Genel seçimlerin yaklaştığı Libya’da silahlı çatışmalar meydana geldi

Eşzamanlı meydana gelen iki olay, Trablus’taki durumla ilgili tehlikeli işaretler verdi.

Libya’nın başkenti Trablus’ta güvenlik güçlerine bağlı bir unsur (AFP)
Libya’nın başkenti Trablus’ta güvenlik güçlerine bağlı bir unsur (AFP)
TT

Genel seçimlerin yaklaştığı Libya’da silahlı çatışmalar meydana geldi

Libya’nın başkenti Trablus’ta güvenlik güçlerine bağlı bir unsur (AFP)
Libya’nın başkenti Trablus’ta güvenlik güçlerine bağlı bir unsur (AFP)

Zayid Hediyye
Libya’nın başkenti Trablus, cuma günü eşzamanlı meydana gelen iki olayla birlikte yeni bir güvenlik kaosu yaşadı. Genel seçimlere haftalar kala meydana gelen bu olaylar, ülkenin en önemli kentindeki durumla ilgili tehlikeli işaretler verdi. Birinci olayda, Savunma Bakanlığı’na bağlı güçler ile İçişleri Bakanlığı’na bağlı güçler arasında kanlı silahlı çatışmalar yaşandı. İkinci olayda ise birinci olayla eşzamanlı olarak başkentteki bir gözaltı merkezinde tutulan binlerce göçmen firar etti.
Bu olaylar, 5+5 Ortak Askeri Komite’nin Libya’nın egemenlik ve istikrarını yeniden tesis etmek amacıyla Cenevre’de düzenlediği toplantıda Libya’daki yabancı güçlerin çekilmesini bir takvime bağlanması noktasında anlaşmaya vardığı bir dönemde geldi.

Başkentin sokaklarında silahlı çatışmalar
Libya Ulusal Birlik Hükümeti İçişleri Bakanlığı'na bağlı Emniyet Müdürlükleri Destek Gücü (EMDG), ismini açıklamadığı bir silahlı grubun cuma akşamı Trablus’taki ana karargahına baskın düzenlemesinin ardından çıkan silahlı çatılmalar sonucu bazı unsurlarının hayatlarını kaybettiğini bildirdi.
Basın ve yerel kaynaklar, “Trablus’un güneyindeki Havalimanı Caddesi bölgesinde meydana gelen silahlı çatışmaların EMDG ile Savunma Bakanlığı’na bağlı 301. Piyade Taburu arasında gerçekleştiğini” belirtti. Savunma Bakanlığı’nın başında halihazırda Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe bulunuyor.
Kaynaklar, bu çatışmaların, EMDG’nin haklarında yakalama kararı bulunan bazı isimleri tutuklaması ve 301. Taburun da bu isimleri başarılı bir operasyonla kaçırmasının ardından geldiğini aktardı. Kaynaklara göre 301. Tabur unsurları operasyon sırasında EMDG’nin birkaç unsurunu öldürdü.
İçişler ve Savunma Bakanlıkları şu ana kadar söz konusu olaya ilişkin soru işaretlerini giderecek herhangi bir açıklama yapmadı.

Binlerce göçmen firar etti
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, İçişleri Bakanı’nın Emniyet Müdürlükleri İşlerinden Sorumlu Vekili Beşir El-Emin, Ghut Shaal bölgesindeki gözaltı merkezinden çok sayıda Afrika kökenli düzensiz göçmenin firar ettiğini duyurdu.
Emin, “Emniyete bağlı ekipler ve devriyeler, gözaltı merkezinden firar eden düzensiz göçmenleri aramak ve geri getirmek için güvenlik operasyonlarına başladı. Firar edenlerin sayısı iki bini aşmıyor. Bakanlık göçmenlerin firarıyla ilgili sebepleri ve sorumluları tespit etmek için soruşturma başlattı. Bu hususta Başsavcılık Ofisi ile iletişime geçti” ifadelerini kullandı.
Libya medyasında konuyla ilgili çıkan haberlerde, “Olay bir firar durumu değildi. Aksine Trablus’taki Toplama ve Dönüş Merkezi Yönetimi yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığı için gözaltındaki göçmenleri serbest bıraktı. Libya makamlarının geçtiğimiz hafta yasadışı göçmenleri takip etmek için düzenlediği sıkı güvenlik operasyonu sonrasında bu göçmenlerin sayısı artmıştı” ifadeleri kullanıldı.

6 göçmen öldü
Uluslararası Göç Örgütü Libya Direktörü Federico Soda, "Trablus'taki bir gözaltı merkezinde güvenlik güçleri, Afrika kökenli 5 göçmeni vurarak öldürdü” ifadelerini kullandı.
Direktör Soda, olayın 3 bin göçmenin bulunduğu kalabalık bir gözaltı merkezinde gerçekleştiğini belirtti.
Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), daha önceki bir açıklamasında, Libya güvenlik güçlerinin geçen hafta düzenlediği operasyonda 5 binden bazla göçmen ve sığınmacıyı gözaltına aldığını ve bu kişileri Trablus’taki gözaltı merkezlerine yerleştirdiklerini kaydetti.

Libya makamları yalanladı
Merkezi Trablus’un Canzur semtinde bulunan ve olayın meydana geldiği Ortak Güvenlik Odası, yaptığı açıklamada, göçmenlerin üzerine ateş açıldığı iddiasını yalanlayarak, ele geçirilen göçmenlerin ise sağlık durumlarının iyi olduğunu belirtti.
Ortak Güvenlik Odası’ndan yapılan açıklamada, “Göçmenler, güvenlik korumasının zayıflığı sebebiyle kaçtı. Firar edenleri Ghut Shaal’daki göçmen gözaltı merkezine geri getirmek için Kamu Güvenliği Birimi ile temas kuruldu” ifadeleri kullanıldı.
Canzur Belediye Meclis üyesi Abdusselam bin Garsa, “Çok sayıda düzensiz göçmen Es-Serrac bölgesinde bulunan BM Mülteciler Yüksek Komiserliği binasına ulaştı” dedi.
Garsa, “Güvenlik birimleri, göçmenlerin bulunduğu Es-Serrac bölgesini kuşattı. Durum kontrol altında. Göçmenler bulundukları yerde herhangi bir güvenlik olayına karışmadılar sadece Komiserlikten kendilerini ülkeden çıkarmalarını talep ettiler” diye konuştu.

Cenevre’de askeri anlaşma
5+5 Ortak Askeri Komite Cenevre’deki toplantılarını tamamladı. Komite, Libya’daki yabancı askeri varlığı meselesini karara bağladı. Libya Ulusal Ordusu’na bağlı Bingazi’deki Manevi Rehberlik İdaresi’nin Başkanı Tuğgeneral Halid el-Mahcub, “Ortak Askeri Komite, tüm paralı askerlerin, yabancı savaşçıların ve yabancı kuvvetlerin aşamalı, dengeli ve eşzamanlı olarak çıkarılması için bir eylem planı hazırladı ve onayladı” dedi.
Mahcub, “Komite, bu planın uygulanmasına başlanmadan önce ateşkes anlaşmasını gözlem mekanizmasının ve özellikle BM'ye bağlı uluslararası gözlemcilerin Libya'da hazır bulunmasının zorunluluğunu vurguladı ve planın uygulanmasının desteklenmesi ve Libya'nın egemenliğine saygı duyulması için, ilgili yerel ve uluslararası taraflarla iletişim kurma üzerinde fikir birliğine vardı” ifadelerini kullandı.

BM memnuniyetle karşıladı
BM cuma günü yaptığı açıklamada Ortak Askeri Komite’nin anlaşma imzalamasını memnuniyetle karşıladığını belirterek, “Bu eylem planı, Libya’nın ulusal liderliğine aittir ve Libyalıların egemenliklerini geri almalarını ve ülkelerinin barış, istikrar ve güvenliğini korumalarını desteklemek için temel bir meseledir” değerlendirmesinde bulundu.
BM’nin açıklamasında, “Eylem planına ek olarak, Libya Ortak Askeri Komitesi, tüm paralı askerlerin, yabancı savaşçıların ve yabancı kuvvetlerin aşamalı, dengeli ve sıralı bir şekilde ayrılması ve bu plan üzerinde komşu ülkeler de dahil olmak üzere ilgili uluslararası ortaklarla istişare etmek ve onların desteğini almak ve işbirliği kurmak adına bir uygulama mekanizması geliştirmek için çalışıyor” denildi.
Açıklamada BM üye ülkelerine “eylem planının uygulanmasında Ortak Askeri Komite ve Libya makamlarını destekleme” çağrısı yapıldı.
BM Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi Jan Kubis, Komite’nin aldığı kararın 24 Aralık'ta yapılacak seçimler için olumlu bir ivme oluşturacağını belirterek, “Libya'nın barış ve demokrasi yolundaki kritik dönemeçte bu tarihi ana tanık olmaktan onur duyuyorum. Bugünkü anlaşma, Libya halkının ezici talebine yanıt veriyor” ifadelerini kullandı.
 



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.