Ürdün Veliaht Prensi’ne sahada tanınan geniş yetkiler https://turkish.aawsat.com/home/article/3216226/%C3%BCrd%C3%BCn-veliaht-prensi%E2%80%99ne-sahada-tan%C4%B1nan-geni%C5%9F-yetkiler
Ürdün Veliaht Prensi’ne sahada tanınan geniş yetkiler
Ürdün Veliaht Prensi, ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı görüşmede Kral 2. Abdullah'a eşlik etti. (Kraliyet Haşimi Mahkemesi)
İstanbul/Şarku’l Avsat
TT
TT
Ürdün Veliaht Prensi’ne sahada tanınan geniş yetkiler
Ürdün Veliaht Prensi, ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı görüşmede Kral 2. Abdullah'a eşlik etti. (Kraliyet Haşimi Mahkemesi)
Tarık Dilovani
Ürdünlü yetkililer tarafından ‘fitne’ davası hakkında yayınlanan bilgiler, komplo planının yaklaşık altı ay önce ortaya çıkmasından ve anlaşmazlıkların iktidardaki ailenin şemsiyesi altında ortadan kaldırılmasından bu yana, sürecin Prens Hamza bin el-Hüseyin ve kardeşi 2. Abdullah’ın himayesinde gerçekleştiği ile sınırlı kaldı.
Ancak son zamanlarda birtakım söylentiler ortaya çıktı. Fakat Ürdün hükümeti konu hakkında yorum yapmıyor. Söz konusu söylentilere göre Prens Hamza, ülkeden ayrılıp annesinin yaşadığı ABD’ye gidebilir.
Arap arabuluculuğu
Prens Hamza, davanın geçtiğimiz nisan ayında duyurulmasından bu yana kamuoyuna yalnızca bir kez göründü. Bu da özellikle resmi bilgilerin azlığı nedeniyle tüm davanın söylenti ve spekülasyonlar ile çevrelenmesine neden oldu.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre söz konusu söylentiler, Ürdün'e de ekonomik destek sağlamak isteyen bir Arap ülkesi etrafında dönüyor. Fakat Ürdün’ün tepkisinden söz edilmiyor. Ancak bu konudaki kararın önümüzdeki hafta içinde verileceği iddia edildi.
Independent Arabia, Ürdün Enformasyon Bakanı Sahr Dudin'e söylentiler hakkında sorular yöneltti. Fakat Dudin, bu konuda açıklama yapmayı kabul etmedi.
Kraliçe Nur çıtayı yükseltiyor
Merhum Kral Hüseyin bin Talal’ın eşi ve Prens Hamza bin Hüseyin’in annesi Kraliçe Nur, alışılmadık bir şekilde ‘Washington Report’ internet sitesinde yayınlanan makalede Ürdün’de reform yapma çağrısında bulundu.
‘Ürdün'de Ekonomik ve Siyasi Reform İhtiyacı’ başlıklı makale, Joe Biden yönetimini, Ürdünlüler için acil bir ihtiyaç olarak tasvir edilen reformlara yönelik baskı yapmaya çağıran birçok uzmandan alıntılar içeriyor.
Kraliçe Nur daha önce Ürdün’ü böyle sert bir şekilde eleştirmemişti. Fakat son yıllarda, özellikle de oğlu eski Veliaht Prens Hamza bin Hüseyin’in geçtiğimiz nisan ayında Ürdün’de huzursuzluk çıkarmak için bir komploya katılmakla suçlanmasının ardından ülkedeki iç durumu eleştiren rapor ve Twitter mesajları yayınlamaya başladı.
Kraliçe Nur, geçtiğimiz ağustos ayında Twitter’da yaptığı bir paylaşımla Prens Hamza’nın durumuna ilişkin tartışmayı yeniden gündeme getirdi. Kraliçe Nur, oğlunun halen ev hapsinde tutulduğunu belirtri. Twitter’dan paylaştığı ikinci mesajda, telefonuna bir siber saldırı gerçekleştirildiğinden şikayet etti.
Veliaht Prens ön plana
Ürdün Veliaht Prensi Hüseyin bin Abdullah, babası Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın desteğiyle, özellikle de medyada ‘fitne’ davası olarak bilinen ülkedeki komplo planının ortaya çıkmasından sonra taht kurumunda daha geniş ve daha büyük yetkiler elde etmeye doğru istikrarlı bir şekilde ilerliyor.
Veliaht Prens her gün hassas iç dosyalarla ilgileniyor. Bundan da önemlisi aylar önce ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı görüşme de dahil yurt dışı gezilerinde babasına eşlik ediyor.
Kameralar, ABD ziyareti sırasında Prens Hüseyin'e karşı içeride ve dışarıda yapılan tüm saldırılar karşısında, Ürdün'de Veliaht Prens Vakfı’na (Crown Prince Foundation) yönelik ABD'nin doğrudan ve açık desteği olarak yorumlanan bir görüntü yakaladı.
Daha büyük dosyalar ve yetkiler
Ürdün Veliaht Prensi ile ABD Başkanı Joe Biden'ın Beyaz Saray’da bir araya geldiği sırada Biden’ın elini genç Prens’in omzuna koyarken çekilen kare, birçok anlam taşıyordu. Yerel anlamda, özellikle bir sonraki aşamada bölgesel olarak büyüyen Ürdün rolü göz önünde bulundurulduğunda Prens Hüseyin'in Kral 2. Abdullah'ın ardı ardına gelen iç meselelere ek olarak Suriye ve Irak ile Filistin dosyası gibi çetrefilli başlıklarda daimi yardımcısı veya kendisine daha geniş yetkiler vermek amacıyla kişisel temsilcisi olarak atanmasıyla tercüme edilebilir.
Ürdün Veliaht Prensi, özellikle Filistin meselesiyle ilgili olarak, İsrail'in bölgedeki planlarına karşı durmak konusunda babası Kral 2. Abdullah'ın yolunu izliyor. Bu nedenle, önümüzdeki günlerde İsrail'in Kudüs'teki statükoyu değiştirme ve Kudüs üzerindeki Haşimi vesayeti ile oynama girişimleri dosyasında önemli bir rol oynaması bekleniyor.
Bu durum, Ürdün Kralı’nın ülkede reform yaklaşımını teşvik etme girişimlerinin ortasında yaşandı. Müslüman Kardeşler de dahil olmak üzere Krallık’taki siyasi yelpazenin tüm renklerini içeren Eski Başbakan Samir er-Rifai’nin liderliğindeki Kraliyet Reform Komitesi yaklaşıyor. Reform sonuçlarının duyurulması değişime yönelik ilk adım olabilir. Partiler ve Seçim Kanunları gibi partizan eylemine daha fazla yer veren, parlamenter ve parti hükümetlerinin oluşumuna yol açan radikal ve devrimci değişikliklerle yeni kanunlar çıkarılmasında rol oynayabilir.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.
Bağımsız Filistin devleti vaadinin sorunları ve sınırlarıhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5170244-ba%C4%9F%C4%B1ms%C4%B1z-filistin-devleti-vaadinin-sorunlar%C4%B1-ve-s%C4%B1n%C4%B1rlar%C4%B1
Bağımsız Filistin devleti vaadinin sorunları ve sınırları
Gazze'nin kuzeyindeki Zikim Sınır Kapısı yakınlarında dağıtılan un çuvallarını omuzlarında taşıyan Gazzeliler (AFP)
Macid Kayali
Suudi Arabistan ve Fransa'nın daveti üzerine, 28-29 Temmuz tarihlerinde New York'taki Birleşmiş Milletler genel merkezinde iki devletli çözümü, daha doğrusu Filistin devleti çözümünü uygulamak için uluslararası konferans düzenlendi. Bu konferans, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümetinin Filistin halkını siyasi haritadan silme ve 1993 tarihli Oslo Anlaşmaları'nın hükümlerini iptal etme yaklaşımına karşı çıktı. Dolayısıyla 1967 yılında işgal edilen topraklarda Filistin Yönetimi'nin varlığını zayıflatma politikasına karşı düzenlendi.
Yukarıda belirtilenlerin yanı sıra sadece Filistin devletini tanımakla kalmayıp, Filistinlilere bu hakkı da vermek için Arap ve uluslararası (özellikle Avrupa) çabalarının bir sonucu olması, Fransa'nın Avrupa ve uluslararası alanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) üyesi olarak konumunu teyit etmesi ve önümüzdeki eylül ayında Filistin’i tanıma kararı alması, Suudi Arabistan'ın İsrail ile normalleşme çabalarını bağımsız bir Filistin devletinin kurulması şartına bağladığını yeniden teyit etmesi ve konferansın 145 ülkenin Filistin devletini BM’de gözlemci üye olarak tanımasının bir sonucu olması da konferansın önemini ortaya koydu.
Filistinlilerin yaşadığı yeni felaket ve bir devlet kurmaları vaadi
Belki de bu, Filistinlilerin yaşadığı son yeni felaketin, Netanyahu'nun 1996-1999 yıllarında ilk kez İsrail başbakanı olduğundan beri, 1993 Oslo Anlaşmaları'nı bozmak ve Filistin Yönetimi'ni marjinalleştirmek için siyasi, askeri, ekonomik ve idari tüm araçları kullanarak ve 2009'dan beri İsrail hükümetlerinin başbakanı olarak ve 7 Ekim 2023'ten beri Gazze Şeridi'ne karşı Aksa Tufanı Operasyonu’nu gerekçe göstererek Hamas'la mücadele bahanesiyle yürüttüğü acımasız soykırım savaşı yoluyla herhangi bir uzlaşıda Filistinlilerin varlığını ortadan kaldırmayı önceliği haline getirmesinin aksine devletlerinin doğuşuna ve 1967 sınırlarında bağımsız bir siyasi yapı kurma haklarının pekiştirilmesine vesile olabileceği anlamına geliyor olabilir.
“Ortadoğu'da demokrasi ve modernizmin beşiği olduğunu iddia eden İsrail, bunun aksi bir durum olarak kendisini sadece Yahudiler için bir ulus devlet ve liberal ve demokratik bir vatandaş devleti olmaktan ziyade dini bir devlet olarak tanımlamakta ısrar ediyor.
Bununla birlikte bu konferansı farklı kılan, İsrail'in zulmünün, inatçılığının, Filistinlilerin haklarını inkar etme ve onların varlığını marjinalleştirme konusundaki ısrarının doruk noktasında, ABD'nin desteğiyle onlara karşı yürüttüğü yok etme savaşına rağmen düzenlenmiş olmasıdır.
Öte yandan, Filistinlilerin acılarına, trajedilerine ve fedakarlıklarına sempati duyan bu uluslararası eğilim, her olgunun bir zıttı olduğu, hakikatin gücünün örtbas edilemeyeceği ve toplumların yumuşak gücünün kendini dayatabileceği fikrini güçlendiriyor. Bu durum iki açıdan gözlemlenebilir. Bunlardan birincisi, İsrail'in gerçek yüzünün, sömürgeci, yerleşimci, ırkçı, dinci ve soykırım uygulayan bir devlet olarak dünya önünde açığa çıkmasıdır. Bu durum başta Avrupa ülkelerinde olmak üzere sadece dünya kamuoyunda değil artık bu ülkelerin hükümetlerinde de rahatlıkla görülüyor.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, BM Genel Merkezi'nde düzenlenen konferansta İsrail ve Filistinliler için iki devletli çözüm hakkında konuşurken, 28 Temmuz 2025 (AFP)
Kendini Holokost'un kurbanı olarak tanıtan İsrail, kurban konumunda hatta masum olduğunu, Filistinlilere karşı uyguladığı tüm baskıcı, saldırgan, ırkçı ve soykırımcı uygulamalardan sorumlu tutulmamaktan muaf olduğunu iddia ederek, işkencecisine benzediğini ve onun 1930'lu ve 1940'lı yıllarda Yahudilere karşı uyguladığı politikaları temsil ettiğini ortaya koyuyor.
Ayrıca, Ortadoğu'da demokrasi ve modernizmin beşiği olduğunu iddia eden İsrail, bunun aksi bir durum olarak kendisini sadece Yahudiler için bir ulus devlet ve liberal ve demokratik bir vatandaş devleti olmaktan ziyade dini bir devlet olarak tanımlamakta ısrar ediyor.
Diğer taraftan konferans, Batı'da toplumlar ve hükümetler düzeyinde, bu ülkelerdeki Yahudi çevrelerde ve hatta ABD’de bile, Filistin halkına ve bağımsız bir devlette kendi kaderini tayin etme hakkına sempati duyulduğunu orta koydu. Bu durum, yaklaşık iki yıldır silahsız bir halk olarak, güçlü ve acımasız bir askeri makineye karşı yaşadığı trajedi nedeniyle Batı, Nazizmin yükselişini, onun temsil ettiği ahlaki çöküntü, ırkçılık ve kimlik nedeniyle soykırıma yönelme eğilimi gibi özellikleriyle birlikte yeniden hatırladı. İsrail, Filistinlilere su, elektrik, gıda, ilaç, barınak ve yakıtı keserek, hatta onları vatanlarından uzaklaştırarak, tüm dünyanın gözleri önünde bunu yapıyor.
Filistin devletinin kurulması, Batı Şeria'yı parçalayan yerleşim yerlerinin kaderinin belirlenmesi gerektirir ki bu, İsrail'in kabul etmesi zor bir durumdur.
Filistin’in durumunu belirleyen faktörler
Merkezinde Suudi Arabistan ve Fransa’nın yer aldığı Arap dünyası, bölgesel ve uluslararası çabaların halen uygun düzeyde bir Filistin boyutundan yoksun olduğu yönünde gözlemler var. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Filistinlilerin kendi kimlikleri hala yeterince ön plana çıkmış değil. Gazze Şeridi'nde bir milyon Filistinli soykırım savaşına maruz kalırken, Batı Şeria'daki Filistinliler siyasi, güvenlik, ekonomik, idari ve altyapıya olan bağımlılıkları bakımından her zamankinden daha fazla İsrail'in hakimiyeti altında eziliyorlar. İsrail, koloniler, yerleşim birimleri, askeri kontrol noktaları ve ayrım duvarı ile Batı Şeria'yı parçalamaya ve bölmeye çalışıyor.
48 Filistinlileri, (İsrail vatandaşı olan Filistinliler), vatandaşlıktan çıkarılmaya çalışılarak ya da ifade ve düşünce özgürlüğü hakları kısıtlanarak ötekileştiriliyorlar. Bunun yanı sıra Filistinli mülteciler, geri dönüş hakkının gündemden çıkarılması, Filistin devleti hedefine odaklanılması ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Filistin Yönetimi lehine marjinalleştirilmesi nedeniyle siyasi denklemlerin dışında kaldılar. Ayrıca, Filistinli mültecilerin başta Suriye ve Lübnan olmak üzere yaşadıkları yerlerdeki zor koşullar, Filistinli mülteci topluluklarının ortadan kaybolmasına veya marjinalleşmesine yol açarken bunların yarısından fazlasının dünyanın diğer ülkelerine ikinci kez mülteci olarak gitmelerine neden oldu.
Gazze'den İsrail'e giriş yapan bir İsrail tankın, 28 Temmuz 2025 (Reuters)
Dikkat edilmesi gereken ikinci nokta, Filistinlilerin Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde kendi devletlerini kurmalarının, birçok unsurun bir araya gelmesini gerektiriyor olması. Bunların başında, Netanyahu-Smotrich-Ben Gvir hükümetine uygun düzeyde baskı uygulanması geliyor. Mevcut hükümetin İsrail’in 1948 yılında kurulduğu günden bu yana en aşırı sağcı hükümeti olarak kabul ediliyor. Bu da ABD'nin bu yönde harekete geçmesini gerektiriyor, Fakat bu, ABD toplumunda, Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerde ve Yahudi cemaatinde Filistinlilerin lehine siyasi yaklaşımlar bulma yönünde yaşanan tüm dönüşümlere rağmen, bu koşullar altında tahmin edilmesi zor bir durum.
Üçüncü nokta olarak iki devletli çözümden bahsetmenin, yani Filistinlilerin kendi devletlerini kurmalarını sağlamanın, Filistinlilerin bu çözüme ilişkin vizyonuyla, yani işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde bir Filistin devleti kurulmasıyla tamamen örtüşmediğini anlamak gerekir. Çünkü bu vizyon, Gazze'nin yıkımı da dahil olmak üzere, karmaşık durumları, müdahaleleri ve belirleyicileri kapsıyor. Gazze, artık yaşanmaz bir yer haline geldi. Yani bunun için Gazze'deki soykırım savaşının durdurulması, yeniden inşa çabalarının yönlendirilmesi ve temel yaşam gereksinimlerinden ve yaşamlarını ve istikrarlarını sağlayan kaynaklardan mahrum kalan iki milyon Filistinliye yardım sağlanması gerekiyor. Ayrıca Filistin devletinin kurulması, Batı Şeria'yı parçalayan yerleşim birimlerinin kaderinin belirlenmesini gerektiriyor. Bu aynı zamanda İsrail'in kabul etmesi zor bir durum. İsrail’in özellikle Kudüs bölgesinde bir tür orta yol bulunması lazım. Bunun için de yaratıcı çözümler bulunmalı. Bu koşullar altında ve mevcut İsrail hükümeti altında, özellikle de ABD yönetimi İsrail'i desteklemeye ve onun işgalci, ırkçı ve soykırımcı politikalarını örtbas etmeye devam ederse, bu çözümlerin ne olacağını belirlemek zor.
Aslında İsrail'in bakış açısına göre Filistin devleti çözümü, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Kudüs'ün tamamını kapsamıyor. Sadece bazı toprakları kapsıyor. Yani yerleşim birimleri olduğu gibi kalacak, Filistinlilerin toprakları ve kendi toprakları üzerindeki egemenlikleri daha da azalacak. Böylece toprak, su, kaynaklar ve geçiş noktaları üzerindeki egemenlik İsrail'in elinde kalacak ve bu durumda Filistin devleti, özerk yönetimden daha büyük, ancak devletten daha küçük bir konumda olacak ve özellikle de altyapı, elektrik, su, enerji, iletişim araçları, ulaşım ve İsrail ile geçiş noktaları açısından İsrail'e bağlı kalacak.
Filistin devletinin olasılığının, bir fikirden gerçeğe dönüşme sürecini takip etmek ve bu süreçte İsrail'in ve ardından ABD’nin bu duruma nasıl tepki verdiğini gözlemlemek oldukça ilginç.
Burada da Filistin siyasi düşüncesinde Filistin devleti fikrinin ortaya çıkışı, hatırlatılması gereken bir diğer noktadır. Bu fikir, 1974 yılında düzenlenen 12’nci Filistin Ulusal Konseyi'nin oturumunda kabul edilmesinden bu yana yarım asırdır varlığını sürdürüyor.
Bu fikir, 1947 yılında Filistin topraklarının İsrail ve Filistin olmak üzere iki devlete bölünmesine ilişkin BM’nin 181 sayılı kararıyla çok daha önce ortaya çıkmıştı. Filistin ulusal hareketi, 1960'ların ortalarında başladığında bu fikri unutmuş veya göz ardı etmişti. Daha fazla bilgi için Al Majalla'da 15 Temmuz 2025 tarihinde yayınlanan ‘Bağımsız Filistin devleti projesinin aşamaları ve dönüşümleri’ başlıklı makalemi inceleyebilirsiniz.
FKÖ tarafından 1988 yılında yayınlanan ‘Filistin Bağımsızlık Bildirgesi’ tanındı ve bu sayede BM sisteminde ‘Kurtuluş Örgütü’ adının başında ‘Filistin’ getirildi. Ardından 2012 yılında gözlemci üye statüsü kazanan Filistin, şu anda 145 ülke tarafından tanınıyor ve bu sayının özellikle Avrupa ülkelerinden bu sayının artması bekleniyor. Aynı zamanda önümüzdeki eylül ayında yapılması planlanan Genel Kurul toplantısında tam üyelik statüsü kazanması umuluyor.
BM genel merkezi önünde düzenlenen “Gazze'yi açlığa mahkum etmeyi hemen durdurun” başlıklı protesto gösterisinden bir kare, New York, ABD, 1 Temmuz 2025 (Reuters)
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD’nin tutumu Beyaz Saray yönetiminin mevcut eğilimlerini değerlendirmek için henüz erken olmakla birlikte, bir tür esneklik gösterebileceğine dair birtakım işaretler de var. Bunlardan birincisi, toplumlar ve hükümetler düzeyinde Filistinlilere duyulan uluslararası sempati dalgası. İkincisi, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri, Trump yönetiminin hedefi olan normalleşme çabalarını Filistinlilerin kendi devletlerini kurmalarına olanak sağlamakla ilişkilendirmesi. Üçüncüsü, bugün kurulacak bir Filistin devleti birçok kısıtlamaya tabi, yani muhtemelen zayıf ve kısıtlı bir devlet olacak olması. Dördüncüsü, ABD yönetiminin, Filistinlilerin kendi devletlerini kurma hakkını öngören BMGK’nın 1397 sayılı ve 12 Mart 2002 tarihli kararını oylayarak kabul etmesi. Bu gelişme, Başkan George Bush döneminde gerçekleşti. Bu da ABD’nin politikasında, Cumhuriyetçi bir başkanın yönetiminde, Amerikan tutumunun Filistinlilerin kendi devletlerini kurmalarını destekleme veya buna karşı çıkmama yönünde değişebileceğini ve Filistin devletine uluslararası kuruluşlarda tam üyelik statüsü verilebileceğini gösteren bir gelişmeydi.
Tüm bunları göz önünde bulundurarak, bağımsız bir Filistin devleti kurulması olasılığının bir fikirden gerçeğe dönüşme sürecini takip etmek, İsrail'in ve ardından ABD’nin bu duruma nasıl tepki verdiğini ve tüm bunların Ortadoğu'nun durumu ve İsrail'in Ortadoğu'daki konumu üzerindeki etkilerini, Filistinlilerin içinde bulunduğu trajedi çerçevesinde gözlemlemek oldukça ilginç. Bu zorlu ve acı verici kayıp barış arayışında, umut, yaşayabilir bir Filistin devleti ile bulunabilir.
Şimdi, eylül ayında New York'ta yapılacak BM Genel Kurul oturumunda Suudi Arabistan ve Fransa'nın çabalarının meyvesini vermesini bekliyoruz.