Sudan’daki darbe girişiminin etkileri

Eski rejimin unsurları halen devlet organlarındaki mekanizmaları kontrol ediyor.

İstikrarsızlık Sudan'ı ciddi şekilde vuracak (AFP)
İstikrarsızlık Sudan'ı ciddi şekilde vuracak (AFP)
TT

Sudan’daki darbe girişiminin etkileri

İstikrarsızlık Sudan'ı ciddi şekilde vuracak (AFP)
İstikrarsızlık Sudan'ı ciddi şekilde vuracak (AFP)

İsmail Muhammed Ali
Sudan’da 21 Eylül Salı günü güvenlik güçleri tarafından engellenen darbe girişimi, özellikle sivil ve askeri unsurlar arasındaki zıtlaşma ve çekişme yaşanan ülkedeki boşlukları kapatmanın önemi konusunda uyarı oldu. Bu zıtlaşma ve çekişmeler, iki taraf arasındaki güven eksikliğinden kaynaklanıyor. Ayrıca birçok önemli konuyu da çözümsüz kılıyor.
Peki, ülke askeri ve sivil unsurlar arasındaki dengenin yeniden kurulması yönünde girişimlere tanık olacak m? Taraflar, ortak görevlerini ekip ruhu içinde yerine getirmeye yönelecek mi?

Gerginlikler ve mücadeleler
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı haberde açıklamalarda bulunan Sudan Milli Ümmet Partisi’nin devlet işlerinden sorumlu başkan yardımcısı Abdulcelil el-Başa, ülkedeki geçiş hükümetinin sivil ve askeri yönleriyle tutarlı ve uyumlu olması gerektiğini belirtti. Abdulcelil el-Başa hükümetin ‘başta yönetim yapıları olmak üzere kendisine verilen görevleri tamamlama, yaşam ve güvenlik konularını çözme’ adımlarını hızlandırması gerektiğini belirtti. Yetkili, özellikle ülke farklı zorluklarla dolu bir geçiş sürecinden geçerken ve birçok bölgede gerginlikler ve çatışmalar yaşanırken darbe girişiminde meydana gelenlerin şaşırtıcı olmadığını vurguladı.
Sivil ve askeri bileşenlerin uyumsuzluğunun ve görevlerini gereken şekilde yerine getirememelerinin, maceracıları totaliterliğe geri dönmeye teşvik ettiğini belirten Başa sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu nedenle öz konusu başarısız girişimin failleri ile sert bir şekilde ilgilenilmeli ve haklarında yasal hükümler uygulanmalı. Hükümetin tüm çözülmemiş sorunları çözmesinin veya erken seçime gitmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Sorumluluk, artık tüm askeri ve sivil bileşenlere aittir. Örneğin askeri tarafta ‘güvenliğin kontrol edilmesi’ ve sivil tarafta ‘yargı ve yasama tarafındaki yönetim organlarının tamamlanması ve geçiş döneminin barışçıl bir şekilde geçmesi için yaşam koşullarının iyileştirilmesi’; özgür seçimlere olanak tanıyacaktır.”

Siyasi gündem
Abdulcelil el-Başa, askeri ve sivil bileşenler arasındaki çekişmenin, Nisan 2019’da Beşir rejiminin devrilmesinden bu yana geçiş döneminin bir özelliği olduğuna dikkat çektiği açıklamasını şöyle sürdürdü:
 “Bunlar, özellikle eski rejim unsurları halen devlet organlarındaki durumu kontrol ederken eski arenaya dönme hayallerini gerçekleştirmek için siyasi gündemleri risk almaya iten kışkırtmalardır. Bu durum, söz konusu suiistimallere bir son verilebilmesi için iki taraf açısından da ciddiyetle ele alınmasını gerektirmektedir.”
Başa ayrıca, kaos ve darbe girişimleri bağlamında yaşananlara da dikkat çekti. Askeri unsurların bir bölümünün sivil bileşen içinde karışıklık yaratmaya yönelik kasıtlı bir eylemde bulunduğunu vurguladı.
Askeri ve sivil taraflar arasındaki anlaşmazlıklara son verme fırsatının artık olgunlaştığına olan inancını dile getiren Başa, geçiş döneminin ancak iki bileşenin iş birliği ile aşılabileceğini kaydetti. Yetkiliye göre bu durum, her bir tarafın rolünü tanımlayan bir program geliştirerek yakınlaşma, iş birliği ve ortaklığa olan güvenin yeniden sağlanması yolunda, uyumu ve doğru yolu bulmak için bir fırsat niteliğinde. Abdulcelil el-Başa, ülkenin siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarında istikrarın askeri ve sivil unsurlar arasında ortaklığın geliştirilmesi ve çekişmelerden uzaklaşılmasıyla gerçekleşeceğini belirtti. Başa konuya dair şunları söyledi:
“17 Ağustos 2019’da onaylanan anayasal belgede ve Sudan hükümeti ile silahlı hareketler arasında Ekim 2020 başında Cuba’da imzalanan barış anlaşmasında yer alan hususlara aykırı davranmaktan kaçınılması gerekiyor. Çünkü bu, ülke üzerinde olumsuz bir etki bırakacaktır.”
Hartum’daki Afrika Üniversitesi’nden siyaset bilimi Profesörü Muhammed Halife Sıdık da şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bana göre Hartum’da gerçekleşen darbe girişimi, askeri boyutu nedeniyle ordu ve sivil oluşum arasında bir denge kaynağı olacaktır. Ayrıca ordunun bu girişime kan dökmeden göğüs gererek ortaya koyduğu profesyonel faaliyetler ve buna dahil olan subaylara, askerlere ve sivillere ilişkin çekinceler, askeri bileşenin bu konuda istekli olduğunu doğrulamaktadır. Geçiş aşamasına müdahale edebilecek etkilere gelince; bu aşama şimdiye kadar geçiş döneminin temel organları olan Yasama Meclisi, Anayasa Mahkemesi ve komisyonlar gibi organların tamamlanmadığı veya henüz kurulmadığı dikkate alındığında hem güvenlik hem de siyaset açısından büyük bir kırılganlıkla karşı karşıya. Rollerini önemli ölçüde yerine getirmeyen eksik ya da tam yapılanmamış çok sayıda kurumu var. Bu nedenle söz konusu önemli kurumlara dayanarak bu dönemi yeniden dengelemeye ve kurumların rollerini tam olarak yerine getirmeye acil olarak ihtiyaç vardır. Geçiş dönemine yönelik tehditte ve özellikle de bu dönemi farklı şekillerde iyileştirme çağrısı yapan darbe girişimlerinin teşvik edilmesinde, güvenlik konusunun da büyük rol oynadığını düşünüyorum. Geçiş hükümetinin siyasi kuluçka makinesi olan Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri de ülkede genel seçimler için belirli bir tarih ilan etmeye çalışmalı ve seçim yasasıyla ilgili prosedürleri tamamlamalıdır.”

Kapsayıcılık
Diğer yandan siyasi analist Abdullah Adem Hatir ise duruma dair şu değerlendirmelerde bulundu:
“Aslında darbenin geleceğin bir parçası mı, devrim mi yoksa bir macera mı olduğuna dair karmaşıklığa ek olarak bunun ayrıntılarını bilmek için bile henüz çok erken. Bunu uygulayan unsurlar, devrimi ilerlettiklerini düşünüyorlarsa bu durumda hesapsız, yanlış ve değersiz bir macera içerisindedirler. Çünkü devrimin doğası, ülkedeki genel durum ne kadar kırılgan veya zayıf olursa olsun Sudan özgür ve demokratik olarak kalmalı, ne pahasına olursa olsun totaliterliğe dönüş olmamalıdır. Çünkü önceki deneyimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bizi bilinmeyene götürecek dördüncü bir askeri deneyime yer yoktur. Darbe, devrimden geri çekilme ruhunu yansıtmayı amaçlıyorsa ve koşulları düzeltme umudunun silahlı kuvvetlerde veya devlet organlarını kontrol etmek isteyen partizan siyasi yöntemlerde olduğunu söylüyorsa bu başlı başına imkânsızdır. Her halükârda herhangi bir darbe girişimi ve onu destekleyen tarafın kişisel başarısızlığından başka bir şey ifade etmez. Ülkemizin koşulları çok zor ve karmaşık olsa da göstergeler tüm zorluklara rağmen ilerleyeceğimize işaret ediyor.”

Askeri deneyim
Abdullah Adem Hatir açıklamasının devamında sivil yönetim koşullarına uyum sağlanması gerektiğini vurguladı:
“Ülkedeki siyasi eylem liderliğinin geleceği, doğal olarak sivil bileşenlere devredilecek. Geleceği inşa etmeye siyasi olarak katkıda bulunmak isteyen bir askeri grup varsa orduyu terk etmelidir. Churchill, Eisenhower ve diğer askeri isimlerin yaptığı gibi doğal bir şekilde sivil koşullara uyum sağlamalıdır. Ancak bu isimler, sivil bir dönüşüm ışığında askeri deneyimlerle ülkelerinde demokrasiye hizmet ettiler. Silahlı kuvvetler, doğal sivil düzende, uluslararası kabul görmüş standartlara uygun olarak sivil otoritenin idaresi altındadır.”
Hatir, Sudan’daki askeri ve sivil bileşenler arasındaki ilişkinin, mesafe ve güvensizlik nedeniyle bozulduğunu ve bu sorunun, devlet organlarındaki uyumsuzluğu ortadan kaldırarak ve bu ilişkiyi sivil ve demokratik bir çerçevede yeniden inşa ederek çözülebileceğini belirtti. Abdullah Adem Hatir ayrıca buna inanmayan ve yeni bir geçiş dönemi kurmak isteyen her askeri grubun başarısızlığa mahkum olduğunu vurguladı.



ABD-Çin rekabetinin terazisindeki Gazze: Trump'ın planı oyunun kurallarını değiştirecek mi?

Al Majalla/AFP
Al Majalla/AFP
TT

ABD-Çin rekabetinin terazisindeki Gazze: Trump'ın planı oyunun kurallarını değiştirecek mi?

Al Majalla/AFP
Al Majalla/AFP

Şerbil Berakat

ABD Başkanı Donald Trump, Gazze Şeridi'ni kontrol altına alıp ‘Ortadoğu'nun Rivierası’na dönüştürme planıyla dünyayı şaşkına çevirdiğinde Çin, bu planı açıkça reddetti ve kapsamlı bir ateşkes ve Gazze Şeridi’nin yeniden inşası çağrısında bulundu. Çin ayrıca, ‘Filistin'i Filistinliler yönetir’ ilkesini ve iki devletli çözümü vurguladı. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, o dönemde “Gazze Şeridi'ni zorla dönüştürmeye çalışmak sadece kaos getirecektir” yorumunda bulundu.

Yaklaşık sekiz ay süren ve ABD Başkanı Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya ‘Gazze’deki işi bitirmek’ için serbest hareket etme hakkı verdiği bu sürecin ardından Trump, Gazze’yi rivieraya çevrime planından vazgeçti. Filistinlileri yerinden etme fikrini de içeren bu planın yerine, ateşkesin sağlanmasını ve daha geniş bağlamda savaşın sona erdirilmesini ve Gazze Şeridi'nin yeniden inşasını amaçlayan, ‘Filistinlilerin bağımsız bir devlet kurma arzularını’ tanıyan ‘20 maddelik plan’ ortaya koydu.

Körfez bölgesinde görev yapan Çinli bir diplomat, özel bir görüşmede bu değişimi ‘hatayı yapanların bunu kendileri düzeltmeye karar verdikleri an’ olarak nitelendirdi. Bu ifade, Pekin'in 7 Ekim 2023'teki saldırıdan bu yana İsrail'in savaşı genişletmesine yardım eden ve ona silah ve siyasi destek sağlayan ülkenin ABD olduğu ve bu yüzden savaşı durdurabilecek tek ülkenin de yine o olduğu şeklindeki tutumunu doğru bir şekilde özetledi. Zira başka bir ülkenin, özellikle de Çin'in, ABD’nin hatalarını düzeltmesi mantıklı değil.

Proaktif girişimler

Çin’in bu tutumları geçici tutumlar değil. ABD’nin tutumu barış sürecinde tarafsız arabulucu rolünden çıkıp İsrail'e kontrolsüz bir taraflı yaklaşıma kayarken, Pekin'in Filistin-İsrail çatışmasına yaklaşımında izlediği ve sürdürdüğü ilkesel tarihi yaklaşımın bir parçasıydı. Bu yorum, Çin'in kaçınılmaz patlamayı öngörmesini sağlamakla kalmadı, aynı zamanda bunu önlemek için proaktif girişimlerde bulunmasını da sağladı. Hamas'ın Gazze Şeridi'ne saldırısından beş ay önce, özellikle 2023 yılının nisan ayında Çin, Suudi Arabistan ile İran arasında uzlaşı için Pekin’de varılan bir anlaşmayla sadece bir ay önce elde ettiği diplomatik ivmeyi kullanarak, İsrail ile Filistinliler arasındaki barış sürecinin yeniden başlatılması için arabuluculuk yapmayı teklif etti. Ancak bu girişim, o dönemde ABD başkanı olan Joe Biden’ın yönetiminin Suudi Arabistan ile kapsamlı bir anlaşma imzalamaya yönelik çabalarına odaklanmış olan İsrail'de yankı bulmadı. Bu anlaşma, Suudi Arabistan'ın Filistin devletinin kurulmasıyla ilişkilendirdiği Riyad ile Tel Aviv arasındaki ilişkilerin normalleşmesini de içeriyordu. Bu girişimi ısrarla sürdüren Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, aynı yılın haziran ayında Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı Pekin'de ağırlayarak, ülkesinin Filistin meselesinin kapsamlı, adil ve kalıcı bir şekilde çözülmesi için çaba göstermeye hazır olduğunu yineledi.

Arapların arkasında konumlandırma

Pekin, 7 Ekim 2023'teki saldırıyı aynı stratejik perspektiften, barış sürecinin başarısızlığının ve uluslararası toplumun işgali sona erdirip Filistinlilerin kendi kaderlerini belirlemelerine olanak sağlamadaki yetersizliğinin canlı bir örneği olarak yorumladı. Çinli stratejistler, bu bağlamda Hamas'ın saldırısını, Filistinlilerle barışın Arap ülkeleriyle bölgesel normalleşme süreci tamamlandıktan sonra ‘bunun bir ilk değil, son olması’ gerektiğine inanan Netanyahu'nun izlediği aşırı stratejik mantığa radikal bir tepki olarak nitelendirdi. Bu bakış açısı, Ortadoğu'yu iç içe geçmiş bölgesel nüfuz ağına dahil ederken karmaşık bir mesele olan Filistin davasını daha sonraki aşamaya erteleyen ABD stratejisiyle yakından bağlantılıydı.

Xinhua Haber Ajansı, Trump'ın planının uygulama ayrıntılarının eksik ve gösterişçiliğin hakim olduğunu düşünerek, Washington'ın Şarm eş-Şeyh zirvesini bölgedeki nüfuzunu yeniden kazanmak için kullanıp kullanmadığını sorguladı.

O dönemde ‘İsrail'in kendini savunma hakkını desteklemek’ ve saldırıya yanıt vermek sloganıyla uluslararası kutuplaşmaartarken, Çin, güvenliğin yeniden tesis edilmesinin barışa doğru ilerlemeyi gerektirdiği ve bunun da kronik Filistin sorununun çözülmesiyle olabileceği şeklindeki Arap ülkelerinin tutumuna uyum sağlamayı tercih etti.

Bu uyum, geçtiğimiz yılın mart ayında Pekin'de düzenlenen Çin-Arap İşbirliği Forumu'nda açıkça görüldü. Toplantının sonuç bildirgesinde, ‘Çin ve Arap ülkeleri arasında Filistin halkının haklarını destekleme ve bölgede barışı sağlamak için birlikte çalışma konusunda tam bir uzlaşı olduğu’ vurgulandı. Bildiri, Gazze Şeridi'ndeki savaşın derhal durdurulması ve iki devletli bir çözümün sağlanması için ciddi çabalar gösterilmesi çağrısında bulunurken, zorla yerinden edilme girişimlerini reddetti.

ABD Başkanı Donald Trump, Japonya'nın Osaka kentinde düzenlenen G20 Liderler Zirvesi'nde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile bir araya geldi, 29 Haziran 2019 (Reuters)ABD Başkanı Donald Trump, Japonya'nın Osaka kentinde düzenlenen G20 Liderler Zirvesi'nde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile bir araya geldi, 29 Haziran 2019 (Reuters)

Çin, Filistin'in konumunu zayıflatan engellerin aşılmasına ciddi bir katkı sağlamak amacıyla Hamas ve Fetih Hareketi (El Fetih) başta olmak üzere 14 Filistinli grubu, geçtiğimiz yılın temmuz ayında ‘Bölünmeyi Sonlandırmak ve Ulusal Birliği Teşvik Etmek için Pekin Deklarasyonu’nu imzalamaya ikna etmeyi başardı. Bu deklarasyon, geçici bir ulusal hükümetin kurulmasını, yeni bir Filistin Ulusal Konseyi için seçimlerin yapılmasını ve İsrail saldırıları karşısında birliğin ilan edilmesini içeriyordu.

Trump planına karşı üç husus

Gazze'deki acımasız katliamlar devam ederken ve uluslararası kamuoyu İsrail'e karşı tavır alırken, Çin, Hamas ve İsrail'in savaşı sona erdirmek için Trump'ın planını kabul etmelerine rağmen tutumunu değiştirmedi. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, planla ilgili yaptığı açıklamada ‘barışı yeniden tesis etmek ve hayatları kurtarmak için gösterilen tüm çabaları’ memnuniyetle karşıladıklarını belirtti, ancak ABD’nin önerisindeki yapısal kusurları vurgulayan üç önemli hususa dikkat çekti. Bunlardan birincisi, insani krizi etkili bir şekilde hafifleten ve bölgesel istikrarı yeniden tesis eden kapsamlı ve kalıcı bir ateşkesin sağlanması için ortak çabalar, ikincisi, Gazze'nin geleceğine ilişkin her türlü düzenlemenin Filistin halkının iradesine saygı göstermesi gerektiği ilkesine dayalı olarak ‘Filistinlilerin kendi kendilerini yönetmesi’ ilkesinin uygulanması ve üçüncüsü, geri adım atmadan iki devletli çözüme bağlı kalınmasıydı. Çin’e göre tarihsel adaletsizlikler ve şiddetin kökleri ancak bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ve Filistinlilerin ulusal haklarının güvence altına alınmasıyla ortadan kaldırılabilir ve Filistinliler ile İsrailliler arasında kalıcı barış ve bir arada yaşama sağlanabilir. Bu üç husus, ABD’nin önerisindeki zayıflıkları, özellikle de bölgenin yönetimini denetleyecek olan Uluslararası Barış Konseyi'ne verilecek yetki sınırları ve kalıcı ateşkesi izlemek ve sürdürmekle görevli uluslararası güçle ilgili belirsizlikleri ele alıyor.

Resmi makamların temkinli tutumunun aksine Çin basını, Trump'ın planına daha açık bir şüpheyle yaklaştı. Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) yayın organı olan Halkın Günlüğü gazetesi, Şarm eş-Şeyh’taki Gazze konulu zirveyi ‘içeriksel olmaktan çok sembolik’ olarak nitelendirdi. Gazze’deki savaşın tarafları olan İsrail ve Hamas'ın zirveye katılmadığına dikkati çeken gazete, ‘Başlıca ilgili tarafları dışlayan hiçbir müzakere kalıcı barışa yol açamaz argümanını ileri sürerken iki devletli çözümü göz ardı etmenin ‘geçici ateşkesleri kırılgan hale getireceği ve her an çökebileceği’ uyarısında bulundu.

ABD Başkanı Donald Trump ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Şarm eş-Şeyh’te düzenlenen Gazze konulu zirveye katıldı, 13 Ekim 2025 (AFP)ABD Başkanı Donald Trump ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Şarm eş-Şeyh’te düzenlenen Gazze konulu zirveye katıldı, 13 Ekim 2025 (AFP)

Çin'in resmi haber ajansı olan Xinhua, Trump'ın planının uygulama ayrıntılarının eksik olduğunu ve gösterişçiliğin hakim olduğunu değerlendirerek, Washington'ın Şarm eş-Şeyh zirvesini bölgedeki nüfuzunu yeniden kazanmak için kullanıp kullanmadığını sorguladı.

Uluslararası güç ve yeniden yapılanma

Çin'in Trump planına yönelik şüpheci yaklaşımı, özellikle de Arap ülkelerinin plandaki boşlukları doldurma çabaları çerçevesinde Pekin'in kendisini bu plandan tamamen soyutlayacağı anlamına gelmiyor.

Mısır'ın eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Muhammed Hicazi, özellikle Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi konuşmasında iki devletli çözümün uygulanması gerektiğine değindiği ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından Gazze'ye uluslararası güçlerin konuşlandırılması için bir karar alınmasını talep ettiği için Çin'in Şarm eş-Şeyh’teki zirvede önerilen çözüm için uygun gördüğü her türlü desteğin önemli ve gerekli olduğuna inanıyor. Çünkü iki devletli çözümün uygulanması ve BMGK’nin bir karar çıkarması talebi, Pekin'in tercih ettiği yaklaşıma uygun ve bu tür harekete uluslararası meşruiyet kazandıracak bir adım.

Gazze’de konuşlandırılması planlanan uluslararası güç BM'nin yetkisi altında faaliyetlerini yürütür ve Filistin'in egemenliğine saygı gösterirse, Çin bu güce anlayış gösterebilir ve hatta destek verebilir.

Hicazi al Majalla’ya yaptığı açıklamada, Mısır’ın Gazze’deki uluslararası güçle ilgili herhangi bir karar önermeden önce Çin ve diğer daimî üyelerle koordinasyon içinde olacağını söyledi. Pekin'in Gazze'nin yeniden inşası için Mısır'ın planını destekleyeceğinden emin olduğunu belirten Hicazi, bu planın önümüzdeki dönemde Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için uluslararası toplumun referans noktası olacağına inanıyor.

Birçok uzman, uluslararası bir güç oluşturmanın başarısının Amerikan planının kaderini belirleyen en önemli faktör olabileceğini vurgularken, Çinli yazar ve uluslararası ilişkiler uzmanı Zhao Zhijun, Çin'in bu güce karşı son derece ihtiyatlı olduğunu ifade ediyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Zhao Zhijun, Gazze’de konuşlandırılması planlanan uluslararası güç BM'nin yetkisi altında faaliyetlerini yürütür ve Filistin'in egemenliğine saygı gösterirse, Çin bu güce anlayış gösterebileceğini ve hatta destek verebileceğini, ancak önerinin ABD tarafından yönlendirilmesi ve BM’nin yetkisi altında olmaması halinde Pekin'in bunu, ABD'nin Ortadoğu'daki nüfuzunu genişletmeyi amaçlayan yeni bir aracı olarak göreceğini belirtti.

Çin'in Mısır liderliğindeki gücün kurulmasına karşı çıkmayacağını, fakat açıkça destek vereceğini de açıklamayacağını düşünen Zhao Zhijun, Pekin'in temkinli tavrının, kasım ayında yapılması planlanan Kahire yeniden inşa konferansında daha büyük bir rol oynamak da dahil olmak üzere, gelecekte manevra alanı bırakma isteğini yansıttığını söyledi.

ABD’nin ‘geri dönüşü’ ve jeopolitik rekabet

Öte yandan gözlemciler ve uzmanlar, Çin'in Filistin meselesindeki güçlü konumuna olan güvenine rağmen, ABD ile arasındaki jeopolitik rekabetin yoğunlaştığı bir dönemde Trump'ın Gazze’deki savaşı sona erdirme planının ve Pekin’in davet edilmediği Şarm eş-Şeyh’teki zirvesinin, Kuşak ve Yol Girişimi'nin stratejik merkezi olarak kabul edilen bölgedeki diplomatik ve siyasi nüfuzunun sınırlı olduğunu gösterdiğinden Pekin için endişe kaynağı olup olmadığı konusunda görüş ayrılığı içindeler. Çin’in son birkaç yıldır bu bölgeye muazzam ekonomik ve siyasi kaynaklar aktardığı biliniyor.

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Çin'in Pekin kentindeki Büyük Halk Sarayı'nda, 18 Temmuz 2017 (Reuters)Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Çin'in Pekin kentindeki Büyük Halk Sarayı'nda, 18 Temmuz 2017 (Reuters)

Diğer gözlemciler ve uzmanlar ise Trump'ın Netanyahu'ya sınırsız desteği, uluslararası ve Amerikan kamuoyunun Filistinliler lehine değişen tutumu ve İsrail'in Doha'ya hava saldırısı düzenlemesinin ardından Körfez ülkeleri için ABD'nin güvenlik şemsiyesine dair artan şüphelerin, Trump'ı tutumunu düzeltmek ve Arap ülkelerinin güvenini geri kazanmak için belirsiz bir hamle yapmaya ittiğini düşünüyor. Ayrıca Trump'ın önerdiği planın yakında çökecek gösterişli bir jestten ibaret olduğu, çelişen çıkarların ağırlığı ve bölgede barış için net bir Amerikan vizyonunun olmaması nedeniyle er ya da geç çökeceğini belirtiyorlar.

Suudi Arabistan, Çin'in İslamabad'ın başlıca silah tedarikçisi olduğu ve Pekin'in bölgesel güvenlikte giderek daha etkili bir aktör haline geldiği bir dönemde Pakistan ile savunma anlaşması imzaladı.

Bu ikinci görüşü savunanlar arasında, Batı Asya ve Afrika Araştırmaları Enstitüsü'nün kıdemli araştırmacısı ve Çin Sosyal Bilimler Akademisi Siyaset Bilimi Bölümü direktörü Dr. Tang Zhichao da bulunuyor. Dr. Tang Zhichao, Al Majalla’ya yaptığı açıklamada, Trump'ın barış planını önermesinin ve Şarm eş-Şeyh’te Gazze konulu zirvenin düzenlenmesinin, bir dereceye kadar Trump’ın Nobel Barış Ödülü'nü kazanma hırsını körükleme girişimi ve İsrail'in Katar'a saldırısının ardından bölgeyi, özellikle de Arap Körfez ülkelerini saran panik ve öfkeye karşı atılmış bir adım olduğunu sbelirtti.

Çin Ortadoğu Araştırmaları Derneği Başkan Yardımcılığı ve Genel Sekreterliği görevi gören Dr. Tang, Trump'ın planının Amerikan hegemonyasına dönüşün başlangıcı olduğu yönündeki söylemlerin oldukça şüpheli olduğunu ifade etti. Dr. Tang’a göre Trump'ın savaşı teşvik ederken birdenbire kendini barış elçisi olarak ortaya atması onun gerçek niyetleri ve planının gerçekçiliği hakkında soru işaretleri yarattı.

‘Büyük İsrail Planı'nın ortaya çıkmasının ve Tel Aviv'in bölgesel düzeni yeniden şekillendirme çabalarının, Trump'ın İsrail'e sınırsız desteğinin doğrudan bir sonucu olduğunu belirten Dr. Tang, “Bu yaklaşım, ABD’nin bölgedeki konumunu zayıflatmaktan başka bir işe yaramayacak” değerlendirmesinde bulundu. Dr. Tang, buna karşın Çin'in ‘bölgesel güvenliğin destekçisi ve kurucusu olarak rolünü ve Arap ülkelerini barış ve kalkınmada ortaklar olarak görmesini’ Çin'in Ortadoğu'daki güvenilirliğini ve siyasi ve güvenlik alanındaki etkisini benzeri görülmemiş bir şekilde artırdığını söyledi.

Pekin'deki Diaoyutai Devlet Konukevi'nde Çin-Arap İşbirliği Forumu'nun 10. Bakanlar Toplantısı'nın açılış töreni öncesinde çekilen hatıra fotoğrafı, 30 Mayıs 2024 (AFP)Pekin'deki Diaoyutai Devlet Konukevi'nde Çin-Arap İşbirliği Forumu'nun 10. Bakanlar Toplantısı'nın açılış töreni öncesinde çekilen hatıra fotoğrafı, 30 Mayıs 2024 (AFP)

Öte yandan Pekin'deki Yabancı Diller Okulu'nda Arapça çalışmaları profesörü olan Dr. Yu Mai, tamamen farklı bir yaklaşım sergiliyor. Dr. Yu, Trump'ın planını ABD'nin Ortadoğu'daki rolünün geri dönüşüyle ilişkilendirmenin, Çin ve ABD'nin bölgesel angajman modelleri arasındaki temel farkı vurguladığını düşünüyor. Dr. Yu’ya göre Washington geleneksel güvenlik ittifaklarına ve siyasi müdahaleye dayanırken, Çin ekonomik entegrasyon, kalkınma iş birliği ve büyük güçlerin karakteristik diplomasi yoluyla tamamlayıcı bir rol oynuyor.

Al Majalla’ya konuşan Dr. Yu, ekonomi ve güvenlik alanlarında Çin'in bölgedeki rolünün sınırlı olmadığını, aksine Batı hegemonyası çerçevesinde Çin'in rolünü değerlendirmek yanlış bir algı olduğunu göz önünde bulundurarak, etkinliği kademeli ve pratik bir şekilde yeniden tanımladığını kaydetti. Çin’in sıfır toplamlı oyunları reddettiğini ve nüfuzunun, kalkınma yoluyla istikrarı teşvik eden ve diyalog yoluyla anlaşmazlıkları çözen uzun vadeli stratejisinde açıkça görüldüğünü belirten Dr. Yu, bunun bölgesel güvenlik sistemine önemli bir katkı sağladığını, onun bir alternatifi olmadığını vurguladı.

Çin uzmanı Tamara Birru, Çin'in Ortadoğu'nun ABD'nin oyun alanı olduğunu ve bölgedeki ülkelerin Washington'ı asla terk etmeyeceğini çok iyi bildiğini söyledi. Bu yüzden Çin’in enerji güvenliği ve Kuşak ve Yol Girişimi için Ortadoğu'nun önemini göz önünde bulundurarak, bölgede ABD ile rekabet etmek istemediği ve Washington'ı kızdırmaya gerek duymadığı değerlendirmesinde bulunan Birru, Çin’in bunun yerine Ortadoğu ülkeleriyle ekonomik ilişkileri güçlendirmeye ve ortak askeri tatbikatlar ve eğitimler yoluyla güvenlik ve askeri varlığını sürdürmeye odaklandığını belirtti.

Bu arada Çin Devlet Başkan Yardımcısı Han Zheng, Şarm eş-Şeyh’teki Gazze konulu zirvenin ardından, başta Körfez ülkeleri olmak üzere Çin ile Arap ülkeleri arasındaki iş birliğinden geri adım atılmayacağını vurgulamak amacıyla Suudi Arabistan'da başlayan ve Kuveyt ile Katar'ı da kapsayan Körfez bölgesinde siyasi ve ekonomik bir resmi tur gerçekleştirdi.

Birçok Çinli uzman, Trump'ın Gazze'den başlayarak Ortadoğu'yu ABD'nin çıkarlarına göre yeniden şekillendirme planının başarılı olup olmayacağına bakılmaksızın, Batılı meslektaşlarının bölgedeki Çin stratejisine ilişkin değerlendirmelerinin geleneksel çerçevelerle sınırlı kaldığına inanıyor. Bu değerlendirmeler, Pekin'in rolünü güvenlik konusunda bedavacılık yapmak ve Washington ile stratejik rolleri paylaşmakla sınırlandırıyor, yani güvenlik yönetimini Amerikalılara bırakıp karşılığında Çin'in ekonomik kazançlara yatırım yapmasını öngörüyor. Ancak bu yorumlar, Çin’in güç araçlarındaki temel değişiklikleri göz ardı ediyor. Zira bu araçlar, bölgesel güç dengesini yeniden şekillendirebilecek dolaylı güvenlik boyutlarını da içerecek şekilde genişledi. Çin’in İslamabad’ın başlıca silah tedarikçisi ve en yakın askeri ortağı olduğu bir dönemde Suudi Arabistan’ın Pakistan ile ortak savunma anlaşması imzalaması, bunun bir örneğiydi. Bu durum, Pekin'i dolaylı da olsa bölgesel güvenlik denkleminde giderek daha etkili bir aktör haline getirirken, ABD geleneksel güvenlik rolüne olan güveni yeniden tesis etmekte zorlanıyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Hamas: Direniş grupları, İsrail'in ateş altında yeni gerçekler dayatmasına izin vermeyecek

Hamas, direnişin tüm kesimlerinin ateşkes anlaşmasına bağlı olduğunu bildirdi. (Reuters)
Hamas, direnişin tüm kesimlerinin ateşkes anlaşmasına bağlı olduğunu bildirdi. (Reuters)
TT

Hamas: Direniş grupları, İsrail'in ateş altında yeni gerçekler dayatmasına izin vermeyecek

Hamas, direnişin tüm kesimlerinin ateşkes anlaşmasına bağlı olduğunu bildirdi. (Reuters)
Hamas, direnişin tüm kesimlerinin ateşkes anlaşmasına bağlı olduğunu bildirdi. (Reuters)

Hamas bugün yaptığı açıklamada, anlaşmaya sorumlu bir iradeyle bağlı kalan ve bağlılığını sürdüren tüm direniş gruplarının ‘düşmanın ateş altında yeni gerçekler dayatmasına izin vermeyeceğini’ belirtti.

Hamas tarafından yapılan basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Gazze Şeridi'ndeki halkımıza karşı yapılan hain saldırılar, İsrail'in ateşkes anlaşmasını baltalamak ve zorla yeni denklemler dayatmak niyetinde olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Amerikan hükümetinin Netanyahu'nun faşist hükümetine suçlarını sürdürmesi için siyasi koruma sağlaması da buna yardımcı oluyor.”

Şarku’l Avsat’ın Filistin Enformasyon Merkezi'nden aktardığı basın açıklamasında, “ABD yönetiminin işgali destekleyen taraflı tutumu, çocuklarımızın ve kadınlarımızın kanının dökülmesinde fiili bir ortaklık ve saldırganlığın devamı için doğrudan bir teşviktir. İşgalci güçler, bu tehlikeli adımın, bunun pratik ve siyasi sonuçlarının ve Trump'ın planını ve ateşkes anlaşmasını bozma girişiminin tüm sorumluluğunu taşımaktadır” denildi.

Açıklamanın devamında, “Dünya, çocuklarımızın ve kadınlarımızın kanının ucuz olmadığını ve anlaşmaya sorumlu bir iradeyle bağlı kalan ve bağlılığını sürdüren tüm direniş gruplarının, düşmanın ateş altında yeni gerçekler dayatmasına izin vermeyeceğini anlamalıdır” ifadesi yer aldı.

Hamas, ‘arabulucular ve garantörlerin söz konusu saldırgan adım karşısında tüm sorumluluklarını üstlenmelerini ve işgalci hükümete katliamları durdurması ve anlaşmanın şartlarına tam olarak uyması için acil baskı uygulamalarını’ istedi.


Irak'ta nüfuz mücadelesini kim kazanacak: ABD mi, İran mı?

 Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Bağdat'ta Irak Silahlı Kuvvetleri ve ABD öncülüğündeki Koalisyon'dan üst düzey yetkililerle bir toplantıya başkanlık ediyor
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Bağdat'ta Irak Silahlı Kuvvetleri ve ABD öncülüğündeki Koalisyon'dan üst düzey yetkililerle bir toplantıya başkanlık ediyor
TT

Irak'ta nüfuz mücadelesini kim kazanacak: ABD mi, İran mı?

 Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Bağdat'ta Irak Silahlı Kuvvetleri ve ABD öncülüğündeki Koalisyon'dan üst düzey yetkililerle bir toplantıya başkanlık ediyor
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Bağdat'ta Irak Silahlı Kuvvetleri ve ABD öncülüğündeki Koalisyon'dan üst düzey yetkililerle bir toplantıya başkanlık ediyor

Selam Zeydan

Irak, Amerika Birleşik Devletleri ve İran arasında tırmanan bir mücadeleye tanık oluyor. Washington, Saddam Hüseyin rejiminin yerine geçecek mevcut siyasi sistemi kurduktan sonra nüfuzunu kaybederken, Tahran’ın giderek nüfuzunu artırdığına inanıyor. Washington, Iraklı siyasi güçlerin bir sonraki başbakanın seçiminde İran etkisinden kurtulmak ve silahlı milis grupları siyasi karar alma süreçlerinden uzaklaştırmak için çalışmalarını istiyor.

Son olarak, Washington'un Haşdi Şabi yasasındaki değişikliğin veto edilmesi için baskı uygulamasının ardından Irak sahnesi üzerindeki etkisi açıkça belirginleşti. Meclis Başkanı Mahmud el-Meşhedani, Iraklı siyasi güçlerin Haşdi Şabi yasasındaki değişikliği meclisten geçirmeyerek Amerikan baskısına boyun eğdiğini açıkladı. Meşhedani, baskının siyasi yaptırımlar uygulamayı, siyasi sisteme verilen desteği geri çekmeyi, petrol gelirleri üzerindeki korumayı kaldırmayı, Haşdi Şabi'yi hedef almayı ve İsrail'in Irak topraklarına doğrudan saldırılar düzenlemesine izin vermeyi içerdiğini belirtti.

Ancak, Amerikan tarafıyla yapılan görüşmelerle ilgili bilgi sahibi olan Iraklı siyasi liderler, al-Majalla'ya, yeni Amerikan stratejisinin, çeşitli bakanlıklarda bakanlık düzeyindeki Iraklı yetkililere ve genel müdürlere yaptırımlar uygulayarak ve Irak hükümetinin karar alma süreçlerindeki etkilerini ortadan kaldırarak, İran'ın siyasi sistem içinde dayandığı derin devleti hedef almak olduğunu vurguladılar. Yaptırımlara tabi olan tüm yetkililerin bir sonraki aşamada görevlerinden alınması gerektiğini belirttiler.

ABD'nin Iraklı kurumlara yönelik yaptırımları 2023 yılında yoğunlaşmaya başladı ve İran'ın kendisine uygulanan yaptırımları atlatmasına yardımcı olma gerekçesiyle,100'den fazla şirket ve kişiye yaptırım uygulandı. En son yaptırımlar, Haşdi Şabi’ye bağlı el-Mühendis Şirketi'nin yanı sıra, Haşdi Şabi Komisyonu Başkanı Falih Feyyad, Egemenlik İttifakı Başkanı Hamis el-Hancer ve Asaib Ehli’l Hak'ın siyasi kolu olan Sadıkun Hareketi Başkanı Kays el-Hazali'yi hedef aldı.

Kaynaklara göre Washington bu önlemlerin, İran nüfuzunu azaltabilecek ve milis grupların rolünü sınırlayabilecek yeni Batı yanlısı siyasi güçler yaratarak, İran nüfuzunun 2012 öncesi seviyelerine geri dönmesinin önünü açtığına inanıyor. Bu ise yaklaşan parlamento seçimlerinin sonuçlarına bağlı.

DEAŞ’ın ülkenin üçte birini ele geçirdiği 2014 yılından sonra İran'ın Irak'taki etkisi arttı. O dönemde Irak hükümeti, Irak güçlerini eğitmeleri için İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah'tan danışmanlar görevlendirdi. İran silah depoları Iraklı milis gruplara açıldı ve daha sonra Irak hükümeti silahların parasını ödedi. Irak'ın üçte birini ele geçirip Bağdat'ın dış mahallelerine ulaşan DEAŞ ile mücadele etmek için sivil gönüllülerden ve çeşitli örgütlerden oluşan Haşdi Şabi Güçleri adlı özel bir birim kuruldu.

ABD'nin Iraklı kurumlara yönelik yaptırımları, 2023 yılında yoğunlaşmaya başladı ve İran'a uygulanan yaptırımları atlatmasında yardımcı olma gerekçesiyle 100'den fazla şirket ve kişiyi hedef aldı

Kaynaklar, ABD Başkanı Donald Trump'ın Irak'a özel temsilci olarak Mark Savaya'yı atamasının Iraklı fraksiyonların rolünü sona erdirmeyi, Devrim Muhafızları Ordusu'nun Bağdat'taki ekonomi ofisini kapatarak İran'ın etkisini azaltmayı, aynı zamanda ABD'nin ekonomik, siyasi ve güvenlik alanındaki nüfuzunu güçlendirmeyi amaçladığını belirtti.

Irak kökenli olan Savaya, Arapça konuşuyor ve Başbakan Muhammed Şiya Sudani ile yakın bağları bulunuyor. Hizbullah Tugayları tarafından kaçırılan İsrailli araştırmacı Elizabeth Tsurkov'un serbest bırakılması için yürütülen müzakereleri de o yönetti. Savaya’nın görevi, önümüzdeki dönemde Hizbullah Tugayları, Asaib Ehli’l Hak, Nuceba Hareketi ve Seyyid el-Şüheda Tugayları gibi milis gruplarını Irak güvenlik sahasından uzaklaştırmaya odaklanmak olacak. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Savaya özellikle son haftalarda Iraklı fraksiyonlar ile duyurulmamış bir anlaşmayı hayata geçirmeyi başardı. Bu anlaşma, ABD ve İsrail'in, Tsurkov'un serbest bırakılması karşılığında, bu fraksiyonların Iraklı liderleri ve hatta Irak’taki misafir liderlerini hedef almayacağını öngörüyordu.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, İran destekli milislerin faaliyetlerinin devam etmesinin ülkenin egemenliğini zayıflattığını belirtti.

Rubio, “Irak'taki İran destekli milisler hem Amerikalıların hem de Iraklıların hayatlarını ve işlerini tehdit ediyor ve Tahran'ın çıkarı için Irak kaynaklarını yağmalıyor” dedi. Washington'un bu fraksiyonların silahsızlandırılmasını iç istikrarı korumak için hayati bir adım olarak gördüğünü vurguladı.

İran'ın tavrı

Ancak diğer yandan İran, Irak sahasındaki Amerikan hamleleri karşısında kayıtsız kalmadı. Tahran şu anda stratejisini değiştirmek, milis grupları Washington ile doğrudan çatışmaktan uzaklaştırmak ve Irak'taki nüfuzunu kaybetmesini önlemek için çalışıyor.

Iraklı Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne yol açan ABD hava saldırısını kınamak için Bağdat'ta düzenlenen yürüyüşte bayraklarını sallıyor, 31 Temmuz (AFP)Iraklı Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne yol açan ABD hava saldırısını kınamak için Bağdat'ta düzenlenen yürüyüşte bayraklarını sallıyor, 31 Temmuz (AFP)

Aynı kaynaklar, İran'ın Irak dosyasına yaklaşımını yakın zamanda yeniden yapılandırdığını açıkladı. Bu kapsamda Kasım Süleymani'nin ölümünün ardından son yıllarda Irak hükümetlerinin kuruluşunda önemli rol oynayan Lübnan Hizbullah'ını, İsrail ile savaşta karşılaştığı zorluklar ve liderlerinin çoğunu kaybetmesi nedeniyle sahneden uzaklaştırdı. Yine İran, Iraklı fraksiyonlar ve siyasi oluşumlar ile temas halinde olan liderleri de değiştirdi. Bunlar, Irak'taki stratejisini, ABD ve İsrail ile doğrudan çatışmadan bazı milis grupları çekerek ve Irak içinde gerginliği önlemek için siyasi boyuta odaklanarak yeniden kalibre etme yönünde atılan ciddi adımlar. Kaynaklar, Irak dosyasının halen İsmail Kaani'nin sorumluluğunda olduğunu, ancak komutası altında çalışan ve Irak güçleriyle iletişim kuran tarafların son zamanlarda değiştiğini teyit etti.

İran'ın, kendisine uygulanan Amerikan ve Batı yaptırımlarını atlatmak için kritik bir alan olan Irak'ı kaybetmek istemediğine de dikkat çeken kaynaklar, İran’ın nüfuzunun bir kısmını ABD'ye devredeceğini belirtti. Ayrıca İran’ın, Washington ve Tahran arasında bir anlaşma yoluyla bir sonraki Irak başbakanının seçiminde dengeyi korumayı ve Tahran'ın Adil Abdulmehdi'yi tek taraflı olarak başbakan seçip siyasi kaosa yol açtığı deneyimin tekrarlanmasını önlemek istediğini de ifade etti.

Kaynaklar, İran İslam Cumhuriyeti'nin Dini Lideri Ali Hamaney'in geçen hafta İsmail Kaani aracılığıyla Iraklı siyasi güçlere bir mesaj göndererek, “Koordinasyon Çerçevesi”ni dağıtmamaları ve pozisyonlarını birleştirmeleri çağrısında bulunduğunu belirtti. Hamaney, başbakanlık konusunda en uygun adayı desteklemek için yaklaşan Irak parlamento seçimlerinin sonuçlarını bekliyor. İran için bu adayın yalnızca “Koordinasyon Çerçevesi” kapsamındaki güçlerden olması gerekiyor. Bu husus, ABD ile bağlantıları olan bazı Iraklı politikacıların bir sonraki aşama için kendilerini tanıtmak amacıyla yürüttükleri mekik diplomasisi göz önüne alındığında özellikle önemli.

İran, son yıllarda Kasım Süleymani'nin ölümünün ardından Irak hükümetlerinin kuruluşunda önemli bir rol oynayan Lübnan Hizbullah'ını sahneden uzaklaştırarak Irak siyasi ortamını yeniden yapılandırmaya çalışıyor

 Ancak, Başbakan'a yakın bir Iraklı politikacı olan İbrahim el-Sumeyd’i, bir sonraki Irak başbakanının, tek bir şart koşan ABD Başkanı Donald Trump'ın güvenini kazanacak kişi olacağını belirtti. O şart ise Irak'taki milis gruplar dosyasının kapatılması. Iraklı politikacı, 7 Ekim 2023'ten bu yana yaşanan büyük değişikliklerin ardından İran ekseninin bölgede etkisiz hale geldiğine işaret etti.

Kaynaklar, ABD'nin, İran'a yakınlıkları nedeniyle terör örgütü olarak tanımlanan bazı güçleri uzaklaştırarak Şii siyasi güçlerini dağıtmaya çalıştığını belirtti.

Irak, Bağdat'taki Irak Parlamentosu, 7 Şubat 2022 (Reuters)Irak, Bağdat'taki Irak Parlamentosu, 7 Şubat 2022 (Reuters)

Veriler, Irak arenasında ABD ile İran arasındaki mücadelenin tırmanabileceğini gösteriyor. Bu durum, parlamentoda sandalye sahibi Şii siyasi güçlerin yeni hükümetin kurulmasına katılmalarının engellenmesi durumunda, güvenlik alanında huzursuzluklara yol açabilir. Bu senaryo 2021’de, seçimlerin galibi Mukteda es-Sadr İran destekli Koordinasyon Çerçevesi’ne katılmayı reddedip hükümeti tek taraflı olarak kurmaya çalıştığında yaşananları hatırlatıyor. İki taraf arasında silahlı çatışmalar yaşanmış ve sonunda Sadr siyasi süreçten resmen çekilmişti.

Ünlü siyasetçi İzzet el-Şabender, Haşdi Şabi’nin dağıtılması yönündeki Amerikan taleplerini yerine getirmenin, bu eyleme kalkışacak herhangi bir hükümetin 24 saat içinde devrilmesine yol açacağını belirtti. Bu adımın kolay olmadığını belirten Şabender, Haşdi Şabi'nin Amerikan çıkarlarına bir tehdit oluşturmadığının ve dağıtılmasının İsrail'in bir talebi olduğunun düşünüldüğünü belirtti.

Şabender, İsrail'in ülkelerin içişlerine müdahalesi nedeniyle Irak'ın geleceğinde istikrar olmadığını belirterek, Koordinasyon Çerçevesi ittifakının iki cepheye bölünmesinin, Şiiler için büyük bir kayba yol açacağını kaydetti.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.