Avustralya’nın ABD ve Birleşik Krallık ile 15 Eylül’de AUKUS anlaşması imzalaması ve Fransa ile daha önceden vardığı denizaltı anlaşmasını iptal etmesinin ardından Paris ve Washington arasında kriz patlak verdi. Biden ve Macron arasında önceki gün gerçekleşen telefon görüşmesi, beklendiği gibi iki ülke arasında yaşanan gerilimin durdurulmasına katkıda bulundu. Bilindiği gibi Paris, Washington'a karşı eşi görülmemiş bir diplomatik kampanya başlattı; Washington ve Canberra'daki büyükelçilerini geri çağırdı, önceden planlanan toplantıları iptal etti ve Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın ağzıyla taraflara ağır suçlamalarda bulundu. Paris, konuya ilişkin “arkadan bıçaklanma, güven anlaşmalarının ihlali, taahhütlere saygısızlık ve müttefikler ile ortaklar arasındaki dayanışmanın ihlali” gibi ifadelere yer verdiği açıklamalarda bulundu.
Avrupa Birliği'ni arkasında durması için çabalarını seferber eden Paris, son yaşananlara atıfta bulunarak zorluğun sadece Fransa için olmadığını Avrupa bloğu için bir bütün olarak zorluk olduğunu vurguladı. Fransa, ABD yönetiminin Afgan dosyasındaki performansından doğan hayal kırıklığının ardından, "Avrupa savunması" ve "stratejik bağımsızlığa" yönelik çabaları hızlandırma çağrısında bulundu.
ABD ve Fransa dışişleri bakanları arasındaki görüşmeyi takiben Biden-Macron arasında gerçekleşen telefon görüşmesinin ardından iki ülke arasındaki gerilim son bulmuş gibi görünüyor. Elbette işler 15 Eylül'den önceki haline dönmedi, ancak Paris'teki Avrupalı diplomatik kaynaklara göre iki şeye bağlı olarak yeni bir dönüm noktasına girildi. Birincisi, gerilimin devam etmesinde hiçbir tarafın menfaati yok; çünkü bu gerilim Atlantik İttifakı içindeki uyumu baltalıyor ve Avrupa Birliği içinde çatlaklara neden oluyor. İkincisi, Paris'in sahip olduğu caydırıcı kartlar; bunlardan en önemlisi, 1966'da General de Gaulle'ün yaptığı gibi NATO'dan veya en azından birleşik askeri komutanlıktan ayrılmak. Dolayısıyla Fransız tepkisi, sesi yükseltmek ve öfkeyi ifade etmek üzerine kuruluydu. Denizaltı anlaşmasının iptal edilmesinden sonraki öfke, mümkün olan en az öfkeydi. Ama görünüşe göre politik gerçekçilik özellikle Amerika ile olan ilişkilerde geri dönüşü olmayan bir noktaya girilmesi korkusuyla bu öfkenin fazla sürdürülmemesini sağladı. Fransız fırtınasının dinmesi için bazı Amerikan "tavizleri" gerekliydi. Biden Fransız meslektaşına bu tavizleri sağladı. Bu tavizlerin ardından Macron'un elde ettiği 4 şey: Birincisi, Amerikan tarafı bir anlamda suçluluğu kabul etti. Çünkü yapılan ortak açıklamada müttefikler ve ortaklar arasındaki açık stratejik istişarelerin “mevcut durumu, yani krizi önleyebileceği” belirtildi. Biden ayrıca bu istişareye "kalıcı olarak" saygı duymayı taahhüt etti. Bu inandırıcı bir özür olarak kabul edilebilir. İki taraf, kaybedilen güveni yeniden tesis etmek için "derinlemesine istişareler" süreci başlatma konusundaki kararlılıklarını dile getirdi. Bu, Paris'in Washington büyükelçisini yeniden geri göndermesini kolaylaştırdı ve iki taraf önümüzdeki ayın sonunda Avrupa'da bir zirvede buluşmak üzere mutabık kaldı. İkincisi, Biden'ın Paris ve Avrupa Birliği'nin iki çevre bölgeye müdahil olmasının "çok önemli" olduğunu kabul etmesidir. Bunun daha az diplomatik bir dille ifadesi, Washington'un Avrupalıların çıkarlarını ve dolayısıyla onların mevcut veya gelecekteki prosedür ve düzenlemelerin bir parçası olma ihtiyacını dikkate alması gerektiğidir. Üçüncüsü Baden'in Atlantik'in her iki yakasında güvenliği sağlamaya olumlu katkıda bulunan ve İttifak'ın rolünü tamamlayan daha güçlü ve daha verimli bir Avrupa savunmasına duyulan ihtiyacın kabul edilmesidir. Dördüncüsü ise Biden, "Avrupa ülkeleri özellikle Fransa tarafından Sahel'de yürütülen terörle mücadele operasyonlarına ABD desteğinin artırılması" taahhüdünde bulundu. Paris, kuzey Nijer'deki Barkhane operasyonu ve Avrupa komando birliklerinden oluşan Takuba kuvvetinin bugüne kadarki operasyonları çerçevesinde Fransızlara istihbarat ve lojistik destek sağlayan bir hava üssünde konuşlu insansız hava araçlarını ve uçaklarını Washington'un geri çekmesinden korkuyordu. Açıkçası bu meselede tüm bölümler çözüme kavuşmuş değil. Özellikle Avustralyalı tarafın Fransız ortağına nasıl davrandığını ve kendisi hakkında nasıl bilgi sakladığını gösteren bilgilerin açığa çıkmasından sonra Paris ve Kanberra arasındaki yabancılaşma hâlâ aynı. Nitekim Fransız kaynakları, Avustralya Savunma Bakanlığı'nın denizaltı sözleşmesinin feshedildiğinin duyurulmasından birkaç saat önce, Fransız Deniz Grubu ortaklığının planlarında kaydedilen ilerlemeden "memnuniyetini" dile getirdiğini bildirdi. Fransız büyükelçisi Washington'a dönerken Kanberra büyükelçisi geri dönmedi. Fransız endişesi ise bugün Avustralya'nın sözleşmenin feshi karşılığında ödemek zorunda olduğu tazminat üzerine odaklandı. Ancak mesele tamamen ticari değil; Paris, kendisini bir buçuk milyon Fransız vatandaşının yaşadığı 11 milyon kilometrekareden fazla özel bir ekonomik bölgede aktif bir taraf haline getirecek uzun vadeli bir "stratejik ortaklık" kurmak için iki tarafı elli yıl süreyle bağlayacak sözleşmeye bel bağlamıştı. Paris, Avustralya ile yaşanan gerilimin ardından, "Rafale" uçaklarının filolarını satın aldığı ve stratejik ortaklık kurabileceği Yeni Delhi'ye yakınlaşıyor.
Ne var ki sağ ve sol cenahtan sert bir eleştiri dalgasına maruz kalan Cumhurbaşkanı Macron bu sayfayı çevirmenin yollarını acele bir şekilde bulmak zorundadır. Macron’a yakın isimlere göre, önümüzdeki haftalarda odak noktası Avrupa gücünü inşa etmeye çalışmak olacak. Bunda kendisine yardımcı olacak olan, ülkesinin Ocak 2022'den itibaren 6 ay süreyle Avrupa Birliği'ne başkanlık edecek olması. Bu cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olduğu tarihe denk gelecek. Merkel'in siyaset sahnesinden çekilmesi ve Brexit nedeniyle Boris Johnson'ın AB’den ayrılmasının ardından, Macron Avrupa'nın en önde gelen ismi olarak kabul edilebilir. Macron’un Avrupa entegrasyon planını ilerletmek için bu yeni gerçekliği bir başlangıç noktası olarak kullanacağına hiç şüphe yok. Bu entegrasyonun bileşenleri arasında birleşik Avrupa gücü ve stratejik bağımsızlık yani Avrupa'nın Amerikan katılımı olmadan çıkarlarını savunma yeteneği yer alıyor.
Naval Group, Avustralya'ya denizaltı sözleşmesinin feshi için bir fatura gönderdi. Naval Group Yönetim Kurulu Başkanı Pierre-Eric Pomlet tarafından "Le Figaro" gazetesine yapılan açıklamaya göre Fransız sanayi grubu, 12 Fransız denizaltısının satın alınması için yapılan büyük sözleşmenin feshedilmesinden sonra Avustralya'ya "tahakkuk eden maliyet ve gelecekteki maliyet" konusunda "rakamlarla ayrıntılı bir teklif" göndermeyi planlıyor.
Toplam sözleşme değeri, imzalandığında 50 milyar Dolar (31 milyar €) idi. Programın uzamasının ardından enflasyon farkı ile 90 milyar dolara ulaştı.
Bu, bir Fransız sanayi grubu veya Avustralya için en büyük savunma ekipmanı sözleşmesiydi. Fransa bu anlaşmayı "yüzyılın anlaşması" olarak nitelendirdi. Fransız basınının aktardığına göre Pomlet gazeteye verdiği demeçte, "Sözleşmenin iptali kararı bize önceden uyarı yapılmadan duyuruldu" dedi.
Pomlet, "Donanma Grubundan, türünün en yeni nesli olan Barracuda sınıfı saldırı nükleer denizaltılarını Avustralya'ya teklif etmesi asla istenmedi. Böyle bir konu ancak devletin en üst düzeyinde ele alınabilir.” açıklamasında bulundu.-
Biden'ın verdiği ‘tavizler’ Fransa-ABD krizinde tansiyonu düşürüyor
Biden'ın verdiği ‘tavizler’ Fransa-ABD krizinde tansiyonu düşürüyor
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة