflar arasındaki eşitlik hala çok uzakta. Çünkü teknik gelişme ve saha deneyimi dengesi açıkça ABD’nin lehine.
Elbette Çin bu gerçeğin farkında. Bu nedenle, Pasifik Okyanusu veya Hint Okyanusu’nun ortasında ABD ile bir deniz savaşı riskine girmeyecek, aksine ‘evine’ yakın kalacaktır.
Çin, dikkatini ticaret yollarının engellenmemesini sağlamak amacıyla Pasifik Okyanusu’ndan Malakka Boğazı’na uzanan Güney Çin Denizi’ne kıyıdaş devletlerini sindirmeye odaklıyor.
Buradan AUKUS ittifakına dönmek ve Fransızların denizaltı tokatına itiraz çığlıklarına pek aldırmayacak olan ABD için stratejik önemini anlamak mümkün.
Oyun bundan daha büyük ve Avustralya her durumda denizaltı anlaşmasını iptal ettiği için Fransa’ya maddi tazminat ödeyecek.
Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, eski kıtadaki diğer ülkelerle birlikte, NATO’ya bağımlılıktan uzak, bağımsız ve stratejik çıkarları garanti eden bir Avrupa ordusundan bahsetmeye geri dönerse, Avustralya’nın tazminatının telafi edemeyeceği bedeller ödenebilir.
Modern tarihin sayfalarını çevirmek, General Charles de Gaulle’ün maruz kaldıklarından ders çıkarmak mümkün!