Avrupa’ya 'Gözlerinizi açın' diyen Fransa: ABD’ye olan güvenin yeniden oluşması zaman alacak

Paris, Avrupalıları ‘gözlerini açmaya’ çağırdı ve Washington ile sorunun siyasi ve stratejik olduğunu belirtti

The Independent Arabia (Çizim: Ala Rüstem)
The Independent Arabia (Çizim: Ala Rüstem)
TT

Avrupa’ya 'Gözlerinizi açın' diyen Fransa: ABD’ye olan güvenin yeniden oluşması zaman alacak

The Independent Arabia (Çizim: Ala Rüstem)
The Independent Arabia (Çizim: Ala Rüstem)

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, ABD’li mevkidaşı Antony Blinken’a Avustralya’nın Washington ve Londra ile üçlü bir güvenlik ittifakı yaparak, Paris ile imzaladığı denizaltı anlaşmasını iptal etmesinin ardından iki ülke arasındaki krizden çıkmanın ve aralarındaki güveni yeniden tesis etmenin ‘zaman ve eylem’ gerektireceğini bildirdi.
Avustralya, geçen hafta Fransız Donanma Grubu ile 40 milyar dolarlık konvansiyonel denizaltı anlaşmasını rafa kaldırdığını ve bunun yerine ABD ve İngiltere ile en az sekiz nükleer enerjili denizaltı inşa edeceğini duyurmuştu.

Fransa’dan Avrupa’ya: Gözlerinizi açın
Fransa Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire, 23 Eylül’de yaptığı açıklamada denizaltı krizinin Avrupa Birliği’nin (AB) ‘korunmak üzere artık ABD’ye güvenemeyeceğini gösterdiğini’ söylerken, Avrupalılara ‘gözlerini açma’ çağrısı yaptı.
‘France Info’ radyo ağına konuşan Le Maire, “Bu bölümden öğrendiğimiz ilk ders, AB’nin stratejik bağımsızlığını inşa etmesi gerektiğidir. Afganistan bölümü ve denizaltı bölümü, stratejik korumamızı sağlamak için artık ABD’ye güvenemeyeceğimizi gösteriyor” açıklamasında bulundu.
“ABD’nin tek bir stratejik çıkarı var; Çin ve gücünün yükselişini kontrol altında tutmak” diyen Bakan, “Eski Başkan Donald Trump ve mevcut başkan Joe Biden, müttefiklerinin esnek olması gerektiğine inanıyor. Bizse bağımsız olmamız gerektiğine inanıyoruz” ifadelerini kullandı.
Le Maire, Danimarka’nın ABD’ye verdiği desteği eleştirerek, “Avrupalı ortaklarımız gözlerini açmalı” dedi. Danimarka’nın desteğinin, Avustralya’nın Fransız Donanma Grubu ile ‘ABD ve İngiltere ile yeni bir ortaklık’ lehine imzaladığı sözleşmeyi feshetme kararının ardından Avrupalı ​​yetkililerin yönelttiği eleştirilerle çeliştiği belirtildi.
Bruno Le Maire, “Danimarka Başbakanı gibi ABD’nin ne olursa olsun bizi korumaya ve savunmaya devam edeceğini düşünmek yanlıştır. Artık, kendimiz dışında kimseye düşünemeyiz” dedi.
Geçen çarşamba günü Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen, ABD’nin Avrupa’daki en yakın müttefiklerinden biri olan ülkesinin, ‘Fransa ve Avrupa’nın denizaltı kriziyle ilgili Washington’a yönelik eleştirilerini kesinlikle anlamadığını’ dile getirdi.
Irak ve Afganistan’da yanında savaştığı ABD’nin sadık müttefiki olarak Danimarka, NATO’ya Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un savunduğu pozisyonun aksine bir Avrupa savunma çerçevesine öncelik verdiğini ifade etti.
Güvenlik Konseyi’nde istikrarsızlık
Büyük Batılı ülkeler arasındaki ilişkileri sarsan denizaltı krizi, uluslararası ilişkilerde ve Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) içerisinde istikrarsızlığı artırma tehdidinde bulunuyor. Bu, BM Genel Sekreteri tarafından yıllardır kınanıyor.
BMGK’nın beş daimi üyesinin (ABD, Çin, Rusya, Fransa ve İngiltere) dışişleri bakanları, geçen çarşamba akşamı New York’ta BM Genel Kurulu’nun oturum aralarında resmi olmayan bir şekilde bir araya geldi.
Afganistan, yeni İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss tarafından düzenlenen toplantının odak noktasıydı.
Toplantının sonunda BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Fransız Haber Ajansı’na (AFP) yaptığı açıklamada beş ülkenin de ‘kadınların ve kız çocuklarının haklarına saygı duyulan bir Afganistan, terör cenneti olmayan bir Afganistan ve nüfusun çeşitli kesimlerini temsil eden kapsayıcı bir hükümete sahip oldukları bir Afganistan’ istediklerini dile getirdi.

Fransa, savaş sanayileri için endişeli değil
23 Eylül Perşembe günü Fransa Hükümet Sözcüsü Gabriel Attal, Fransa’nın savunma sanayii konusunda ‘endişe duymadığını’ dile getirdi. Attal, France Info’ya yaptığı açıklamada anlaşmanın feshi ve Hint-Pasifik bölgesi için üçlü stratejik ortaklığın ilanından kaynaklanan Paris ve Washington arasındaki diplomatik krizin ‘siyasi ve stratejik olduğu kadar ticari ve endüstriyel bir kriz olmadığını’ söyledi. Hindistan’ın Kanberra’ya teslim edilmeyecek denizaltıları satın alıp alamayacağı sorulduğunda ise Attal, Fransa’da savunma sanayisine dair endişe yaşanmadığını dile getirdi.
Gabriel Attal, “Macron döneminin başlangıcından bu yana 88 Rafale uçağı sattık, 30 milyar değerinde ek sipariş aldık ve 30 milyar değerinde ekipman teslim ettik. Denizaltılarımız, birçok ülke tarafından satın alınan ve başka ülkeler tarafından satın alınabilecek uluslararası kabul görmüş amiral gemilerdir.
Hükümet Sözcüsü, Macron ve Biden arasında ‘birkaç önemli kazanımın elde edilmesini sağlayan samimi bir görüşme’ olarak nitelendirdiği telefon görüşmelerine atıfta bulunurken, Joe Biden’in ABD’nin krizdeki sorumluluğunun önemsiz olmadığını itiraf ettiğini vurguladı.

Troyka
Öte yandan bazı uzmanlar, BMGK’da tartışılmak üzere sunulan birçok meselenin, bir yanda Fransa ile diğer yanda ABD ve İngiltere arasında bir haftadır sürmekte olan ciddi krizden zarar görebileceğine inanıyor.
Hafta başından bu yana New York’ta bulunan Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, çarşamba günü Joe Biden ve Emmanuel Macron arasında gerçekleşen ve ABD ve Fransa liderlerinin ‘iki ülke arasında güven ve iş birliğini yeniden tesis etme’ konusunda uzlaştıkları bir telefon görüşmesi öncesinde ABD’li ve İngiliz mevkidaşlarıyla herhangi bir özel görüşme yapmayı kabul etmedi.
Paris’teki Siyasal Bilimler Enstitüsü’nde uluslararası ilişkiler uzmanı olan Bertrand Badie, “Bu denizaltı krizi, troykayı (ABD, Fransa ve İngiltere) sallıyor” dedi. Badie, bu krizin ‘Soğuk Savaş’tan ortaya çıkan ve hala aşağı yukarı aynı olan geleneksel ittifak kavramıyla ilgili ciddi bir kriz’ olduğunu ifade etti.
Bertrand Badie, “Bu anlaşmazlıklar, bu eski uluslararası güvenlik kavramının üstesinden gelinmesi gerektiğinin kanıtı olarak, gelecekte daha da kötüleşecektir” dedi.
Troyka, BMGK’da birçok konuda tartışmaları ikiye katladı. Rolü, esasen Rusya ve Çin ile müzakereler bağlamında birleşik bir cephe ortaya koymak olarak görülüyor.
Eski ABD Başkanı Donald Trump, bu üçlü ittifakı baltaladı, ancak Paris ve Londra, Trump’ın görev süresi boyunca ve Brexit’e rağmen birçok konuda Washington’u yanlarında tutmak için mücadele etti.
Macron ve Biden arasında samimi bir görüşme kısa vadede tansiyonun düşmesini sağlasa da Fransa- ABD krizinin, BMGK’nın ve esas olarak Batı yaklaşımının işleyişine zarar vereceği de göz ardı edilemez.
Uluslararası Kriz Grubu’nda BM uzmanı olan Richard Gowan, ‘troyka içindeki ilişkilerin her zaman karmaşık olduğunu’ belirtti. Gowan, “Denizaltıların, grubu batıracağını düşünmüyorum” dedi.
Uzmanlar, Pekin ve Moskova’nın Fransa’yı kendi taraflarına çekmeye çalışmak için Batılı bölünmelerden yararlanıp yararlanmayacakları konusunda ikiye bölünmüş durumda.
Gowan, “Üç güç arasında yeterince ortak çıkar yok. Fransa, karmaşık bir ilişki olsa bile Anglo- Saksonlarla sıkışmış durumda” dedi.
Öte yandan Bertrand Badie, “Rusya ve Çin, bir süredir eksen diplomasisinden kaynaklanan kesin taahhütlerden daha çok durumsal anlaşmalara dayanan, mümkün olduğunca bir bütünleşme diplomasisi izliyorlar” şeklinde konuştu. Badie, “Elbette Fransa’ya karşı bir diplomat avlama girişimleri var” dedi.
Bir yanda ABD - İngiltere cephesi diğer yanda da Rusya- Çin cephesi arasında izole edilen Fransa’nın, hassas konularda destek bulmak için kasıtlı olarak BMGK’nın daimi olmayan üyelerine başvurması mümkün. Şu anda bu üyeler arasında, Fransa’nın uzun zamandır stratejik bir ortaklık geliştirmeye çalıştığı Hindistan da yer alıyor.

‘Naval Group’
Fransız sanayi grubu Naval Group, 12 Fransız denizaltısının satın alınması için yapılan büyük sözleşmenin feshedilmesinden sonra ‘birkaç hafta içinde’ Avustralya’ya ‘doğan maliyet ve gelecek maliyet’ hakkında ‘sayılarla ayrıntılı bir teklif’ göndermeyi planlıyor. Açıklama, grubun Yönetim Kurulu Başkanı Pierre-Eric Pomlet tarafından ‘Le Figaro’ gazetesine yapıldı.
Pomlet, “Avustralya, sözleşmeyi kendilerine uygun olduğu için feshetti. Bu da bizim yanlış bir şey yapmadığımız anlamına geliyor” dedi.
Yönetim Kurulu Başkanı, “Bu, sözleşmede belirtilen durumlardan biridir. Bilgi ve altyapının fiilen sökülmesi ve personellerin yeniden konuşlandırılması ile bağlantılı maliyetlerimizi ve gelecek maliyetlerimizi sıralayacaktır” dedi.
2016 yılında Canberra, Fransa’nın donanmasına tedarik etmeye başladığı Fransız ‘Barracuda’ sınıfı nükleer denizaltıdan modifiye edilmiş 12 adet konvansiyonel ‘nükleer olmayan’ denizaltı tedarik etmek için Naval Group’u seçti.
Sözleşme imzalandığında toplam sözleşme değeri 50 milyar Avustralya doları (31 milyar euro) idi.
Bu, bir Fransız sanayi grubu veya Avustralya açısından savunma teçhizatı üzerine yapılan en büyük sözleşmeydi ve Fransa tarafından ‘asırlık sözleşme’ olarak tanımlandı.
Ancak 15 Eylül’de Avustralya, Hint-Pasifik bölgesinde ABD ve İngiltere ile yeni bir stratejik ortaklık çerçevesinde nükleer tahrikli denizaltılara tedarik sözleşmesinin feshedildiğini duyurdu.
Pomlet, gazeteye yaptığı açıklamada “Bu karar, bize önceden uyarı yapılmadan ilan edildi” dedi.
Pierre-Eric Pomlet, “Naval Group’tan Avustralya’ya Barracuda sınıfı nükleer denizaltısının en yeni neslini sunması asla istenmedi. Böyle bir konu ancak ülkede en üst düzeyde ele alınabilir” şeklinde konuştu.

 


Sidney saldırısının faillerinden biri Hindistan uyruklu

TT

Sidney saldırısının faillerinden biri Hindistan uyruklu

Adli tıp uzmanları, Sydney'deki Bondi Plajı'nda silahlı saldırganların ateş açtığı köprüde duruyor (EPA)
Adli tıp uzmanları, Sydney'deki Bondi Plajı'nda silahlı saldırganların ateş açtığı köprüde duruyor (EPA)

Hindistan yetkilileri, Sidney'deki Bondi Plajı'nda düzenlenen Yahudi etkinliğinde 15 kişinin ölümüne yol açan toplu katliamın faillerinden biri olan 50 yaşındaki Sajid Akram'ın aslen Haydarabadlı olduğunu doğruladı.

Hindistan'ın güneyindeki Telangana eyalet polisi yaptığı açıklamada, "Sajid Akram aslen Hindistan'ın Haydarabad şehrindendir. 1998 Kasım ayında, yaklaşık 27 yıl önce iş aramak için Avustralya'ya göç etti" denildi.

Hindu gazetesi, yetkililerin Akram'ın Hindistan'ı en son 2022'de ziyaret ettiğini ve ilk soruşturmaların ülke içinde herhangi bir yerel bağlantı tespit edemediğini söylediğini belirtti. Yetkililer ayrıca Akram'ın 1998'de öğrenci vizesiyle Avustralya'ya göç ettiğini ve o zamandan beri Hindistan'a nadiren geldiğini ifade etti.

Sajid Akram ve oğlu Naveed, Yahudi Hanuka kutlamasını hedef alan toplu bir silahlı saldırıda 15 kişiyi öldürdü. Yetkililer saldırıyı Yahudi karşıtı bir terör eylemi olarak nitelendirdi, ancak saldırganın daha derin motivasyonları hakkında şimdiye kadar çok az ayrıntı verdi.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, Sydney'deki saldırganla yüzleşen kahraman Ahmad el-Ahmed ile görüşmek üzere bugün Sydney'in güneyindeki St. George Hastanesi'ni ziyaret etti; bu arada kahramanın ilk video mesajı internette dolaşmaya başladı.

Ziyaretin ardından gazetecilere konuşan Avustralya Başbakanı, el-Ahmed ile görüşmenin "büyük bir onur" olduğunu söyledi. Sözlerine şöyle devam etti: "O gerçek bir Avustralya kahramanı, büyük bir alçakgönüllülük sahibi insan ve bana, gözlerinin önünde yaşanan vahşetleri izlerken aklından geçenleri anlattı."

Başbakan sözlerine şöyle devam etti: "Harekete geçme kararı aldı ve cesareti, tüm Avustralyalılar için bir ilham kaynağı."

Başbakan ayrıca, Suriye'den Avustralya'yı ziyaret eden dükkan sahibinin anne ve babasıyla görüştüğünü belirterek, "Onlar gururlu anne babalar" dedi.

Bu sabah erken saatlerde, Ahmed el-Ahmed'in hastane yatağından Arapça konuşurken çekilmiş bir videosu sosyal medyada yayılmaya başladı.

Videoda, "herkesin çabalarını takdir ettiğini" söyledi.

Avustralya polisi dün yaptığı açıklamada, Bondi Plajı'ndaki saldırıyı gerçekleştirdiğinden şüphelenilen iki silahlı saldırganın (baba ve oğlu) kullandığı araçta iki DEAŞ bayrağı ve bombalar bulunduğunu açıkladı.


Rusya, Ukrayna'nın doğusundaki stratejik şehir Kupiansk'ın kontrolünü ele geçirdiğini duyurdu

(foto altı) Ukrayna'nın Donetsk bölgesindeki Pokrovsk şehrinde Rus bayrağıyla poz veren bir asker (Arşiv – Reuters)
(foto altı) Ukrayna'nın Donetsk bölgesindeki Pokrovsk şehrinde Rus bayrağıyla poz veren bir asker (Arşiv – Reuters)
TT

Rusya, Ukrayna'nın doğusundaki stratejik şehir Kupiansk'ın kontrolünü ele geçirdiğini duyurdu

(foto altı) Ukrayna'nın Donetsk bölgesindeki Pokrovsk şehrinde Rus bayrağıyla poz veren bir asker (Arşiv – Reuters)
(foto altı) Ukrayna'nın Donetsk bölgesindeki Pokrovsk şehrinde Rus bayrağıyla poz veren bir asker (Arşiv – Reuters)

Rusya bugün yaptığı açıklamada, kuzeydoğu Ukrayna’daki stratejik şehir Kupiansk’ın kontrolünü ele geçirdiğini duyurdu. Bu açıklama, Ukrayna güçlerinin son dönemde şehrin bazı mahallelerini geri aldığını açıklamasının ardından geldi.

Rusya’nın resmi haber ajansı TASS, bölgedeki Rus Zapad askeri grubunun sözcüsünün “Kupiansk şehri beşinci Rus ordusunun kontrolü altında” ifadesini aktardı.

Rusya, geçtiğimiz kasım ayında Kupiansk’ın kontrolünü ele geçirdiğini duyurmuş, ancak AFP’ye göre Ukrayna daha sonra şehrin bazı mahallelerini yeniden kontrol altına aldığını açıklamıştı.

Bu arada Ukrayna ordusu bugün yaptığı açıklamada, 24 Şubat 2022’de başlayan savaşın başından bu yana öldürülen ve yaralanan Rus askeri personel sayısının, son 24 saatte öldürülen veya yaralanan bin 150 kişi dahil olmak üzere yaklaşık 1 milyon 190 bin 620’ye yükseldiğini duyurdu.


Tom Barrack'ın Netanyahu'nun masasındaki kırmızı çizgileri

Fotoğraf: İsrailliler, Türkiye'nin Gazze'deki uluslararası güce katılımını reddeden pozisyonlarında ısrarcılar (İsrail medyası)
Fotoğraf: İsrailliler, Türkiye'nin Gazze'deki uluslararası güce katılımını reddeden pozisyonlarında ısrarcılar (İsrail medyası)
TT

Tom Barrack'ın Netanyahu'nun masasındaki kırmızı çizgileri

Fotoğraf: İsrailliler, Türkiye'nin Gazze'deki uluslararası güce katılımını reddeden pozisyonlarında ısrarcılar (İsrail medyası)
Fotoğraf: İsrailliler, Türkiye'nin Gazze'deki uluslararası güce katılımını reddeden pozisyonlarında ısrarcılar (İsrail medyası)

Emel Şehade

ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın İsrail ziyareti, sadece Binyamin Netanyahu ile Başkan Donald Trump arasında beklenen ve Suriye ile güvenlik anlaşması konusunda ilerleme sağlamayı umduğu görüşmeden önce gerçekleşmesi nedeniyle değil, aynı zamanda Washington ve Tel Aviv arasında, özellikle Suriye ve Gazze dosyaları konusunda artan anlaşmazlıkların ortasında gerçekleşmesi nedeniyle de önceki ziyaretlerden farklıydı.

Barrack, İsrail üzerindeki sürekli ABD baskısı altında Netanyahu ile görüştü. Bu baskı, özellikle Lübnan dosyasıyla ilgili olarak, iki kurum arasında anlaşmazlıklara yol açtı. Siyasi kurum Washington'un diplomatik yolu destekleme talebine tamamen uyarken, askeri kurum Lübnan'a yönelik saldırıyı genişletmeyi ve Hizbullah'ın gücünü yeniden kazanmaya devam etmesini engellemeyi gerekli görüyor.

Ancak, görüşmelerin seyri ve Washington'un Tom Barrack’ın taşıdığı mesajları hakkında bilgili kaynaklara göre Netanyahu için sürpriz olan, Amerikalı konuğun İsrail'in Suriye'ye karşı operasyonları için kırmızı çizgiler belirlemesiydi: “Washington, Ahmed eş-Şara rejimini korumak istiyor ve onu istikrarsızlaştırmaya katkıda bulunan her türlü eylemi reddediyor.” Amerikan mesajında ​​ayrıca, Trump yönetiminin İsrail'in sınır ötesi saldırılarının, Washington'un Şam hükümetini istikrarı sağlama konusunda destekleme çabalarını baltaladığına, Suriye ile İsrail arasında yeni bir güvenlik anlaşmasına varma çabalarını zayıflattığına inandığı, Trump yönetiminin bunu reddettiği ve tekrarlanmaması konusunda uyardığı da yer alıyordu.

İkinci aşama öncelikler arasında

Barrack'ın ziyareti, Gazze meselesinde eyleme geçmeyi desteklemek ve Başkan Trump'ın Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirme, yeni bir yönetim sistemine geçiş, uluslararası gücün konuşlandırılması planının tamamlanmasını sağlamak amacıyla Amerikalı yetkililerin İsrail'e yaptığı bir dizi ziyaretin parçası olarak önceden planlanmıştı.

İsraillilere sunulan ve Washington tarafından desteklenen model, ABD liderliğinde uluslararası bir istikrar gücünün kurulmasını ve bunun da Hamas'ın kademeli olarak silahsızlandırılmasına ve alternatif bir yönetim otoritesinin oluşturulmasına olanak tanımasını öngörüyor. Bu noktada, Türkiye'nin katılımı konusunda Washington ve Tel Aviv arasında önemli görüş ayrılıkları mevcut.

İsrailliler Türkiye'nin katılımına karşı çıkmaya devam ederken, Tom Barrack, Ankara'nın askeri gücü ve Gazze'deki nüfuz kanalları göz önüne alındığında istikrar gücünün bir parçası olacağını savunan Amerikan görüşünü dile getirdi. Bir güvenlik yetkilisi, “Türkiye'nin katılımı İsrail için kırmızı çizgidir” diyerek, bu konudaki anlaşmazlığın planın ikinci aşamasına yönelik herhangi bir ilerlemeyi engelleyebileceğini ifade etti. Yetkili ayrıca, “Hem siyasi hem de güvenlik açısından, Hamas ile ilişkilerini sürdüren bir taraf istikrar gücü olarak kabul edilemez. Dahası, bunu uluslararası çerçeveye dahil etmek, bir bütün olarak girişimin özünü baltalayabilir” değerlendirmesinde bulundu.

Tom Barrack, Ankara'nın önemli askeri kapasiteye ve bölgesel etkiye sahip olduğu ve durumun istikrara kavuşmasına katkıda bulunabileceği varsayımına dayanarak, Türkiye'nin istikrar gücüne entegre edilmesini destekliyor. İsrail ise buna şiddetle karşı çıkıyor. Siyasi kaynaklar, iki ülke arasındaki gergin ilişkiler ve savaşın başlamasından bu yana Türk hükümetinin İsrail'e yönelik aleni tutumları göz önüne alındığında, Gazze'de Türk varlığının Tel Aviv için kırmızı çizgi oluşturduğunu belirtiyor.

İsrail'in bu muhalefeti, uluslararası gücün oluşturulmasındaki daha geniş zorluklara ekleniyor. Zira birçok ülke, Hamas'ın askeri gücünün tasfiye edilmesi, izleme mekanizmalarının ve sınır kapıları ile kaçakçılık yollarının kontrolü konusu netleşene kadar asker göndermekte tereddüt ediyor. İsrailli kaynaklar, gelecekteki herhangi bir çözüm planının İsrail'in güvenlik ihtiyaçlarına net bir yanıt içermesi ve Gazze'den yeni bir tehdidin ortaya çıkmayacağına dair garanti içermesi gerektiğini vurguluyor.

Raid Saad suikastı bir İsrail ihlaliydi

Hamas askeri lideri Raid Saad suikastı da Netanyahu-Barrack görüşmesinde ele alındı. Sızan bilgilere göre, Washington, İsrail Başbakanı'na Saad suikastının ateşkes anlaşmasının ihlali olduğunu belirten sert bir mesaj iletti.

İsrailli Kanal 12 televizyonu, Amerikalı yetkililerin Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Başkan Donald Trump'ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve danışmanı Jared Kushner'in Netanyahu'nun eylemlerinden dolayı hayal kırıklığına uğradığını söylediğini aktardı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre son ikisi, İsrail hükümetinin Saad suikastı hakkında ABD'yi önceden bilgilendirmediğini ve suikastı gerçekleştirmeden önce onlarla istişare etmediğini vurguladı.

Televizyonun haberinde, bir İsrailli yetkilinin Washington'un operasyondan memnun olmadığını doğruladığı, ancak Amerikan mesajının daha az sert olduğunu iddia ettiği belirtildi.

Yetkili, İsrail hükümetinin Trump yönetimine Hamas'ın İsrail askerlerine saldırarak ve silah kaçakçılığına yeniden başlayarak anlaşmayı ihlal ettiğini bildirdiğini söyledi. İsrailli yetkili “Raid Saad suikastı bu ihlallere karşılık olarak gerçekleştirildi ve ateşkesin devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu” dedi.

Lübnan'da fırsat penceresi

Barrack'ın ziyaretinden önce bir güvenlik yetkilisi, ABD'nin Lübnan'da yeni bir çatışma turunu veto etmeye devam ettiğini söyledi. Yetkili, “İsrail kuzeyde büyük ölçekli bir operasyon düşünüyor, ancak Amerikalılar şu anda bunu engelliyor. Çatışma, bu aşamada sınırlı ve nokta operasyonlarla yönetiliyor ama İsrail bunların Hizbullah'ın İran desteğiyle kendisini yeniden inşa etmesini durdurmadığının farkında” diye ekledi.

Yetkili, İsrail'in karmaşık bir stratejik ikilemle karşı karşıya olduğunu belirtti: Hizbullah tehdidini sınırdan uzaklaştırmak için Lübnan'da büyük ölçekli bir askeri operasyon başlatmalı mı, yoksa en azından bu aşamada başka bir cephenin alev almasını istemeyen uluslararası ve özellikle de ABD'nin baskısı altında nokta saldırılar politikasını sürdürmeli mi?

Bir İsrail raporu, güvenlik birimlerinin Lübnan'da büyük ölçekli bir operasyon için baskı yaptığını ve hava kuvvetlerinin tam teyakkuzda olduğunu belirtti. Raporda ayrıca, “Hizbullah'ın yeniden güçlenmesini, özellikle füze, roket ve insansız hava araçları alanlarında askeri kapasitesini yeniden inşa etmesini engellemek için özel ve önemli bir fırsat penceresinin açıldığı hissi var” denildi.

Güvenlik birimlerinin değerlendirmelerine göre, “Rıdvan Gücü'ne ait eğitim kampları ve altyapıların hedef alınması ile komutanlarına yönelik suikastlar dahil olmak üzere bugüne kadar gerçekleştirilen nokta saldırılar, Hizbullah'ı önemli ölçüde zayıflattı, ancak kuzeydeki beldelere ve ötesine yönelik roket saldırıları tehdidini ve Lübnan'dan İsrail'e silahlı sızma tehlikesini tamamen ortadan kaldırmadı.”

İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, Tom Barrack'ın gelişinden önce Lübnan sınırına giderek 91. Tümen ile Hanuka mumunu yakma törenine katıldı. Orada, Hizbullah'ın silahsızlandırılması konusundaki İsrail'in kararlı duruşunu açıkladı ve hatta büyük ölçekli bir saldırı olasılığına işaret etti.

Kuzey Komutanlığı ile yaptığı değerlendirme toplantısında, “Ordu kısa sürede Hizbullah'ın kilit isimlerini ortadan kaldırdı” diyerek, “Düşmanın yeniden güçlenmesine izin vermeyeceğiz ve anlaşmaya yönelik her ihlale karşılık vereceğiz. Ayrıca İran destekli örgütlerin sınırlarımızda varlık göstermesine izin vermeyeceğiz ve önleyici operasyonlarla onları engelleyeceğiz” tehdidinde bulundu.

Lübnan sınırındaki incelemelerinin ardından, “İsrail ordusunun bakış açısından, mevcut strateji sınırlı nokta operasyonlara, hava saldırılarına ve gizli baskınlara odaklanıyor. Bu icraatlar Hizbullah'ı zayıflatmaya devam ediyor, ancak özellikle kuzey sakinlerinin karşı karşıya kaldığı zor durum göz önüne alındığında, tehdide kapsamlı ve kalıcı bir çözüm sağlamıyor” dedi.

Lübnan konusundaki Amerikan tutumu hakkında bilgili bir İsrailli yetkili, “İstenen sonuçlar elde edilemezse ve Hizbullah'ın yeniden yapılanması durdurulmadan veya İsrail-Lübnan sınırından etkili bir şekilde uzaklaştırılmadan süre dolarsa, Amerikan vetosu kalkabilir ve İsrail'in kaçınılmaz bir savaşa başvurmaktan başka seçeneği kalmaz” dedi.

Eski Kuzey Komutanlığı komutanı yedek General Eyal Ben-Reuven ise aceleci adımlara karşı uyararak, İsrail'in Lübnan'a karşı siyasi zekâ ve önemli bir güçle hareket etmesi gerektiğini söyledi. Sözlerini şöyle tamamladı: “Bugün Hizbullah'ın zayıflığı nedeniyle durumu değiştirme fırsatımız var ve bu nedenle eş zamanlı olarak hareket etmeliyiz; Lübnan içinde aynı zamanda hem diplomatik hem askeri olarak hareket etmeliyiz. Uluslararası alanda da Hizbullah’a karşı hareket etmeliyiz. En önemlisi, ABD ile tam iş birliği içinde, atılım gerçekleştirmeye istekli bir Amerikan Başkanımız var, bu yüzden onu destekleyelim. Ve eğer askeri olarak hareket etmeye ihtiyaç varsa, böyle hareket edelim.”

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.