ABD: Sudan’da yönetimin tümüyle sivilleşmesi gerekir

ABD’nin oydaşmacı sistemine dönüş çağrısı, son darbe girişiminin etkileri ve sonuçlarının ortaya çıkışı sonrasında gelişti

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan ve yardımcısı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Independent Arabia- Hasan Hamed)
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan ve yardımcısı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Independent Arabia- Hasan Hamed)
TT

ABD: Sudan’da yönetimin tümüyle sivilleşmesi gerekir

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan ve yardımcısı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Independent Arabia- Hasan Hamed)
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan ve yardımcısı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Independent Arabia- Hasan Hamed)

Mana Abdulfettah
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Sudan’daki asker-sivil uzlaşısını bozmadan Egemenlik Konseyi Başkanlığı’nın bir sivile devredilmesi için çabalıyor. Washington Sudan’da tümüyle sivil bir yönetime geçiş çağrısını yineledi.  
ABD’nin talebiyle ilgili ilginç olan şey, ordunun Egemenlik Konseyi Başkanlığı’ndan uzaklaştırılmasına yapılan atıf değil. Bunun yerine geçiş döneminin sona ermesini ve seçimlerin yapılmasını talep etmeden genel rıza yoluyla uzlaşıya dayalı bir formata ulaşılması. Bu durum, genel rızaya dayalı olan oydaşmacı demokrasi sisteminin temel amacının, demokratik gelişmenin ilke ve temellerini geliştirmek olduğunu gösteriyor.

‘Dörtlü Grup’
ABD’nin oydaşmacı sisteme geriş dönüş çağrısı, son darbe girişiminin etki ve sonuçlarının, sivil ve askeri bileşenlerin birbirini dışlama girişimlerinin ortaya çıkmasından sonra gelişti. Egemenlik Konseyi üyesi Muhammed el-Fekki Süleyman, sosyal medya organları aracılığıyla Sudan halkına “Devriminizi korumak için acele edin” çağrısında bulundu. Süleyman, ulusal televizyonda yaptığı açıklamada ordunun, siyasi kredisinden düşüleceğini belirtti. Bu durum ise Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan ve yardımcısı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu’yu (Hamideti), uzlaşıya dönüş dışında sivil bileşenlerle aynı masada oturmayacaklarını açıklamaya itti.
Darbe girişiminin etkileri, iki taraf arasındaki uçurumun büyüdüğünü ve her iki tarafın da diğerinden kurtulmak için fırsat beklediğini ortaya koydu. Bu yol, Demokratik Birlik Partisi’ne mensup olan ve Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri’ni (ÖDBG) temsil eden ‘Federal Konsey’ adı altında bir federal parti grubunun parçası olan Muhammed el-Fekki Süleyman liderliğindeki dört isim tarafından yönetiliyor. Bu, Çin Komünist Partisi’nde dört yetkiliden oluşan solcu bir siyasi gruba verilen ad olan ‘Dörtlü Çete’ye atıfla, ‘Dörtlü Grup’ olarak adlandırıldı. Çete, 1966- 1967 yılları arasındaki Çin Kültür Devrimi sırasında öne çıktı ve bir dizi ihanet suçu ve Kültür Devrimi’ni yıkmakla suçlandı. Dörtlü Çete, Kültür Devrimi’nin son aşamalarında Çin Komünist Partisi’nin iktidar organlarını etkin bir şekilde kontrol etti. 1969’daki devrimden sonra ortamın sakinleşmesiyle birlikte basın ve medya kuruluşlarını kontrol altına alan çete, siyasi yetkililerin arzularına uygun olarak gazetelerde yazılan tüm propaganda ve makaleleri incelemeye başladı.
Bu yaklaşım, ‘Dörtlü Grup’un zayıf siyasi partilere mensup olduğu bağlamında ortaya çıktı. Yaklaşıma göre tıpkı Mao Zedung döneminde ordunun siyasi istikrarı sağlamak için müdahalesi gibi, ideolojik değerlerini empoze etmeye çalışan geçici Egemenlik Konseyi’ndeki sivil partilerin ritmi de orduyu müdahale etmeye çağırıyor.

Uyumlu deneyim
Her iki taraftan oydaşmacı sisteme dönmek, devrimden ve rejimin çöküşünden sonra başlanılan noktaya geri dönmek anlamına geliyor. Ancak geçiş döneminin sonunun hızlandırılması ve seçim tarihinin belirlenmesi çağrısı sonrasında ABD tarafından teşvik edilen bu durum garip görünüyor. Bununla eş zamanlı olarak ABD’nin Afrika Boynuzu Özel Elçisi Jeffrey Feltman, darbe girişiminden bir hafta sonra Hartum’a ziyarette bulunurken, sivil ve askeri unsurlar arasındaki gerginliğin en üst düzeye ulaştığına tanık oldu. Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan ve Başbakan Abdullah Hamduk ile bir araya gelen Feltman, iki lidere sivil yönetime doğru ‘hızlı şekilde ilerleme’ ve sivil bir ismin Egemenlik Konseyi başkanlığını üstleneceği bir tarihte uzlaşmaya varma çağrısında bulundu.
Geçiş dönemi, toplumun bileşenleri ile devlet içindeki tüm grupların temsilcileri arasında uzlaşma ilkesinin benimsenmesine dayanıyordu. Bu ilkeler, ‘siyasi, partizan ve etnik kotalara dönüşmemek kaydıyla istikrarlı bir siyasi ortam oluşturmak için toplumda var olan etnik, kabilesel veya diğer farklı kimliklerden’ oluşuyor. Şu an yaşananlar, kotaların ortaya çıkmasının yanı sıra siyasi kutuplaşmanın yoğunlaşmasıyla da karakterize ediliyor. Bir yanda diğer hareketler, diğer yanda da bölge insanları, Cuba Barış Anlaşması’nı imzalayan ve güç paylaşımına imza atan bazı silahlı hareketler tarafından öfkelendirildi. Bazıları, kotaların Cuba Barış Anlaşması’nın imzalanmasından önce, hükümette ÖDBG çalışanlarının atanmasıyla başladığına inanıyor. ÖDBG, geçiş aşamasında hüküm sürmemek, aksine seçimlerin yapılması ve geçiş döneminde teknokratik bir hükümete dayanılması için anayasal belgeye imza attı. Bazı taraflar, askeri bileşeni gücü tekelleştirmeye ve sivil bileşeni çeşitli yollarla yabancılaştırmaya çalıştığı için eleştirirken, bu eleştiri darbe girişiminden ve silahlı hareketlerin bazı liderlerinin askeri bileşen tarafından desteklenmesinden sonra ileri bir aşamaya ulaştı.

Eksik demokrasi
ABD talebi, mevcut yoldan sapmaya karşı uyarı yaparken, gerginliklerin giderilmesi çağrısında bulunuyor. ABD talebindeki küçük gelişme ise bir sivilin, konsey başkanlığını üstlenmesi yönünde. Ancak ABD, bundan daha fazlasını talep etmedi. Rızaya dayalı yönetim deneyimi kendi içinde tam bir demokrasi değil, gerektiğinde ülkeyi savaşlar, çatışmalar ve yasama boşluğu ışığında çöküşten korumak için liberal demokrasiye bir alternatif sayılıyor.
ABD, batı biçimindeki demokrasinin mevcut Sudan durumu için uygun olmayabileceğine inanıyor. Oydaşmacı sistem, yukarıda belirtilen koşullar göz önüne alındığında, şu anda en yakın ve en iyi seçenek olarak görülüyor. Ancak bunun nedeni, mezhepsel ya da etnik azınlıklar değil. Tüm bölgelerde azınlıkların bolluğu Sudan’ı çeşitli bileşenlere sahip bir ülke haline getirdi. Bu nedenle çoğunluğun azınlık üzerindeki hakimiyeti, burada çeşitlilik lehine reddediliyor.
Bu oydaşmacı tecrübe, genel olarak Sudan’da demokrasinin başarısız olacağı beklentisine dayalı olarak ortaya çıktı. Ancak başlangıçtan itibaren çizilen model, toplumun bileşenleri arasında koalisyon anlaşması ilkesinden sapmış ve onlara katılma fırsatı vermiştir. Geçiş hükümeti bileşiminin gösterge ve verileri, uzlaşma derecesini korumaktan geri çekilmeye başladı. Kutuplaşma gerçekleşti ve siyasi partiler, askeri bileşen ve silahlı hareketler arasında güç paylaşımı yapıldı. Bir önceki rejimin yaptığı tam da buydu. Uluslararası kısıtlamalar yoğunlaştıkça, bir koalisyon hükümeti kurulacak ve iktidar, muhalefetle paylaşılacaktı. Şu an Sudan toplumu ve onu temsil eden devrimci güçler, iktidara ortak olmadıklarını ve siyasi ve ekonomik karar alma çemberinin dışında olduklarını hissediyorlar. Kendileriyle hükümet arasında güven kalmazken, devrimci güçlerin sivil ve askeri bileşenler üzerindeki baskısı artmaya başladı. Savunmalarını birbirlerine sert bir şekilde saldırarak, karşılıklı medya alışverişi ve suçlamalar yaparak gerçekleştirdiler.

Demokratik egzersiz
Eğer rızaya dayalı demokrasi liberal demokrasinin ilk eşiğiyse buna erişim, ‘ilki eski rejime eşlik eden hayal kırıklığı olan’ bazı faktörler tarafından engellendi ve düşüşünden sonra kitleler istikrarlı bir hükümetin kurulmasını hayal etti. Ancak bu gerçekleşmedi. Çünkü oydaşmacı sistem, liberal demokrasi sağlanana kadar muhalefetin sakinliğini gerektiriyor. Aynı şekilde eskiden muhalefet koltuğunda oturan ÖDBG, hâlâ oradaki yerlerini koruyor ve aynı zamanda hükümete katılıyor. Bu durum, özellikle Yasama Konseyi’nin yokluğu ve siyasi eylemi düzenleyen yasaların yokluğu nedeniyle Geçiş Konseyi’ni neredeyse yok etti. İkinci faktörü ise kararların alınmasında ve uygulanmasında yavaşlık oluşturuyor. Aynı şekilde üçüncü faktör, sivil ve askeri bileşenlerin bazı tavizler vermesi yerine, halkın kendilerini ‘ekonomik durum, özgürlükler ve diğerleri ile ilgili temel taleplerde’ tavizler verirken bulması. Dördüncü faktör, mezhepçi partiler, eski rejimin üyeleri tarafından temsil edilen siyasal İslam akımının güçleri ve grupları ve siyasi arenada (bu birleşme yoluyla ideolojilerini çözmeye çalışan) mevcut olan bazı İslamcı partiler arasındaki birleşme.
Bu dönem, demokrasiye doğru gelişmeyi sağlayan ön koşullara bağlı kalarak, demokrasiyi uygulamak ve sonuçlarını ne olursa olsun kabul etmek için bir fırsat oluşturuyor. Ancak mevcut hükümetin başarısızlığı, bu geçici dönem konusunda ulusal bir uzlaşı sağlanamaması ve iki unsur arasında bireysel bir teokrasi dayatma girişimi nedeniyle, bu gerileme ve demokratik sürecin bütünlüğünü sağlayacak ilke ve kurallara bağlılık eksikliği karşısında, liberal bir demokrasi hayal etmek zorlaşıyor.
Belki de Sudan siyasi tarihinde yeni olmayan bu deneyim, gerilemeleri, ardından darbe ve askeri rejimin geri dönüşü ile aynı önceki deneyimleri tekrarlayacak. Ulusal devletin bileşenleri arasında ayrılığa bir panzehir olarak, ekonomik sorunların yanı sıra etnik ve mezhepsel olarak bölünmüş bir ülkede siyasi marjinalleşme krizlerine engel teşkil ettiği için, ABD’nin Sudan açısından daha uygun olan oydaşmacı demokrasiye odaklanmasının sırrı da ortaya çıkmış oluyor. Bu çoğulluğu birlik çerçevesinde örgütleyerek, demokratik bir uzlaşma durumuna varmadan önce yol biraz uzun olabilir.



Libya Genelkurmay Başkanı Haddad’ın uçağının düşüşünün arkasında ‘siyasi suikast’ şüphesi

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP
TT

Libya Genelkurmay Başkanı Haddad’ın uçağının düşüşünün arkasında ‘siyasi suikast’ şüphesi

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP

Kerime Naci

Libya’yı yeni bir savaşa sürüklemeyi reddeden Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Al-Haddad, Trablus’taki hükümetin Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe ile yaptığı görüşme sırasında, canlı yayında “Tek bir askerin bile savaşa sürüklenmesine izin vermeyeceğim. Savaş olmayacak” dedi.

Orgeneral Haddad, yeni bir vatan inşa etmek için ülkeyi doğudan batıya ve güneyden kuzeye seyahat etmeye hazır olduğunu da sözlerine ekledi.

Orgeneral Haddad’ın ölümü doğrulandıktan sonra, hakkında ‘elinde devletin prestijinden başka bir şey olmayan, mümkün olduğunda barışı seçen ve sessizlik ihanete dönüştüğünde silahlanan bir asker olduğu’ söylendi. Orgeneral Haddad’ın sloganı barış, hedefi ise Libya ordusunu birleştirmekti.

Ülkenin batısındaki hükümete bağlı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Haddad, 1967 yılında doğdu. Salı günü, Türkiye’nin daveti üzerine resmi bir ziyaret sırasında Genelkurmay Başkanı Selçuk Bayraktaroğlu ile görüşmesinin ardından, kendisini ve beraberindeki askeri heyeti taşıyan uçak Ankara'da düştü. Orgeneral Haddad, olay sonucunda hayatını kaybetti.

İki gelişme arasında yaşanan olay

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, dün sabah yaptığı açıklamada, uçağın kara kutusunun bulunduğunu duyurdu ve soruşturmanın devam ettiğini belirtti. Uçuş kayıt cihazının Türkiye saatiyle 02:45’te, kara kutunun ise 03:20'de enkaz alanında bulunduğunu açıklayan Yerlikaya, düşen uçağın kurbanlarının cesetlerinin bulunduğunu ve kimliklerini doğrulamak için örnekler alındığını duyurdu.

Haddad, Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe, Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi ve Libya’nın doğusundaki Genel Komutanlık Komutanı Mareşal Halife Hafter taziye mesajı yayınladı. Hafter, mesajında “Silahlı kuvvetler, askeri görevini büyük bir sorumlulukla yerine getiren adamlarından birini kaybetti. Haddad, Libya tarihinin kritik aşamalarında güveni taşıdı” dedi.

5+5 Ortak Askeri Komite’nin aktif bir üyesi olan Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Ahmed el-Haddad, 2020 ateşkes anlaşmasının imzalanmasında önemli bir rol oynayan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Futuri Gribel, Askeri İmalat Kurumu Müdürü Tuğgeneral Mahmud el-Kutavi, Genelkurmay Başkanı Danışmanı Muhammed el-Assavi Diyab ve Genelkurmay Medya Ofisi Fotoğrafçısı Muhammed Ömer Ahmed Mahcub’un ölümü, olayın önceden planlanmış ve siyasi bir suikast olup olmadığı ya da teknik bir arıza nedeniyle mi gerçekleştiği konusunda sorular doğurdu. Özellikle de olay, Türkiye'nin Libya'daki askeri varlığını iki yıl daha uzatacağını açıklaması ve Başbakan Dibeybe’nin yeni hükümetinin yapısında değişiklikler yapacağını duyurması gibi iki önemli haberin arasında meydana geldiğinden bu sorular daha da önem kazandı.

İsrail

Mısırlı bölgesel ve uluslararası güvenlik uzmanı Tümgeneral Muhammed Abdulvahid, Orgeneral Haddad’ın öldürülmesinin ardındaki gerçek nedenler hakkında spekülasyon yapmak için henüz çok erken olduğunu, özellikle de olayın koşullarını belirlemek için Türkiye ve Libya taraflarının ortak soruşturmaları halen devam ettiğini söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan akatardığı analize göre Abdulvahid, Türkiye’nin verilerine göre uçağın radar ekranlarından kaybolmadan önce bir arıza ve tehlike olduğuna dair sinyal gönderdiğini, bunun da önümüzdeki dönemde bazı senaryolara kapı açtığını belirtti. Bu senaryolar arasında teknik arıza veya pilotun ya da kalkıştan önce uçağın bakımından sorumlu kişilerin insan hatasının yer aldığını söyleyen Abdulvahid, kötü hava koşullarının kazanın nedeni olarak göz ardı edildiğini de sözlerine ekledi.

Türkiye-Libya ilişkilerinin kilit ismi ve mimarı olan ve önümüzdeki dönem için askeri iş birliği anlaşmalarını görüşmek üzere Türkiye Savunma Bakanı ile bir toplantıya katılan Orgeneral Haddad'ın ölümünün siyasi boyutlarını ele almaya devam eden Abdulvahid, dolayısıyla Dibeybe’nin başbakanlığındaki yeni hükümetin kurulmasının açıklanmasından ve seçimlerin yapılmasından önce onu parçalamak için Libya’nın batısında veya Dibeybe hükümeti içinde sorun çıkarmaya ilgi duyan yerel tarafların olduğuna dikkati çekti.

Özellikle Doğu Akdeniz'deki gerginlik ve İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasındaki stratejik anlaşma çerçevesinde, bölgesel müdahaleye dair başka şüpheler de olduğunu söylüyor.

Bu gelişmeler Türkiye’nin çıkarlarına aykırıydı ve şu an Türkiye-Libya ilişkilerini zayıflatmak ve Ankara’nın İsrail-GKRY-Yunanistan ittifakına karşı direncini kırmak amacıyla bu yönde bir çaba söz konusu.

Zamanlama

Libya’daki Nalut Üniversitesi Siyaset Bilimi Fakültesi Dekanı Dr. Elias Abu Bakr Al-Barouni, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Haddad’ın ölümünün normal veya teknik bir olay olarak değerlendirilemeyeceğini, bunun yerine iktidar mücadelesinin, ordunun geleceğinin ve Libya'nın önümüzdeki dönemde izleyeceği stratejik yönün merkezinde yer aldığını belirtti.

Dr. Barouni, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Orgeneral Haddad, sadece bir askeri komutan değil, aynı zamanda batıdaki askeri ve siyasi otoriteler arasında bir bağlantı ve Trablus'ta topyekûn bir savaşa sürüklenmemesi için bir nevi garantördü. Ayrıca, özellikle Washington ve Ankara'da uluslararası alanda kabul gören bir isimdi.”

Orgeneral Haddad'ın, silah ağlarının, milislerin ve doğu ve batıdaki bazı katı görüşlü liderlerin çıkarlarını tehdit eden askeri kurumun birleştirilmesi sürecinde kilit bir rol oynadığını söyleyen Dr. Barouni, bu yüzden Haddad’ın ani ölümünün, geçici bir şoktan ziyade, hesaplanmış bir güvenlik boşluğu yarattığını kaydetti.

 “Siyasi nedenlerle işlenmiş bir suikast mıydı?” sorusunun cevabının birkaç faktöre bağlı olduğunu düşünen Dr. Barouni’ye göre bu faktörlerin başında zamanlamanın önemi geliyor. Olay, Ankara'nın Libya'daki askeri varlığını iki yıl daha uzatacağını açıkladığı ve Başbakan Dibeybe’nin yeni hükümetinin kadrosunu açıklamadan önce, Libya'nın batısında gerilimin tırmandığı ve silahlı aktörlerin yeniden konuşlandığı hassas bir dönemde Türkiye'ye yapılan ziyaretin ardından meydana geldiğinden Dr. Barouni, güvenlik analizlerine göre bu tür gelişmelerin nadiren tesadüf olduğunu, aksine genellikle belirli bir siyasi-güvenlik sürecini tamamlanmadan bozma girişiminin göstergesi olduğunu belirtti.

dfrg
Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Al-Haddad ve Savunma Bakanı Yaşar Güler, uçak kazasından kısa bir süre önce Ankara'da bir araya geldiler (AFP)

Siyasi suikast ihtimaline katkıda bulunan ikinci faktör, Orgeneral Haddad'ın çatışma denklemindeki konumuyla ilişkili. Dr. Barouni'ye göre Orgeneral Haddad, savaşın yeniden başlamasına açıkça karşı çıkan, milis ekonomisine dahil olmayan ve doğrudan siyasi hırsları olmamasına rağmen nüfuzlu biriydi. Bu noktada rakipleri için bir tehdit oluşturuyordu. O bir isyancı askeri lider değil, kaos planlarının önündeki bir engeldi. Çünkü ordunun milisleri meşrulaştırmak için bir çatı haline getirilmesini reddeden ve Trablus'ta çatışmaları önleyen dengeleyici bir faktördü.

Bu yüzden suikast olasılığı, resmi askeri karar alma merkezini zayıflatmak için siyasi çatışmanın yeniden askerileşmesine kapıyı aralar ve güvenlik ortamının uzlaşma yerine güç mantığına göre yeniden şekillenmesine olanak tanır.

Siyasi mesajlar

Dr. Barouni, olayın olası siyasi mesajları ile ilgili olarak şunları söyledi:

“Olanları siyasi bir suikast olarak değerlendirirsek, ordunun birleştirilme sürecinin durdurulmasını öngören ve (milis) yerine (devlet) rolünü oynamaya çalışan herhangi bir askeri komutanı uyaran olası mesajlar taşıyor. Bunun yanında yeni bir hükümet kurulmadan önce kartların yeniden dağıtıldığını gösteriyor. Libya'da güvenlik kararlarının kurumların dışında kaldığı açık.”

Orgeneral Haddad’ın ölümünün öngörülebilir yansımaları olacağını belirten Dr. Barouni, “Güvenlik düzeyinde, Trablus'ta çatışmaların artması ve orduda Orgeneral Haddad’ın yerine gelecek isim konusunda bir mücadele yaşanması olasılığı artarken, hükümetin silahlı aktörleri kontrol etme kabiliyeti zayıflayacak. Siyasi düzeyde ise, hassas bir dönemde Dibeybe hükümetinin zayıflaması, mevcut güvenlik yaklaşımının etkinliğinin yeniden sorgulanması ve daha geniş çaplı dış müdahaleye kapıların açılması görülecek” dedi.

Olayın uluslararası yansımalarına değinen Dr. Barouni, Türkiye'nin güvenlik konularına yaklaşımındaki uzlaşmaz tavrının ortaya çıkmasıyla birleşme sürecinin çökmesi konusunda Amerika'nın endişelenmeye başlayacağını ve bunun da Libya'nın yeniden istikrarsız bir konu haline geleceği anlamına geldiğini söyledi.

Sonuç olarak, ölümün kaza mı yoksa suikast mı olduğu daha sonra kanıtlansa da soğukkanlı siyasi ve güvenlik analizleri, Orgeneral Muhammed el-Haddad'ın devletin geleceği konusunda çatışmaların yaşandığı bir dönemde öldüğünü ve onun yokluğunun bazı taraflara zarar vermekten çok fayda sağladığına işaret ettiğini belirten Dr. Barouni, gerçeğin şeffaf bir şekilde ortaya çıkmaması halinde Libya'nın sadece bir askeri liderini kaybetmekle kalmayacağını, aynı zamanda savaşa geri dönülmesini önleyen son emniyet valflerinden birini de kaybedeceğini vurguladı.

Patlama

Libyalı akademisyen ve politikacı Allam el-Felah, olayın gerçekleştiği koşullarla ilgili bazı sorular olduğunu belirterek, şunları sıraladı:

1- Uçakta daha önce herhangi bir arıza tespit edilmemişti ve uçak iyi donanımlı ve moderndi.

2- Enkaz geniş bir alana yayılmıştı, bu da uçağın yere çakıldığını değil, havada patladığını gösteriyor.

3- Kazada görülen parlak ışık ve bu görüntüdeki alevler, bunun bir kaza değil, bir patlama olduğunu gösteriyor.

Felah, “Haddad ve ekibi, Türkiye’de yetkililerle ve hem Libya’daki hem de bölgesel taraflarla iyi ilişkilere sahip olsa da özellikle Libya'da karışıklık çıkarmaya menfaati olan taraflar veya otoriter emelleri olan ve bir dizi Libya askeri liderini ortadan kaldırmayı planlayan taraflar olduğu için suikast komplosu olasılığı göz ardı edilemez” diye ekledi.

Libyalı gazeteci Halil Suleyman, şüphelerin en üst düzeye çıkarılması gerektiğini ve nahif komplo teorileri çerçevesinde değil, mantıklı şüpheci düşünce çerçevesinde olduğunu söyledi. Hayatını kaybedenler en yüksek askeri rütbelere sahip kişiler olduğuna dikkati çeken Suleyman, bu yüzden objektif düşünceyle ilk olarak teknik arızalardan ziyade sabotaj olabileceğini öngörüyor.

Suleyman, Facebook hesabından yaptığı değerlendirmede, ilk verilerin teknik bir arızaya işaret etse bile, herhangi bir ülkenin bu düzeydeki askeri liderleri taşıyan bir uçağın düşmesini teknik bir kaza olarak değil, potansiyel bir güvenlik olayı olarak değerlendireceğini de sözlerine ekledi.


Gazze'de iki yıl süren savaşın ardından Noel kutlamaları Beytüllahim'e geri döndü

Batı Şeria'nın Beytüllahim kentinde Noel kutlamaları (AFP)
Batı Şeria'nın Beytüllahim kentinde Noel kutlamaları (AFP)
TT

Gazze'de iki yıl süren savaşın ardından Noel kutlamaları Beytüllahim'e geri döndü

Batı Şeria'nın Beytüllahim kentinde Noel kutlamaları (AFP)
Batı Şeria'nın Beytüllahim kentinde Noel kutlamaları (AFP)

Batı Şeria’nın Beytüllahim kentinde bando takımları, Noel kutlamalarının başlamasıyla birlikte sokaklara indi. Gazze Şeridi’ndeki savaşın gölgesinde geçen ve Hristiyan inancına göre Hz. İsa’nın doğum yeri olan kenti iki yıl boyunca kutlamalardan mahrum bırakan sürecin ardından, bu yıl kentte yeniden hareketlilik gözlendi.

Batı Şeria’nın güneyinde yer alan Beytüllahim, Gazze Şeridi’nde varılan ateşkes anlaşmasının ardından önceki yıllara kıyasla daha canlı bir atmosfere büründü. Ancak Gazze’de yüz binlerce kişi, savaşın ardından yıkılmış evler ve yıpranmış çadırlarda, sert kış koşullarıyla mücadele etmeyi sürdürüyor.

f
Beytüllahim sokaklarında dolaşan bando takımı (AP)

Vatikan’da ise Papa 14. Leo’nun Noel için ilk ayinini, saat 20.30’da Aziz Petrus Bazilikası’nda yönetmesi bekleniyor. Papa, ayin öncesinde dünyada ‘24 saatlik barış’ çağrısında bulundu.

ABD’li Papa, mayıs ayında Papa Franciscus’un vefatının ardından Kardinaller Meclisi tarafından seçilmişti. Önceki papaya kıyasla daha sakin bir üsluba sahip olduğu belirtilen Papa 14. Leo, göç ve sosyal adalet gibi temel konularda Franciscus’un çizgisini sürdürmesiyle dikkat çekiyor.

‘Umut’

Beytüllahim’de Noel kutlamalarına, ünlü Noel ilahilerinin çalındığı davul ve gayda sesleri damga vurdu. Hristiyanlar, çocuklardan yaşlılara kadar, kentin merkezindeki Manger Meydanı’na doğru yürüdü.

Beytüllahim’de yaşayan 17 yaşındaki Milagros Enstas, “Bugün sevinç dolu bir gün, çünkü daha önce savaş nedeniyle kutlama yapamıyorduk” dedi.

Ortadoğu’nun genelinde olduğu gibi kutsal topraklarda da Hristiyanlar azınlık konumunda bulunuyor. İsrail’de Hristiyan nüfus 185 bini, Filistin topraklarında ise 47 bini geçmiyor.

Yüzlerce kişi, Doğuş Kilisesi’ne ve ona açılan meydana çıkan dar Yıldız Caddesi boyunca ilerleyen yürüyüşe katıldı.

Manger Meydanı’nda kalabalık bir topluluk toplanırken, az sayıda izleyici belediye binasının balkonlarından kutlamaları takip etti.

Meydanın ortasında, kırmızı ve altın renkli süslerle bezeli büyük Noel ağacı yer aldı ve alana bayram havası kattı.

y6
Meydanın ortasında, bayram havasını daha da canlı hale getirmek için kırmızı ve altın renkli süslerle donatılmış büyük bir Noel ağacı duruyordu. (AFP)

Doğuş Kilisesi, Hristiyan inancına göre Hz. İsa’nın yaklaşık iki bin yıl önce doğduğuna inanılan bir mağaranın üzerine, 4. yüzyılda inşa edildi.

Beytüllahim’de yaşayan 18 yaşındaki Katiab Amaya ise kutlamaların yeniden yapılmasının, bölgedeki Hristiyan toplumunun varlığı açısından önemli bir sembol olduğunu söyledi.

Amaya, AFP’e yaptığı açıklamada, “Bu, Hristiyanların hâlâ burada olduğunu, kutlama yaptığını ve gelenekleri yaşatmayı sürdürdüğünü gösteren bir umut kaynağı” dedi.

‘Gazze'deki kardeşlerimiz’

Gazze Şeridi’nde yaşanan yıkıcı savaş sırasında, Noel kutlamalarını organize eden Beytüllahim Belediyesi, kutlamaların kapsamını daraltarak yalnızca dini ayinlerle sınırlı bir program uygulamıştı.

Amaya, “Bu kutlamalar Gazze’deki halkımız için bir umut anlamına geliyor; bir gün onların da yeniden kutlama yapabileceğine ve hayata dönebileceğine dair bir umut” dedi.

Dün öğle saatlerinden önce Kudüs Latin Patriği Kardinal Pierbattista Pizzaballa, Doğuş Kilisesi’nde yapılacak geleneksel ayine başkanlık etmek üzere Beytüllahim’e ulaştı.

Pizzaballa, kiliseye varışında toplanan yüzlerce kişiye hitaben, “Gazze Şeridi’ndeki kardeşlerimizden sizlere selamlar ve dualar getiriyorum” ifadesini kullandı.

Kardinal Pizzaballa, hafta sonunda savaşın ağır yıkıma uğrattığı Gazze’yi ziyaret etmiş ve pazar günü Gazze kentindeki Kutsal Aile Kilisesi’nde Noel ayinini yönetmişti.

df
Kudüs Latin Patriği Kardinal Pierbattista Pizzaballa (AP)

İsrail ile Hamas arasında ABD, Katar, Mısır ve Türkiye’nin arabuluculuğunda sağlanan ateşkes anlaşması, geçtiğimiz ekim ayının 10’unda yürürlüğe girdi. Ancak evlerini ve yakınlarını kaybeden Gazze halkı, ateşkese rağmen zorlu ve yoksunluklarla dolu yaşam koşullarıyla karşı karşıya kalmaya devam ediyor.

İsrail ile Hamas, ateşkes anlaşmasının ihlal edildiği yönünde karşılıklı suçlamalarda bulunuyor.

‘Çok özel bir yer’

Beytüllahim sakinleri, Noel kutlamalarının yeniden başlamasının kente canlılık getirmesini ve turistlerin geri dönüşünü teşvik etmesini umuyor.

Beytüllahim ekonomisi, özellikle turizme dayanıyor.

Gazze Şeridi’ndeki savaş, çatışmalar süresince turistlerin neredeyse tamamen kente gelmemesine yol açarken, işsizlik oranlarının da yükselmesine neden oldu.

Ancak son aylarda Hristiyan ziyaretçilerin kutsal kente kademeli olarak dönmeye başladığı gözleniyor.

5y67
Beytüllahim sakinleri, Noel kutlamalarının geri dönüşünün şehri canlandıracağını ve turistlerin geri dönmesini teşvik edeceğini umuyor. (AFP)

Komşu Beyt Cala kentinden George Hanna, “Beytüllahim çok özel bir yer. Mesajımızın tüm dünyaya ulaşmasını istiyoruz ve bunun tek yolu bu” dedi.

Hanna, “Kutlama yapabilmeyi ve çocukların mutlu olmasını umuyoruz. Bizim için bayramın anlamı bu” ifadeleriyle sözlerini tamamladı.


Irak, Ukrayna savaşında "yeni askerler" arıyor

Sosyal medyada paylaşılan bir fotoğrafta, Rusya'ya giderek silahlı kuvvetlere katılan 24 yaşındaki Iraklı bir adamın ailesinin onunla iletişimini kaybettiği görülüyor (AFP)
Sosyal medyada paylaşılan bir fotoğrafta, Rusya'ya giderek silahlı kuvvetlere katılan 24 yaşındaki Iraklı bir adamın ailesinin onunla iletişimini kaybettiği görülüyor (AFP)
TT

Irak, Ukrayna savaşında "yeni askerler" arıyor

Sosyal medyada paylaşılan bir fotoğrafta, Rusya'ya giderek silahlı kuvvetlere katılan 24 yaşındaki Iraklı bir adamın ailesinin onunla iletişimini kaybettiği görülüyor (AFP)
Sosyal medyada paylaşılan bir fotoğrafta, Rusya'ya giderek silahlı kuvvetlere katılan 24 yaşındaki Iraklı bir adamın ailesinin onunla iletişimini kaybettiği görülüyor (AFP)

Irak, Rusya-Ukrayna savaşında yer alan vatandaşlarına yönelik yargılamaları yoğunlaştırdı ve resmi onay olmadan yabancı askeri güçlere katılanlara ceza verileceği uyarısında bulundu.

Yargı Konseyi Başkanı Faik Zeydan, yasanın yabancı çatışmalara katılan herkesi hapis cezasıyla cezalandırdığını teyit ederek, özellikle insan ticareti ve militan devşirme ağlarının suç kapsamına alındığını vurguladı.

Bu durum, Iraklıların yabancı ülkelerde savaşmak üzere askere alınmasıyla mücadele etmek amacıyla kurulan özel bir hükümet komitesinin çalışmalarıyla eş zamanlı olarak ortaya çıktı; askere alınanların sayısı hakkında çelişkili raporlar mevcuttu.

Şarku’l Avsat’ın elde ettiği bilgilere göre basın haberlerinde, Rus güçlerinin saflarında savaşmak üzere yaklaşık 50 bin Iraklının askere alındığı belirtilirken, gayri resmi istatistikler 3 bini Rus ordusunda, 2 bini Ukrayna ordusunda olmak üzere yaklaşık 5 bin savaşçıdan bahsetmekte.

Irak'ta bir mahkeme, Rusya ile birlikte savaşmak üzere savaşçı toplamak suçundan bir kişiyi ömür boyu hapis cezasına çarptırdı.