Erdoğan, Rusya’dan S-400’ün ikinci partisini alma niyetini açıklayarak NATO’daki müttefiklerine meydan okudu

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir röportajı sırasında, ABD'nin Suriye'den tamamen çekilmesini istediğini söyledi

Erdoğan ve Putin’in daha önce yaptıkları görüşmeden bir kare (Reuters)
Erdoğan ve Putin’in daha önce yaptıkları görüşmeden bir kare (Reuters)
TT

Erdoğan, Rusya’dan S-400’ün ikinci partisini alma niyetini açıklayarak NATO’daki müttefiklerine meydan okudu

Erdoğan ve Putin’in daha önce yaptıkları görüşmeden bir kare (Reuters)
Erdoğan ve Putin’in daha önce yaptıkları görüşmeden bir kare (Reuters)

İnci Mecdi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) diğer üyelerinin, S-400 füze savunma sisteminin birinci partisine karşı çıkmalarına ve Washington'ın ABD'nin Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası (CAATSA) kapsamında Ankara'ya yaptırım uygulamasına rağmen Batılı müttefiklerine açıkça meydan okuyarak, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sisteminin ikinci partisini satın almayı planladığını açıkladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 26 Eylül Pazar günü ABD merkezli CBS News kanalına verdiği röportajda, “Gelecekte ne tür savunma sistemleri aldığımıza, hangi ülkeden, hangi seviyeden aldığımıza kimse müdahale edemeyecek. Buna kimse karışamaz. Bu kararları sadece biz veririz” ifadelerini kullandı.
ABD'nin Türkiye'ye parasını ödediği F-35 savaş uçaklarını ve Ankara'nın almak istediği Patriot füze savunma sistemini teslim etmeyi reddettiğini açıkça ifade eden Erdoğan, ABD’nin kendilerine S-400 füze savunma sistemi almak için Rusya'ya başvurmaktan başka seçenek bırakmadığını söyledi.
NATO, Rus yapımı füze savunma sisteminin gelişmiş F-35 savaş uçaklarıyla birlikte konuşlandırılmasının, Rusların bu uçak hakkında müttefik ülkelerin güvenliğini tehlikeye atabilecek hayati verileri toplamasına izin vereceğinden çekiniyor. Bu yüzden Washington, Türkiye'yi S-400'lerin yalnızca savaş uçakları için değil, aynı zamanda daha geniş kapsamda NATO'nun savunma sistemleri için de bir tehdit oluşturduğu konusunda birkaç kez uyardı.

CAATSA
Washington, geçtiğimiz Nisan ayında, CAATSA yasası uyarınca Türkiye’nin askeri teknoloji ve savunma sanayisini yönetmekten sorumlu devlet kurumu olan Savunma Sanayii Başkanlığı’na (SSB) yaptırımlar uyguladı. SSB Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir, SSB Başkan Yardımcısı Faruk Yiğit, Hava Savunma ve Uzay Daire Başkanı Serhat Gençoğlu ve SSB Hava Savunma ve Uzay Daire Başkanlığı Grup Müdürü Mustafa Alper Deniz’e yaptırımlar uyguladı.
 Ankara'nın Rusya’dan hava savunma sistemi satın almanın cezası olarak Türkiye'ye yaptırım uygulama kararı, eski Başkan Donald Trump yönetimi dönemine dayanıyor. Yaptırım kararının ardından Türkiye'nin F-35 savaş uçağı programına katılımı da askıya alındı.
Ankara, o dönem, ABD'nin kararını ‘haksız’ olarak nitelendirerek kınadı ve Washington'a bu ‘büyük hatayı’ gözden geçirip kararı bir an önce geri çekmesi çağrısında bulundu. Gereken cevabın verileceğini vurguladı. Türkiye, NATO’daki herhangi bir müttefikin öne sürdüğü şartlarla hava savunma sistemleri satın alamayacağını söylüyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yorumları hakkındaki bir soruya, “Türkiye'yi her düzeyde ve her fırsatta, S-400 füze savunma sistemini kullanmamaya ve Rusya’dan başka askeri teçhizat satın almaktan kaçınmaya çağırıyoruz” yanıtını verdi.
Türkiye'nin ABD'nin müttefiki ve dostu olduğunu vurgulayan Bakanlık Sözcüsü, “Ankara'ya, Rusya'dan herhangi bir büyük silah alımının, CAATSA çerçevesinde Aralık 2020'de uygulananlar dışında başka yaptırımların da uygulanmasını gerektireceğini açık bir şekilde söylüyoruz” şeklinde konuştu.

Suriye’den çekilme konusu
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington ile tartışmalı bir başka konuyla ilgili olarak ise ABD’nin, Suriye’de DEAŞ’a karşı verdiği mücadelede sahada büyük bir rol oynayan, ancak kendisinin terör örgütleri olarak tanımladığı Kürt grupları ile Türkiye arasında, destek konusunda seçim yapması gerektiğini belirtti. Erdoğan, ABD’nin Kürtlerin oluşturduğu Halk Koruma Birlikleri’ne (YPG) silah desteğinde bulunmaması gerektiğini vurguladı.
ABD’nin, sadece birkaç yüz askerinin kaldığı Suriye'den tamamen ayrılmasını istediğini ifade eden Erdoğan, “Seçme şansım olsaydı, tıpkı Afganistan'dan çekilmeleri gibi Suriye ve Irak'tan çıkmalarını isterdim” dedi. Ancak eleştirmenler, ABD’nin Suriye'nin kuzeyinden tamamen çıkmasının Türkiye'ye bölgedeki operasyonlarında özgürlük vereceği konusunda uyarıyorlar.
Eski ABD Başkanı Donald Trump, 2019 yılının Ekim ayında Suriye’deki ABD askerlerinin geri çekildiğini duyurdu. Ardından Türkiye, YPG'nin bölgeden atılması için bir askeri operasyon başlattı. Operasyon, bazı ülkeler ve Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) de dahil olmak üzere uluslararası insan hakları kuruluşları tarafından tepki çekti.
Türkiye'nin operasyonu sırasında Suriye'nin kuzeydoğusunda bulunan Amerikalı diplomat William Roebuck’un ABD Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı bir nota göre Ankara, yarı özerk bölge Rojava ilinde yaşayan 1,8 milyon Kürt'ü sınır dışı etmek istiyor. Aynı şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), geçtiğimiz yıl, Kürt yanlısı parti HDP’den Leyla Güven ve Musa Farisoğulları'nın milletvekilliklerini düşürdü. Daha sonra Güven ve Farisoğulları’nı terör örgütüne üye olma suçlamalarıyla tutuklandılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler 76. Genel Kurul toplantılarına katılmak üzere bulunduğu New York'ta ABD'li mevkidaşı Joe Biden ile ikili bir görüşme yapmadı.
CBS adına röportajı gerçekleştiren gazeteci Margaret Brennan, röportajın başında Erdoğan'a Biden'ın kendisini ‘otokrat’ olarak tanımlamasıyla ilgili düşüncesini sordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sayın Başkan'ın buradaki otokratla neyi ifade ettiğini bilemem. 40 yıllık siyasi geçmişim itibarıyla demokrasiyi hazmederek yaşayan ve bu demokrasiyi içselleştirerek 40 yılı halkına hizmetle geçirmiş olan bir liderim. Buraya böyle geldim ve 20 yıldır sürekli olarak girdiğim her seçimi kazandım... Sayın Başkan otokratlıkla neyi kast ediyor, onu ben bilemiyorum” yanıtını verdi. Erdoğan, Biden'ın, uluslararası insan hakları örgütlerinin derinden rahatsız edici bulduğu Türkiye'nin insan hakları sicili konusunu hiçbir zaman gündeme getirmediğini de sözlerine ekledi. Brennan, Biden'ın geçen Haziran ayında Brüksel'deki NATO zirvesinin oturum aralarında yaptığı görüşmede bu konuya değinip değinmediği sorulduğunda ise Erdoğan, “Hayır, değinmedi. Özgürlüklerle ilgili bir sorunumuz olmadığı için ülkemiz emsalsiz bir özgürlüğe sahiptir” dedi.
Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) verilerine göre Türkiye, dünyada en fazla gazetecinin cezaevinde olduğu ülkeler arasında Çin'den sonra ikinci sırada yer alıyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ise, Erdoğan’ın ‘otoriter’ yönetiminin, uluslararası insan hakları yükümlülüklerine aykırı yasaların çıkarılmasıyla güçlendiğini belirtiyor.
Erdoğan CBS’e verdiği röportajda, ülkesindeki gazetecilerin ve muhaliflerin durumuna ilişkin uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarının güvenilirliğini sorgularken gazeteci Brennan tarafından yöneltilen soruyu “Onlara inanıyor musunuz?” diyerek kınadı. Brennan,  ABD’nin resmi raporlarının da aynı şeyi söylediğini belirtti. Bunun üzerine Erdoğan, “Aslında aldatıldınız. Bu iddiaları ve iddiaların kaynağını araştırdınız mı? Lütfen bunu yapın” diyerek durumun siyasileştirildiğini ima etti.

Afganistan
Amerikan askerlerinin yirmi yıl boyunca Afganistan’da kalmalarına rağmen, ülkenin daha güvenli hale gelmediğine dikkati çeken Erdoğan, ABD'nin Afganistan'ı ele alış biçimini sert şekilde eleştirdi.
Erdoğan, Türkiye'nin, ABD'nin Afganistan’dan tam bir kaos ortamında çekilmesine rağmen, Taliban yönetimine giren Afganistan ile ilişkileri bir şekilde sürdürmeyi umduğunu söyledi. Erdoğan, Afganistan’ın Türkiye’den‘talep etmesi halinde’ sağlık, güvenlik, eğitim ve hayatın diğer alanlarında destek vermekten çekinmeyeceklerinin de altını çizdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Afganistan ile ilgili şunları söyledi:
“Bizim Afganistan halkına karşı tarihten gelen bir birlikteliğimiz var. Kimsenin Afganistan’a vermediği desteği her zaman biz verdik. Alt yapıda, üst yapıda Afganistan’da birçok yatırımların içerisinde olduk ve bundan sonraki süreçte de bunu yaparız. Dediğim gibi, bu yapılan yanlışlıklar sebebiyle de askerimizi çektik, sivil vatandaşlarımızı çektik ve şu anda Afganistan’da biz yokuz.”



Esed sonrası dönemde ilk üst düzey ziyaret: Uygurlu savaşçılar gölgesinde Çin–Suriye yakınlaşması

Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Pekin'de görüştü (Sana)
Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Pekin'de görüştü (Sana)
TT

Esed sonrası dönemde ilk üst düzey ziyaret: Uygurlu savaşçılar gölgesinde Çin–Suriye yakınlaşması

Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Pekin'de görüştü (Sana)
Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Pekin'de görüştü (Sana)

Yang  Xiaotong

Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani'nin Pekin'e yaptığı son ziyaret, eski devlet başkanı Beşşar Esed'in devrilmesinden bu yana üst düzey bir Suriyeli yetkilinin gerçekleştirdiği ilk ziyaretti. Birçok gözlemci, uzun zamandır beklenen bu ziyareti Suriye-Çin ilişkilerinde bir dönüm noktası olarak görüyor. Zira bir zamanlar Esed'in en sadık müttefiki olan Çin, Güvenlik Konseyi'ndeki diplomatik nüfuzunu, Esed yönetimini tehdit eden kararları engellemek için defalarca kullandı. Bu kararlar arasında, o dönemde ülkenin şu anki Cumhurbaşkanı olan Ahmed eş-Şara liderliğindeki Heyet Tahrir eş-Şam'ın kalesi olan İdlib'de ateşkes çağrısı yapan bir karar da vardı.

Ziyaret, özellikle iki ülke arasında Suriye'nin yeniden inşası meselesinin görüşülmesi ve terörizmle mücadelede iş birliği taahhüdü konusunda bir mutabakata varılması gibi olumlu sonuçlar doğurdu. Bu da Suriye-Çin ilişkilerinin açıklanmış kapsamlı bir stratejik ortaklık düzeyine yükselebilmesinin önünü açıyor.

 Ancak zorluklar varlığını sürdürüyor. En önemlileri arasında Çin'in Suriye ordusundaki Uygur savaşçıların varlığına ilişkin endişeleri ve kalıcı siyasi istikrar ihtiyacı yer alıyor. Bu endişeler ikili ilişkilere gölge düşürmeye devam ediyor ve Pekin'i Şam ile ilişkilerinde iyimser ama temkinli bir yaklaşım benimsemeye yöneltiyor.

Uygur savaşçılarla ilgili güvenlik endişeleri

Yabancı savaşçılar, Esed'in devrilmesinde önemli bir rol oynadı ve bunların arasında Çin'den ayrılıp Suriye'ye savaşmaya gelen yaklaşık 5 bin Uygur savaşçı da bulunuyor. Bunların çoğu, Çin'in batısındaki Sincan bölgesinden gelen Uygur ayrılıkçı örgütü Türkistan İslam Partisi'ne katıldı. Esed'in devrilmesinden itibaren, bu savaşçılar Suriye ordusuna bağlı 84. Tümene entegre edildiler. Suriye'deki liderlerinden biri tuğgeneralliğe, diğer ikisi ise albaylığa terfi ettirildi.

Çin'e geri dönmeleri pek olası görünmese de, ideolojilerini internette yayma kabiliyetlerinin yanı sıra, Irak, Pakistan veya başka yerlerdeki Çin çıkarları için gerçek bir tehdit oluşturuyorlar. Bu nedenle Pekin, Şam'a terörizm ile mücadele ve Türkistan İslam Partisi'ni ortadan kaldırma yükümlülüklerini yerine getirmesi için defalarca çağrı yaptı. Teröristleri barındırmanın bir kaplan yetiştirmek gibi olduğu ve kaçınılmaz olarak felaketle sonuçlanacağı uyarısında bulundu.

Buna karşılık Şam, Pekin'e terörizmin üreme alanı olmayacağına dair defalarca güvence verdi. Bu güvence, Şeybani'nin ziyareti sırasında yayınlanan ortak açıklamada, Şam'ın Çin'in güvenlik endişelerini ciddiye aldığını ve topraklarının Çin'in güvenliğine, egemenliğine veya çıkarlarına zarar vermek için kullanılmasına izin vermeyeceğini vurgulamasıyla yenilendi.

Çin, yakın zamanda BM Güvenlik Konseyi'nde Şara'nın adının uluslararası yaptırımlar listesinden çıkarılmasını öngören bir karar tasarısının oylaması sırasında çekimser oy kullandı. Çekimser oy kullanma ve veto hakkını kullanmama adımı, Çin'in BM Daimi Temsilcisi Fu Cong'un, kararın Çin'in terörizm konusundaki endişelerini yeterince gidermediğini belirttiği bir açıklamasının ardından atılmış olsa da, cesaret verici görünüyordu. Zira Pekin'in artık Şam'ın güvenlik endişelerini giderme konusunda ciddi olduğuna inandığını gösteriyordu.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan akatrdığı analize göre Pekin açısından, Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesinin önündeki en büyük engel, Suriye rejiminin yabancı savaşçılar, özellikle de Uygurlar üzerindeki sınırlı kontrolü. Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, iktidara geldiğinden beri, katı dini söylemlerden uzaklaştı ve bu da radikal akımları kızdırdı. Cihat amacıyla Suriye'ye gelen yabancı savaşçılar, ona karşı en yüksek sesle muhalefet edenler oldu. Bazıları onu, kendilerini hedef almak için diğer ülkelerle iş birliği yapmakla suçlarken, bazıları da açıkça ona karşı gelerek emirlerine uymayı reddetti.

Şara, Uygurlara sempati duyduğunu ifade etse de, açıkça “Çin ile olan çatışmaları bizim çatışmamız değil” dedi ve Suriye topraklarının Pekin'e yönelik saldırılar için bir platform olarak kullanılmasına izin vermeyeceğini vurguladı. Ancak, sözleri eyleme dönüşmedi. Esed'in devrildiği gün, Türkistan İslam Parti’si, odak noktasını Çin'e kaydıracağına dair bir video yayınladı. Daha sonra yayınlanan videosunda ise, savaşçıların, Kelime-i Şehadet yazılı siyah bayrak yerine, hilal ve yıldızla süslenmiş açık mavi bayrağı taşıması, örgütün asıl amacı olan Çin'den bağımsızlık arayışına geri döndüğünü işaret ediyordu.

Son olarak da Şam ile Fransızca konuşan savaşçılardan oluşan bir grup olan Liva el-Guraba (Yabancılar Tugayı) arasında çatışmalar çıktı. Tugayın lideri Ömer Omsen, Suriyeli yetkilileri Fransa ile iş birliği yapmakla suçladı. Ancak Şam, yabancı savaşçıları değil, DEAŞ ile iş birliği yapmak ve bir Fransız kızı kaçırmakla suçladığı Omsen'i hedef aldığını ısrarla savundu.

Şam, çoğu kendi ülkelerinde aranan ve siyasi veya ekonomik tavizler karşılığında teslim edilmekten korkan diğer yabancı savaşçıları endişelendirmemek için olayı önemsizleştirmeye çalıştı. Suriye ve Irak'ta 2.500'den fazla DEAŞ militanı hâlâ aktifken ve saldırıları bir önceki yıla göre iki katına çıkmışken, Şam bu deneyimli savaşçıları düşmanlaştırma riskini göze alamaz. Zira onlara aşırı baskı uygulamak, onları ayrılmaya ve DEAŞ veya diğer aşırılıkçı örgütlere katılmaya itebilir.

Ancak Pekin'in özellikle amaçladığı husus olan Uygur savaşçıların iadesi şimdilik pek olası görünmüyor, özellikle de Şam'ın 400'den fazla Uygur savaşçısını Çin'e teslim edeceği yönündeki söylentileri hemen yalanlaması göz önüne alındığında. Yine de, Şeybani'nin ziyareti sırasında Pekin ve Şam arasında terörizm ile mücadelede iş birliği konusunda varılan anlaşma, olası bir çözüme kapı açıyor.

dfgh
Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin Pekin'de yaptığı görüşme (SANA)

Çin açısından kabul edebilir koşullar arasında, Şam'ın Uygur savaşçılar üzerinde daha fazla kontrol sağlaması, örneğin uluslararası seyahatlerini kısıtlamak için Uygur kökenli Suriye vatandaşlarına pasaport verilmesinin engellenmesi veya 84. Tümen'in Çin yatırımlarının yoğunlaştığı Şam'dan uzak bölgelerde yeniden konuşlandırılması yer alıyor.

Yüksek risk, düşük getiri

Esed döneminde bile Çin, Suriye'ye yatırım yapma vaatlerini yerine getirmedi ve Suriye'ye yatırım yapmayı yüksek riskli, düşük getirili bir macera olarak gördü. Çin'in 2017'de Suriye'de bir sanayi sitesi kurmak için 2 milyar dolar yatırım sözü verdiğini, ancak projenin hiçbir zaman hayata geçirilmediğini hatırlayalım. İlerleyen yıllarda da Çin'in doğrudan yabancı yatırımları sınırlı kaldı ve 20 milyon doları aşmadı, hatta 2018'de 1 milyon doların altına düştü.

Bu durum, Suriye'nin 2022'de Kuşak ve Yol Girişimi'ne katılmasından ve ikili ilişkilerin 2023'te stratejik ortaklığa yükseltilmesinden sonra bile devam etti. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin 2024'te ülkesinin elinden gelenin en iyisini yaparak ekonomik yardım sağlamaya devam edeceğine dair sözlerine rağmen durum değişmedi.

Buna rağmen Pekin'in hesaplarında bir değişiklik olduğuna dair herhangi bir işaret yok. Çin bugüne kadar sadece “Suriye'nin yeniden inşasına katılmayı düşüneceğini” taahhüt etti. Şam'ın diplomatik konumu, ABD ve Avrupa yaptırımlarının kaldırılmasıyla Şara liderliğinde önemli ölçüde iyileşmiş olsa da, güvenlik durumu kırılganlığını koruyor.

Suriye nüfusunun yaklaşık yüzde 20'si Şam'ın kontrolü dışında. Güneyde İsrail, Golan Tepeleri'nde daha fazla alanı ele geçirdi ve kendisine bağımlı bir Dürzi oluşumunu destekliyor. Güneydoğuda, ABD Suriye'nin bazı bölgelerini işgal etmeye devam ediyor. Bu arada, kuzeydoğuda, ABD destekli ve çoğunluğu Kürtlerden oluşan Suriye Demokratik Güçleri (SDG), petrol üretim bölgelerinin çoğunu kontrol ediyor ve Suriye ordusuna entegre olmayı reddediyor. DEAŞ ise Suriye çölünde dağınık bir şekilde pusuda bekliyor ve yeniden canlanmak için fırsat kolluyor.

Bununla birlikte, Washington'un Suriye, İsrail ve SDG arasındaki görüşmelere arabuluculuk etmesi ve DEAŞ'a karşı mücadelede Şam ile iş birliği yapması, Çin'e güvenlik durumunun iyileşeceği konusunda az da olsa iyimser olma olanağı tanıyor. Bu nedenle Pekin, henüz bir yatırım veya ticaret anlaşmasına varılmamış olmasına rağmen yeniden inşa görüşmelerine devam etmeyi kabul etti. Çin'in amacı açık: Suriye barış ve istikrara kavuştuğunda, Pekin kendisini sahne dışında bulmak istemiyor.


İsrail'in yeni ‘detayları’ Gazze anlaşmasının ilerlemesini tehdit ediyor

Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
TT

İsrail'in yeni ‘detayları’ Gazze anlaşmasının ilerlemesini tehdit ediyor

Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)

İsrail’de, Gazze Şeridi’ndeki ateşkes anlaşmasının hükümlerinde değişiklik ve yeni bir sınır hattı belirlenmesine yönelik tartışmalar yürütülüyor. Bu tartışmalar, arabulucuların ‘kritik’ olarak nitelendirdiği ikinci aşamaya geçişin yakın olduğuna dair değerlendirmelerle örtüşüyor.

Uzmanların Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalara göre söz konusu detaylar, İsrail’in 10 Ekim’de imzalanan ve Gazze’de İsrail’in geri çekilmesi ile güvenlik ve idari düzenlemeleri içeren anlaşmanın ikinci aşamasına ilerlemeyi geciktirme amacı taşıyan manevraları olarak değerlendiriliyor.

Bu belirsizlik ortamında, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 29 Aralık’ta ABD Başkanı Donald Trump ile görüşeceği duyuruldu.

Netanyahu, pazar günü İsrail’de Almanya Şansölyesi Friedrich Merz ile düzenlediği ortak basın toplantısında, “Bildiğiniz gibi birinci bölümü, yani ilk aşamayı tamamladık. Son rehine Ran Gvili’nin cenazesinin dönüşünün ardından yakında ikinci aşamaya geçmeyi bekliyoruz. Bu aşama daha zor, en azından ilki kadar zorlu olacak. Kimse Trump’ın Hamas’a baskı yaparak rehineleri serbest bırakmasını beklemiyordu ama bunu başardık. Şimdi ikinci aşamaya geçiyoruz: Hamas’ın silahsızlandırılması ve Gazze Şeridi’nin silahlardan arındırılması. Üçüncü aşama ise Gazze’den aşırılığın temizlenmesi olacak” ifadelerini kullandı.

ABD basınında çıkan haberlere göre Trump’ın, Gazze barış sürecinin ikinci aşamaya geçtiğini Noel’den önce açıklaması bekleniyordu. Anlaşmanın ikinci aşaması, İsrail’in Gazze’nin bazı bölgelerinden çekilmesini, istikrar için uluslararası bir gücün konuşlandırılmasını ve Trump’ın liderliğinde oluşturulacak Barış Konseyi’ni içeren yeni yönetim yapısının devreye alınmasını kapsıyor.

İsrail Başbakanı’nın Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına yaklaşılmasına yönelik açıklamalarının ardından, İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, Gazze Şeridi’ndeki sarı hattın yeni bir sınır hattı olduğunu söyledi. Zamir, Gazze’de yaptığı saha turu ve durum değerlendirmesi sırasında, “Hamas’ın yeniden konuşlanmasına izin vermeyeceğiz. Gazze Şeridi’nin geniş bölgelerini kontrol ediyoruz ve kontrol hatlarında konuşlanmış durumdayız. Sarı hat yeni bir sınır hattıdır; Gazze çevresindeki İsrail yerleşimleri için ileri bir savunma hattı ve aynı zamanda bir saldırı hattıdır” dedi.

Sarı hat, İsrail ordusunun ABD Başkanı’nın Gazze savaşını sonlandırma planının birinci aşaması kapsamında çekildiği hattı ifade ediyor.

ABD planına göre İsrail ordusu, Gazze Şeridi’nin yaklaşık yüzde 53’ünü oluşturan ve hâlen bulunduğu bölgelerden kademeli olarak geri çekilecek.

Mısırlı uluslararası güvenlik uzmanı Tümgeneral Ahmed eş-Şehhat, bu İsrail açıklamalarının ‘anlaşma için yeni bir tehdit oluşturduğunu, İsrail’in kötü niyet taşıdığını ve sarı hattın güvenlik hattından coğrafi bir sınıra dönüşme ihtimalinin Gazze’nin bölünmesi yönündeki planları güçlendirdiğini’ belirtti. Şehhat’a göre bu durum, anlaşmanın ikinci aşaması için uygun olmayan bir ortam yaratıyor.

Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mutava ise bu ayrıntıların ‘ikincil önemde olduğunu, Washington’ın himayesinde yürüyen bir anlaşma bulunduğunu ve İsrail’in buna uymak zorunda olduğunu’ ifade etti. Mutava, “İkinci aşamanın bu şekilde tartışılması için erken. Çünkü uluslararası kabul gören ve Arap dünyası tarafından desteklenen bir barış planı var; herhangi bir değişiklik kabul edilmeyecektir” dedi.

c
Gazze Şeridi'nin kuzeyinde bulunan Cibaliye'de yıkılmış binaların arasında duran Filistinliler (AFP)

Diğer yandan Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, pazar akşamı bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, ‘Gazze Şeridi’nde ateşkesin her iki tarafça uygulanmasını güvence altına almak ve İsrail’in askeri operasyonlarını yeniden başlatmasına gerekçe oluşturabilecek herhangi bir durumu önlemek için uluslararası güçlerin konuşlandırılmasının gerekli olduğunu’ vurguladı.

Abdulati, Gazze’deki ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasını, İsrail’in ABD planında belirtilen hatlar doğrultusunda Gazze’den çekilmesini öngörmesi ve Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 2803 sayılı kararıyla ilişkili olması nedeniyle ‘büyük önem taşıyan’ bir dönem olarak nitelendirdi. Bakan, ikinci aşamaya geçiş için ciddi ve hızlı adımlar atılması gerektiğini belirtti.

Abdulati’ye göre ikinci aşamanın hükümlerine uyulmasının temel güvencesi, şu anda ABD’nin -özellikle de Başkan Trump’ın- sürece doğrudan dahil olmasıyla sağlanacak.

Ahmed eş-Şehhat ise ABD’nin ikinci aşamanın başarıya ulaşmasında belirleyici rol oynayacağını, Washington’ın İsrail’in olası manevralarını engellemek için Netanyahu üzerinde gerçek baskı kurması gerektiğini ifade etti.

Mutava da Trump ile Netanyahu’nun aralık ayı sonunda yapacağı görüşmenin, ikinci aşamanın geleceğini ve Washington’ın anlaşmanın ilerlemesi için uygulayabileceği baskının sonuçlarını göstereceğini belirtti.


Yarısı Gazze’de İsrail ateşiyle olmak üzere bir yılda Dünyada 67 gazeteci öldürüldü: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
TT

Yarısı Gazze’de İsrail ateşiyle olmak üzere bir yılda Dünyada 67 gazeteci öldürüldü: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)

Dünya genelinde son bir yılda 67 gazeteci, görev başındayken ya da meslekleri nedeniyle hayatını kaybetti. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) tarafından bugün açıklanan 2025 bilançosuna göre, bu ölümlerin yaklaşık yarısı Gazze Şeridi’nde İsrail güçlerinin ateşi sonucu gerçekleşti.

RSF, 1 Aralık 2024 – 1 Aralık 2025 döneminin, düzenli veya düzensiz silahlı kuvvetlerin yanı sıra organize suç örgütlerinin suç niteliğindeki uygulamaları nedeniyle gazeteciler için daha ölümcül bir yıl olduğuna dikkat çekti. Raporda, “Gazeteciler ölmez, öldürülür” vurgusu öne çıktı.

Bu açıklama, Cezayir’de bir temyiz mahkemesinin Fransız gazeteci Christophe Gleizes hakkında terörü övmek suçlamasıyla verilen yedi yıllık hapis cezasını onamasından yalnızca altı gün sonra geldi. RSF hâlihazırda 47 ülkede 503 gazetecinin cezaevinde bulunduğunu belirtti. Bu kişilerin 121’i Çin’de, 48’i Rusya’da, 47’si ise Burma’da (Myanmar) tutuluyor. Örgüt ayrıca, bazıları 30 yılı aşkın süredir kayıp olan 135 gazetecinin izine ulaşılamadığını ve çoğunluğu Suriye ile Yemen’de olmak üzere 20 gazetecinin kaçırıldığını kaydetti.

2023 yılı, 49 gazeteci ölümüyle son 20 yılın en düşük seviyesini oluşturmuştu. Ancak İsrail’in, Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısının ardından Gazze’de başlattığı savaş, bilanço trendini tersine çevirdi. RSF’nin güncel rakamlarına göre 2024’te 66, 2025’te ise 67 gazeteci öldürüldü.

RSF Yayın Direktörü Anne Bocandé, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Bu tablo, gazeteci nefretinin ve cezasızlığın kaçınılmaz sonucudur” dedi. Bocandé, hükümetlere “gazetecileri koruma görevine yeniden odaklanma” çağrısında bulunarak, “Gazetecileri hedef haline getirmekten vazgeçmeleri” gerektiğini söyledi.

RSF: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

RSF raporu, İsrail ordusunu gazeteciler için ‘en tehlikeli aktör’ olarak tanımladı. Örgüte göre, son 12 ayda Filistin topraklarında 29 medya çalışanı görev sırasında öldürüldü. Ekim 2023’ten bu yana bölgede mesleki faaliyetleri sırasında veya dışında yaşamını yitirenlerle birlikte bu sayı en az 220’ye ulaşmış durumda.

Çatışma bölgelerinde gazetecilerin siviller gibi korunması gerektiğini vurgulayan RSF, İsrail ordusunun gazetecileri hedef aldığı iddialarının “defalarca ve güçlü biçimde” dile getirildiğini ve bu kapsamda savaş suçu şikâyetlerine konu edildiğini hatırlattı.

İsrail ise bu suçlamalara karşılık olarak, hedeflerinin Hamas unsurları olduğunu, Hamas’ın ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak sınıflandırıldığını savunuyor.

İsrail ordusu, örneğin El Cezire muhabiri Enes el-Şerif’in Ağustos ayında beş diğer basın çalışanıyla birlikte İsrail hava saldırısında öldürülmesine ilişkin olarak, El-Şerif’in “gazetecilik kisvesi altında faaliyet yürüten bir terörist” olduğunu iddia etmişti. RSF ise o dönemde, söz konusu suçlamaların “hiçbir temele dayanmadığını” açıklamıştı.

RSF’den Bocandé, gazetecilere yönelik itibarsızlaştırma kampanyalarının işlenen suçları meşrulaştırma girişimi olduğunu söyleyerek, “Ortada yanlışlıkla sıkılmış bir kurşun yok; bu gazeteciler, bölgede yaşananları dünyaya aktarabildikleri için bilinçli biçimde hedef alınıyor” dedi.

Meksika, üç yılın en kanlı dönemi

RSF, Meksika’nın da “son üç yılın en ölümcül dönemini” yaşadığını ve 2025’te dokuz gazetecinin öldürüldüğünü bildirdi. Raporda, ölen gazetecilerin çoğunun yerel gelişmeleri takip ettiği, organize suç yapıları ile siyaset arasındaki ilişkileri ortaya çıkardığı ve öldürülmeden önce açık şekilde tehdit aldığı ifade edildi. Bu durum, 2024’te göreve gelen solcu Devlet Başkanı Claudia Sheinbaum’un basın güvenliği vaatlerine rağmen gerçekleşti.

Ayrıca, Ukrayna’da üç, Sudan’da dört gazetecinin öldüğü kaydedildi. Raporda, farklı kurumların verilerinde yöntem ve kriter farklılıkları nedeniyle sayılarda değişiklik olabileceği hatırlatıldı.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ise internet sitesinde 2025 yılı içinde şimdiye kadar 91 gazetecinin öldürüldüğünü bildirdi.