Meme kanserinden korunmaya yönelik yenilikçi yöntemler

Ekim ayı, meme kanserinde farkındalığa ayrılmış durumda.

Meme kanserinden korunmaya yönelik yenilikçi yöntemler
TT

Meme kanserinden korunmaya yönelik yenilikçi yöntemler

Meme kanserinden korunmaya yönelik yenilikçi yöntemler

Kanser, vücuttaki sağlıklı hücreleri işgal eden, anormal hücrelerin büyümesi ile karakterize edilen bir grup hastalık için kullanılan geniş kapsamlı bir terimdir. Meme kanseri, meme hücrelerinde bir grup başlayan, ardından çevresindeki dokuları işgal eden veya vücudun farklı bölgelerine yayılan (metastaz) bir kanser türüdür. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre bu, dünya genelinde kadınlar arasında en sık görülen kanser türü. Kadınlardaki kanser vakalarının neredeyse dörtte birini oluşturuyor. Meme kanseri 184 ülkenin 140’ında oldukça sık görülüyor. Teşhisler, hastalığın geç evrelerde tespit edildiği az gelişmiş ülkelerde giderek artıyor. The Cancer Atlas’a göre meme kanseri her yıl yüz binlerce kadının ölümüne neden oluyor. Kadınlarda erken ölümlerin de başlıca nedenleri arasında yer alıyor.
Kuzey Amerika Radyoloji Derneği’ne (RSNA) göre hastalığın atlatılmasını kolaylaştırmak için erken teşhis hayati öneme sahip. Bu, kanserin kontrol altına alınmasında önemli bir ol oynuyor. Erken teşhisi sağlayan mamografi hayat kurtarıyor.

Verilerle meme kanseri
1985 yılında ekim ayı Meme Kanseri Farkındalık Ayı olarak belirlendi. Farkındalık ayı vesilesi ile Suudi Arabistan Onkoloji Derneği geçen hafta pazartesi günü, Pfizer Suudi Tıp Şirketi ile iş birliği içinde Deneyimler Forumu platformu üzerinden bir basın toplantısı düzenledi. Basın konferansında meme kanseri teşhissindeki ve tedavisindeki gelişmeler ve yapay zekanın erken teşhisteki rolü ele alındı.
Suudi Arabistan Onkoloji Derneği Başkanı, Kral Abdulaziz Tıp Şehri’nde Göğüs Onkolojisi Danışmanı ve Uluslararası Meme Kanseri Konferansı Başkanı Profesör Dr. Mutaib el-Fehidi, Şarku’l Avsat’ın sağlık ekibine konuya dair açıklamalarda bulundu. Fehidi, meme kanserinin dünya genelinde kadınlar arasındaki en yaygın kanser türü olduğunu, aynı zamanda kadınlarda kansere bağlı ölümlerde de ilk sırada yer aldığını söyledi. Kansere ilişkin küresel çapta istatistik çalışmaları yürüten GLOBOCAN sitesine göre meme kanseri her yıl kanser vakalarının yüzde 25’inden (1,7 milyon kişi), kansere bağlı ölümlerin ise yüzde 15’inden (521 bin 900 kişi) sorumlu. Küresel çapta meme kanseri oranı her 100 bin kişi başına 43. Meme kanseri gelişmiş ülkelerde kaydedilen (794 bin) vakaya kıyasla az gelişmiş ülkelerde biraz daha yüksek bir oranda (883 bin) kaydediliyor. Dünyada çapında 19 milyon 300 bin kanser vakası bulunuyor. Bunların yüzde 11,7’ini, yani 2 milyon 300 binini meme tümörleri olanlar, yüzde 24’ünü de meme kanseri vakaları oluşturuyor.
2020’de yayınlanan Suudi Kanser Kaydı istatistikleri, 2017’de toplam 2 bin 508 meme kanseri vakası (kadınlarda 2 bin 463 vaka, erkeklerde 45 vaka) olduğunu gösterdi. Bu, ülkedeki tüm kanser türlerinin yüzde 18’ini oluşturuyor. Söz konusu veriler, her 100 bin ABD’li, İngiliz veya İrlandalı kadından 92’sinde meme kanseri görülmesine kıyasla, her 100 bin Suudi kadından 30’una meme kanseri teşhisi konduğu anlamına geliyor. Suudi Arabistan’da meme kanseri düşük oranda görülmesine rağmen Krallık’taki meme kanseri sorunu, ilk evrelerdeki vakaların (evre 1 ve 2), toplam vakaların da yaklaşık 40’ını oluşturuyor. Zira lenf düğümleri dahil olmak üzere lokal olarak ilerlemiş (evre 3) kanser tipleri de vakaların yüzde 40’ını oluşturuyor. Metastatik kanser (evre 4) yüzde 15,5’ini oluştururken geri kalanın (yüzde 3,8) evreleri bilinmiyor.

Risk faktörleri ve nedenleri
Meme kanserinde risk faktörleri ise şöyle sıralanıyor:
-Cinsiyet: Kadınlarda meme kanseri görülme oranı erkeklerinkinden 100 kat daha fazladır.
-Yaş: Meme kanserine yakalanma riski yaşla birlikte artıyor.
-Genetik faktörler: Genetik mutasyonlar meme kanseri vakalarının yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Bunlar arasında en yaygını BRCA 1 ve BRCA 2 olarak biliniyor.
-Aile geçmişi: Birinci derecede bir akrabada görülmesi durumunda kansere yakalanma riski daha da yükseliyor.
-Kişisel geçmiş: Daha önceden tanı konulmuş olması durumunda meme kanserinin tekrarlama riski üç veya dört kat artıyor.
-Hormon seviyesi: Erken yaşta reglinin başlaması, geç menopoz ve gebelik önleyici ilaç kullanımı ile kanser riski artarken menopoz öncesi yumurtalıkların alınması (ooferektomi premenopozal) 30 yaşından önce gebelik ve emzirme ile risk azalıyor.
-Yaşam tarzı: Obezite, alkol ve sigara kullanımı, iyonize radyasyona maruz kalma gibi durumlarla risk artarken egzersiz ve normal kilonun korunması ise riski azaltıyor.

Meme kanserinin nedenleri
Profesör Dr. Mutaib el-Fehidi, meme kanserinin asıl sebebinin ne olduğunun ve nasıl önleneceğinin henüz bilinmediğini ancak kanserin henüz memede sınırlıyken tespit edilmesinin hayatta kalma oranını yüzde 98’e kadar çıkardığının kesin olduğunu vurguladı.
Kansere yönelik belirtilerle ilgili kadınlara şu önerilerde bulundu:
-Ailenizde kanser vakalar olması durumunda meme kanserine yakalanma riski olduğunu bilin. Bu konuda doktorunuzu da bilgilendirin.
-Belirtilerin risk faktörlerinin meme kanserine kesin bir şekilde neden olmadığını, sadece kanserin gelişme şansını artırdığını aklınızda bulundurun.
-Birçok risk faktörünün söz konusu olması, daha az risk faktörüne sahip olan kişilere göre kansere yakalanma riskinin daha fazla olduğu anlamına gelir.
-Bazı risk faktörlerinin kontrol edilebileceğini unutmayın.
-Yapmanız gereken tek şeyin gerekli testleri yaptırmak olduğunu bilin. Bu alanda uzman olan bir doktora danışın. Orta düzeyde risk faktörlerine sahipseniz 40 yaşından sonra her yıl mamografi ve klinik meme kanseri muayenesi, 20 yaşından itibaren de en az 3 yılda bir klinik meme kanseri muayenesi yaptırın.

Kalıtsal meme kanseri
Cidde’deki Uluslararası Tıp Merkezi içindeki Onkoloji Merkezi’nin başkanı ve onkoloji danışmanı olan Prof. Dr. İzzettin İbrahim, yapılan bazı çalışmaların, belirli spesifik koşullara sahip meme kanserine sahip hastalara yapılan testlerin, vakaların yüzde 10’unda kalıtsal faktör olduğunu kanıtladığını söyledi. Kalıtsal duruma yönelik testlerin sistemini ve özelliklerinin genişletilmesi durumunda, bu sayının daha da artabileceğine dikkat çekti. İbrahim aynı şekilde kalıtsal meme tümörlerinin çoğunun kalıtsal faktörlerden kaynaklandığını, son zamanlarda BRCA1 ve BRCA2’den kaynaklanan meme tümörlerinden çok daha düşük oranlara sahip olan bazı genetik kalıtımlar bulunduğunu kaydetti.
Kalıtsal meme kanserini tespit etmek için yapılan muayenede ağzı kaplayan mukozadan da örnek alınıyor. Bu küresel olarak onaylanmış bir uygulama olarak ön plana çıkıyor. Söz konusu testler, son zamanlardaki tedavi edici keşiflerin ve genetik faktörle ilgilenen ilaçlar ile birlikte oldukça büyük önem arz ediyor. Yakın gelecekte, kemoterapi tedavisini önemli ölçüde azaltabilecek daha etkili başka ilaçların da bulunmasının beklendiği belirtiliyor.
Yapılan açıklamalara göre genetik testler yaptırabilecek gruplar şöyle sıralanıyor:
-Meme kanseri olmamış ancak anne ve kız kardeşi gibi birinci derece akrabalarından kanser teşhisi konulanlar veya yüksek orandan genetik bozukluğa sahip kadınlar. Zira genetik bozukluklar genlerin yüzde 10’undan 5’ini temsil eden, BRCA1 ve BRCA2 genlerinde görülebiliyor. Sonucun pozitif çıkması durumunda 80 yaşına kadar yaşayan birinde kansere yakalanma oranı yüzde 87’ye kadar yükseliyor.
-Meme kanseri olan kadınlar. Kalıtsal kanser testi de pozitif olması durumunda söz konusu kadınların yumurtalık ve fallop tüpü kanseri riski de artar. Bu kişilerde önlem olarak önce memelerin, daha sonrasında da çocuk doğurmalarının ardından, yaklaşık 40-45 yaşlarında yumurtalıkların ve fallop tüplerinin de alınması gerekiyor. Kişinin söz konusu ameliyatları olmayı reddetmesi durumunda yumurtalık kanseri ve diğer kanserlerin yanı sıra meme kanseri riskinin yüksek olduğunu bilmesi mühim. Bu kişilerin erken yaşlardan (30’lu yaşlardan itibaren) başlayarak 6 ayda bir düzenli olarak, röntgen ve mamografi çektirmesi gerekiyor.
-Annesi ve anneannesi meme kanserine yakalanmış kanserli kadınlar. Bu durumda meme kanserine karşı önleyici ilaç kullanılabilir. Bu durumlarda kanser hücreleri olmayan memenin de alınması öneriliyor. Aynı zamanda sadece mastektomi yapılmaması, meme dokusunun tamamen alınması tavsiye ediliyor. Ancak kişinin psikolojisi için bu durumlarda estetik görünüm korunuyor.

Yaşam tarzı
Dr. Mübarek Mansur, yaşam tarzının oldukça önemli olduğuna dikkat çektiği açıklamasında şu örnekleri verdi:
-Aşırı kilo ve obezite: Bunlar tümör gelişimi için yüksek risk faktörleridir. Yüksek oranda yağ içerdiği için fast food tüketiminizi sınırlayın.
-Doğum kontrol hapları: Meme kanserine yönelik aile öyküsü ve kişisel geçmiş nedeniyle tıbbi danışma ve takip olmaksızın 5-7 yıldan uzun bir süre kullanılması meme kanserine yakalanma riskini artırır.
-Şeker: Kanda bir insülin direnci sendromu vardır ve bu, kanser de dahil olmak üzere birçok hastalığın riskini artırır.
-Besin takviyeleri: Vitaminler zararlı değildir ancak kullanımı sırasında ve sonrasında bol meyve ve sebze ile sağlıklı ve dengeli bir diyet izlenmelidir. Bununla birlikte göğüs tümörü riskini artırdığı kanıtlanmış antioksidanlar içeren besin takviyelerinin kullanımından kaçınılması tavsiye edilir.

Meme kanserine karşı gelişmiş korunma yöntemleri
Meme kanserinden korunma için kapsamlı bir yaklaşım benimsenmesi gerekiyor. Mayo Clinic Kanser Merkezi araştırmacıları tarafından Journal of Clinical Oncology Practice’de yayınlanan bir araştırmaya göre meme kanserini önlemeye yönelik araştırmalardaki ilerlemeler, hastalığa yakalanma ve ölüm oranını azaltmak için yenilikçi fırsatlar sağladı.
Mayo Clinic’ten çalışmanın başyazarı dahiliye danışmanı Dr. Sandhya Pruthi, sağlık çalışanlarının bireysel meme kanseri riskini değerlendirilmesinin yararlarının farkında olmasının ve insanlara kanser riskini azaltmak için stratejiler önermesi ve uygulamasının faydalı olacağını belirtti. Pruthi ayrıca uzun yıllardır meme kanserini önlemeye yönelik yürütülen araştırmaların, öncelikli olarak yüksek potansiyelli, hormona duyarlı meme kanserlerinin oranlarını azaltmak için anti-östrojen ilaçlarının kullanımına odaklandığını söyledi. Ancak üçlü negatif meme kanseri olarak bilinen meme kanserlerini önlemek için diğer risk azaltma stratejilerinin yeniden test edilmesinin ve uygulanmasının önemli olduğunu vurguladı.
Kadınlar ve sağlık çalışanlarının meme kanserini önlemek için şu yaklaşımlara teşvik edilmesi gerektiğine işaret etti:
-Yaşam tarzı değişikliği.
-Meme kanseri önleyici anti-östrojen ilaçlar.
-Kanser hücreleri için mamografi çekilmesi.
-Kalıtsal gen testleri.
-Son olarak, kalıtsal meme kanseri mutasyonlarından birini geliştirme riski yüksek olan kadınların, bu riski azaltmak için önleyici cerrahi seçenekleri düşünmesi gerekiyor. Meme kanserinin önlenmesini başarmak için doktorlar hastalarının bireysel risklerini değerlendirerek onlara yaşam tarzı değişiklikleri yapmaktan önem olarak anti-östrojen veya farklı östrojen kullanımı gibi müdahalelere kadar tavsiyelerde bulunması gerekli görülüyor.
Bu tür stratejiler, hastalığın seyrinin iyi ilerleyeceği düşünülen, hormona duyarlı meme kanseri tümörlerini azaltmada de faydalı olabiliyor. Aynı şekilde hormonlara karşı duyarsız ve yüksek riski bir şekilde süreceği düşünülen tümörlerin önlenmesinde de fayda sağlayabiliyor.

Meme kanserinin erken teşhisinde yapay zekanın kullanımı
Dr. İzzettin İbrahim meme kanserini tespit etmenin geleneksel yönetimin 40 yaşından itibaren her yıl veya iki yılda bir mamografi çekilmesi, mamografinin rolünün tamamlayıcısı olan ancak onun yerine geçmeyen ultrason muayenesi yapılması, ardından da özellikle genetik bir faktör veya ailede güçlü bir meme tümörü hikayesi varsa bir MRI taraması yapılması olduğunu söyledi.
Ancak nihayet, son birkaç yılda ortaya çıkan yapay zeka sistemleri, meme kanseri teşhisi konusunda insan gücünün ve teknik kaynakların yükünü azalttı. Yapay zeka cihazlarına, önceki mamografi sonuçlarına yönelik çok sayıda bilgi yüklendi. Birçok çalışma, bu yöntemin tanı konusunda insan yeteneklerini artırmasa da karşılaştırma yapılmasını sağladığını gösterdi. Yapay zekanın sadece meme kanseri için değil, tüm tümör türleri için tıbbi uygulamalarda kullanılmasında en önemli bilim merkezlerinden biri Massachusetts Institute of Technology (MIT) oldu. MIT’in laboratuvarlarından biri, enstitünün mali destekçilerinden Şeyh Abdullatif Cemil’in adını taşıyor. Söz konusu laboratuvar tarafından geliştirilen bir programın meme kanseri gelişme riskini tahmin edip hesaplayabildiği kanıtlandı. Yapay zekanın gelecekte meme kanserinin otomatik tespitinde önemli bir role sahip olması bekleniyor.

Çalışma ve araştırmalara kadınların katılımı
Pfizer’in Suudi Arabistan Şirketi’nin Tıp Departmanı Direktörü ve konferans konuşmacılarından olan Dr. Hani el-Haşimi, tıbbi araştırmaları desteklemenin yanı sıra kadınların topluluğunu desteklenmesi gerektiğini vurguladı. Kadınları şu an Krallık’ta yerel olarak yürütülmekte olan uluslararası araştırmalara katılmaya teşvik etti. Krallık, son zamanlarda Suudi toplumu üzerinde başta genetik mutasyona dayalı tıp olmak üzere birçok araştırma yürütüyor. Meme tümörleri bu alanda yürütülen öncelikli araştırma konuları arasında yer alıyor.

Koronavirüs aşısı ve meme kanseri
Prenses Nora Onkoloji Merkezi’nin Yetişkin Onkolojisi Bölümü Başkanı Dr. Mübarek Mansur, bağışıklık sisteminin immünoterapi veya kemoterapiden etkilendiğini, bu nedenle söz konusu tedavileri alan hastaların sağlıklı kişilere göre çok daha zayıf bir bağışıklığa sahip olduğunu belirtti. Bu nedenle bakteriyel ve viral enfeksiyonlara karşı oldukça savunmasız olduklarının altını çizdi.
Nora Onkoloji Merkezi’nde koronavirüs aşısı olmayan 107 kanser hastası üzerinde 6 aylık bir süreyle hızlı bir istatistiksel çalışma yapıldı. Söz konusu kişilerin hastaneye yatış oranının yüzde 10 olduğu ve içlerinden 21’inin yaşamını kaybettiği tespit edildi. Söz konusu çalışma, bu hastaların enfeksiyona karşı yatkınlıklarının bulunduğunu ve Kovid-19’a karşı aşılanmalarının kendileri için çok önemli olduğunu ortaya koydu. Dolayısıyla aşıların zamanında ve gecikmeden yapılması gerektiğini de göstermiş oldu.

Meme Kanseri Farkındalık Ayı
Süleyman El-Habib Hastane Grubu’nun Onkoloji Merkezi başkanı, Kral Faysal Üniversitesi’nde doçent olan onkoloji uzmanı Dr. Umm el-Heir Abdullah Ebu el-Heir, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada Meme Kanseri Farkındalık Ayı’na ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Dr. Umm 20 yıldır konuya dair çalışmalar yürüttüğünü ve şu an onkoloji bölümünde görev aldığını belirttiği açıklamasında her hastasıyla farklı bir hikaye yaşadığının altını izdi. Dr. Umm sözlerini şöyle sürdürdü:
 “2003 yılında Krallık’ta meme kanseri farkındalığını artırmak için çalışmaya başladık. Halen meme kanseri farkındalık ayında her yıl etkinlikler düzenliyoruz. Farkındalık çalışmalarının başlaması ile meme kanserinin erken teşhisinin önemi de benimsendi. 2014 yılından itibaren ücretsiz taramalar yapılmaya başlandı. Bugün hastalarımın ve toplumun sağlıkları bireyleri için şunu soruyorum: Peki bunda başarılı olduk mu? Elbette başarılı olduk ve bu çabalar sayesinde ileri evredeki kanser oranı yüzde 10 azaldı. Ancak halen ileri evrelerde olan vakalar tespit ediyoruz. Yine de çok büyük sayıda kadına erken muayene yapılamıyor. Burada karşımıza şu soru çıkıyor: Peki, sorun nerede? Hastalarımıza ve toplumumuza verdiğimiz bilgilerde mi yoksa bu bilgilerin sunulma şeklinde mi? Ya da biz doktorlar hedef kitleye ulaşamıyor muyuz?”
Dr. Umm açıklık getirmek istediği konuları şöyle sıraladı:
-Bugün meme kanseri dünküyle aynı değil. Meme kanseri kronik bir hastalık olarak sınıflandırılırken tedavi oranı da oldukça yükseldi.
-Sadece test yaptırmamız gerekiyor. Bu bir yıl test yaptırınca yıllarca test yaptırmaktan kaçabileceğimiz anlamına gelmiyor.
-Her kadının, özellikle risk faktörlerinin söz konusu olması durumunda 40 yaşından itibaren yılda bir kez test yaptırması gerekiyor.
-Meme kanserinin tedavisinde birçok gelişme yaşandı. Doktorların östrojen ve progesteron reseptörleri taşıyan meme kanseri kemoterapisi uygulamasına yönelik karar almasına yardımcı olan testler geliştirildi.
-Hastalık yayılmış olsa da tüm meme kanseri türleri için mücadele imkanını ve daha uzun hayatta kalma şansını artıran birçok gelişmiş tedavimiz bulunuyor.
Umm al-Khair sözlerinin sonunda tüm kadınlardan söz konusu hastalık ile ilgili dikkatlice düşünmelerini, hastalığa karşı kendilerini korumalarını, vücut kitle endekslerinin 25’i geçmemesi için kilolarını korumaya çalışmalarını ve haftada 4 kez 40 dakika spor yapmalarını istedi. Ayrıca aha fazla sebze ve meyve tüketmelerini, buna karşılık daha az doymuş yağ ve şeker almalarını ve 40 yaşından itibaren herhangi bir semptom olmasa da mamografi ve ultrason çektirmelerini tavsiye etti.



Yumurtanın yerini alabilecek protein zengini alternatif besinler

Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
TT

Yumurtanın yerini alabilecek protein zengini alternatif besinler

Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).

Yumurta, büyük bir adetinde yaklaşık 6.3 gram protein bulunması nedeniyle güçlü bir protein kaynağı olarak biliniyor. Ancak uzmanlara göre yumurta, tek seçenek değil; ondan daha fazla protein içeren birçok besin mevcut.

Şarku’l Avsat’ın Verywell Health sitesinden derlediği verilere göre, öne çıkan bazı besinler şöyle:

Yoğurt

150 gramlık bir yoğurt porsiyonu yaklaşık 16.1 gram protein içeriyor. Kremsi yapısıyla bilinen bu yoğurt türü, fazla sıvının süzülmesiyle üretildiği için geleneksel yoğurda göre daha yüksek oranda protein barındırıyor.

Tavuk göğsü

100 gram derisiz tavuk göğsü 22.5 gram protein sağlıyor. Düşük yağ, düşük karbonhidrat ve düşük kalori içeren bu et türü, vücudun üretemediği dokuz temel amino asidi içererek “tam protein” sınıfında yer alıyor.

Ton balığı

85 gramlık ton balığı porsiyonu 21.7 gram protein içeriyor. Kas gelişimi açısından önemli protein kaynağı olan ton balığı, aynı zamanda kalp ve damar sağlığını destekleyen Omega-3 yağ asitleri bakımından da öne çıkıyor.

Somon balığı

100 gram somon balığında 20.3 gram protein bulunuyor. Somon, Omega-3 yağ asitleri ve kemik sağlığında rol oynayan D vitamini bakımından zengin bir deniz ürünü olarak biliniyor.

Siyah fasulye

100 gram siyah fasulyede 6.91 gram protein mevcut. Bitkisel protein kaynağı olarak tercih edilen siyah fasulye; çözünür ve çözünmez lif içeriği sayesinde sindirim sistemi ve kalp-damar sağlığına katkı sağlıyor.

Fıstık ezmesi

İki yemek kaşığı fıstık ezmesinde 7.1 gram protein bulunuyor. Fıstık ezmesi, sandviçlerin yanı sıra salatalarda, çorbalarda, soslarda ve atıştırmalık olarak yaygın şekilde tüketilebiliyor.

Badem

57 gram badem yaklaşık 7.6 gram protein içeriyor. Sağlıklı tekli doymamış yağlar içeren badem; kalsiyum, lif, magnezyum, fosfor ve E vitamini yönünden de zengin.

Mercimek

Bir fincan mercimek 17.9 gram protein sağlıyor. Mercimek, yüksek lif içeriği ve düşük kalori değeriyle dengeli beslenmede önemli yer tutuyor.

Sığır eti

100 gram dana etinde 20.1 gram protein bulunuyor. Kırmızı et; protein içeriğinin yanı sıra B vitaminleri, demir ve çinko bakımından da güçlü bir kaynak olarak gösteriliyor.


İngiltere’de bir ilk: Gen düzenleme ile kanser tedavisinde yeni dönem

Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.
Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.
TT

İngiltere’de bir ilk: Gen düzenleme ile kanser tedavisinde yeni dönem

Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.
Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.

İngiltere’deki University College London’da (UCL) sessiz bir araştırma odasında, Avrupa’nın önde gelen gen tedavisi ve hücresel tedavi uzmanlarından Prof. Waseem Qasim, bir zamanlar ölümcül bir hastalıkla mücadele eden bir bebeğin hikâyesini hatırlatıyor.

Agresif lösemiye karşı mucizevi başarı

Yıllar önce, henüz bir yaşını doldurmamış bir İngiliz bebek, en saldırgan lösemi türlerinden biriyle mücadele ediyor, geleneksel tedaviler başarısız olurken tıbbi seçenekler tükeniyordu. Ancak bugün, o bebek artık 16 yaşında ve tamamen sağlıklı. Bu mucize, Prof. Qasim’in Great Ormond Street Hastanesi ve UCL ekibiyle geliştirdiği genetiği değiştirilmiş hücresel tedavi sayesinde mümkün oldu.

dewfrty6
Gen tedavisi ve immün hücre tedavilerinin öncü ismi Prof. Waseem Qasim

Bu başarı, modern tıpta yaşanan büyük dönüşümü işaret ediyor: Tedaviler artık yalnızca hastalıkla mücadele etmiyor, bağışıklık sistemini yeniden programlayarak hastalığı hücresel düzeyde hedef alıyor.

Genetiği değiştirilmiş hücresel tedavi

Prof. Qasim, Şarku’l Avsat’a verdiği özel röportajda, “Genetik olarak değiştirilmiş hücresel tedaviler artık geleceğin tıbbı değil; bazı kanser türleri için günümüzün gerçeği” dedi.

Tedavinin merkezinde, genetik olarak düzenlenmiş bağışıklık hücreleri yer alıyor; hedef artık hastalığı dışarıdan vurmak değil, bağışıklığı içeriden yönlendirerek kanser hücrelerini yok etmek.

Genom düzenleme kararı nasıl alındı?

Prof. Qasim, tedavi sürecini şöyle anlattı:

“Hastamızın durumu son derece karmaşıktı. Hiçbir standart tedaviye yanıt vermiyordu ve zamanla yarışıyorduk. O sırada laboratuvarda üzerinde çalıştığımız, genetik olarak modifiye edilmiş ‘T hücreleri’ yani CAR-T tedavisi, elde kalan tek seçenekti.”

Geniş bilimsel değerlendirmenin ardından etik ve düzenleyici onay süreçleri tamamlandı ve tedavi uygulandı.

Tedavide kullanılan genetik teknikler

Qasim ve ekibi tedavide üç ana genetik düzenleme gerçekleştirdi:

– T hücrelerinin hastanın dokularına saldırmasını engellemek için “TCR” reseptörünün devre dışı bırakılması,

– Tedavi öncesi uygulanan ilaçlara hücre direnci kazandırmak için “CD52” geninin kapatılması,

– Lösemi hücrelerini yüksek hassasiyetle hedeflemek için hücrelere özel “CAR” reseptörünün eklenmesi.

Bu yaklaşım, kanserle yalnızca savaşmak değil; bağışıklık sistemini yeniden eğitmek anlamına geliyor.

İngiltere’de bir ilk

İngiltere’de bu yöntem, uzun vadede başarı sağlayan ilk gen düzenleme tedavileri arasında gösteriliyor. Tedavi edilen hasta, üzerinden geçen 16 yıla rağmen hastalıksız yaşamını sürdürüyor.

Gelecekte kemoterapinin yerini alabilir mi?

Qasim’e göre, gen düzenleme tedavileri ileride bazı kan kanserlerinde standart hale gelebilir:

“Henüz tüm kanser türleri için geçerli değil. Ancak önümüzdeki on yılda lösemi tedavilerinin rutin olarak bağışıklık yeniden programlamasına dayanması mümkün.”

Etik tartışmalar

Gen düzenleme çalışmalarının etik riskleri olduğunu kabul eden Qasim, bunun insan genetiğini değiştirme girişimi değil, tedavi amaçlı hücresel düzenleme olduğunu vurgulayarak şunları ifade etti:

“Yaptığımız değişiklikler sadece beyaz kan hücreleri üzerinde, kalıcı değil ve gelecek nesillere aktarılmıyor.”

Arap Dünyasıyla tıbbi işbirliği

Qasim, özellikle Suudi Arabistan’daki tıp ve genom araştırmalarındaki ilerlemeye dikkat çekerek, bölgede işbirliği olanaklarının bulunduğunu söyledi:

“Eğitim, araştırma ve klinik merkezler oluşturma açısından büyük fırsatlar var. Bu alanda her türlü bilimsel diyaloğa açığım.”

Hastalara mesaj

Benzer bir süreç yaşayan çocuklara seslenen Qasim, “Bilim artık geçmişe göre çok güçlü. Hastalar yalnız değiller; bu alanda çalışan büyük bir bilim ve sağlık ekosistemi var” dedi.

Bu hikâye, modern tıbbın yeni dönemini temsil ediyor: Hastalığı bastırmak yerine onu moleküler düzeyde anlamak ve bağışıklığı yeniden yönlendirerek tedavi etmek. Bir zamanlar ölümcül bir hastalıkla mücadele eden o bebek ise bugün bilimin gücünün yaşayan kanıtı.


Bilim insanları şaşkın: 20 bin yıl önce arılar, kemiklerin içine yumurtalarını bırakmış

Araştırmacılar, mağarada yer alan kemiklerdeki küçük, sert oyuklar muhtemelen yumurtalara mükemmel bir koruma sağladığını düşünüyor (Unsplash/Temsili)
Araştırmacılar, mağarada yer alan kemiklerdeki küçük, sert oyuklar muhtemelen yumurtalara mükemmel bir koruma sağladığını düşünüyor (Unsplash/Temsili)
TT

Bilim insanları şaşkın: 20 bin yıl önce arılar, kemiklerin içine yumurtalarını bırakmış

Araştırmacılar, mağarada yer alan kemiklerdeki küçük, sert oyuklar muhtemelen yumurtalara mükemmel bir koruma sağladığını düşünüyor (Unsplash/Temsili)
Araştırmacılar, mağarada yer alan kemiklerdeki küçük, sert oyuklar muhtemelen yumurtalara mükemmel bir koruma sağladığını düşünüyor (Unsplash/Temsili)

Arıların 20 bin yıl önce kemiklere yuva yaptığı ortaya çıktı. Bilim insanları bu davranışı bugüne kadar hiçbir arıda görmediklerini söylüyor.

Genellikle arılar, yüzlerce ve belki binlerce üyesi olan büyük kolonilerle ilişkilendiriliyor. Ancak uzmanlar, bunun her zaman geçerli olmadığını vurguluyor.

Şikago'daki Field Müzesi'nden paleontolog Lazaro Viñola López, "Çoğu arı yalnız yaşar. Yumurtalarını küçük oyuklara bırakıp larvaların beslenmesi için polen de koyarlar" diye açıklıyor. 

Viñola López, Avrupa ve Afrika'daki bazı türlerin boş salyangoz kabuklarının içine bile yumurtalarını bıraktığını belirtiyor.

Ancak araştırmacı ve ekibi, Karayipler'deki Hispanyola adasındaki bir mağarada daha önce hiç görmedikleri bir şeyle karşılaştı.. 

Bilim insanları adadaki derin bir kireçtaşı çukurunu inceliyordu. Popular Science'a göre Hispanyola'da epey yaygın olan bu tür çukurlar, dış etkenlerden çok iyi korundukları için yeraltındaki "zaman kapsülleri" görevi görüyorlar.

Mağaralar, büyük ölçüde adadaki baykuşlar sayesinde böyle bir işleve sahip.

Bulguları hakemli dergi Royal Society Open Science'ta bugün (17 Aralık) yayımlanan çalışmada incelenen mağara, binlerce yıl boyunca baykuşlara ev sahipliği yapmıştı.

Bu gececil hayvanlar; kemirgenler ve kuşlar gibi avlarını yutuyor, ardından sindiremedikleri kemikleri yoğun topaklar halinde kusuyordu.

Binlerce yıl boyunca fosilleşen bu topaklar mağarayı kaplamıştı. 

Araştırmacılar, memelilere ait çene kemiklerini temizlerken, eskiden dişlerin bulunduğu deliklerde bir tuhaflık fark etti. Buradaki tortu, pürüzsüz ve adeta içbükeydi.

Çamur normalde fosillerde bu şekilde birikmediği için daha derin bir inceleme yapmaya karar verdiler. 

Gördükleri şeyi fosilleşmiş yaban arısı yumurtalarına benzeten ekip bilgisayarlı tomografi taramalarıyla kemik boşluklarının içindeki mikroskobik yapıların üç boyutlu bir modelini oluşturdu.

Bu görüntüler, kemiklerde arıların yavruları için yaptığı yuvaları ortaya çıkardı. Bilim insanları bazılarında larvanın beslenmesi için bırakılmış polenler de tespit etti.

Arıların kemiklerin içine bu şekilde yuva yapması, günümüzde bilinen türlerde bile daha önce kaydedilmemiş bir davranış.

Viñola López, "Bu keşif, arıların ne kadar tuhaf olabileceğini, insanı nasıl şaşırtabileceğini gösteriyor" diyerek ekliyor: 

Ama aynı zamanda fosilleri çok dikkatli incelemek gerektiğini de hatırlatıyor.

Arıların bedeni mağara koşullarında korunmadığı için 20 bin yıl önce yapıldığı tahmin edilen bu yuvanın hangi türe ait olduğu bilinmiyor.

Viñola López, "Arıların cesetlerini bulamadığımız için, bunların bugün hâlâ yaşayan bir türe ait olması muhtemel. Bu adalardaki arıların ekolojisi hakkında çok az şey biliniyor" ifadelerini kullanıyor: 

Ancak mağarada kemikleri korunan hayvanların çoğunun artık soyunun tükendiğini biliyoruz. Bu yüzden bu yuvaları yapan arılar da soyu tükenmiş bir türe ait olabilir. 

Independent Türkçe, Popular Science, Interesting Engineering, Royal Society Open Science