Hizbullah’ın Lübnan’a soktuğu İran petrolü propagandadan ibaret

Hizbullah muhalifleri, İran’ın mazot sevkiyatını eleştirdi: Seçim hedefleri için partizan bir propaganda. Her İran gemisi, yalnızca 5 günlük pazar ihtiyacını karşılıyor

Araba ve motosiklet sahipleri, 23 Eylül’de Beyrut’ta bir benzin istasyonunun önünde bekliyor (DPA)
Araba ve motosiklet sahipleri, 23 Eylül’de Beyrut’ta bir benzin istasyonunun önünde bekliyor (DPA)
TT

Hizbullah’ın Lübnan’a soktuğu İran petrolü propagandadan ibaret

Araba ve motosiklet sahipleri, 23 Eylül’de Beyrut’ta bir benzin istasyonunun önünde bekliyor (DPA)
Araba ve motosiklet sahipleri, 23 Eylül’de Beyrut’ta bir benzin istasyonunun önünde bekliyor (DPA)

Hizbullah’ın geçen hafta başlayan kayıtdışı ve kaçak İran mazotu ithalat sürecini pazarlamak için yürüttüğü propagandanın aksine sahadaki sonuçlar, bu adımın Lübnan’da büyüyen akaryakıt krizine bir çözüm olarak yansımayacağını gösteriyor. Lübnanlı taraflara göre akaryakıt kaçakçılığının amacı açıkça seçim propagandası.
Benzin İstasyonu Sahipleri Sendikası üyesi George el-Barraks, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada “Lübnan’da mazot ihtiyacının, 2020 yılındaki tüketim oranına göre, günde 7 buçuk milyon litre olduğu tahmin ediliyor. Lübnan’a ulaşacak her İran mazot gemisi yaklaşık 40 milyon litre taşıyacak ve dolayısıyla, mevcut bilgilere göre Hizbullah, günde yaklaşık 3 milyon litre dağıtım yapıyor. Yani bu, yakıta susamış Lübnan pazarında oldukça küçük bir boşluğu dolduran bir miktardır. Ama denklemde hiçbir şeyi değiştirmez ve kötüleşen krizi sona erdirmez” ifadelerini kullandı.
Bu sayılara göre her İran gemisinin, Lübnan pazarının yaklaşık 5 günlük ihtiyacını karşılayabildiği görülüyor. Kendisine bağlı medya organlarının yaptığı açıklamaya göre Hizbullah, şu ana kadar, bazılarına ücretsiz bazılarına ise ‘El-Amana’ şirketi aracılığıyla resmi olarak belirlenen yüzde 20’lik orandan daha düşük bir fiyata, belirlediği sektör ve taraflara dağıtım yapıyor.
Şirket tarafından yapılan açıklamaya göre, bir bidon mazotun fiyatı 140 bin lira belirlendi. Ayrıca belediyelere ait sağlık tesisleri ve jeneratörler dahil, belirli sektörlere mazot dağıtımı yapılacak. Dağıtımın, yalnızca Hizbullah kontrolündeki bölgelerle sınırlı kalmaması ve rakiplerinin bölgelerine de genişlemesi dikkat çekici.
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, birinci ve ikinci gemilerin mazot taşıyacağını, üçüncü geminin ise benzine tahsis edileceğini açıklamıştı. Amacın insanların acılarını hafifletmek olduğunu söyleyen Nasrallah, devlet hastaneleri, yaşlı ve yetim bakım evleri ve Kızılhaç da dahil birçok kuruma, istedikleri taktirde ‘hediye olarak’ dağıtım yapılacağını belirtti. Nasrallah ayrıca, özel hastaneler, fırınlar ve jeneratör sahipleri dahil olmak üzere bir dizi özel kuruma da maliyet fiyatının altında ve Lübnan lirası cinsinden dağıtım yapılabileceğini söyledi.
İran mazotu hakkında Hizbullah karşıtı bir siyasi analist olan Ali el-Emin, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada “Hizbullah tarafından ithal edilen miktarın, bununla hedef kitleyi aldatmak amacıyla yaptığı propagandanın aksine, krizin gerçek anlamda hafifletilmesine katkı sağlamadığı açıktır” dedi.
Emin, Bekaa bölgesinde Ferzol kasabasında olduğu gibi Hizbullah çevresinden uzak bazı bölgelerde yaşananlara değinirken, “Hizbullah’ın istediği bu; Lübnan’da tartışma çıkarıp, ‘Biz mazot getiriyoruz, siz istemiyorsunuz’ demek, silahlar, gıda kartları ile ilgilenmede ve koronavirüs pandemisiyle mücadelede olduğu gibi kendisini zayıflattığı devletin boşluğunu dolduruyormuş gibi sunmaya çalışmak. Bir krize yatırım yapmaya çalışmak. Bu, rakiplerinden önce destekçilerinin önünde de açık ve net hale geldi” dedi. Ali el-Emin, “Hizbullah, ilk günlerinde kendisine bağlı hükümetin yüzünü koruyamadı. Gücünü ve varlığını tehdit ettiğini düşündüğü ülkeye ve kendisine tokat vuran mazot tankları getirdi” şeklinde konuştu.
Mazot dağıtımı, Ferzol ve Beka’nın Cabula bölgesi gibi Hristiyanlarla sınırlı olan, Hizbullah çevresi dışındaki bölgeleri de içeriyor. Bu durum, çeşitli bölgelerde ve sosyal medya organlarında tartışmalara neden oldu. Bu bağlamda Bekaa bölgesinde bir rahibenin, ‘manastırdaki yetim çocukların sınmasına katkıda bulunacak İran mazotu sağladığı için’ Nasrallah’a teşekkür ettiği bir video yayınlandı. Aynı şey Hizbullah Genel Sekreteri’ne teşekkür eden ve onu ‘dürüst bir adam’ olarak nitelendiren bir videoda görünen Ferzol Belediye Başkanı Melhem el-Gassan için de geçerli. Bu videolar, eleştirilere yol açarken, Zahle’deki Lübnan Kuvvetleri Partisi, Belediye Başkanı’nın açıklamasını ‘Hizbullah’a ve Genel Sekreteri’ne abartılı bir saygı’ olarak nitelendirildi. (Maruni Hristiyan) Lübnan Kuvvetleri Partisi (LKP), “Ferzol halkı, kurumlar devletinin inşasına inanıyor ve kurumları baltalamak ve devletin temel erkanlarını yıkmak için çalışan bir ekibin yanında olmayacaklar” açıklamasında bulundu. Açıklamada, Belediye Başkanı’na ‘sözlerini geri çekmesi ve kasabasının şiddete maruz kalan halkından özür dilemesi’ çağrısı yapılırken, belediyenin ‘akaryakıt ve mal olarak kasaba halkının ihtiyaç duyduğu şeyleri temin etme görevi olduğu’ hatırlatıldı.



Kan, döneklerin kulaklarını sağır ettiğinde

Beşşar Esad'ın 7 Aralık 2024'te Suriye'nin Hama kentinin dışında çerçevesi kırılmış bir portresi / Fotoğraf: AFP
Beşşar Esad'ın 7 Aralık 2024'te Suriye'nin Hama kentinin dışında çerçevesi kırılmış bir portresi / Fotoğraf: AFP
TT

Kan, döneklerin kulaklarını sağır ettiğinde

Beşşar Esad'ın 7 Aralık 2024'te Suriye'nin Hama kentinin dışında çerçevesi kırılmış bir portresi / Fotoğraf: AFP
Beşşar Esad'ın 7 Aralık 2024'te Suriye'nin Hama kentinin dışında çerçevesi kırılmış bir portresi / Fotoğraf: AFP

Aliya Mansur

Beşşar Esed'in kaçmasından ve rejiminin düşmesinden bu yana, birçok Suriyelinin içine düştüğü yarın ve bugün ile ilgili kaygı hali hiçbir gözlemci için sır değil. Beşşar Esed, ekonomik, kentsel, mali ve sosyal olsun her açıdan yıkılmış bir ülke bıraktı. İstediği “homojen toplum”u elde etmek için Suriye’yi yakıp yıktı, yüz binlerce Suriyeliyi öldürdü, milyonlarcasını yerinden etti.

Esed, Suriye'nin babasının eliyle devrilmesinden on yıllar sonra devrildi. İkisi de Suriye'yi, medeniyetini ve tarihini ortadan kaldırmaya çalıştılar, öyle ki ismi Esed Suriyesi oldu. Bugün Suriye geri döndü, ancak dönüşü Suriyelilerin acıları ve fedakarlıklarıyla taçlandı. Geri döndü, ancak Baas ve Esed rejimlerinin yıktığını yeniden inşa etmenin önünde birçok meydan okuma ve güçlük bulunuyor.

Güvenliği sağlama meydan okuması, halkın yaşam mücadelesiyle birincilik için yarışıyor, ama bilhassa devrimin destekçilerinin çoğunu meşgul eden ve herkesi ilgilendiren ahlaki bir meydan okuma daha var.

Beşşar Esed'in kaçmasının üzerinden birkaç saat geçmeden, bir mükevvi’in (dönekler) topluluğuyla tanıştık. Mükevvi, devrik rejimi destekleyen ve hatta onunla ortak olan kişileri tanımlamak için kullanılan Suriyeli bir kelimedir. Bunlar 8 Aralık 2024'ten sonra aniden çıkıp bize rejimin suçlarından haberleri olmadığını, devrimi desteklediklerini ama bu pozisyonlarını açıklamaktan korktuklarını söylemeye başladılar. Öyle ki devrik cumhurbaşkanının yardımcısı Necah el-Attar bile söylediğine göre Esed kaçtıktan sonra rejimin suçlarını keşfetmiş. Bu keşfiyle ilgili açıklamasında; “Güvenlik güçlerinin giderek halka karşı daha saldırgan hale gelmesi ne kadar da talihsiz bir durumdu. Örneğin Sednaya Cezaevi ile diğer cezaevlerinde sadistçe suçlarda ne kadar ileri gidildiğini keşfetmek hepimiz için dehşet vericiydi” dedi.

Attar yıllardır nasıl baba ve oğul Esed’in ortağı olduğunu ya unuttu ya da unutmuş gibi yapıyor. Muhalifler onu 1981 yılında Almanya'nın Aachen kentine, Müslüman Kardeşler üyesi bir vaiz ve muhalif olan kardeşi Isam el-Attar ile eşi Banan el-Tantavi'yi öldürmek için bir ekip gönderenlere karşı sessiz kalmakla suçluyorlar. Attar, rejimin suçlarını ancak rejim devrildikten sonra “keşfettiğine” inanmamızı istiyor. Eski kültür bakanı olan bir bayan ise Tedmur Cezaevi'ni hiç duymamış, “Kavka’a” (Kabuk) romanını okumamış ve Sednaya Hapishanesi’ni de bugün keşfetmiş.

Eski rejimin muhalifleri Necah Attar'ı, katili alkışlayan ya da Hula çocukları bıçakla katledilirken sessiz kalanların açık ve net bir örneği olarak görüyorlar.

Esed'in kimyasal silahla boğarak öldürdüğü Gutalı çocuklar için “oyuncu ve yalancı” diyenler, sessiz kalmadılar ki korktuklarını söyleyip onları haklı görelim, aksine bunu alkışlayıp Suriyelilerin cesetleri üzerinde dans ettiler.

13 yıldan fazla bir süredir Esed'in, İran, Rusya ve onlara bağlı milislerin birlikte işlediği her suçu meşrulaştırdılar. Dahası bazıları bu suçların finansmanında ortaktı. Onlar için devrim, Beşşar Esed'e karşı küresel bir komplo idi. İşadamı kelimesini çarpıttılar, Esma el-Ahras'ın, Mahir Esed'in, ondan önce de Rami Mahluf'un ve Şaliş ailesinin paravanı olmayı kabul ettiler. Gelen yardımları alıp sattılar, tutukluların organlarını sattılar, Suriye'yi dünyanın en büyük Captagon üreticisi ve ihracatçısı haline getirdiler, yerinden edilen insanların evlerinin çatıları bile ellerinden kurtulamadı, demir ve çelikleri söküp sattılar. Bugün, yeniden inşa ve ekonomiyi canlandırma planlarını sunmak üzere Halk Sarayı'nda Ahmed el-Şara ile buluşmak için acele ediyorlar, ama hangi ekonomiyi canlandıracaklar? Suriye halkının kanıyla ve acısıyla yoğrulmuş bir parayla yönetilen bir ekonomiyi mi?

Yazıları ve makaleleri saygı duyabileceğimiz bir karşıt görüş olmayıp, bir kısmı Beşşar rejiminin güvenlik birimlerinde yazılan güvenlik raporları olan yazarlar ve gazeteciler vardı. Suriyelileri öldürmenin meşru, hatta bir görev olduğunu söyleyen sanatçılar vardı. Çünkü onlara göre Suriye halkı sadece ajan ve teröristti.

Şimdi bazı “dönekler” ekranları işgal edip Beşşar Esed'i işlediği suçlardan dolayı yargılıyorlar. Onlar ise sadece saray, emniyet, bakanlık ve medyada çalışan “personel”diler. Sanki katil Beşşar Esed, yaptıklarını tek başına, ya da en iyi ihtimalle bir avuç suçlunun yardımıyla yapmıştı.

Katili bunca yıldır desteklediği için birisi bile çıkıp özür dilemedi. Tekrar ediyorum: Burada Suriye katliamı sırasında sessiz kalanları kastetmiyoruz. Hiçbiri Esed tarafından öldürülenlerin ruhları için bir dakikalık saygı duruşunda bulunma cesareti göstermedi. Aksine çıkıp Suriyelilerin acılarını ve sevinçlerini istismar etme çalışmalarını sürdürdüler. Bunlardan hiçbiri, katilin imajını parlatmak veya onunla iş birliği yapmakla harcadığı 13 yıl boyunca, ne türde olursa olsun, oynadığı rol için hesap vermeye ve kanunlara göre yargılanmaya hazır olduğunu söylemedi.

Öte yandan bazıları hâlâ Esed'in hapishanelerinde buldukları kağıt parçalarında evlatlarına dair bir bilgi arıyorlar; ne zaman ve nasıl şehit edildiler? Eğer gömüldülerse nereye gömüldüler? Suriyeliler, adalet, kendilerine uygulanan bu soykırıma katılan herkese karşı adalet talep etme hakkına sahipler. Adalet, her türlü medeni barışın temel kapısıdır. İntikamın önünü kesendir. Allah geçmişi affeder ifadesine gelince, gürültü yüzünden iki komşu arasında çıkan bir anlaşmazlık için geçerli olabilir, milyonlarca insanın kanı ve acısı söz konusu olduğunda geçerli olamaz.

Batılılar bize affetmek ile ilgili demagoji yapmasın diye, Fransız Devrimi'nin yaptığı gibi meydanlarda darağaçları kurmak istemediğimizi söyleyelim. Biz sadece herkesin anavatanın ve hukukun çatısı altında hesap vermesini istiyoruz. Esedizmin, Nazizmin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra suç sayıldığı gibi suç sayılmasını talep ediyoruz.

Toplu mezarlar hâlâ ortaya çıkarılıyor, yüz binden fazla tutuklu geri dönmedi. Milyonlarca yerinden edilmiş insan ve yüz binlerce şehit var. Esed rejiminin ebeveynlerinden kaçırdıkları çocukları yetimhanelerde arayan aileleri ve akrabaları var. Tüm bunlar ve daha fazlası için, hayatlarını kaybedenler için biraz susabilecek misiniz? İçinizden herhangi biri geride kalanlardan özür dileyecek mi? Çünkü son 13 yıldaki rolünüz olmasaydı, bu ölüm makinesinin bu kadar uzun süre varlığını sürdürmesi mümkün olmazdı.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.