DEAŞ-Horasan’ın saflarında Uygur ve Beluç kökenli intihar bombacılarının bulunması ne anlama geliyor?

Afganlar Kandahar’daki bir camide yaşanan patlamada hayatını kaybeden kurbanların cenaze törenine katıldı (EPA)
Afganlar Kandahar’daki bir camide yaşanan patlamada hayatını kaybeden kurbanların cenaze törenine katıldı (EPA)
TT

DEAŞ-Horasan’ın saflarında Uygur ve Beluç kökenli intihar bombacılarının bulunması ne anlama geliyor?

Afganlar Kandahar’daki bir camide yaşanan patlamada hayatını kaybeden kurbanların cenaze törenine katıldı (EPA)
Afganlar Kandahar’daki bir camide yaşanan patlamada hayatını kaybeden kurbanların cenaze törenine katıldı (EPA)

DEAŞ-Horasan Kunduz’da Şii Hazaralara yönelik saldırıdan bir hafta sonra Kandahar’daki cami saldırısını da üstlendi.
DEAŞ-Horasan’ın Afganistan’ın güneyindeki en büyük şehirlerden Kandahar’da Şiilerin gittiği bir camide önceki gün düzenlenen bombalı saldırı ile ülkenin kuzeyindeki Kunduz vilayetinde Hazaraların gittiği bir camide geçen hafta düzenlenen bombalı saldırıyı üstlenmesi örgütün ülkede giderek büyüdüğüne işaret ediyor. Bu saldırıları düzenleyen intihar bombacılarının kullandığı lakaplar ise Afganistan’ın doğusundaki dağlarda konuşlanan örgütün saflarında Afgan kökenli olmayan savaşçıların olduğuna işaret ediyor.
DEAŞ-Horasan, Kandahar’daki camide düzenlenen ve en az 47 kişinin hayatını kaybettiği çifte bombalı saldırıyı üstlendiği bir açıklama yayınladı. DEAŞ’ın yayın organı Amak’ta yer alan açıklamada intihar bombacılarının isimlerinin “Enes El-Horosani ve Ebu Ali el-Beluci” olduğu belirtildi. Amak geçen hafta Kunduz vilayetindeki bir camide meydana gelen ve 40’ı aşkın kişinin yaşamını yitirdiği bombalı saldırıyı örgütün üstlendiği bir açıklama yayınlamıştı. Açıklamada intihar bombacısının isminin “Muhammed el-Uyguri” olduğu belirtildi.
İntihar bombacılarının kullandığı lakaplardan bu kişilerin en azından Afgan kökenli olmadıkları anlaşılıyor. ‘El-Uyguri’ lakabı, intihar bombacısının Çin’in Uygur Bölgesi veya Doğu Türkistanlı olduğuna işaret ediyor. ‘El-Beluci’ lakabı ise intiharcının Beluç etnik kökenli olduğuna işaret ediyor. Beluçların ana merkezi Pakistan’ın Belucistan eyaleti olmakla birlikte İran ve Afganistan’a da yayılmışlardır. ‘El-Horasani’ lakabı ise intihar bombacısının birden çok ülkenin vatandaşı olabileceği ihtimaline işaret ediyor. Zira Eski Horasan Devleti birden fazla ülkenin toprakları üzerinde kurulmuştu. Bu ülkeler arasında Afganistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan ve İran bulunuyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin cuma günü yaptığı açıklamada DEAŞ savaşçıların Afganistan’ın kuzeyinde toplandığı uyarısında bulundu. Putin “İstihbarat bilgilerimize göre, örgütün Horasan kolu unsurlarının sayısı tek başına Afganistan'ın kuzeyinde yaklaşık iki bine ulaşıyor” dedi. Putin bu açıklamadan birkaç gün önce DEAŞ-Horasan komutanlarının Orta Asya’daki eski Sovyet ülkelerinin çevresinde radikal örgütlerinin nüfuzunu genişletmeye çalıştığı uyarısında bulunmuştu.
Doğrusu DEAŞ-Horasan saflarında Afgan kökenli olmayan unsurların bulunması, özellikle de Horasan’ın sadece Afganistan anlamına gelmediği göz önüne alınırsa, şaşılacak bir durum değil. Ancak Afgan kökenli olmayan unsurların bugün özellikle intihar bombacıları olarak ve hatta örgütün lider kadrosu arasında daha çok görülmeye başlandı. Bilindiği üzere DEAŞ-Horasan, 2014’te bazı Taliban unsurlarının kendi örgütlerinden ve başta Tehrik-i-Taliban Pakistan (TTP) olmak üzere ittifak kurdukları gruplardan ayrılıp Irak ve Suriye’deki DEAŞ lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’ye biat ettiklerini ilan etmesiyle kuruldu. Bağdadi 2015’te Afganistan’da örgütün DEAŞ-Horasan şubesinin kurulduğunu duyurdu ve yeni oluşumun başına TTP’den ayrılan Pakistanlı yönetici Hafız Said Han’ı atadı. Said Han Pakistan’ın El-Kabail (Kabileler) Bölgesi’ndeki operasyonlarından sorumluydu. Şarku’l Avsat'ın edindiği bilgilere göre, DEAŞ-Horasan’ın kurulması, bu yeni oluşumun kontrolündeki bölgelerde hızlı bir şekilde yayılmasından korkan Afganistan Talibanı ile çatışmanın fitilini ateşledi. Afganistan Talibanı yeni oluşumu doğduğu yerde bitirmek için güçlerini harekete geçirdi. Ancak Afganistan Talibanı bazı bölgelerde başarı kaydederken bazı bölgelerde başarısız oldu. DEAŞ-Horasan 2018’de Afganistan’ın kuzeyindeki Cüzcan vilayetinde Taliban karşısında teslim olmak zorunda kaldı. Fakat DEAŞ-Horasan, Afganistan’ın doğusunda ve özellikle Nangarhar ve Kunar vilayetlerinde Taliban’ın saldırılarını püskürtmeyi başardı. Afgan hükümet güçleri de Bu saldırılara bazen dolaylı olarak destek veriyordu. ABD güçleri ise Amerikan ordusunun envanterinde nükleer olmayan en büyük bombayı DEAŞ-Horasan merkez karargahını vurmak için kullandı. ABD güçleri gerçek anlamda DEAŞ-Horasan’a sahada büyük bir darbe indirdi ve 2016’da Nangarhar vilayetinde düzenlediği hava saldırısıyla örgüt lideri Said Han’ı öldürdü. Said Han’ın yerini Abdulhasib aldı. Fakat ABD Özel Kuvvetleri ve Afgan güçlerinin 2017’nin bahar aylarında Nangarhar’da düzenlediği ortak operasyon sonucu Abdulhasib de öldü.
Bunun üzerine örgüt, içeride birtakım değişiklikler yaptı. Başlangıçta örgüt liderliğini Mevlevi Ziya el-Hak (Ebu Ömer el-Horasani) üstlendi. Nisan 2019’da liderlik Eslem Faruki’ye geçti. Pakistan kökenli olan Faruki bundan önce Pakistan Taliban’ının saflarında aktif görev aldı. Faruki’nin 2020’de Nangarhar’da tutuklanmasının ardından liderlik Şihab el-Muhacir’e geçti. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin (CSIS) raporuna göre geçmişte Afganistan’a göç eden Arap ailelerinden birine mensup olduğu düşünülen Muhacir, bu görevinden önce Hakkani Şebekesi’nde aktif görev aldı. Muhacir’in döneminde, Kabil’deki bir kadın doğum kliniğinde ve yine başkentte bir üniversitede düzenlenen kanlı saldırılar da dahil olmak üzere örgütün düzenlediği ‘niteliksel’ saldırıların sayısı arttı.
Taliban Ağustos’un sonlarında Kabil’de kontrolü ele geçirdikten sonra kendi yönetiminde terör örgütlerinin Afgan topraklarında faaliyet göstermesine izin vermeyeceği taahhüdünde bulundu. Taliban ilk günlerde DEAŞ-Horasan’a karşı uzlaşmacı bir politika izledi. Nitekim Taliban, ABD’lilerin ülkeden çekilmesinin ardından örgütün faaliyet göstermesi için bir gerekçe olmadığını belirtti. Fakat örgütün, Taliban’ın bu açıklamasına yanıt olarak, ülkenin doğusundaki vilayetlerde Taliban unsurlarını hedef alan suikastları ve bombalı eylemleri artırdığı görülüyor. Örgüt aynı şekilde ülkedeki Şii Hazaraları hedef alan bir dizi intihar saldırıları gerçekleştirdi. Taliban ise bu saldırıları kınadı.
 



Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi Yıldız, PKK/YPG'nin Suriye'nin geleceğinde yeri olmadığını söyledi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi Yıldız, PKK/YPG'nin Suriye'nin geleceğinde yeri olmadığını söyledi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Yıldız, terör örgütü PKK/YPG’nin ve ayrılıkçı terörist gündeminin Suriye'nin geleceğinde yeri olmadığını bildirdi.
Türkiye'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Büyükelçi Ahmet Yıldız, Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi görevini bugün üstlenmesinin ardından ilk beyanını BM Güvenlik Konseyi'nde düzenlenen Suriye oturumunda verdi.

Suriye'de çatışmanın 14. yılında ülkedeki kırılgan durumun göz ardı edilmemesi gerektiğine işaret eden Yıldız, "Çatışmanın güvenlik, ekonomik ve insani boyutları eşzamanlı ve birbirine bağlı bir şekilde kötüye gidiyor ve ufukta bir umut ışığı da görünmüyor. " dedi.

Yıldız, durumun bölgedeki tehlikeli tırmanışla daha da karmaşık hale geldiğine dikkati çekerek, Suriye'nin Orta Doğu'daki diğer çatışmalar için bir savaş alanı olarak kullanılmaya endişe verici şekilde müsait durumda olduğunu söyledi.

Tüm tarafların daha geniş bir çatışmaya yol açabilecek adımlardan kaçınmasının öneminin altını çizen Yıldız, "Suriye'yi bu tehlikeli yangından uzak tutmak elzemdir." dedi.

Büyükelçi Yıldız, Suriye çatışmasının çözümü için BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde siyasi süreci canlandırmanın tam zamanı olduğunu belirterek, Suriye ihtilafına son vermenin tek yolunun çatışmanın temelinde yatan nedenleri ele alarak ulusal uzlaşmayı sağlamaktan geçtiğini kaydetti.

"Suriye rejimini yapıcı angajmana yönelmeye çağırıyoruz"
"Suriye rejimini ülkeyi çevreleyen koşulların ciddiyetini gerçekçi bir gözle anlamaya ve Suriye’de bir nesli harap eden bu ihtilafın siyasi çözümü için yapıcı bir angajmana yönelmeye çağırıyoruz." diyen Yıldız, Anayasa Komitesi'nin Suriye rejimini ve muhalefeti müzakere edilmiş bir çözüm için BM kolaylaştırıcılığında bir araya getiren tek platform olduğunun altını çizdi.

Yıldız, sürecin toplantı mekanı üzerinden tıkanmaması ve Komite'nin 9. turunun gecikmeden toplanması gerektiğini dile getirdi.

Mevcut durumun, sadece Suriye için değil, aynı zamanda bölge için de sürdürülemez olduğunu belirten Yıldız, sözlerini şu şekilde sürdürdü:

"Milyonlarca Suriyeli, ülkem dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda, milyonlarca kişi ise ülke içinde yerinden edildi. Suriyelilerin gönüllü, güvenli ve onurlu şekilde geri dönüşleri için gerekli koşulların oluşturulması Suriye krizini çözmeye yönelik tüm çabaların bir parçası olmalı. Bu konuda ilgili tüm tarafların üzerine düşeni yapması gerekiyor."

"PKK/YPG’nin ve ayrılıkçı terörist gündeminin Suriye'nin geleceğinde yeri yoktur"
Büyükelçi Yıldız, PKK/YPG/“SDG” terör örgütünün kuzeydoğu Suriye'de ayrılıkçı ve bölücü bir gündemi ilerletme çabalarını sürdürdüğüne dikkati çekerek, Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine yönelik en büyük tehdidi oluşturan bu terör örgütünün sözde bir "Sosyal Sözleşme" temelinde kurumlar oluşturduğunu ve sözde seçimlere hazırlandığını kaydetti.

PKK/YPG ve onun kolu olan "SDG"nin ayrılıkçı girişimlerinin barındırılması ve desteklenmesinin BM Güvenlik Konseyi’nin gerek terörizm gerek Suriye’ye ilişkin kararlarına aykırı olduğunu anlatan Yıldız, bugüne kadar çeşitli BM raporlarında birçok kez ifşa edildiği gibi, PKK/YPG/“SDG” terör örgütünün okul, hastane ve su istasyonları gibi sivil tesisleri suistimal ederek bunları kışla veya mühimmat depoları olarak kullandığını anımsattı.

Yıldız, terör örgütünün geçen hafta Azez Hastanesi'nin bombalanmasında olduğu gibi, sivil tesisleri doğrudan hedef aldığını aktararak, "Bu terör örgütünün kuzeydoğu Suriye'deki yerel nüfusa karşı kullandığı baskıcı ve insani olmayan uygulamalar büyük tepkilere neden oluyor ve PKK ile uzantılarının bölgenin dokusuna uygun olmadığını da gösteriyor." değerlendirmesinde bulundu.

Deyrizor'da devam eden gerginliğin bunun açık bir örneği olduğuna işaret eden Yıldız, terör örgütü tarafından kontrol edilen kamplarda işlenen büyük ölçekli ihlaller, işkence ve kötü muamelelerin de bilindiğini söyledi.

Daimi Temsilci Yıldız, "Bir kez daha tekrar ediyoruz: PKK/YPG’nin ve ayrılıkçı terörist gündeminin Suriye'nin geleceğinde yeri yoktur." diye konuştu.

"Suriye’nin Tümü” yaklaşımı korunmalı"
Suriye'de kapsamlı bir çözüm bulunması için acilen yaklaşımların yeniden düzenlenmesi gerektiğine işaret eden Yıldız, kesintisiz insani yardım akışı ve yeterli finansmanı sağlamanın bu kapsamlı yaklaşımın kritik bir parçası olduğunu dile getirdi.

Yıldız, sahadaki ihtiyaca ve mevcut ihtiyaçlara uygun bir insani mukabele koordine edilirken, "Suriye’nin Tümü" yaklaşımının korunmasının önemine işaret ederek, bu bağlamda, Suriye Krizi Bölgesel İnsani Koordinatörü pozisyonuna gecikmeden uygun bir atama yapılması çağrısında bulundu.

Türkiye'nin Suriye konusunda özel bir konumu ve rolü olduğunu anımsatan Yıldız, gelecek dönemde Konsey üyeleriyle 2254 sayılı kararın amaçlarının hayata geçirilmesi yönünde çok taraflı veya ikili olarak çalışmaktan memnuniyet duyacağını kaydetti.

Suriye rejimi temsilcisinin söz alarak Türkiye'ye eleştiriler yöneltmesinin ardından ise Yıldız, "Suriye’deki kriz Türkiye’ye ve halkına çok maliyet yaşattı. Bu krizin sorumlusu da Türkiye değil. Suriye rejimi temsilcisi tarafından yapılan iddiaların asılsızlığı, ülkemiz ve Daimi Temsilciliğimiz tarafından yapılan çeşitli açıklamalarda ortaya konmuştur, bunları burada tekrarlamayacağım. Burada önemli olan, siyasi süreçte ilerlemektir, bu da Anayasa Komitesi’nin uhdesindedir. Suriye rejimi temsilcisine konunun bu boyutuna odaklanma telkininde bulunmak isterim." diyerek sözlerine son verdi.


ABD, Gazze'nin kuzeyine 25 binden fazla öğüne denk gelen insani yardımı havadan indirdi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

ABD, Gazze'nin kuzeyine 25 binden fazla öğüne denk gelen insani yardımı havadan indirdi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), Gazze'nin kuzeyine 25 binden fazla öğüne denk gelen insani yardımı havadan indirdiklerini duyurdu.

CENTCOM'un X sosyal medya platformundan yapılan açıklamada, Gazze'deki sivillerin temel ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla bölgenin kuzeyine dün yerel saatle 12.15'te "C-130" tipi askeri uçaklarla havadan insani yardım indirme operasyonu gerçekleştirildiği belirtildi.

Açıklamada, operasyonla 25 binden fazla öğüne tekabül eden gıdanın havadan bırakıldığı aktarılarak bu kapsamda, ABD'nin şimdiye kadar 1082 ton insani yardım yaptığı bildirildi.

Açıklamada ayrıca, ABD'nin havadan insani yardım yapmaya devam edeceği kaydedildi.

CENTCOM, 24 Nisan'da da Gazze'nin kuzeyine yaklaşık 30 bin 16 öğüne denk gelen gıdayı içeren insani yardımı havadan indirdiklerini duyurmuştu.


İsrail ordusu Batı Şeria'daki Balata Mülteci Kampı'na baskın düzenledi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

İsrail ordusu Batı Şeria'daki Balata Mülteci Kampı'na baskın düzenledi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

İsrail ordusu, işgal altındaki Batı Şeria'nın Nablus kentinde bulunan Balata Mülteci Kampı'na baskın düzenleyerek bir evi kuşattı.

Görgü tanıklarından alınan bilgiye göre, İsrail ordusu askeri araçlarla Huvvara kontrol noktasından girerek Balata Mülteci Kampı'na baskın düzenledi.

Kamptaki bir evi kuşatan İsrail askerleri ile baskına karşı çıkan Filistinliler arasında çatışma çıktı.

İsrail ordusunun günün ilk saatlerinden bu yana işgal altındaki Batı Şeria'nın çeşitli bölgelerine baskınlar düzenlediği belirtildi.

Batı Şeria'nın kuzeyindeki Cenin, Kalkilya ve Tulkerim ile güneyindeki Beytüllahim ve El Halil'in İsrail ordusunun baskınlarına sahne olduğu aktarıldı.

İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ne saldırı başlattığı 7 Ekim 2023'ten bu yana işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te de Filistinlilere yönelik gözaltı, baskın ve saldırılarda artış yaşanıyor.

Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te 7 Ekim'den bu yana İsrail askerleri ile yasa dışı Yahudi yerleşimcilerin saldırılarında 489 Filistinli hayatını kaybetti, 4 bin 900 Filistinli yaralandı.


Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Türkiye ziyaretini değerlendirdi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Türkiye ziyaretini değerlendirdi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Almanya Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier, Orta Doğu'daki kalıcı barışın iki devletli çözümle mümkün olacağı konusunda Türkiye ile hemfikir olduklarını söyledi.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Türkiye'de 22-24 Nisan'daki temaslarını ziyareti takip eden Türk gazetecilere değerlendirdi.

Steinmeier, ülkesiyle Türkiye'nin Orta Doğu'daki çatışmalar konusunda farklı bakış açılarının bulunduğuna işaret ederek, "Ancak Türkiye ile Orta Doğu'daki kalıcı barışın iki devletli çözümle mümkün olacağı konusunda hemfikiriz." ifadesini kullandı.

Türkiye'deki temaslarını yapıcı olarak niteleyen Steinmeier, "Türkiye ziyaretimin her dakikası kıymetliydi." dedi.

Steinmeier, Türkiye ziyaretinin iki ülke ilişkileri açısından önemine değinerek, "Benim için diplomatik ilişkilerimizin başlamasının 100. yıl dönümünde Türkiye'ye gelmek çok önemliydi." değerlendirmesinde bulundu.

İki ülkenin NATO'da müttefik G20 üyeleri olduklarına dikkati çeken Steinmeier, "Türkiye-Almanya olarak birbirimiz için vazgeçilmeziz, birbirimize ihtiyacımız var." diye konuştu.

- "Almanya olarak depremzedeleri unutmayacağız"

Gaziantep'te 23 Nisan kutlamasına katıldığını ve ardından Nurdağı ilçesinde depremzedeler için kurulan konteyner kenti ziyaret ettiğini anlatan Steinmeier, buradaki temaslarının kendisini etkilediğini belirtti.

6 Şubat 2023'teki depremin Türkiye ve Suriye'de birçok can kaybına yol açtığını anımsatan Steinmeier, "Depremden bir yıl sonra bölgeyi ziyaret etmek, benim için de anlamlıydı. Hayatta kalan insanlar için çok hızlı bir şekilde barınma yerleri hazırlanmasını ve çocukların okullara gidebilmesinin sağlanmasını görmek sevindirici." değerlendirmesinde bulundu.

Bölgedeki yeniden inşa çalışmalarının "takdire şayan" olduğunu ifade eden Steinmeier, "Almanya olarak depremzedeleri unutmayacağız ve desteklemeye devam edeceğiz." dedi.

Alman lojistik şirketi DHL'nin İstanbul Havalimanı'ndaki merkezine gerçekleştirdiği ziyarete değinen Steinmeier, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinde bu ziyareti de ele aldıklarını söyledi.

Hızlı hava kargo taşımacılığı sektöründe bu merkezin model özelliği taşıdığını anlatan Steinmeier, Avrupa ülkeleri arasında AR-GE Merkezi kapsamında kurulan ilk Dijital Dönüşüm Ofisi'nin İstanbul'da bulunmasının da sevindirici olduğunu dile getirdi.

Steinmeier, Türk vatandaşları için vize kolaylığı ya da genel olarak vize işlemlerinde ne zaman ilerleme kaydedileceği yönündeki soru üzerine Türkiye'deki başkonsolosluk personelinin sayısının artırıldığı ve işlem süresinin kısaltılması ve daha hızlı randevu alınabilmesi için çalışmaların yürütüldüğü yanıtını verdi.

Steinmeier, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Almanya'da düzenlenecek, Türk Milli Takımı'nın da mücadele edeceği EURO 2024'e beklediğini söyledi.


ABD'de Filistin destekçisi öğrenciler antisemitizmle suçlanırken ülkede İslamofobi artıyor

ABD'de Filistin destekçisi öğrenciler antisemitizmle suçlanırken ülkede İslamofobi artıyor
TT

ABD'de Filistin destekçisi öğrenciler antisemitizmle suçlanırken ülkede İslamofobi artıyor

ABD'de Filistin destekçisi öğrenciler antisemitizmle suçlanırken ülkede İslamofobi artıyor

ABD'nin New York kentindeki Columbia Üniversitesinde Filistin'e destek için başlayan öğrenci eylemleri ülkedeki diğer üniversitelere de yayılırken, İsrail yanlısı gruplar, bu protestoları "Yahudi düşmanlığı" şeklinde yaftalamaya çalışıyor.

Üniversite yönetimlerinin polis gücü ile eylemleri dağıtmak istemesi "ifade özgürlüğü" engellemeleri tartışmalarını, öğrencilere yöneltilen "antisemitizm" suçlaması da ülkede artışa geçen İslamofobik ve Filistin karşıtı vakaları tekrar gündeme getirdi.

Amerikan-İslam İlişkileri Konseyinin (CAIR) nisan başında yayımlanan raporuna göre, 2023'te bir önceki yıla göre Müslüman karşıtı olaylarda yüzde 56 artış görülmesi ve bunların yüzde 44'ünün 7 Ekim 2023'ten sonra kaydedilmesi ABD'de antisemitizmden ziyade Müslümanların daha fazla ön yargı ve ayrımcılığa uğradığına işaret olarak değerlendiriliyor.

CAIR New Jersey Ofisi İletişim Direktörü Dina Sayedahmad, soykırımla yargılanan İsrail'in Gazze saldırıları ile ABD'de artışa geçen Müslüman ve Filistin karşıtı nefret suçları vakalarına dair AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.

- "Bu, öğrencilerin ifade özgürlüğü haklarının doğrudan ihlalidir"

Sayedahmad, siyonist grupların, tarihsel olarak İsrail'i her eleştirdiklerinde Filistinli ve Müslüman öğrencilerle müttefiklerini susturmak için Yahudi düşmanlığıyla suçladığına dikkati çekerek, bugün de üniversitelerdeki öğrenci eylemlerine karşı aynı taktiğin kullanıldığını söyledi.

Bu söylemleri "samimiyetsiz" bularak "gerçek Yahudi düşmanlığı vakalarının soruşturulmasına zarar" verdiğini belirten Sayedahmad, "Devlet, meydana gelen gerçek Yahudi karşıtı olayları gerçekten araştıramıyor çünkü bu olaylar, sırf öğrenciler İsrail Devleti'ni eleştirdikleri ve Filistinlilerin özgürlük haklarını destekledikleri için Yahudi karşıtlığıyla ilgili asılsız suçlamalarla dolup taşıyor. Bu, öğrencilerin ifade özgürlüğü haklarının doğrudan ihlalidir." diye konuştu.

Sayedahmad, yerel siyasetçilerden Beyaz Saray'a kadar, üniversitelerde devam eden öğrenci eylemlerinin "antisemitik" olarak yaftalanmasının "çok endişe verici" olduğunu ifade ederek, şu değerlendirmeyi yaptı:

"Öte yandan, aynı zamanda ülke çapında Müslüman ve Filistin karşıtı bağnazlığın da keskin bir yükselişe geçtiğini görüyoruz. Burada, New Jersey'deki CAIR'de, 2023'ten 2024'e kadar Müslüman karşıtı vaka ve bağnazlıkta yüzde 200'ün üzerinde bir artışa tanık olduk. Bunun temel nedeni, kamu görevlilerinin Filistin ve Müslümanlar hakkındaki dengesiz, samimiyetsiz ve sahtekar açıklamalarından kaynaklanıyor."

Buna son örnek olarak New Jersey Rutgers Üniversitesi İslami Yaşam Merkezi'ne yapılan saldırıyı gösteren Sayedahmad, 7 Ekim'den bu yana, aynı kampüsteki Müslüman ve Filistinli öğrencilerden kendilerine 100'den fazla şikayet geldiğini söyledi.

Sayedahmad, Müslüman bağnazlığı konusunda yeterli önlem almayan Rutgers Üniversitesi yönetimi hakkında da sivil haklar organizasyonu olarak ABD Eğitim Bakanlığına şikayet dilekçesi gönderdiklerini kaydetti.

- "(İslamofobik) Olaylar ciddi oranda arttı"

Ramazan Bayramı'nda vandalizme uğrayan Rutgers Üniversitesi İslami Yaşam Merkezi'nin imamı Kaiser Aslam, merkezin, özellikle 7 Ekim'den bu yana başta Filistinli öğrenciler olmak üzere Filistin'i savunan herkesin evi haline geldiğini söyledi.

Aslam, "(İslami Yaşam Merkezi) Bu şekilde çok daha gözle görülür şekilde aktif oldu, işte o zaman merkezimize saldırı oldu. Yani bizim için bu, kampüs iklimi veya genel olarak Amerika'daki Filistin destekçisi eylem savunuculuğunun iklimi, sadece karalama kampanyalarının değil, bu durumda gerçek şiddetin de hedefi oldu. Yani bu onu temsil ediyor." dedi.

Kampüslerdeki genel atmosferde, öğrencilere yönelik İslamofobik olaylarda büyük artış yaşandığını vurgulayan Aslam, "Bu korku gerçek" diyerek ekimde Chicago'da bıçaklanarak öldürülen 6 yaşındaki Filistinli çocuk ile ocakta Vermont'ta Filistin kefiyesi kullandıkları için silahlı saldırıya uğrayan 3 üniversite öğrencisi olayını örnek gösterdi.

Aslam, "Öğrenciler elbette kampüsteki giydikleri kefiyelerle anma gecelerine gelmekle sanat setleriyle öğretilere ve kampüsteki protestolara katılmakla daha fazla dayanışma gösteriyorlar. Bunun sonucunda da bazen tükürüklenerek bazen belli isimlerle çağırılarak, bazıları tarafından araçlardan bağırılarak hedef alınıyor, bu (İslamofobik) olaylar ciddi oranda arttı." ifadelerini kullandı.

Kampüslerdeki Filistin'e destek hareketlerinin antisemitizm ile ilgisi olmadığını, bilakis antisemitizme karşı da mücadele ettiklerini belirten Aslam, "Ancak bu, İsrail Devleti'nin tekrar tekrar insan hakları ihlallerine yol açan politikalarını eleştirmeyeceğimiz anlamına da gelmiyor." diye konuştu.

Aslam, kampüslerdeki eylemler hakkında sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bunlar Yahudi halkına karşı protestolar değil. Aslında bu protestolara destek veren çok sayıda Yahudi öğrenci, öğretim üyesi var çünkü onlar da Gazze'de ve yurt dışında bu kadar acıya yol açan politikaları eleştiriyorlar. Antisemitizm gerçekten var olduğu için Amerika'da antisemitizm olduğunu düşünenleri çok iyi anlıyorum. Bu çok gerçek bir şey. Ama Filistin'i, soykırımın durdurulmasını savunanları antisemitizm olarak adlandırmak aslında antisemitizm terimini ucuzlatıyor."

- "Burada gerginlikler her zaman vardı"

Rutgers Üniversitesi Müslüman Öğrenciler Birliği'nden Auzan Amjad, Müslüman öğrenciler olarak antisemitizm nefretine her zaman karşı olduklarını vurgulayarak, diğer yandan, kampüsteki Müslüman öğrencilerin 7 Ekim'den önce bile kendilerini güvende hissetmediklerine dikkati çekti.

Amjad, "Burada gerginlikler her zaman vardı. Ne yazık ki devam eden protestolar ve buna benzer olaylar nedeniyle İslamofobi bu kampüsün doğal bir parçası haline geldi." dedi.

Adının Sümeyye olduğunu söyleyen ve güvenlik endişesiyle yüzünün görünmesini istemeyen Filistin kökenli Müslüman öğrenci, kampüslerde İslamofobinin arttığını belirtti.

Sümeyye, "Kampüste sadece arkadaşları ile yürüyen hiçbir şey yapmayan insanlara bağırılıyor, onlar hakarete uğruyor. Bunların hepsi (İslamofobiye) biriken örnekler ve Rutgers Üniversitesi yönetiminden herhangi bir yanıt alamadık." diye konuştu.

- ABD'deki üniversitelerde Filistin protestoları

Columbia Üniversitesinde Filistin destekçisi öğrenciler, okulun, Gazze'deki soykırımı ve Filistin işgalini destekleyen şirketlere devam eden finansal yatırımlarını protesto amacıyla kampüsün bahçesinde oturma eylemi başlatmıştı.

Üniversite yönetiminin talebiyle polis, 108 öğrenciyi gözaltına almış, okul yönetimi de eyleme karışan 80 civarında öğrenciye okuldan uzaklaştırma cezası vermişti.

Columbia Üniversitesindeki Filistin destekçisi gösteriler, New York Üniversitesi (NYU), Yale Üniversitesi, Massachusetts Teknoloji Ensititüsü (MIT), Tufts Üniversitesi, The New School ve Kuzey Carolina Üniversitesi gibi ABD'nin diğer önde gelen yükseköğrenim kurumlarına da yayılmıştı.

Öte yandan, İsrail yanlısı siyasetçi ve gruplar, ABD'deki öğrenci eylemleriyle "Yahudi düşmanlığı" yapıldığını öne sürerek, protestoların dağıtılması için Ulusal Muhafız birliklerinin kullanılması çağrısında bulunmuştu.

ABD'nin New Jersey eyaletindeki Rutgers Üniversitesi İslami Yaşam Merkezi'ne Ramazan Bayramı'nda yapılan saldırı da Müslüman öğrencileri ve toplum üyelerini endişelendirmiş, antisemitizm iddiaları sürerken bununla ABD'deki İslamofobi vakalarındaki artışa tekrar dikkat çekilmişti.


Yeni Zelanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Peters: Gazze'de şimdi barış istiyoruz

Fotoğraf: Hakan Nural / AA
Fotoğraf: Hakan Nural / AA
TT

Yeni Zelanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Peters: Gazze'de şimdi barış istiyoruz

Fotoğraf: Hakan Nural / AA
Fotoğraf: Hakan Nural / AA

Yeni Zelanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Winston Peters, Gazze Şeridi'ndeki durumu "felaket" olarak nitelendirerek, "Kalıcı barış, mümkün olan en hızlı şekilde iki devletli çözüm istiyoruz. Gazze'de şimdi barış istiyoruz. Bu felakete bakmayı, beklemeyi ve hiçbir şey yapmamayı göze alamayız." dedi.

Çanakkale'de Anzak Günü törenlerine katılan Peters, kaldığı otelde AA muhabirine açıklamalarda bulundu.

Çanakkale Kara Muharebeleri'nin olduğu dönemde neredeyse bütün Yeni Zelandalı ailelerin savaştan olumsuz etkilendiğini belirten Peters, Birinci Dünya Savaşı'nda yaşanan bu "felaketin" hafızalarında yer ettiğini söyledi.

Peters, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 1934'te Anzak askerleri ve annelerine hitaben yazdığı mektuptaki, "Sizler, Mehmetçikler ile yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır." şeklindeki ifadelerini anımsatarak, Atatürk'ün bu konuda gösterdiği büyüklüğü her yıl Anzak Günü'nde andıklarını dile getirdi.

- Ekonomik alanda gelişen ilişkiler

Türkiye ile Yeni Zelanda arasındaki ikili ilişkilerin geliştiğini vurgulayan Peters, "Türkiye'de deprem onarımı, deprem önleme çalışmaları gibi pek çok şey yapıyoruz. Yeni Zelanda, o konuda oldukça gelişmiş durumda. Bu anlamda pek çok çalışma yapıyoruz." ifadelerini kullandı.

Peters, Türkiye'de denizcilik sektöründe de çalışmalar yürüttüklerine işaret ederek, "İşimiz, genişletilmiş ekonomik ilişkilere sahip olmak için her fırsatı değerlendirmek. Türkiye ile kültürel ve siyasi ilişkilerimiz de var. Bundan dolayı burada çok vakit geçiriyoruz." diye konuştu.

- "Gazze'de barış" çağrısı

İsrail'in Gazze'ye saldırıları sonucu 14 binden fazla çocuğun yaşamını yitirmesini kınayıp kınamadığı sorusuna Peters, "Biz, her türlü saldırıyı kınıyoruz." yanıtını verdi.

Peters, Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın 7 Ekim 2023'teki kapsamlı saldırısını "terörizm" olarak gördüğünü söyledi.

Gazze'de yaşananları "felaket" olarak nitelendirdiğini ve bu felakete karşı olduklarını vurgulayan Peters, "Kalıcı barış, mümkün olan en hızlı şekilde iki devletli çözüm istiyoruz. Gazze'de şimdi barış istiyoruz. Bu felakete bakmayı, beklemeyi ve hiçbir şey yapmamayı göze alamayız." dedi.

Peters, barışı teşvik etmek için ellerinden geleni yaptıklarının altını çizerek, "İnsani bakımdan, insani felaketin yaşandığı bu yerlerden bu kadar uzakta olmamıza rağmen yardım edebildiğimizden emin olmak için önemli bir çaba harcıyoruz." ifadelerini kullandı.

Çocukların katledilmesini ahlaksızca görüp görmediğine ilişkin soru üzerine Peters, bu konuda cinsiyet ve yaş ayrımı yapmadığını, herhangi birinin öldürülmesini ahlaksızca gördüğünü söyledi.


Karabağ'daki Türk-Rus Ortak Merkezi görevini tamamladı

Fotoğraf: Resul Rehimov / AA
Fotoğraf: Resul Rehimov / AA
TT

Karabağ'daki Türk-Rus Ortak Merkezi görevini tamamladı

Fotoğraf: Resul Rehimov / AA
Fotoğraf: Resul Rehimov / AA

2. Karabağ Savaşı'nın ardından Karabağ'da ateşkesin kontrolü ve ihlallerin önlenmesi maksadıyla Azerbaycan'ın Ağdam bölgesinde oluşturulan Türk-Rus Ortak Merkezi görevini tamamladı.

Merkezin görevini tamamlaması dolayısıyla düzenlenen törene Azerbaycan Genelkurmay Başkanı Korgeneral Kerim Veliyev, Rusya Genelkurmay Başkan Yardımcısı Korgeneral Sergey İstrakov, Türk Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral Levent Ergün, Azerbaycan Görev Grup Komutanı Korgeneral Bahtiyar Ersay, Rus Barış Gücü Komutanı Tümgeneral Kiril Kulakov, Türkiye'nin Bakü Büyükelçisi Cahit Bağcı ve Rusya'nın Bakü Büyükelçisi Mihail Yevdokimov katıldı.

Azerbaycan Genelkurmay Başkanı Korgeneral Veliyev, törende yaptığı konuşmada, Türk-Rus Ortak Merkezi'nin barış için büyük katkılarda bulunduğunu söyledi.

Veliyev, Türk-Rus Ortak Merkezi'nde görev yapan asker ve subaylara teşekkür etti.

Azerbaycan'ın Karabağ'da egemenliğini tam sağladığını, Ermenistan ordusunun bölgeden çıkartıldığını hatırlatan Veliyev, bu nedenle Türk-Rus Ortak Merkezi'nin görevinin de tamamlandığını kaydetti.

Rusya Genelkurmay Başkan Yardımcısı Korgeneral İstrakov, Türk-Rus Ortak Merkezi'nin üç ülkenin başarılı işbirliğinin örneği olduğunu belirtti.

İstrakov, merkezde görev yapan Rus ve Türk askerlerin bölgede ateşkesin sağlanması ve kontrolü için güvenli sistem kurduğunu anlattı.

Tüm görevlerin Rus ve Türk askerlerce dostane şekilde yerine getirildiğini vurgulayan İstrakov, bölgedeki Rus Barış Gücü'nün görevinin de tamamlandığını aktardı.

- "Türk ve Rus askerleri görevlerini başarıyla yerine getirdi"

Türk Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral Ergün, merkezde Türk ve Rus askerlerin karşılıklı saygı ve dayanışma anlayışıyla görevlerini başarıyla yerine getirdiklerini belirtti.

Ergün, merkezde bugüne kadar 331 toplantı icra edildiğini bildirerek, Türk ve Rus askerlerin birlikte ve eşgüdüm halinde çalışılabileceğinin en güzel örneğini sergilediklerini ifade etti.

Türk-Rus Ortak Merkezi'nin, Azerbaycan'ın toprak bütünlüğü sağlanana kadar ateşkesin gözlemlenmesi sürecinin sorunsuz olarak gerçekleşmesini sağladığını belirten Ergün, Türkiye ve Rusya'nın bölgesel barış ve istikrarı sağlamadaki kararlılığının dünya kamuoyunca da takdirle takip edildiğini söyledi.

Ergün, Türk-Rus Ortak Merkezi'nde görev yapan tüm askerlere teşekkür etti.

Konuşmaların ardından gönderden indirilen Türk ve Rus bayrakları, merkezin Türk ve Rus komutanlarına teslim edildi.

Karşılıklı hediyelerin takdim edildiği tören, Azerbaycanlı sanatçıların müzik ve dans gösterileriyle sona erdi.

- Türk-Rus Ortak Merkezi hakkında

Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarını kurtardığı 2. Karabağ Savaşı, 10 Kasım 2020'de Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan arasında imzalanan üçlü bildiri ile sona ermişti.

Bildiride, tarafların ateşkese uyması denetiminin verimliliğinin artırılması amacıyla gözlem merkezi oluşturulması kararlaştırılmıştı.

Türk-Rus Ortak Merkezi'ne ilişkin mutabakat zaptı, dönemin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu arasında 11 Kasım 2020'de imzalanmıştı.

Ağdam'ın Merzili köyü yakınlarında oluşturulan merkezin açılışı, Azerbaycan Savunma Bakanı Zakir Hasanov'un katılımıyla 30 Ocak 2021'de yapılmıştı.

4 hektar alana kurulu, 65 prefabrik yaşam ve hizmet alanının yer aldığı merkezde İHA personeli de dahil 60 Türk, 60 Rus askeri görev yapıyordu.

Merkezde görevli askerler bölgeden İHA'larla alınan görüntüleri birlikte izliyor, ateşkese uyulup uyulmadığını gözlemliyordu.


Çernobil nükleer felaketi, 38. yılında Rusya-Ukrayna Savaşı'nın gölgesinde hatırlanıyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Çernobil nükleer felaketi, 38. yılında Rusya-Ukrayna Savaşı'nın gölgesinde hatırlanıyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Çernobil Nükleer Santrali’nde meydana gelen dünyanın en büyük nükleer faciası, 38. yılında Rusya-Ukrayna Savaşı'nın gölgesinde sonuçlarıyla hatırlanıyor.

Ukrayna’nın başkenti Kiev'e 110 kilometre uzaklıktaki santralde 26 Nisan 1986'da yaşanan kaza, hafızalardaki yerini korurken sonuçları, uluslararası gündemde yer tutmaya devam ediyor.

Çernobil Nükleer Santrali, Sovyet biliminin en büyük başarılarından biri olarak nitelendiriliyordu. O tarihteki patlama, 1 saat 24 dakika süren güvenlik testinin kontrolden çıkması üzerine 4. reaktörde meydana geldi. Patlamada 2 bin tonluk çatı havaya uçtu ve 8 tonluk radyoaktif yakıt atmosfere karıştı. Reaktördeki yangını söndüren itfaiyecilerden 31’i yüksek radyasyona maruz kalarak olay yerinde hayatını kaybetti.

Yıkılan reaktör, öldürücü radyasyon yaymaya devam ederken Sovyet yetkilileri, olayı gizlemek için ellerinden gelen her şeyi yaptı.

Çernobil Nükleer Santrali'nde çalışan işçilerle ailelerinin yaşadığı Pripyat şehrinin tahliyesi için gizli hazırlık yapılmış, tahliyeye ancak ertesi gün öğleden sonra başlanabilmişti. Üç saat içinde Pripyat, hayalet şehre dönmüş, sonraki günler helikopterlerle patlayan reaktörün üstüne binlerce ton kimyasal malzeme atılmıştı.

Patlama sonrası çıkan zehirli bulut, Ukrayna ve Belarus başta olmak üzere Rusya ve Avrupa’nın bir kısmını etkiledi. Zehirli bulutlar, on gün sonra da ABD, Kanada ve hatta Japonya’ya kadar ulaştı.

- 5 milyon kişi radyasyon riski olan yerlerde yaşıyor

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, felaketin gerçekleştiği 30 kilometrelik bölgede yaşayan, çalışan, güvenlik hizmetleri yapan, tasfiye ve temizleme işlemlerine katılan 600 bin kişi, yüksek dozda radyasyona maruz kaldı. Ukrayna, Belarus ve Rusya’da yaklaşık 5 milyon kişi radyasyon riski bulunan bölgelerde yaşamayı sürdürüyor.

Felaketin ardından bölgedeki ülkelerde lösemi ve tiroit kanserinin de aralarında olduğu kanser türleri, katarakt ve bebeklerde doğuştan patolojik rahatsızlık oranları arttı. Psikolojik rahatsızlıkların yanı sıra sosyal ilişkilerde dışlanmalar nedeniyle sıkıntılar ortaya çıktı. Yüksek düzeyde radyasyona maruz kalan 120 bin kişi kanserden ölme riskiyle karşı karşıya kaldı.

Felaketin sonucu, Türkiye’de de tartışma konusu olmuş, dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, çayda radyasyon olduğu iddialarını yalanlamak amacıyla kameralar önünde çay içerek poz vermişti.

- 4. reaktörün üstü özel çelik çadırla kapandı

Çernobil’deki patlamanın üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen felaketin izlerini silme çalışmaları hala sürüyor.

Santraldeki patlamanın olduğu ve radyasyon yayma riski devam eden 4. reaktör binasının üzeri özel çelik çadırla tamamen kapatıldı.

Üzeri betonla kapatılan reaktördeki riski sıfıra indirmek için kemer şeklinde özel çelik çadır inşa edildi. Çadır, Kasım 2016’da reaktör blokunun üzerine doğru kaydırıldı ve reaktör tamamen izole edildi. Çalışmalar, Avrupa Birliği'ne üye ülkeler ile Türkiye’nin de dahil olduğu 44 ülkenin desteğiyle finanse edildi.

Çernobil Nükleer Santrali yetkililerine göre, binalardaki radyoaktif yakıtlar temizlendi ve risk etkisi on bin kat daha azaltıldı. Kazadan sonra santraldeki durum stabil hale getirildi, tesislerin izolasyonu, tasfiyesi ve rehabilitesi için çalışmalar ise devam ediyor. Çalışmaların ancak uluslararası katılımla sonuçlandırılabileceğine işaret edilerek insanların Çernobil çevresindeki bölgenin sadece yüzde 60’ına ancak 60 yıl sonra dönebileceği belirtiliyor. İzolasyon, tasfiye ve rehabilitasyon çalışmaları tamamlansa bile bölgenin yüzde 40’ında yerleşim hiçbir zaman mümkün olmayacak.

Ukrayna Parlamentosunun aldığı karara göre Çernobil Nükleer Santrali, 2065 yılına kadar tamamen ortadan kaldırılacak. Programa göre, 2010-2013 yıllarındaki ilk etapta nükleer yakıt, santrallerden depolara taşındı.

2013-2022 yıllarındaki ikinci etapta reaktörler muhafaza altına alındı ve kazanın meydana geldiği reaktör izole edildi.

2022-2045 yıllarını kapsayan üçüncü etapta uzmanlar, izolasyon sonrası radyasyonun azalmasını gözlemleyecek. 2045-2065 yıllarındaki son etapta ise santralin sökülmesi ve temizlik işlemi gerçekleştirilecek.

- Sovyet yönetimine sorumsuzluk eleştirisi

Hiroşima’da atılan atom bombasından daha tehlikeli olarak nitelendirilen felaketin ardından Sovyetler Birliği yönetiminin gösterdiği sorumsuzluk, eleştiri konusu olmaya devam ediyor.

Sovyetler Birliği yönetimi, küresel felakete neden olan kaza hakkında ilk günlerde kendi halkına dahi bilgi vermemişti.

Batılı ülkeler, İsveç’teki nükleer santralde çalışan uzmanların, Sovyetler Birliği topraklarından nükleer bulutun geldiğini belirlemesiyle kazanın farkına varmış ve Sovyet yönetimine bilgi vermesi için baskı yapmıştı.

Acil toplantı yapan Sovyet yönetimi, önce kendisine ideolojik olarak yakın devletleri bilgilendirmeyi, Batılı ülkelere ise sadece yerel bir kazanın meydana geldiğini söylemeyi kararlaştırmıştı. Dünya basını felaketi duyurmuş, Sovyet basını ise adeta yok saymıştı.

Sovyetler Birliği genelinde olduğu gibi Kiev'de de halk, 1 Mayıs 1986’da her şeyden habersiz İşçi Bayramı'nı kutlamak için sokaklara dökülmüştü. Sağlık görevlileri, iki hafta boyunca kazayla ilgili kimseye bilgi vermemişti. Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı, ancak iki hafta sonra halka pencerelerini kapatması ve ayaklarını silmeden eve girmemeleri konusunda tavsiyede bulunmuştu. Bu yetersiz açıklama, halk arasında daha da çok panik yaşanmasına neden olmuştu.

SSCB Sağlık Bakanlığı, 27 Haziran 1986’da “Çernobil Kazası'nın ardından tasfiye işlerinin gizlilik içinde yapılmasına” yönelik karar çıkararak felaket sonucu hastalananların tedavisi ve radyasyona maruz kalanlarla ilgili bilgilerin gizlenmesini istemişti. Milyonlarca kişi, radyasyondan etkilenerek hasta olmuştu. Sovyetler Birliği, bu gizlilik ve gerçekleri örtme politikasıyla gelecek nesilleri bile etkileyecek sağlık trajedisine imza atmıştı.

- Rus ordusu, Çernobil üzerinden Ukrayna’ya girdi

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya başlattığı savaşta Rus ordusunun ilk eylemlerinden birisi Belarus sınırından geçerek Kiev’in kuzeyinden kuşatma başlatması oldu.

Rus birlikleri, Kiev’i kuşatmadan önce Çernobil Nükleer Santrali’nin kontrolünü ele geçirdi. Çatışma yaşanmadan santral bölgesindeki kontrolü eline alan Rusya, Ukraynalı askerlerle santralde güvenliği sağladıklarını duyurdu.

Rusya, Ukraynalı milliyetçi güçlerin santralde provokasyon yapabileceği iddiasında bulundu. Ukrayna da santralde Rus güçlerinin nükleer felakete yol açabilecek eylemde bulunabileceği suçlamasını ortaya attı.

Başta bölgedeki ülkelerde olmak üzere dünya kamuoyunda bu iddialar endişe yarattı.

Ukrayna, 9 Mart 2022’de Çernobil Nükleer Santrali ve oradaki tüm nükleer tesisleri besleyen tek elektrik şebekesinin hasar gördüğünü açıkladı ve arızanın giderilmesi için Rusya’dan acilen ateşkes talep etti.

Soğutma sisteminin çalışmama riskiyle karşı karşıya kalan santralde sadece 48 saatlik kapasiteye sahip yedek jeneratörler devreye girdi.

Çok geçmeden Rusya Enerji Bakanlığı, Belarus üzerinden santrale yeniden elektrik verildiğini açıkladı. Ukrayna Enerji Bakanlığı da tamir çalışmalarının sona erdiğini bildirdi.

Rusya ile Ukrayna arasında İstanbul’da yapılan ateşkes müzakereleri sonrasında 30 Mart 2022’de Rusya Savunma Bakanlığı, Kiev yönünden birliklerini çekme kararı aldı.

Bu karar sonrasında Çernobil Nükleer Santrali’ndeki Rus askerleri de çekildi. Rusya Savunma Bakanlığı, Rus askerlerinin santrali Ukraynalı yetkililere teslim-tesellüm belgesiyle bıraktığını açıkladı.

- Avrupa'nın en büyük nükleer santralinde Çernobil tehlikesi yaşanıyor

Çernobil’de bunlar yaşanırken 4 Mart 2022'de Ukrayna’nın güneydoğusundaki Avrupa’nın en büyük santrali Zaporijya Nükleer Santrali sahası Rus ordusunun kontrolüne geçti. Sahaya zaman zaman insansız hava araçları ve top atışlarıyla saldırılar yapıldı. Ukrayna ve Rusya, saldırılar konusunda birbirini suçluyor.

Rusya'nın kontrolündeki santrale 7 Nisan’da, Kasım 2022'den sonra ilk kez saldırı düzenlendi. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Rafael Mariano Grossi, ana reaktörü çevreleyen yapıların doğrudan en az 3 kez saldırıya uğradığını belirterek, "olası bir nükleer kaza yaşanma riskinin ciddi oranda arttığını" ifade etti.


ABD Dışişleri Bakanlığı Orta Doğu Sözcüsü Rharrit, ülkesinin Gazze politikasına tepki olarak istifa etti

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

ABD Dışişleri Bakanlığı Orta Doğu Sözcüsü Rharrit, ülkesinin Gazze politikasına tepki olarak istifa etti

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

ABD Dışişleri Bakanlığında Ağustos 2022'den bu yana Orta Doğu ve Kuzey Afrika Sözcüsü olan Hala Rharrit, ülkesinin Gazze politikasına tepki göstererek görevini bıraktı.

Al Arabiya'nın haberine göre, Rharrit, LinkedIn hesabından paylaştığı iletide, ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde 18 yıldır çalıştığını belirterek, "ABD'nin Gazze politikasına karşı çıkarak nisanda istifa ettim. Silahlar değil diplomasi. Barışın ve birliğin gücü olun." ifadelerini kullandı.

Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Vedant Patel, Rharrit'in istifasına dair haberleri gördüğünü ancak kişisel bir mesele hakkında konuşmayacağını belirtti.

- Bakanlıkta 2005'ten bu yana görev yapıyordu

ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde 2005'ten bu yana görev yapan Rharrit, Ağustos 2022'den bu yana Orta Doğu ve Kuzey Afrika Sözcülüğünü yürütüyordu.

Rharrit, İsrail'in Gazze saldırılarını başlattığı 7 Ekim 2023'ten bu yana ülkesinin politikalarını protesto amacıyla istifa eden üçüncü ABD Dışişleri Bakanlığı çalışanı oldu.


Kanada'da kefiye takan milletvekilinin meclis oturumundan çıkması istendi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Kanada'da kefiye takan milletvekilinin meclis oturumundan çıkması istendi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Kanada'nın Ontario Eyaleti meclis üyelerinden Sarah Jama'nın, Filistin ile dayanışma amacıyla giydiği kefiye nedeniyle meclis oturumundan çıkması istenirken, komisyon çalışmalarına katılmasına da izin verilmedi.

Yerel medyadaki haberlere göre, Ontario Eyalet Meclisi Başkanı Ted Arnott, kefiye takan milletvekili Sarah Jama'dan parlamentoyu terk etmesini istedi.

Ancak Jama meclisten çıkmayı reddetti.

Bunun üzerine Arnott, Jama'nın herhangi bir konuyla ilgili oy veremeyeceğini ve komite çalışmalarına katılamayacağını belirtti.

Arnott gazetecilerin, Jama'yı neden meclisten çıkarmadığına ilişkin sorusuna da "Tek yol onu fiziki olarak çıkarmaktı ve ben buna hazır değildim." yanıtını verdi.

- Arnott'un eylemine tepki

Kanada Müslümanları Ulusal Konseyinden yapılan açıklamada, Arnott'un Jama'ya yönelik eylemi kınandı.

Açıklamada, bugünün Ontario tarihinde utanç verici bir gün olduğu belirtilerek, "Bu, Filistin karşıtı ırkçılık. Kefiye, Filistin'in kültürel kimliğinin bir sembolü. Yasak, Ontario Eyalet Meclisi Başkanı Ted Arnott tarafından kaldırılmalı." ifadeleri kullanıldı.

Yeni Demokratik Parti lideri Marit Stiles da Jama'ya yönelik eylemi şok edici bulduğunu ve dehşete düştüğünü belirtti.

Ontario Eyalet Meclisi'nde 18 Nisan'da kefiye takmak yasaklanmıştı. Meclis Başkanı Arnott, kefiye takmanın açık bir siyasi mesaj olduğunu belirtmiş ve bunun politik mesaj içeren kıyafetleri mecliste giymenin yasak olduğuna yönelik kuralları ihlal ettiğini savunmuştu.

Yeni Demokratik Parti lideri Marit Stiles, 18 ve 23 Nisan'da kefiyeye yönelik yasağın kaldırılması talebinde bulunmuştu. Fakat yeterli destek sağlanamadığı için söz konusu girişimler başarısız olmuştu.

Ontario Başbakanı Doug Ford'un partisi dahil olmak üzere eyaletteki 4 siyasi parti, kefiye yasağının kaldırılmasını talep etmişti.