Filistin Başbakanı İsrail’in Kudüs’ü Yahudileştirme çabalarına dikkati çekti

Filistin Başbakanı İştiyye’den, İsrail’in Yahudileştirme siyasetine tepki olarak Kudüs’teki kilise mülkünün gaspı ile yüzleşme çağrısı

İsrail sağlık yetkililerinin koronavirüs pandemisi nedeniyle katı kısıtlamalar getirdiği bir zamanda Kudüs'teki bir kiliseyi ziyaret edenler (AFP)
İsrail sağlık yetkililerinin koronavirüs pandemisi nedeniyle katı kısıtlamalar getirdiği bir zamanda Kudüs'teki bir kiliseyi ziyaret edenler (AFP)
TT

Filistin Başbakanı İsrail’in Kudüs’ü Yahudileştirme çabalarına dikkati çekti

İsrail sağlık yetkililerinin koronavirüs pandemisi nedeniyle katı kısıtlamalar getirdiği bir zamanda Kudüs'teki bir kiliseyi ziyaret edenler (AFP)
İsrail sağlık yetkililerinin koronavirüs pandemisi nedeniyle katı kısıtlamalar getirdiği bir zamanda Kudüs'teki bir kiliseyi ziyaret edenler (AFP)

Filistin Başbakanı Muhammed İştiyye, dünyadaki yaklaşık 1,2 milyar Katolik’in ruhani lideri olan Vatikan devletini İsrail'in Kudüs'teki Hristiyan ve İslami kutsal mekanlara karşı yürüttüğü politikalara karşı Filistin ile dayanışmaya çağırdı.
İştiyye Vatikan’ı, Papa’nın Kudüs ile ilgili çabaları ile Ramallah Yönetimi’nin çabalarını birleştirmeye ve İsrail’in kutsal şehri Yahudileştirerek statükosunu değiştirmeye yönelik tüm girişimlere karşı koymaya davet etti.
Filistin Başbakanı dün, Vatikan’ın yeni Filistin Temsilcisi Adolfo Tito Yllana ile yaptığı görüşmede, “İsrail’in gerçekleri çarpıtma ve değiştirme girişimleri ışığında, Hristiyan nüfusun yerinden edilmesi ve kilise mülklerinin gasptan korunmasının yanı sıra  Filistin’in gasp edilen haklarının dünyada daha güçlü dillendirilmesi gerektiğini” söyledi.
İştiyye, Kilise mülklerinin İsrail tarafından gasp edilmesini önleme talebinde bulundu. Bu, Filistin Yönetimi'nin, son birkaç yıldır Filistinlileri öfkelendiren diğer anlaşmaların bir uzantısı olarak, Kudüs'teki işgal belediyesine kilise arazileri kiralama anlaşmasına itiraz etmesinden haftalar sonra geldi.
Filistin'deki Kilise İşlerinin Takibinden Sorumlu Yüksek Komite üç hafta önce, Doğu Kudüs'teki Ermeni Ortodoks Patrikhanesi'ne ait arazinin İsrail işgali altındaki belediyeye devredilmesine ilişkin  yaptığı açıklamada, Komite Başkanı Remzi Huri’nin Ermenistan Katolikos Patriği II. Karekin'e Doğu Kudüs’ün eski şehri içinde yer alan Ermeni Mahallesiyle ilgili mektup gönderdiği belirtildi. Huri mektupta, mahallenin işgal altındaki toprakların ayrılmaz bir parçası olduğunu ve bunun için uluslararası yasal kararların geçerli olduğunu vurguladı. Komite Başkanı,  Kudüs Ermeni Ortodoks Kilisesi Patriği Nurhan Manugyan'a gönderdiği iki mektupta, patrikhanenin COW’S GARDEN olarak bilinen arsayı işgal belediyesine kiraya verilmesine atıfta bulunarak, belediyenin Filistin halkına ait olan Ermeni mahallesinin tarihini ve coğrafi kaderini değiştirmek istediğini bildirdi.
Filistin Yönetimi, resmi olarak Ermenistan’dan Kudüs'ün yasal ve tarihi statüsünü korumasını istiyor. Nihai statü müzakereleri, statüko ve Ürdün Krallığı'nın Doğu Kudüs'teki kutsal yerler üzerindeki Haşimi vesayeti üzerinde olumsuz etkileri olabilir.
Bu yılın başında, Beytüllahim'i Kudüs'e bağlayan ana cadde üzerinde, Beyt Safafa'nın doğu girişinden St. Elias Manastırı'nın karşı tarafına uzanan 110 dönümlük Ortodoks bağış arazisi için yeni bir anlaşma olduğunu gösteren belgeler ortaya çıktı.
2017 yılında ise Patrikhane'nin Kudüs'te stratejik bir bölgesinde arazi ve gayrimenkul kaybetmesi büyük tepki topladı ve uzun süredir devam eden tartışmalara neden oldu.
Filistinliler, Kudüs'te ve Batı Şeria'nın geri kalanında İsraillilerin çok önemli Arap bölgelerinin merkezindeki binaları ele geçirmesine olanak sağlayan mülklerin gaspından mustarip. Filistin yönetimi yıllar önce, arazileri elden çıkartanları soruşturmalara tabi tuttu ve haklarında yargı kararları verdi ancak bu caydırıcı olmadı. Dini fetvalar dahi bu tarz elden çıkartmaların önüne geçmedi.
Dini otoriteler, bu operasyonların artmasıyla son dönemde bu davranışlara karşı birçok fetva yayınladı.
Aktivistler, bu davranışlara karşı yeterli caydırıcılığın olmamasının bu tür eylemlerin devam etmesine teşvik ettiğini söylerken, diğerleri ise Kudüs'te bu konuda çalışan gizli bir örgütün varlığından söz ediyor.
Ancak yetkili makamlar, birden fazla nedenden dolayı kaçakçıları takip etmekte zorlandıklarını söylüyor. Birincisi, işler gizlilik içinde yapılıyor ve İsrailliler, kaçakçıların ölümünden veya yurtdışına kaçışından sonra araziyi veya evi aldıklarını açıklamayı uzun yıllar bekletiyor. İkincisi bu anlaşmaların bir kısmının Kudüs'te veya İsrail'de gerçekleşmesi, üçüncü ise bazı toprak satıcılarının yurt dışında yaşaması ve satışı yurt dışından yapması. Genellikle bazı Filistinliler, Yahudilerin sunduğu finansal cazibelerin baskısı altında gayrimenkullerini satmaya başvursalar da pek çoğu bunu tamamen reddediyor.
Topraklarını satmayı reddeden Filistinli vatandaşlar, kendilerine teklif edilen meblağların genellikle hayali olduğunu söyledi. Ancak birçok Filistinli, sattıkları toprakların Yahudilere gideceğini bilmiyor ve bazıları büyük aldatmacaların kurbanı oluyor.
Filistin yönetimi, Batı Şeria'da, özellikle İsrail tarafından kontrol edilen C bölgesinde, yanıltma korkusuyla satışları eskisinden daha da kısıtlıyor.



Suriye: Gürültünün ortasında hukuk devleti talepleri

Fotoğraf: SANA
Fotoğraf: SANA
TT

Suriye: Gürültünün ortasında hukuk devleti talepleri

Fotoğraf: SANA
Fotoğraf: SANA

Aliya Mansur

Yeni Suriye ulusal logosunun (görsel kimlik) lansman töreni, Suriye'deki her etkinlik gibi Suriyeliler arasında geniş çaplı bir tartışmanın eşlik ettiği, etkileyici ve güzel bir etkinlikti. Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın katıldığı Halk Sarayı'ndaki görkemli törene, “Suriye Demokratik Güçleri”nin kontrolü altındaki Rakka ve Haseke hariç olmak üzere Suriye'nin çeşitli bölgelerinde aynı anda düzenlenen kutlamalar eşlik etti. Gösteriler ve sloganlar Suriye devriminden sahneleri çağrıştırdı.

Şara'nın tören sırasında yaptığı etkileyici konuşma Suriye'nin birliğinin ve çeşitliliğinin altını çizdi ama daha tören bitmeden önce Suriyeliler arasında şu tartışma başlamıştı; bu ulusal logo gerçekten Suriyeli mi yoksa başka ülkelerden “ilham mı” alındı? Bazıları bunun bir alkollü içecek şirketnin ticari logosu olduğunu söyleyecek kadar şüphelerinde ileri gittiler.

Suriye şahininin “çalıntı” olduğu suçlamaları - ki bu kesinlikle doğru değil - ve bunlara verilen karşılıklar arasında meselenin özü neredeyse kayboldu. Oysa meselenin özü şu: Nasıl bir Suriye istiyoruz? Hukuk devleti olan bir Suriye mi yoksa halkın ruh hallerinin dalgalanmalarına tabi bir Suriye mi?

Konuya ilişkin yorumunda Anayasa Bildirgesi Taslağı Komitesi üyesi Dr. Ahmed el-Karbi, resmi logoların kabulü tartışılırken yasal temellere dayanmanın gerekliliğini vurguladı. Anayasa Bildirgesi'nin 5. maddesinde açıkça “devletin logosu kanunla belirlenir” ifadesinin yer aldığına ve hukuka dayalı bir devletin anayasal çerçevelere uygun olarak onaylanmamış bir logoya indirgenemeyeceğine işaret etti.

Suriye'deki tartışma ve çekişmenin özü bu olmak yerine, bazı Suriyeliler binlerce yıllık Suriye anıtlarına kazınmış olan Suriye şahininin kökeni ve sembolizmiyle ilgili suçlamalarda bulunmakla meşgul oldular.

Esed rejiminin devrilmesinden ve Şara'nın yönetime gelmesinden bu yana, Suriye halkı hükümetin, özellikle de Başkan Şara'nın her eylemini mutlak biçimde destekleyenler ile hükümetin yaptığı her eylemi veya açıklamayı mutlak biçimde reddedenler arasında bölündü. İki grup arasında, bir şeyleri düzeltmek amacıyla eleştirenlerin ve teşvik etmek amacıyla destekleyenlerin sesleri kayboldu.

Esed rejiminin devrilmesinden bu yana 7 ay geçti ve yeni otoritenin en belirgin özelliği Suriyelilerle ilişkilerinde şeffaf olmamak

Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre Esed rejiminin devrilmesinden bu yana yedi ay geçti ve yeni otoritenin en belirgin özelliği Suriyelilerle ilişkilerinde şeffaf olmamak. Bu da yorumlara kapıyı açıyor ve Suriye halkının doğasını ve doğruluğunu bilinmediği söylentilerin yayılmasına katkıda bulunuyor.

17 Mayıs'ta Suriye Cumhurbaşkanlığı, eski rejim tarafından işlenen ihlallerle ilgili gerçekleri ortaya çıkarmak, sorumlularından hesap sormak, mağdurlara tazminat ödemek ile görevli bir geçiş adaleti komisyonu kurulacağına dair bir kararname yayınladı. Kararname, Abdulbasıt Abdullatif'in komisyon başkanı olarak atanmasını ve duyuru tarihinden itibaren 30 günü geçmeyecek bir süre içinde bir çalışma grubu oluşturma ve iç yönetmelikler hazırlama görevini üstlenmesini öngörüyordu.

Bu kararnamenin yayınlanmasının üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçti, yani komisyonun kurulması için öngörülen 30 günlük süre geçti. Peki bu komisyon hangi aşamada? Cevap yok. Bu sadece şeffaflığın eksik olduğunu değil, aynı zamanda hükümetin kendi yayınladığı kararnamelere ve mevzuata, örneğin Anayasa Bildirgesi'nin 5. maddesine bağlı olmadığının da bir örneği.

İşte meselenin özü de budur: Nasıl bir Suriye istiyoruz?

Hukuk ve kurumlar devleti Suriye'nin sesi, iki grubun kopardığı gürültü arasında neredeyse duyulmuyor. Bir tarafta destekçiler var ve bunların çoğu Suriyelilerin “Aralık 2024 devrimcileri” olarak adlandırdığı, devrimin 14 yılı boyunca önemli bir rol veya sese sahip olmayan, şimdiyse hükümetin sağ tarafında yer alan kişiler. Diğer taraftaki hükümetin muhalifleri arasındaysa, hükümetin her türlü eylemini çarpıtmakla meşgul olan, çoğunluğu eski rejim kalıntısı ve solcu olan sesler bulunuyor. İkisi arasında aklın sesi kayboluyor.

Suriye'nin istikrarı sadece Suriye için değil, bölge için de bir öncelik. İstikrarlı bir Suriye, komşu ülkelerin istikrarının başlangıcıdır ve bir vatandaşlık devleti ve hukukun üstünlüğünün inşası, Suriyelilerin onlarca yıllık geleceğinin temel taşıdır. Sağlam olmayan temeller üzerine inşa edilen her yapı, özellikle Suriye'nin düşmanları hâlâ pusuda beklediğinden, çökme riski altındadır. Hukukun üstünlüğü, adalet, özgürlük, vatandaşlık ve şeffaflık, istediğimiz devleti inşa etmek için önceliklerdir.