Irak seçimlerinde Sünnilerin siyasi haritasında değişiklik oldu mu?

Irak’ta Sünni nüfusun yoğunlukta olduğu bölgelerde seçim rekabeti Takaddum (İlerleyiş) Partisi ile Azim Koalisyonu arasında geçti.

Muhammed el-Halbusi liderliğindeki Takaddum (İlerleyiş) Partisi kesin olmayan seçim sonuçlarına göre yaklaşık 40 sandalye kazandı (Reuters)
Muhammed el-Halbusi liderliğindeki Takaddum (İlerleyiş) Partisi kesin olmayan seçim sonuçlarına göre yaklaşık 40 sandalye kazandı (Reuters)
TT

Irak seçimlerinde Sünnilerin siyasi haritasında değişiklik oldu mu?

Muhammed el-Halbusi liderliğindeki Takaddum (İlerleyiş) Partisi kesin olmayan seçim sonuçlarına göre yaklaşık 40 sandalye kazandı (Reuters)
Muhammed el-Halbusi liderliğindeki Takaddum (İlerleyiş) Partisi kesin olmayan seçim sonuçlarına göre yaklaşık 40 sandalye kazandı (Reuters)

Ahmed es-Suheyl
Irak’taki seçimler 2003’teki ABD işgalinden bu yana en düşük katılım oranına şahit oldu. Sünni nüfusun ağırlıkta olduğu vilayetlerdeki katılım oranı, Şii nüfusun ağırlıkta olduğu vilayetlerdeki katılım oranından çok farklı değildi. Zira temel iki rakip siyasi grup arasında kutuplaşmanın zirve yaptığı Sünni vilayetlerde de seçime katılım hususunda halkta büyük bir isteksizlik hakimdi.
Sünni vilayetlerdeki seçim rekabeti, Muhammed el-Halbusi liderliğindeki Takaddum (İlerleyiş) Partisi ve Hamis el-Hancer liderliğindeki Azim Koalisyonu arasında geçti. Bu seçimlerde Sünni siyasi harita üzerinde büyük bir değişiklik gerçekleşmedi. Sünni bölgelerde neredeyse hiç yeni bir rakip parti veya oluşum yoktu.
Sünni vilayetlerde rekabet, Takaddum ve Azim ile sınırlı kalmasına rağmen iki tarafın elde ettiği sonuçlar arasındaki uçurum büyüktü. Zira Eski Meclis Başkanı Halbusi’nin partisi Sünni vilayetlerdeki sandalyelerin yaklaşık üçte ikisini aldı. Gözlemciler bunun arkasında birçok faktörün olduğuna işaret ediyor. Bu faktörlerden biri de Meclis Başkanlığı makamında oturmanın Sünni siyasetinde önde olma avantajı sağlamasıdır.

Rekabet Takaddum ve Azim ile sınırlı kaldı
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, kesin olmayan seçim sonuçlarına göre Sünni vilayetlerde oylar Takaddum ve Azim arasında bölüşüldü. Halbusi’nin liderliğindeki Takaddum yaklaşık 40 sandalye kazanırken, Azim de 17 sandalye alarak ikinci sıraya yerleşti.
Gazeteci ve yazar Mahmud en-Neccar, Sünni oyların çok büyük bir bölümünün Azim ve Takaddum’a gitmesinin nedenleri arasında “ekonomik güç, medya imkanları ve aşiretlerin iki siyasi gruba yönelik desteğinin” bulunduğunu söyledi.
Sünni vilayetlerde 5 siyasi parti ve oluşum rekabet etti. Azim ve Takaddum’un yanı sıra, kesin olmayan seçim sonuçlarına göre Ahmed el-Cuburi’nin liderliğindeki El-Cemahir (Kitleler) Partisi yaklaşık 5 sandalye, Cemal ed-Dari liderliğindeki Ulusal Proje ise şu ana kadar 2 sandalye kazanırken, Eski Meclis Başkanı Usame en-Nuceyfi liderliğindeki Muttahidun listesi ise sandalye alamadı.
Neccar, “Diğer üç siyasi parti ve oluşum, Halbusi ve Hancer ile rekabet etmek için ortak bir koalisyon kurmadıkları için oyları bölündü” dedi.
Hükümet kurma müzakereleri yaklaştıkça Sünni blokta yer alan parti ve oluşumlar arasında büyük krizlerin yaşanmaya başlayacağını belirten Neccar, “Ana Sünni parti ve oluşumların iç ve dış ilişkilerinin bozulması, hükümetin kuruluşu sırasında kriz yaratır. Böyle bir durum belki de Sünni bileşene ait birçok kazanımın, boşluğu dolduracak olan Kürt partilerin lehine olacak şekilde kaybedilmesine sebep olur” ifadelerini kullandı.

Neccar, konuşmasının devamında şunları kaydetti:
“Halbusi’nin seçim propagandasında yeniden imar projelerini kullanması sayesinde Takaddum Irak’taki Sünni toplum içinde büyük bir destek elde etti. Halbusi, Sünni kitlelere, Sünnilerin temsilcisi sıfatıyla seslendi ve bir sonraki hükümetin kurulmasında denge oluşturmak için büyük bir temsil gücüne sahip olması gerektiğini ifade etti. (Hamis el-Hancer’in liderliğindeki) Azim Koalisyonu ise İran destekli silahlı gruplarla yakınlaştı ve Katar Devleti ile ilişkilere sahip. Ancak Azim, yerinden edilenlerin evlerine geri dönmesi konusunda verdiği sözleri tutmadı. Zira milisleri buna ikna edemedi. Bu faktörler, Azim’in çok birçok oyu kaybetmesine ve bu oyların Halbusi’ye gitmesine sebep oldu.
Sünniler bu sefer Irak Meclisi’nde 70 sandalyeye ulaşabilir. Bu sayı, 2003’ten bu yana yapılan seçimlerde Sünnilerin ulaşacağı en yüksek sandalye sayısı olabilir. Ama buna rağmen bu tabloyu “hayal kırıklığı” olarak niteleyen Neccar, Şii ve Kürt siyasi parti ve oluşumların Sünni vilayetlerde çok sayıda sandalye kazandığına dikkat çekti.
Neccar’ın bildirdiğine göre, Sünni vilayetlerde Kürdistan Demokrat Partisi 14’ten fazla sandalye, Nuri el-Maliki liderliğindeki Kanun Devleti Koalisyonu 8 sandalye, Fetih Koalisyonu 2 sandalye ve Ulusal Sözleşme 1 sandalye elde etti. Bunlara ek olarak azınlık kotasına ayrılan ve bağımsız adayların kazandığı sandalyeler de bulunuyor.

Politik sermaye ve Meclis Başkanlığı makamının imkanlarından faydalanma
Gözlemciler Eski Meclis Başkanı Halbusi’nin bu kadar çok sandalyeye ulaşma başarısının, Sünnilere verilen Meclis Başkanlığı makamının başında bulunmasından kaynaklandığı görüşünde. Gözlemcilere göre Meclis Başkanlığı, Halbusi’ye, Sünni vilayetlerde kontrolü ele geçirme imkanı verdi.
Sünni vilayetlerde yeni siyasi partiler ve bağımsız adayların çıkmaması dikkat çekti. Şii vilayetlerde ise özellikle Ekim 2019 sonrasında çok sayıda yeni parti ve bağımsız aday çıktı. Sünni vilayetlerde bazı bağımsız adaylar seçilmiş olsa da gözlemciler bu kişilerin büyük Sünni koalisyonlara girmelerini bekliyor.
Güvenlik ve siyasi konular üzerinde çalışmalar yürüten Ganim el-İfan, “Sünni parti ve oluşumların seçimlerde aldığı sandalyeler ülkedeki Sünni toplumun iradesini gerçekçi bir biçimde yansıtmıyor. Zira geniş kapsamlı bir boykot vardı. Politik sermaye ve makamdan faydalanma, seçim sonuçlarında büyük rol oynadı. Takaddum (Meclis Başkanlığı) makamının dinamiklerini başarılı bir şekilde kendi lehine kullandı. Bu da Sünni vilayetlerdeki oylar üzerinde hakimiyet kurmasına imkan sağladı. Buna ek olarak politik sermaye ve medya imkanları da var” diye konuştu.
Azim ve Takaddum arasındaki oy farkının fazla olmasını ‘şaşırtıcı’ bulduğunu söyleyen İfan, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü:
“Bu fark, seçimler üzerinde büyük soru işaretleri bırakıyor. Irak’taki Sünni toplumun seçimlere katılımı çok zayıftı. Bunun nedeni, Sünni toplumun, siyasi denklemde değişiklik yapma aracı olan seçimlere katılmanın bir fayda sağlamayacağını düşünmesiydi. Zira seçim rekabeti, Sünni şehirlerde geniş halk kesimlerinin karşı çıktığı Halbusi ile siyasi denkleme geç giren Hancer arasında sınırlı kalmıştı. Rakip siyasi oluşumların geleneksel siyasi bloklara dahil olmamasının temel sebebi, fon yetersizliği ve siyasi çalışma araçlarına sahip olmamalarıdır. Ayrıca onların destekçileri de yok. Sünni vilayetlerde gerçek katılım oranı yüzde 22’yi geçmez.”

Yeniden imar projeleri
Siyasi alanda çalışmaları bulunan ve Anbar vilayetinde ikamet eden Sadun Şeyhan ise Sünni vilayetlerdeki seçim sonuçlarının büyük oranda beklendiği gibi çıktığını söyledi.
Şeyhan, “Takaddum etkili isimleri bünyesine aldı. Bunlar arasında aşiret liderlerinin yanı sıra Anbar Valisi ve geniş bir seçmen kitlesine sahip olan milletvekilleri yer alıyor. Bu da seçimlerin Takaddum lehine sonuçlanmasına katkı sağladı. Takaddum’un parti propagandası, Halbusi’nin Anbar vilayetinde başarılı bir şekilde yürüttüğü yeniden imar projeleri ve bu yolla Anbar’ın istikrarını desteklemesi üzerine inşa edildi. Ayrıca Halbusi’nin hükümetin imkanlarını Ninova ve Diyala vilayetlerinin yeniden imarı için seferber etmesi de bu kadar çok sandalye kazanmasının ana sebepleri arasında yer alıyor. Azim Koalisyonu ise geçtiğimiz yıllar içinde yerinden edilenlerin evlerine döneceğine ilişkin verdiği sözleri tutmadığı için başarısız oldu” diye konuştu.
Çok sayıda bağımsız adayın seçimleri kazandıklarını ilan etmesinden bir gün sonra Takaddum Partisi’ne katıldıklarını duyurduklarına dikkat çeken Şeyhan, bu durumun ülkedeki Sünni topluma bir şey sunabilecek Sünni bir gücün kurulabileceğine işaret ettiğini söyledi.



Gazze'de Trump planını geliştirmeye ve bölünme tuzağından kaçınmaya dair fikirler

Al Majalla
Al Majalla
TT

Gazze'de Trump planını geliştirmeye ve bölünme tuzağından kaçınmaya dair fikirler

Al Majalla
Al Majalla

Remzi İzzeddin Remzi

İlk bakışta, New York Girişimi, İsrail-Filistin çatışmasının uzun ve çetin tarihinde temkinli bir iyimserlik anı gibi görünüyor. Bu girişim, iki devletli çözümün uluslararası diplomasinin temel taşı olarak kalması gerektiğine dair güçlü bir kanaatten doğmuş olsa da ayrıntılı bir yol haritası yerine, uluslararası bir çerçeve ve ortak bir ufuk sunuyor. Kendisi sadece meşruiyeti, onuru ve her iki halk üzerinde etkili olma gücünü yeniden tesis etmeyi amaçlayan bir dizi ilkeden ibaret. Parlaklığı, anında sonuçlar veya sihirli çözümler sunmasında değil, basit ve önemli bir ilkeyi yeniden teyit etmesinde yatıyor; kalıcı bir barış, Birleşmiş Milletler (BM) otoritesine dayanan adil, hak temelli, çok taraflı bir barış olmalıdır.

Ancak bu mütevazı diplomatik başarının mürekkebi bile kurumadan, Washington hemen boşluğu kendi vizyonuna göre doldurmaya girişti; Trump’ın planının bazı kısımlarını aktifleştirecek bir Amerikan taslak kararı sundu. Pragmatik bir dille kaleme alınan taslak karar, iki temel araç tesis etmeyi amaçlıyor; geçiş döneminde yönetim mekanizması olacak bir Barış Konseyi ile Gazze'de konuşlanacak bir Uluslararası İstikrar Gücü. Bu iki araç, istikrar ve yeniden inşa için gerekli temeli sağlayabilir.

Ne var ki gerçekler endişe verici. Prosedürel görünümünün ardında, kararın zaten kusurlu olan bir planı, meşruiyet ve kapsayıcılıktan ziyade hız ve görüntüye öncelik veren dayatmalı bir çerçeveye dönüştürme riski yatıyor. İvme yaratma çabasıyla, gerçek ilerlemenin yerine salt uygulamayı yerleştirmekle tehdit ediyor.

Barış girişiminden taslak karara

New York Barış Girişimi’nin hiçbir zaman hızlı sonuçlara ulaşması beklenmiyordu. Onun gücü esnekliğinde yatıyor; koordineli diplomasi, insani koruma ve güvenilir bir siyasi ufuk çağrısı yapıyor. İlerlemeyi açıkça BM Güvenlik Konseyi kararlarına bağlıyor ve hem Güvenlik Konseyi'ne hem de Genel Kurul'a düzenli ve şeffaf raporlar sunulmasını talep ediyor. Girişim, özünde, çok taraflı sistemin tüm tarafları (devletler ve devlet dışı aktörler) uluslararası hukuk kapsamında sorumlu tutma gücünü teyit ediyor.

Buna karşılık, bölgedeki birçok kişi ABD’nin taslak kararını “ya olduğu gibi kabul et ya da tamamen reddet” şeklinde bir öneri olarak karşıladı. Zira son derece karmaşık bir siyasi çatışmayı idari bir uygulamaya indirgiyor ve asgari garantiler, İsrail'in geri çekilmesi veya Filistinlilerin güçlendirilmesine dair yalnızca muğlak atıflar ile Barış Konseyi’ne iki yıllık bir yetki veriyor. Yapı kağıt üzerinde etkili görünse de siyasi olarak kırılgan, çünkü dayatılan barışın alametifarikası meşruiyetten yoksun verimlilik.

Önemli bir gerçeği göz ardı etmemek gerekiyor; bu uzun süreli çatışma, son on yıllarda eşit müzakerelerle değil, bir güç dengesizliğiyle şekillendi. İsrail'in ABD desteğiyle elde ettiği hakimiyet, birçok barış girişimini özgürleştirme değil, kontrol altına alma araçlarına dönüştürdü. Taslak karar da bu kalıbı tekrarlıyor; yönetişim ve istikrar için Filistinlilerin karar alma gücüne veya haklarını elde etmelerine dayanmayan bir çerçeve çizmesi, New York Barış Girişimi'nin başa çıkmaya çalıştığı dengesizliği daha da derinleştirme riski taşıyor.

Belirsizliğin maliyeti

Kararın savunucuları, kendisinin pragmatik olduğunu ve istikrar, yeniden inşa ve silahsızlandırmaya odaklandığını savunuyor. Ancak, kesin ve ince bir süreçten uzak pragmatizm tehlikeli bir yoldur. Karar metni birçok önemli konuda, zaman çizelgeleri, önemli kilometre taşları, doğrulama mekanizmaları ve uluslararası denetimin kapsamı konusunda muğlak. Daha da tehlikeli olanı, iki devletli çözüme veya bu nihai hedefin parametrelerini tanımlayan bağlayıcı Güvenlik Konseyi kararlarına açıkça atıfta bulunmaktan kaçınıyor.

Hem Barış Konseyi'nin hem de Uluslararası İstikrar Gücü'nün geçiş araçları olmaktan ziyade kontrol araçları haline gelme riski gerçektir

 Bu muğlaklık, hukukun üstünlüğüne bağlı kalma konusunda derin bir isteksizliğin göstergesi olan daha geniş kapsamlı sonuçlar doğuruyor. Bu temelin yokluğunda hem Barış Konseyi’nin hem de Uluslararası İstikrar Gücü'nün geçiş araçları olmaktan ziyade, kontrol araçları haline gelme riski gerçektir. Bu durumda da rolleri kendi kaderini tayin hakkını sağlamak yerine belirsiz bir boşluğu yönetmekle sınırlı olacaktır.

Bölgesel diplomasi ve denge arayışı

Bu taslak karara karşılık olarak birkaç bölgesel başkent karma bir çerçeve, ABD planının pragmatik odağını New York Girişimi’nin normatif temeliyle bütünleştiren bir çerçeve oluşturmaya başladı. Washington ile çatışmayı değil, cezbetmeyi veya ortak zemin aramayı hedefliyorlar. Amaçları, BM'nin tarafsızlık ve meşruiyet garantörü rolünü yeniden teyit ederken, ABD ile yapıcı bir şekilde etkileşim kurmak.

 Ekranlarda, ABD, New York'taki BM Genel Merkezi'nde Filistin meselesi ve iki devletli çözümün uygulanması konusunda oy kullanan BM Genel Kurulu üyelerinin oy sayıları görünüyor, Eylül 2025 (Reuters)Ekranlarda, ABD, New York'taki BM Genel Merkezi'nde Filistin meselesi ve iki devletli çözümün uygulanması konusunda oy kullanan BM Genel Kurulu üyelerinin oy sayıları görünüyor, Eylül 2025 (Reuters)

Bu başkentler mayın tarlasında yürüyen birine benziyorlar. Aralarında çok azı vazgeçilmez nüfuzu ve kaynaklarıyla ABD'yi dışlamak istiyor, ancak aynı zamanda uluslararası hukuku veya Filistin iradesini dışlayan bir süreci onaylamaya da yanaşmıyorlar. Asıl zorluk, Washington’un sınırlamalarına direnirken bile, Trump’ın planını çok taraflı bir süreçle siyasi olarak sınırlandırmakta yatıyor.

ABD'nin taslak kararı bölünmeyi açıkça desteklemiyor, ancak uygulanmasına izin veriyor

Bölünme tuzağından kaçınmak

İsrail tarafından son zamanlarda ortaya atılan ve ABD tarafından dolaylı olarak desteklenen en tehlikeli fikirlerden biri, istikrar sağlama kisvesi altında Gazze'nin idari veya bölgesel olarak bölünmesi fikridir. Bu büyük bir hata olur. Zira bölme, işgali daha da derinleştirecek, Filistin kimliğini parçalayacak ve coğrafi olarak bitişik ve yaşayabilir bir Filistin devleti olasılığını ortadan kaldıracaktır. Sorunu çözmekten çok uzakta, nesiller boyunca barışı ulaşılması zor bir hayale dönüştüren bölünmeleri daha da derinleştirecektir. ABD’nin taslak kararı bölünmeyi açıkça desteklemiyor, ancak uygulanmasına izin veriyor.

Uluslararası toplum, uzun vadeli adaletin yerine geçici sükûneti koyan hızlı çözümlerin cazibesine direnmelidir. İlerlemenin tek sürdürülebilir yolu, meşru sivil otorite altında birleşik bir Filistin siyasi oluşumunun, kalıcı bir koşullu statü değil, tanınmış bir devlet ile sonuçlanacak bir süreçle yeniden tesis edilmesidir.

Yapıcı bir alternatif

İlerlemek için ABD karar tasarısı tamamen reddedilmemeli, tasarı tek taraflı bir belgeden güvenilir ve çok taraflı bir çerçeveye dönüştürebilir. Bu, revize edilmeli. Belirli değişiklikler, değişikliklerden bazıları şunlardır:

1. Batı Şeria ile açık bir bağlantısı olan iki devletli çözüme açıkça atıfta bulunmak.

2. Gazze Şeridi'nin toprak statüsünde tek taraflı değişiklikleri engelleyen koşullar oluşturmak.

3. Hem Güvenlik Konseyi'ni hem de Genel Kurul'u kapsayan hesap sorma ve takip mekanizmaları kurmak. Genel Kurul'un uygulayıcı ve icraatçı rolü son derece önemli. Bu rol, insani koruma, bölgesel diplomasi ve adil, hak temelli ve resmi bir siyasi süreç başlatma gibi paralel süreçleri teşvik etmesinin yanı sıra, somut önlemler ve belirli zaman çizelgeleri konusunda baskı yapmaya devam etmek için bölgesel aktörlerle koordinasyon sağlanmasını da mümkün kılacaktır. Genel Kurul'un New York Deklarasyonu'nu onaylaması, Güvenlik Konseyi'nin tek başına sağlayamayacağı küresel siyasi meşruiyeti sağlayacaktır. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Genel Kurul liderliği ele alıp sorumluluk aldığında, bu durum, Güvenlik Konseyi'nin felce uğraması veya bölünmesi durumunda takip, raporlama, tanıma ve baskı için küresel bir platformun varlığını koruyacaktır.

4. Uluslararası gözetim altında, net insani koruma, yönetim reformu icraatları, Filistin'in mali bağımsızlığını garanti eden gelir düzenlemeleri, devletleşme yolunda gerçekleşebilir bir süreç ile Filistin sivil otoritesine geçiş için bir takvim belirlemek.

Rahatsız edici gerçek

Washington'un bu değişiklikleri benimseyeceği yanılgısına çok az kişinin kapılacağını itiraf etmeliyiz. Taslak karar, mevcut haliyle, yalnızca bir formalite veya güç gösterisidir; çok taraflılığa yönelik bir jesttir, gerçek bir taahhüt değil. Mısır ve İsrail arasındaki barış anlaşmasının ardından kurulan Çokuluslu Kuvvet ve Gözlemciler (MFO) örneğinde olduğu gibi, öngörülen Uluslararası İstikrar Gücü de dönüştürücü bir mekanizma olmaktan ziyade sembolik bir konuşlanmaya dönüşebilir.

Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat'tan Netzarim Sınır Kapısı üzerinden Gazze şehrine doğru yola çıkıyor, 11 Ekim 2025 (AFP)Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat'tan Netzarim Sınır Kapısı üzerinden Gazze şehrine doğru yola çıkıyor, 11 Ekim 2025 (AFP)

Bazıları, başarı şansının düşük olduğunun farkında olmasına rağmen, birçok kişinin talep ettiği gibi, Trump planı için BM’den yetki talep eden ABD'nin, geçmişte MFO kurulurken yaptığı gibi, istekli olan devletlerden veya daha kötüsü, özel güvenlik şirketlerinden bir Uluslararası İstikrar Gücü kurmaya devam edeceğini savunuyor. İlk seçenek pek olası görünmüyor, zira önerilen yetki Hamas'ın silahsızlandırılmasını da içerdiğinden, hiçbir ülke vatandaşlarını riske atmak istemez. Ancak ikinci seçenek, her açıdan gerçek bir felaket olacaktır.

Bu bağlamda, önemli bir ilkeyi hatırlatmakta fayda var; hiçbir çözüm, kötü bir çözümden kesinlikle daha iyi değildir. Kusurlu bir yetki, barışı tesis etmekte başarısız olmakla kalmayıp, aynı zamanda gelecekte diplomasinin güvenilirliğini de zedeleyecektir. Ancak halen umut var. Daha önce de gördüğümüz gibi, Başkan Trump fikrini değiştirebilir. Washington, acelesi olmadığını belirtti. İki haftalık bir süre belirledi. Bu, ABD'yi etkileyebilecek Arap devletlerinin, Başkan Trump'ı tutumunu yeniden değerlendirmeye ikna etmelerine olanak tanıyor.

Yeniden ufuk kazandırma

Kusurlarına rağmen New York Barış Girişimi, uluslararası, bölgesel ve yerel aktörleri meşru bir nihai hedef etrafında birleştirebilen tek ortak platform olmaya devam ediyor. Nadir görülen bir diplomatik fırsat penceresini yeniden açıyor, ancak bu pencere sonsuza dek açık kalmayacak. Barış, tek taraflı planlar veya geçici yönetim organları aracılığıyla inşa edilmeyecek. Barış doğacak ise gerçekçilik ve meşruiyeti birleştiren ufuktan ödün vermeden, sahada istikrarı sağlayan bir süreçten doğacaktır.

Amerikan taslak kararı, mevcut haliyle, kaçınılmaz olarak bu sınavı geçemeyecek, ancak yine de bir umut ışığı barındırıyor; revize edilir, yeniden formüle edilir ve dengeyi biraz sağlarsa, diplomasinin temel amacı olan gücü ilkelere, söylemi haklara dönüştürme hedefini yeniden tesis edebilir.

Önümüzdeki haftalar, uluslararası toplumun bu Amerikan girişimini dengeli bir sonuca yönlendirip yönlendiremeyeceğini veya iyileştirmeye çalıştığı yaraları ve bölünmeleri derinleştirip derinleştirmeyeceğini belirleyecek

Gerçek sınav

Önümüzdeki haftalar, uluslararası toplumun bu Amerikan girişimini dengeli bir sonuca yönlendirip yönlendiremeyeceğini veya iyileştirmeye çalıştığı yaraları ve bölünmeleri derinleştirip derinleştirmeyeceğini belirleyecek. New York Girişimi ne kadar soluk olursa olsun diplomatik bir ufuk açarken, Amerikan taslak kararı mevcut haliyle onu kapatmakla tehdit ediyor.

Ortadoğu'da tarih, yönetimi çözümle karıştıranlara karşı acımasız olmuştur. Bugünün asıl zorluğu ise diplomasinin bir kez olsun bu cazibeye direnebilmesini sağlamaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Suriye: Silahlı kişiler, güvenlik güçlerinin Süveyda'nın batısındaki kontrol noktalarına saldırdı

Suveyda vilayetinde tahrip edilmiş bir heykel (AP)
Suveyda vilayetinde tahrip edilmiş bir heykel (AP)
TT

Suriye: Silahlı kişiler, güvenlik güçlerinin Süveyda'nın batısındaki kontrol noktalarına saldırdı

Suveyda vilayetinde tahrip edilmiş bir heykel (AP)
Suveyda vilayetinde tahrip edilmiş bir heykel (AP)

Suriye TV bugün bir güvenlik kaynağına dayandırdığı haberinde, silahlı kişilerin ateşkes anlaşmasını ihlal ederek Süveyda vilayetinin batısındaki el-Mecdel köyünde güvenlik güçlerinin mevzilerini hedef aldığını bildirdi.

Kanal daha fazla ayrıntı vermedi.

Süveyda Emniyet Müdürü Süleyman Abdulbaki dün yaptığı açıklamada, Süveyda'da iç güvenlik güçlerinin varlığına rağmen silahlı gruplar tarafından ‘ihlallerde’ bulunulduğunu ifade etti.

Cuma gecesi Süveyda vilayetinde silahlı gruplar ile Suriye güvenlik güçleri arasında çatışmalar yaşandı. Çatışmalar sonucu güvenlik güçleri arasında yaralananlar oldu.

Şarku’l Avsat’ın Suriye resmi haber ajansı SANA’dan aktardığına göre bir güvenlik kaynağı, ‘yasadışı grupların Süveyda kırsalındaki Laga, Tel el-Agra, Tel Hadid ve el-Mezraa kasabalarını havan topları ve ağır makineli tüfeklerle hedef aldığını’ söyledi.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, pazartesi günü Washington'a yaptığı ziyaret sırasında, Süveyda'daki yerel tarafların istikrarı bozmak amacıyla uyuşturucu kaçakçıları ve eski rejimin kalıntıları ile ittifak kurduklarını belirtti.

Ekim ayı sonunda, kimliği belirsiz silahlı kişiler, Şam ile Süveyda vilayeti arasındaki yolda bir yolcu otobüsüne ateş açarak iki kişinin hayatını kaybetmesine ve çok sayıda kişinin de yaralanmasına neden oldu.

Şam, ABD ve Ürdün ile yayımlanan üçlü bildirgeye dayanan tutumunu defalarca vurguladı; bu bildirge Süveyda’nın Suriye ile bütünleşmesini vurguluyor. Buna karşın Hikmet el-Hicri ise ‘kendi kaderini tayin hakkı’ olarak adlandırdığı hakkı ısrarla savunuyor.

Geçtiğimiz temmuz ayında, Dürzilerin çoğunlukta olduğu güney vilayeti Süveyda'da Dürzi militanlar ile Bedevi kabileleri arasında şiddetli çatışmalar yaşandı ve güvenlik güçleri çatışmaları durdurmak için müdahale etmek zorunda kaldı.


Prens Talal, Kral ve Kraliçe adına, Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü'nün kazananlarını onurlandırdı

Prens Talal, Kral ve Kraliçe adına, Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü'nün kazananlarını onurlandırdı
TT

Prens Talal, Kral ve Kraliçe adına, Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü'nün kazananlarını onurlandırdı

Prens Talal, Kral ve Kraliçe adına, Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü'nün kazananlarını onurlandırdı

Ürdün Kralı’nın Özel Danışmanı Prens Talal bin Muhammed, Kral 2. Abdullah ve Kraliçe Rania el-Abdullah adına, 2025 yılı Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü’nü kazanan araştırmacıları onurlandırdı. Törene, Kral Hüseyin Kanser Vakfı ve Merkezi Mütevelli Heyeti Başkanı Prenses Ghida Talal ve çok sayıda prens katıldı.

Tören sırasında bir konuşma yapan Prenses Ghida şu ifadeleri kullandı: “Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü’nü başlattığımızda, küresel araştırmalarda güçlü ve kalıcı etkisi olan bir Arap dünyası hayal etmeye cesaret ettik. Bu hayal, Arap dünyasının yaratıcı beyinleri sayesinde gerçeğe dönüştü.”

Bu ödül, kanser araştırmalarındaki seçkin katkıları onurlandırmak, önleme ve tedavi yöntemlerini geliştirmeye yönelik çabaları teşvik etmek ve bölgesel – uluslararası araştırma iş birliklerini güçlendirmek amacıyla her yıl veriliyor.

Son beş yıl boyunca ödül, kanser araştırmalarının bölgesel gündemlerde öncelikli konular arasında yer almasını sağlama konusundaki kararlılığını sürdürdü. Bu süre zarfında dünyanın dört bir yanından yaklaşık 900 araştırmacı ve bilim insanını bir araya getirdi ve gelecek vadeden bilim insanları için sekiz yenilikçi araştırma projesini finanse etti.

Törende, 26’dan fazla ülkeden yüzlerce başvuru arasından seçilen Arap bilim insanları ve araştırmacılarından oluşan seçkin bir grup, kanser araştırmalarını geliştirmeye ve bilimsel ilerlemeyi desteklemeye yönelik etkili katkıları nedeniyle onurlandırıldı.

Ayrıca törende, Teksas Üniversitesi’ne bağlı MD Anderson Kanser Merkezi’nden Prof. Dr. Hagop M. Kantarjian, lösemi tedavisi ve araştırmalarına yaptığı önemli katkılardan dolayı Bilimsel Araştırmada Özel Mükemmellik Ödülü’ne layık görüldü.

Mayo Clinic–Florida’dan Prof. Dr. Muhammed Harfan Debace, Uluslararası Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü kazanırken, Bölgesel Yaşam Boyu Başarı Ödülü ise Ürdün Üniversitesi’nden Prof. Dr. Muhammed Ebu Hilal’e verildi.

zx

Uluslararası Genç Araştırmacı Ödülü, Johnson Kapsamlı Kanser Merkezi’nden Dr. Mina Sedrak’a verildi.
Bölgesel Genç Araştırmacı Ödülü ise Tunus el-Manar Üniversitesi’nden Dr. Muhammed Cemaa ile Ürdün Üniversitesi’nden Dr. Vilhan eş-Şair arasında paylaşıldı.

Umut Vaat Eden Araştırmacı Hibesi, kanserle mücadele alanındaki ümit vadeden çalışmaları nedeniyle, Muhammed Bin Raşid Tıp ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi – Dubai Sağlık Otoritesi'nden Dr. Timidayo Omolawi ve Beyrut Amerikan Üniversitesi'nden Dr. Larry Budge'a verildi.

Kanser Hastası Bakımında Mükemmellik için Mesleki Gelişim Programı Ödülü, Kral Hüseyin Kanser Merkezi’ndeki Bölgesel Pediatrik Onkoloji Eğitim ve Kapasite Geliştirme Programı’na verildi.

Törene, dünyanın önde gelen onkologları, doktorları ve araştırmacılarından oluşan jüri üyeleri, akademisyenler, medya mensupları ve ödülün destekçileri ile çok sayıda bakan katıldı.