Lübnan eski Başbakanı Sinyora Şarku’l Avsat için yazdı... ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi: Dünya liderliği ve ahlaki referans

Eski Lübnan Başbakanı Sinyora Şarku’l Avsat için yazdı: Afganistan’dan çekilmenin Arap dünyasına ve sorunlarına etkileri ne olacak?

Afganların ülkeyi terk etmelerini organize etmek için Kabil Havalimanı girişinde bekleyen ABD Deniz Piyadeleri (EPA)
Afganların ülkeyi terk etmelerini organize etmek için Kabil Havalimanı girişinde bekleyen ABD Deniz Piyadeleri (EPA)
TT

Lübnan eski Başbakanı Sinyora Şarku’l Avsat için yazdı... ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi: Dünya liderliği ve ahlaki referans

Afganların ülkeyi terk etmelerini organize etmek için Kabil Havalimanı girişinde bekleyen ABD Deniz Piyadeleri (EPA)
Afganların ülkeyi terk etmelerini organize etmek için Kabil Havalimanı girişinde bekleyen ABD Deniz Piyadeleri (EPA)

ABD'nin Afganistan'dan çekilmesiyle ilgili Arap dünyası ve sorunlarına dair çıkarımlar:
1- Son zamanlarda Lübnan’la ilgili acil olarak çözüme ihtiyaç duyan meselelerle ilgili endişelerime rağmen, Afganistan olayı ile ilgili gerçekleri, yorumları ve okumaları takip etmek amacıyla her türlü çabayı gösterdim. İzlenimlerim sırasında özellikle ahlaki boyuttan ve uluslararası politikanın genel perspektifinden ve elbette bölgemiz (Ortadoğu) ve sorunlarına yansıması açısından bu olayla ilgilendiğimi okuyucudan gizlemeyeceğim.
2- Dünya liderliğinin gerektirdiği ahlaki sorumluluğa gelince, ABD’nin Afganistan'dan çekilmesi, bu liderliğin en güçlü ülke yani ABD tarafından mı yoksa üst bir organ olan Birleşmiş Milletler (BM) ve BM Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından mı temsil edilmesi gerektiği sorusunu akıllara getirdi. ‘Büyüklük’ ile ilgili hikayenin nerede başladığını düşündüm. Eski ABD Başkanı Woodrow Wilson, 1918 yılında (ilk ABD Kongresi'nde) ‘14 İlke’ ve daha sonra 1919 yılında Paris Barış Konferansı'nda Birinci Dünya Savaşı'nı sona erdiren antlaşmaların imzalanması ABD’nin tek taraflı dünya liderliğinin yolunu açtı. ABD, iki ideolojik kutbun ortaya çıkmasıyla çok kutupluluğa yönelse de Sovyetler Birliği'nin dağılması ve 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması ile tek kutupluluğa, ardından ise bazı oyuncuların değişmesiyle yeniden çok kutupluluğa döndü. ‘Wilson İlkeleri’ olarak da bilinen bu ilkeleri yeniden okudum. Öncelikle beş tanesinin küresel düzeyde ‘mükemmel ahlaki ilkeler’ olduğunu gördüm. Bu beş ilke şunlar:
a) Tüm barış antlaşmaları açıktan yapılacak ve bundan böyle diplomasi açıktan yürütülecek
b) Savaşta ve barışta denizlerde seyrüsefer özgürlüğüne saygı duyulacak.
c) Uluslar arasında ekonomik bütün engeller mümkün olduğunca kaldırılacak
d) Her ülke silahlarını iç güvenliğin gerektirdiği seviyeye kadar azaltacak
e) Sömürgeler üzerindeki istekler, serbestçe ve tam bir yansızlıkla incelenerek ve bu bölgeler halkının çıkarları da göz önünde tutularak bir sonuca bağlanacak.
Bu beş ilke, dönemin ABD Başkanı tarafından Birinci Dünya Savaşı sonrası barışın kuralları ve ‘eski sömürgeciliğin tasfiyesi’ anlamına gelen, kendi kaderini tayin hakkına dayalı yeni bir uluslararası toplumun temeli olarak ortaya atıldı. Dolayısıyla bu ilkeler, terimleri ve amaçları (ya da felsefeleri) ile tüm dünyayı derinden etkilemiş ve her yerde büyük umutlar uyandırmıştır.
Peki, bu ilkeler, bizi, özünde ahlaki açıdan insani olduğuna ve muzaffer bir gücün heybeti ve zaferin kibri içinde adaletin ve mantığın sesi olduğuna dair herhangi bir şüphede bırakıyor mu?
Wilson, Afganistan'dan utanç verici bir şekilde çekilme ve belirsiz koşullar içinde çekilme açısından Demokrat Başkan Biden'ın tam tersi bir örneği olarak olumlu örnek teşkil ediyor. Ancak Biden bu kararı tek başına almamıştı. ABD’li siyasi ve askeri üst düzey yetkililer, oybirliğiyle, bu geri çekilmenin yaklaşık on yıl önce Bin Ladin'in ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşmesi gerektiği konusunda hemfikirdi. Hatta ABD’nin demokratik siyasi ortamından gelen yorumlar da bu yöndeydi. Bazıları, bunun Bin Ladin'in Tora Bora'daki güçlü ortamından çekilmesiyle olması gerektiğini dahi söylediler.
ABD, 2001 yılında Afganistan'ı işgal etmek için belirtilen hedeflerinden herhangi birine ulaşamaması üzerine geri çekildi. Arkasında -en azından- vatandaşlarını gözetme görevini yerine getirebilecek bir devlet projesi bırakması, daha iyi bir demokratik ortam yaratması ve ülkenin doğasına, geleneklerine ve insanına uygun kalkınma girişimleri bırakması gerekiyordu. Ama bu olmadı. Ayrıca, düşman ilan edilen Taliban dışında, müttefiklerine ve stratejik ortaklarına (her zaman söylediği ve tekrarladığı gibi) danışmadan ve koordinasyonda bulunmadan ülkeden çekildi! Bu bize, Başkan Wilson'ın ünlü ilkelerinin birinci maddesinde ilan ettiği ‘diplomaside şeffaflıkla’ ters düşüldüğünü gösterdi. Bu aynı zamanda mevcut ABD yönetiminin ahlaki, uluslararası ve insani sorumluluklarına olan bağlılığına da tersti.
ABD yönetiminin bu davranışlarının Arap bölgesinde -Irak, Suriye, Yemen ve Filistin'de- yaptıklarına benzer olması, politikalarındaki istikrarsızlığı yansıtırken sadece demokrasiyi desteklediğini, insan haklarına ve ahlaki ilkelere saygı konusunda referans olduğunu göstermek istediği şeklinde belirlediği hedeflere ulaşamadığını ortaya koymakla kalmıyor, bilgi ve öngörü eksikliğini de ortaya koyuyor. Tüm bunlarla birlikte o ülkelerdeki istikrarsızlığa katkıda bulunan sorunlara ve krizlere gerçek çözümler bulamıyor. İsteksizliği nedeniyle tarihi hatalar yapıyor. Bu yüzden müdahalelerinin sonucu yıkıma neden oluyor ve ülkeleri olduklarından daha kötü durumlarda terk ediyor. Ayrıca ABD yönetimlerinin bu ülkelere yönelik müdahalelerindeki ya da politikalarındaki öngörü eksikliği, Irak'ın nispeten de olsa Suriye, Lübnan ve Yemen'i kontrol altına alan İran hegemonyasının kurbanı haline gelmesine neden oldu.
4- ABD’nin farklı bahaneler ve amaçlarla askerlerini gönderdiği çok sayıda ülkeden dersler çıkarmadan hatalarını nasıl tekrarladığı karşısında tüm dünya şaşkına döndü.
Eski Birleşik Krallık Başbakanı Winston Churchill'in şöyle dediği aktarılır:
“Amerikalılar her zaman doğru olanı yaparlar, ama tüm yanlış seçenekleri tükettikten sonra.”
Ama neden? Çünkü doğru seçimi yapana kadar mevcut çeşitli seçenekleri deneme lüksüne ve imkanına sahip! Gerçek şu ki, ABD, Afganistan'da züccaciye mağazasına giren bir fil gibi davrandı. İçeriye girdiğinde önüne çıkan her şeyi kırdı. Çıkmaya çalışırken ise kırılmayanları da kırdı! ABD’nin müdahale ettiği ülkelerde ulusal doku tahrip edilmiş ve sabote edilmiştir.
5- Yukarıdakiler göz önüne alındığında en büyük soru şu oluyor: ABD, terörizme ve radikalizme karşı ilan ettiği savaşta ne yaptı? Özetle, bu noktada istenen hiçbir hedefe ulaşamadı! Aksine birçok gözlemcinin de ifade ettiği gibi en güçlü olasılık Afganistan'ın bir kez daha farklı gündemleri ve hedefleri olan terörist grupları cezbeden ve aynı zamanda tıpkı Suriye’nin geldiği duruma benzer şekilde şiddetli bölgesel ve uluslararası rekabetin yaşandığı bir yer olması. Bu, ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın eski Başkan George W. Bush döneminde başlattığı ‘Cumhuriyetçi’ slogan “Yaratıcı Kaos” “demokratik” bir dönüş mü, yoksa Trump'ın üstü kapalı olarak ‘bırakın diğer herkes bedel ödesin ve siz (ABD) en büyük kazanan olun’ sloganına dayanan politikasının özünün – tabii bu politikanın mantıklı bir özü varsa - bir devamı mı? Gerçek şu ki, eski Başkan Trump, mizacından ve düşünmeden ağzına geleni söylemesinden dolayı, bu hedefe ulaşacak kadar kurnaz değildi. Çünkü açıkça “Dostlarımıza, müttefiklerimize ve uluslararası hukuka karşı yükümlülüklerimizi yerine getirmenin bedelini ödemeye hazır değiliz. Bu bedeli onlar ödesinler. Hem de sabit para birimiyle!” ifadelerini kullandı. Trump, BM kararlarını, ilkelerini ve organlarını devre dışı bırakma, hatta yok etme konusunda büyük başarılar! elde etmiştir.
6- Yukarıda bahsedilen iki olasılık (Afganistan topraklarında terör kaosu ve şiddetli rekabet) iki temel gerçekle daha da güçleniyor. Bunlardan birincisi, ABD, Afganistan'da geride toplumuna karşı sorumluluklarını adalet, eşitlik, özen ve belirli bir vizyonla yerine getirebilecek bir ulusal devlet projesini bırakmamıştır. Aksine kalkınma yolunda asgari seviyede de olsa istikrarı sağlamayan bir ekonomik yapı bırakmıştır. ABD’nin Afganistan’ı işgali ile aşiretleşmeye daha fazla yönelen, yani şehirleşmeden uzaklaşan aşiret yapısından bahsetmiyorum bile. O kadar ki, kadınların eğitimi ve kamu yönetimine katılmaları yolunda atılan mütevazı bir adım geri döndü.
Bu bizi, Afganistan çevresinde ve içindeki olası bölgesel ve uluslararası çatışmalarla ilgili ikinci olasılığa getiriyor. Dünya, geçmişte olduğu gibi sadece iki kutup arasında değil, aynı zamanda Rusya, İran ve Türkiye gibi büyük, orta ve küçük kutuplar arasında da soğuk savaşlara yeniden sürükleyen itici bir güce tanık oluyor. Avrupa ve Asya'daki (örneğin Fransa, Almanya ve Japonya) bazı büyük güçler ise bu satranç tahtasında saygın varlıklarını nasıl sürdürebilecekleri konusunda şaşırmış durumdalar!
Bunun yanı sıra ABD, Afganistan'daki yirmi yıllık işgali sırasında, yaklaşık 83 milyar dolar (yaklaşık 710 milyar TL) harcadı. ABD ile müttefik olan diğer ülkeler de Afganistan'daki savaşta ABD’den daha az harcama yapmadılar. Şaşırtıcı ve üzücü rakamlar ve tablolar, harcanan bu paraların yüzde ikisinden daha azının bu ülkede kalkınmaya harcandığını gösteriyor. Şarku’l Avsat’ın köşe yazarlarından Mahmud Muhyiddin, 25 Ağustos 2021 tarihinde gazetede yayınlanan bir yazısında, “Dolayısıyla, bazı sağlık göstergelerinde ve kız çocuklarının eğitiminde sınırlı bir iyileşme olması dışında, ülkenin ekonomik ve sosyal gösterge tablolarının en alt sıralarında yer alması şaşırtıcı değil. İyi niyetli ve cömert bir varsayımla yabancı davetsiz misafirlerin elleriyle bir ulus devlet inşa etmenin imkansız olduğu bugün apaçık ortada” ifadelerine yer verdi.
Burada şu soru ortaya çıkıyor: ABD yönetimi, savaşa harcadığı paradan Afganlar için daha büyük bir fayda ve ABD’ye daha büyük bir manevi getiri ile kalkınma ve eğitime daha fazla miktar ayırsaydı daha iyi olmaz mıydı?
7- Bu noktada Batılı yorumcuların, özellikle Amerikalıların, stratejik ahlaki bir bakış açısından ABD’nin Afganistan'daki ve ardından Irak'taki deneyimini en çok eleştiren kişiler olması dikkatimi çekti. Araplar da dahil olmak üzere Ortadoğulu yorumcularla karşılaştırıldığında bile en sert eleştirmenler onlardı! Bu ‘ahlakçıların’ başında, 20 Eylül 2021 tarihinde Şarku’l Avsat gazetesinde uzun bir makalesinin yer aldığı İngiliz gazeteci Max Hastings geliyor.
Max Hastings’in makalesi şu dramatik sahnenin tasavvuru ile başlıyor:
“11 Eylül'den bu yana geçen yirmi yılda, bazıları geçtiğimiz ay Kabil’de olmak üzere birçok karanlık an yaşandı. Özellikle 2007 yılında Irak'ta yaşanan bir olay beni hala rahatsız ediyor. Irak'taki ABD güçlerinin eski siyasi danışmanı Emma Sky, ABD'nin eski Kara Kuvvetleri Komutanı Raymond T. Odierno ile bir Black Hawk helikopterindeydi. Sky o esnada telsizden, İngiltere'deki üstüne Bağdat'ta bir binanın duvarında “Şehit kahraman Saddam Hüseyin!” yazdığını gördüğünü belirtti. Bu sözleri duyan ABD’li general, sert bir şekilde, asılan diktatörün toplu katliam yaptığını söyledi. Fakat tehlikenin ortasında yaşamayı seven Sky, “Hala sizin mi yoksa Saddam’ın mı daha çok Iraklı öldürdüğünü bilmiyoruz efendim!” dedi. Helikopterde tam bir ölüm sessizliği hakimdi. Hattın diğer ucundaki Sky’ın üstü bile onun fazla ileri gidip gitmediğini merak etti! Ardından General Odierno aniden, “Pilotlar kapıları açın ve bu kadını dışarı atın!” diye bağırdı.
Bu olayla ilgili olarak Hastings, makalesinde, “Sky saygıyı hak ediyor. Çünkü asla ordunun duymak istediklerini söylemedi” diye yazdı.
Makalesinde, hem ABD’li politikacıların hem de generallerin Afganistan’daki ve Irak'taki kibirli davranışlarına iğneleyici göndermelerde bulunan Hastings, 2002 yılında dönemin İngiltere Genelkurmay Başkanı General Mike Jackson ile İngiliz ordusunun katıldığı Irak’ın işgalinin planlanması için Washington'da yapılan toplantılardan döndükten sonra yaptığı bir konuşmada Genelkurmay Başkanı Jackson’ın sert bir şekilde “Bağdat'a gitmek kolay, ama onların (Amerikalılar) girdikten sonra ne yapacakları hakkında hiçbir fikirleri yok” dediğini aktardı.
 Hastings makalesini şu dersle bitiriyor:
“Bir keresinde, Afganistan'da sık sık görev yapan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nde (NATO) kıdemli bir subaya, radikalizmle mücadelede Ebu Gurayb ve Guantanamo gibi yerlerdeki davranışlarımızla ılımlı Müslümanlar arasındaki ahlaki üstünlüğümüzü kaybettik!” Alıntı sona erdi.
8- Kimse Churchill ile Hastings arasındaki İngiliz ‘bilgeliğinin’, sömürgecilikten daha iyi bir sömürgecilik olduğuna işaret ettiği düşüncesine kapılmamalı. ABD’ye Vietnam, Irak ve Afganistan'da ne olduysa, aynısı ve daha kötüsü, halkını kendi kaderini tayin hakkından mahrum ettikten sonra 1947 yılında Hindistan'dan ve 1948 yılında Filistin'den çekilen İngiltere’ye de oldu. İngiltere, İsraillilere Filistin topraklarını kendileri için hazırlamaları, ele geçirmeleri ve yutmaları için bolca zaman verdi.
9- Burada küçük bir müdahalede bulunmalıyım, Afganistan ve Irak'ta terörle mücadele sloganı altında şimdiye kadar yaşananlar, Winston Churchill'in ABD'nin sonunda doğru seçimi yaptığına ilişkin sözlerinin ikinci bölümünü kanıtlamıyor. Dahası, terörizme karşı savaş deneyimi, terörizm ve onun savaşçıları veya onunla savaştığını iddia edenler arasında birçok ‘suç ortaklığına’ tanık oldu.
ABD'nin can ve mal kaybına uğradığı doğrudur. Ancak dünya, ABD’nin iddialarının aksine, az bir ahlakla dünyayı yönetmenin bir sonucu olarak, daha çok can ve mal kaybetmiş, fırsatları boşa harcamış ve medeniyette geri kalmıştır.
10-  Arap dünyasının, değişen bir dünyada ve büyük siyasi dalgalanmaların ortasında çıkarlarını korumak ve davalarını savunmak için stratejik öneme sahip Afganistan olayından çıkarabileceği veya alması gereken derslerle ilgili son bir soru kaldı. Özellikle ülkelerimizin ve halklarımızın başına gelen tüm bu felaketlerden ve talihsizliklerden sonra halen tarih, para, emek ve zaman açısından büyük bedeller ödeyen ve ödemeye devam edenler de, kalkınma fırsatları boşa harcanan ve çarçur edilenler de onlardır. Bu yüzden ülkelerimiz, maceralarında, politikalarında ve yeni silahlarında birçok bölgesel ve uluslararası ülkenin gerçekleştirdiği deneylerin ve testlerin yapıldığı bir yer haline geldi.
Özellikle uluslararası arenada şu an çoğu taraf adına huzursuzluk ve endişeye tanık olurken hala aramızda, reform, iş birliği, sinerji ve ortak Arap çıkarları için çalışma umutlarını ifade eden vatansever ve ortak bir duruş oluşturamadık. Avrupa, iki ana kutuptan yani ABD ile Rusya ve Çin’den ayrı olarak ‘stratejik yeterlilik’ arzusunu her zamankinden daha fazla gösterirken, açık bir şekilde bu iki kutupla da ‘vurgun amaçlı ortaklık’ arayışındadır.
Burada, ‘ayağa kalk ve açıkça fikrini söyle’ anlamına gelen bir İngiliz özdeyişi ‘Stand up to be Counted!’ ifadesini kullanmak istiyorum. Araplar kendilerini hesaba çekmedikçe dünya Arapları nasıl hesaba çekebilir? Dünyanın onları görmesi için bir arada ve beraberlik içinde değiller. Bu nedenle Araplardan hesap sormaktan çıkar elde edeceklerini düşünüyorlar. Eğer Araplar bunu yaparlarsa, ancak o zaman boşa giden haklarını geri alma ve ortak çıkarlarını elde etme yolunda ilerleyebilirler. Eski ve modern tarihte yaşanan olaylar, Arapların ve ülkelerinin bölünme ve ayrışma halinde devam ettikleri ve ortak çıkarlar elde edemediklerini ortaya koyuyor. Bunu yapmadıkça ne kendileri ne de gelecek nesiller saygınlıklarını kazanamayacaklar. Dolayısıyla istenilen gelişmeyi, ilerleme ve refahı elde edemeyecekler ve dünyanın medeniyet, ilerleme ve kalkınmasına aktif olarak katılamayacaklar.
Makalemi şairin şu mısrasıyla sonlandırmak istiyorum:
“Mızraklar bir arada olurlarsa kırılmaya karşı koyabilirler, fakat tek kalırlarsa işte o zaman kırılırlar.”



Trump gerçekten Venezuela petrolünün mü peşinde?

ABD, Venezuela devletine ait petrol ve doğalgaz şirketi PDVSA'yı da yaptırım listesine almıştı (AFP)
ABD, Venezuela devletine ait petrol ve doğalgaz şirketi PDVSA'yı da yaptırım listesine almıştı (AFP)
TT

Trump gerçekten Venezuela petrolünün mü peşinde?

ABD, Venezuela devletine ait petrol ve doğalgaz şirketi PDVSA'yı da yaptırım listesine almıştı (AFP)
ABD, Venezuela devletine ait petrol ve doğalgaz şirketi PDVSA'yı da yaptırım listesine almıştı (AFP)

ABD'nin Venezuela açıklarındaki petrol tankerine el koyup Karakas yönetimine yeni yaptırımlar getirmesiyle Karayipler'de gerginlik arttı.

ABD Başkanı Donald Trump, çarşamba günü yaptığı açıklamada Venezuela açıklarındaki petrol tankerine "iyi bir gerekçeyle" el koyduklarını savunmuştu. Venezuela Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamadaysa ABD'nin hamlesi "hırsızlık ve uluslararası korsanlık eylemi" diye nitelenmişti.

ABD Adalet Bakanı Pam Bondi, X'ten yaptığı paylaşımda operasyonun görüntülerine yer vermiş, tankerin Venezuela'dan İran'a petrol taşıyarak yaptırımları deldiğini öne sürmüştü.

Amerikan medyasında yer alan haberlerde, el konan tankerin adının Skipper olduğu yazılmıştı. ABD Hazine Bakanlığı, İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah arasındaki petrol kaçakçılık ağında rol oynadığı gerekçesiyle Skipper'ı 2022'de yaptırım listesine almıştı.

80 milyon dolarlık petrole el kondu

Wall Street Journal'ın analizine göre el konan tankerde yaklaşık 80 milyon dolar değerinde petrol var, bu da Venezuela'nın aylık ithalatının yaklaşık yüzde 5'ine denk geliyor.

ABD'nin tankere baskın düzenleyerek Venezuela yönetimini ekonomik felce uğratmak istediği yazılıyor. Ham petrol satışları Latin Amerika ülkesinin ihracat gelirlerinin yüzde 90'ından fazlasını oluşturuyor.

Diğer yandan Washington, Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'nun eşi Cilia Flores'in üç yeğenini, Maduro'yla bağlantılı bir iş insanını ve Venezuela petrol sektöründe faaliyet gösteren 6 nakliye şirketini yaptırım listesine eklediğini de dün duyurdu.

ABD'nin son hamleleriyle bölgedeki gerginlik tırmanırken Maduro, dün yaptığı açıklamada ülkede uyuşturucu kaçakçılığından sorumlu Tren de Aragua kartelini etkisiz hale getirdiklerini savunarak, Trump'ın asıl amacının Venezuela petrolünü çalmak olduğu iddiasını yineledi.

Trump petrolün peşinde mi?

ABD Enerji Enformasyon Dairesi'ne göre Venezuela, dünyadaki ham petrol rezervlerinin neredeyse beşte birine sahip. Yaklaşık 303 milyar varil ham petrole denk gelen bu miktar, dünyadaki en büyük ham petrol rezervini oluşturuyor. 

Diğer yandan Karakas yönetimi gerek ABD'nin uyguladığı yaptırımlar gerek de ekipman eksikliği ve devlete ait enerji şirketi PDVSA üzerindeki kontrolün sıkılaştırılması nedeniyle bu potansiyeli tam olarak kullanamıyor.

Ülkede faaliyet gösteren tek Amerikan şirketi olan petrol devi Chevron'un üretimi de Washington'ın yaptırımları nedeniyle düşmüştü.

Beyaz Saray, Karayipler'deki askeri yığınağın uyuşturucu kaçakçılığını ve düzensiz göçmen akışını engelleme amacı taşıdığını, Venezuela'nın petrol kaynaklarıyla ilgisi olmadığını savunuyor.

Ancak BBC'nin analizinde, Venezuela'daki petrol üretimini yeniden artırmanın on milyarlarca dolara mal olabileceğine dikkat çekiliyor. Diğer yandan ABD'nin yaptırımları hafifletmesi halinde Chevron'un kârının hızlıca artabileceği yazılıyor.

Bunlara ek olarak petrolün gelecekte önemini yitirmeye başlayacağı öngörüsü paylaşılıyor. Ekonomi analiz şirketi Capital Economics'ten David Oxley şunları söylüyor:

Petrol talebi bir anda düşüşe geçmeyecek ancak eskisi gibi artmaya da devam etmeyecek. Talebin zayıfladığını görüyoruz ve 2030'ların sonlarında düşüşe geçeceğini tahmin ediyoruz. Venezuela petrol sektörüne yatırım yapan herkes şunu düşünmek zorunda: Buna değer mi?

Trump yönetimi uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele gerekçesiyle Güney Mızrağı Operasyonu'nu başlattığını geçen ay duyurmuştu. Amerikan ordusu, dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'un da aralarında bulunduğu çok sayıda savaş gemisiyle birlikte 15 bin askerini bölgeye sevk etmişti.

Bölgede eylülden bu yana en az 22 operasyon düzenleyen Amerikan ordusu, uyuşturucu kaçakçılığına karıştığını iddia ettiği 87 kişiyi öldürdü.

Independent Türkçe, BBC, Wall Street Journal, New York Times


İsrail Güvenlik Kabinesi işgal altındaki Batı Şeria'da 19 yeni yerleşim birimini onayladı

İşgal altındaki Batı Şeria'da bulunan Hebron'da, haftalık yerleşimci turuna katılanları korumak için nöbet tutan bir İsrail askeri (Arşiv - Reuters)
İşgal altındaki Batı Şeria'da bulunan Hebron'da, haftalık yerleşimci turuna katılanları korumak için nöbet tutan bir İsrail askeri (Arşiv - Reuters)
TT

İsrail Güvenlik Kabinesi işgal altındaki Batı Şeria'da 19 yeni yerleşim birimini onayladı

İşgal altındaki Batı Şeria'da bulunan Hebron'da, haftalık yerleşimci turuna katılanları korumak için nöbet tutan bir İsrail askeri (Arşiv - Reuters)
İşgal altındaki Batı Şeria'da bulunan Hebron'da, haftalık yerleşimci turuna katılanları korumak için nöbet tutan bir İsrail askeri (Arşiv - Reuters)

İsrail Güvenlik Kabinesi dün  (Perşembe) geç saatlerde, Maliye Bakanı ve Savunma Bakanlığı'nda Yerleşimden Sorumlu Bakan Bezalel Smotriç tarafından sunulan, İşgal altındaki Batı Şeria’da 19 yeni yerleşim biriminin inşası ve mevcut bazı kaçak yerleşimlerin yasallaştırılmasına yönelik planı onayladı.

Aşırı sağ çizgideki Kanal 14, yeni planın onaylandığını ilk duyuran medya kuruluşu oldu. Haberde, yeni yerleşim birimlerinin kurulmasının ve daha önce kaçak statüsünde olan bazı noktaların yasallaştırılmasının yanı sıra, İsrail’in 2005’te Gazze ve Kuzey Batı Şeria’dan çekilme planı kapsamında boşalttığı yerleşimlere geri dönüşün de öngörüldüğü aktarıldı.

Söz konusu yerleşimlerin bir bölümü Batı Şeria’nın merkezinde, bir kısmı ise kuzey ve güney bölgelerinde, Kudüs çevresine kadar uzanıyor.

sddf
İsrail'in aşırı sağcı maliye bakanı Bezalel Smotrich, Batı Şeria'daki Ma'ale Adumim yerleşiminin genişletilmesine ilişkin bir haritayı gösteriyor (Arşiv - AFP)

İsrail Güvenlik Kabinesi onayıyla, daha önce boşaltılan Ganim ve Kadim yerleşimlerinin Cenin yakınlarında yeniden inşa edilmesinin yolu açıldı. Aynı bölgede aylardır devam eden süreçle birlikte Homeş ve Sanur’un da yeniden kurulması kararlaştırılmıştı. Kanal 14, bu gelişmeleri tam anlamıyla kuzeydeki eski yerleşimlere dönüşün tamamlanması şeklinde değerlendirdi ve Smotriç’in hamlesini yerleşim dünyasında gerçek bir devrim olarak nitelendirdi.

Birkaç ay önce de Güvenlik Kabinesi, Batı Şeria’da 22 yeni yerleşimin yasallaştırılması ve inşasına yönelik benzer bir planı kabul etmişti.

Yeni kararla birlikte, her bir yerleşim için hızlandırılmış teknik ve imar hazırlık sürecinin başlatılacağı bildirildi. Kanal 14’ün haberinde, adımın “2005’teki çekilme planıyla ağır darbe alan yerleşim projesinin tarihi bir şekilde düzeltilmesi” olarak görüldüğü ifade edildi.

ds
İsrailli yerleşimciler, işgal altındaki Batı Şeria'da yakınlardaki bir yerleşim karakolunun yakınlarında eşeklere binerek keçi ve koyun sürülerini otlatıyorlar (Arşiv - AFP)

Filistin tarafı karara sert tepki gösterdi.  Filistin'e bağlı Duvar ve Yerleşimlere Karşı Direniş Kurumu Başkanı Müeyyed Şaban, İsrail’in bu adımını “Filistin coğrafyasını ortadan kaldırmaya yönelik kolonyal bir proje kapsamında yürütülen yarış” olarak tanımladı. Şaban, bunun ilhak, ayrımcılık ve toprakların tamamen Yahudileştirilmesi hedeflerini açıkça ortaya koyan tehlikeli bir tırmanış olduğunu söyledi.

ssdc
Kudüs'ün doğusundaki İsrail yerleşimi Ma'ale Adumim'i gösteren bir fotoğraf  (AFP)

İsrail basını da Smotriç’in planlarının kapsamını gündeme taşıdı. Yediot Aharonot birkaç gün önce yayımladığı haberinde, bakanın Batı Şeria’daki yerleşim faaliyetlerini genişletmeyi amaçladığını, 2026 bütçesine bu doğrultuda milyarlarca şekelin ayrıldığını yazdı. Gazeteye göre bütçe, yeni yerleşimler kurulmasını, mevcutların statülerinin düzenlenmesini, altyapı projelerini, yol açmayı ve sağlık, eğitim ile kültür kurumlarının inşasını da kapsıyor.

Aynı haberde, Smotriç’in özellikle Kuzey Batı Şeria’ya yeniden yerleşimi merkez alan bir plan yürüttüğü, çekilme planı kapsamında “yeşil hattın içine” taşınan bazı askeri üslerin yeniden bölgeye taşınmasının değerlendirildiği aktarıldı. Yerleşimci liderlerin hedefinin, 2005’te boşaltılan kuzeydeki yerleşimlere tekrar nüfus yerleştirmek ve uzun vadede Batı Şeria’ya bir milyon yerleşimci taşımak olduğu ifade edildi.


Putin: İran ile ilişkilerimiz olumlu yönde gelişiyor

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'daki görüşme sırasında İranlı mevkidaşı Mesud Pezeşkiyan ile tokalaşırken (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'daki görüşme sırasında İranlı mevkidaşı Mesud Pezeşkiyan ile tokalaşırken (Reuters)
TT

Putin: İran ile ilişkilerimiz olumlu yönde gelişiyor

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'daki görüşme sırasında İranlı mevkidaşı Mesud Pezeşkiyan ile tokalaşırken (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'daki görüşme sırasında İranlı mevkidaşı Mesud Pezeşkiyan ile tokalaşırken (Reuters)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bugün Türkmenistan’da düzenlenen uluslararası bir forum kapsamında İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ile yaptığı görüşmede, Moskova ile Tahran arasındaki ilişkilerin ‘son derece olumlu bir şekilde geliştiğini’ söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Rus haber ajansı Sputnik’ten aktardığına göre Putin, görüşmede, Rusya’nın Birleşmiş Milletler’de (BM) İran’ın nükleer programı konusunda Tahran ile yakın koordinasyon içinde çalıştığını ifade etti.

dfrgt
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (AFP)

Putin, iki ülkenin Buşehr Nükleer Santrali başta olmak üzere çeşitli alanlarda iş birliği yürüttüğünü, ayrıca Uluslararası Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru gibi altyapı projelerinde birlikte çalıştıklarını belirtti. Rus lider, gaz ve elektrik sektörlerinde ortaklık imkanlarının da değerlendirildiğini dile getirdi.

Pezeşkiyan ise görüşmede, Tahran’ın Moskova ile imzalanan kapsamlı stratejik ortaklık anlaşmasının tüm maddelerine bağlı olduğunu vurguladı.