Lübnan’da silahlanma sorunu

Lübnan’da silahların iç savaşlardaki kullanımı, kimlikçi grupların çatışma riskini gündemde tutuyor

Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)
Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)
TT

Lübnan’da silahlanma sorunu

Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)
Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)

14 Ekim Perşembe günü Emel Hareketi ve Hizbullah yandaşları, iç savaş sahnelerinden birini hatırlatarak, silahlarıyla birlikte Ayn er-Rummane’nin Hristiyan mahallelerine bitişik güney banliyölerinin sokaklarında yürüdü. Ancak aslında taşıdıkları silahların çoğu, iç savaş döneminden. Savaşan gruplarının terk etmediği mezhebi-dinsel kimlik kavgası ruhu ve sloganları tüfek, roket güdümlü el bombası ve orta makineli tüfeklerin değişmesini sevmiyor.
Şarku’l Avsat’ın sosyal medya organları tarafından yayınlanan görüntü ve videolardan edindiği bilgiye göre yeni silah türlerini göstermiyordu. Kalaşnikoflar, RPG rampaları, PKM orta makineli tüfekler ve 40 mm el bombası ateşleyen bazı M16 ve M18 tüfekler. Şii İkili’nin Beyrut limanındaki patlamaya ilişkin soruşturmayı ‘siyasallaştırmayı’ reddetme gösterisinde kullandığı cephanelik buydu. Kısacası, güney banliyölerinin sokaklarını sular altında bırakan silah tasarımları, kullanılan modeller birkaç yıllık olmasına rağmen onlarca yıllık. Özgünlük ve modernlik, ‘barışçıl’ yürüyüşün silahında birleşti.
Sahne, özellikle Lübnan savaşlarının bölümlerini yaşayanlar için bir dejavu izlenimi veriyor. O sonbahar gününde ara sokakları kaplayan silah türleri, yetmişlerin başlarında Filistinli grupların merkezlerinden, kamplarından ve savaşa hazırlanırken laik ve mezhepçi milislerin kalelerinden çıkanlarla neredeyse aynıydı. Sıradan silahlı kalabalık, bilinmeyen sivil seslerden daha güçlüydü. Lübnanlılar, toplantılarında ve siyasetlerinde silahlar için güvenceli bir alan olduğunu biliyorlar.
Olay şu ki sivil bir ‘direnişin’ yerini Lübnanlı olmayan bir direniş alırken, silahların korunması, kutsallaştırılması, bilinçli ve bilinçsiz tüm sembolik ağırlıklarının kutlanması elli yılı aşkın bir süredir mevcut.
Vatan ve davanın hayali bir anlamını içeren, ‘onuru ve vatanı’ savunan ve onu çevreleyen tehlikeleri tanımlayan direniş, silahlarını ve askeri teçhizatını istediği zaman sokakta protestoya itecek niteliktedir. Silahlı insan kalabalığı ve hareketlerine verdikleri ‘barışçıl’ etiket arasında gösteri çağrısı yapanların endişesinde bir çelişki bulunmuyor. Grup, barışa zarar veren herhangi bir şey ortaya koymuyor. Ancak düşmanlar bunu yapıyor.
Maşrafiyye, Tayyuna ve Ayn er-Rummane sokaklarında silah türlerindeki yenilik eksikliği, tarikatların ‘işlerini organize etme ve günlerini yönetme’ konusundaki her türlü müdahaleye dair korku ve öfkesinde yeni bir şeyin olmadığını yansıtıyor. Beyrut’u etkisi altına alan insani ve maddi kayıpların ciddiyeti ile Hizbullah’ın koruduğu ve yararlandığı yönetici siyasi sınıfın ‘gerçeğe ulaşmak için her girişimi iptal etme’ ısrarı arasındaki çelişkiye dikkat çekildi. Dolayısıyla amonyum nitrat ithal edenler, üstlerini örtbas edenler ve arkalarındakiler için adil bir karar verilmesi hiçbir şey ifade etmez. Hak ve adalet; sebepsiz ve değersiz, öfkeli ve asi silahlı mezheplerin kaygıları arasında yer almaz. Önemli olan, bilindiği üzere, mevcut rejimi ayakta tutmak ve iktidar koalisyonunun çıkarlarını korumaktır. Silah, bu amaç için hazırlanmıştır. Direniş, iç içe ve uyumlu bu formüllerin, silahların ve çıkarların ortak adıdır.
Halkın kimliğini ve statüsünü vurgulayan bir unsur olarak silahlar, Lübnan’da eski bir hikayedir.
Bâb-ı Âli’nin 16. yüzyılda Suriye’nin Osmanlı valisi ile yaptığı yazışmalarda bununla ilgili parçalar bulabilirsiniz (bkn. Abdurrahim Ebu Hüseyin- Osmanlı döneminde Lübnan- Dürzi Emirliği- Vesaik Defter el-Muhimme (Asli defter belgeleri) 1546- 1711 ve Dar’ul Nahar 2005). Sadrazam mektuplarının çoğunda, Avrupa gemileri tarafından düşürülen ve Dürzi ve diğerlerine satılan silahlara vali tarafından el koyulmasının önemine odaklanılıyor. Osmanlı yetkilisi, Ebu Hüseyin’in saltanata karşı ‘uzun süreli isyan’ nitelendirmesi çerçevesinde bu silahları kullanmaktan korkuyordu. Ancak Sadrazam, silahların Cebel-i Lübnan halkı için ne anlama geldiğinin yönlerine kıyasla doğrudan güvenlik yönüne öncelik verdi.

Mayıs 2008 çatışmaları sırasında Emel Hareketi ve Hizbullah militanları (Getty)
Silah ihracatının, bugün olduğu gibi, on altıncı yüzyılda, çeşitli amaçların yoğunlaşmasıyla olduğunu söylemeye gerek yok. Diğer şeylerin yanı sıra finansal kar, ittifaklar yapmak ve düşmana korku salmak bu amaçların başında geliyordu. Lübnanlı ithalatçılara gelince silah; vahşi ve kibirli bir otoriteden kaçma ve yerel rakiplerin karşısında, ister dış otoritenin takipçisi ister düşmanları olsun, gücünü güçlendirme yeteneği anlamına geliyor. Bu, dağlardaki aileleri silahlarının sayısına göre sayan eski Lübnan metaforuyla ünlü. Falanca ailesi, ‘arazi, otlatma ve sulama hakları, arazi dağıtımı ve paylaşımı ile ilgili her ihtilafta ve savaş borazanı çaldığında hesaba katılması gereken’ 500 baruttan oluşuyor.
Tayyuna’nın son olaylarından sonra Lübnan söyleminde de ünlü bir tabir ortaya çıktı; ‘Her evde bir silah var’. Mezhepler arasındaki herhangi bir çatışmanın önceden planlanma şüphesini hafifletme ve halk arasında silahların ‘doğal’ yayılmasının nedeni olan ‘silah sorunlarının’ yeniden tesis edilmesi bağlamında ortaya atılan bu cümlenin doğruluğu, örneğin dağlardaki kar ve kumsalların güzelliği gibi Lübnan doğasının diğer olgularından farklı değil. Bu doğruluk, halklardan, mezheplerden ve mahallelerden en yüksek yasal mercilerin bulunmadığına dair yaygın bir inançtan oluşan derin bir hastalığı gizliyor. Bu merci, eyleminde hukuka, anayasaya ve toplum sözleşmesine dayanıyor. Bir diğer ifadeyle devlete…

Daimi savaş silahı
Şuf dağlarındaki Deyru’l Kamer kasabasında bulunan ‘Musa Sarayı Müzesi’, yüzlerce silah, kılıç ve tabancaya ev sahipliği yapıyor. Müze, silahlardan yığın içeriyor. Bazıları on dokuzuncu yüzyılın savaşlarına ve Deyr’ül Kamer yakınlarındaki köylerde yaşanmış katliamlara tanık olmuş olabilir. Silahların birçoğu, farklı zamanlara dayanıyor. Bunların birikimi ve çeşitliliği, eski eser ve antika uzmanlarınca yeterince ilgi görmedikleri izlenimi bırakıyor.
Ayrıca sahnede, yanlarına yerleştirilen küçük artıklara dair üretim tarihlerine ve önceki sahiplerine ait olduğunu söyleyen kılıçlar da var. Batıda ve hatta Gürcistan’da yapılmış Memluk, Türk ve diğer kılıçlar. Uzmanların yapması gereken gerekli açıklama yapılmadan, sonuca varmak mümkün değil. Bu silahların her biri nereden geldi, hangi savaşlarda kullanıldı, sahibi kimdi?! Hatta bir kısmı yukarıda bahsi geçen şehzade ve şeyhlerin isimlerini taşıyordu. Belki de Osmanlı Sadrazamının Lübnan kıyılarına inişinden şikâyet ettiği silahlardan bazılarıydı.
Biraz hızlıca, Memlukler döneminde (bugünkü Beyrut da dahil olmak üzere) Şuf ve Batıda sahip olduğu yarı bağımsızlıktan gelen Dürzi silahlarının, Osmanlı İmparatorluğu’nu protesto etme hususunda ‘19. yüzyılda Şuf’taki Hristiyan uyanışını bastırmak ve Mayıs 2008’de Hizbullah’ın Cebel-i Lübnan’a baskın yapmasıyla yüzleşmek için’ yeni görevler bulduğu söylenebilir. Diğer mezhepler ise silah ithal etmekten ve bunları iç ilişkiler sistemine dahil etmekten çekinmediler. Lübnan Cumhuriyeti’ndeki Şii internet sitesinin kurucusu İmam Musa es-Sadr’ın görüşüne göre daha ziyade bu silahlar ‘erkeklerin süsü’ oldu. Musa es-Sadr’ın kastettiği silah; İsrail’e, yetmişli yılların başında Güney Lübnan’ı işgaline ve Lübnan devletinin oradaki vatandaşlarını savunma konusundaki isteksizliğine karşıydı. Silahlar, büyük sorunlardan iç savaş havuzuna sızabilen sıvı bir siyasi maddedir.
Lübnan Savunma Bakanlığı’nın avlusunda, iç savaş sırasında kasaba ve köylere hizmet eden eski topları mermilerle dolduran beton bir anıt yükseliyor. Anıtın yabancı tasarımcısı, eserini Lübnan’daki savaşın sona ermesinin ve barışın geri dönüşünün bir sembolü olarak nitelendiriyor. Aslında iç savaşın topları, Lübnanlılar arasında geniş bir ün kazandı. Siyasi diyaloğun zor olduğu ve dengelerin saha haritalarının değişmesini engellediği dönemlerde gürültülü bir iletişim ortamı sağlandı. Çözümlerin yokluğunun ve yerel araçların rakiplere ve sınırların dışından bunlarla ilgilenenlere karşı sürekli savaşının bir simgesiydi. Bu silahların bir kısmı Lübnan hükümeti tarafından vatandaşlarının parasıyla orduyu silahlandırmak için satın alındı. Bunların çoğu, bölgesel ve yabancı müttefiklerin Soğuk Savaş sırasında nüfuz alanları üzerindeki çatışmalarda veya çoğu Araplar arasında kardeşçe olan hesaplaşmalarda kendileri için fayda olarak gördükleri savaş taraflarını desteklemek için geldi. Birkaç hafta önce yaklaşan savaşın (bu gerçekleşmeyebilir, ancak sürekli bir hazırlık yapılıyor) efendilerinden biri, iç çatışmalarda silahların ve roketlerin ana silahlar olmadığı konusunda uyardı. Tüfekler ve hafif makineli silahlar, görevi yapıyor. Bazı RPG’lere ve el bombalarına başvurmanın da bir zararı yok. Belki de bu, ilgili tarafların askeri cephaneliği modernize etme konusundaki isteksizliklerinin bir açıklaması olabilir. Çünkü yerel düşman ona en basit ve en ucuz teçhizatla karşılık vermek için yeterli.
Kanla, düşlerle, çağlarla, işgal ettiği toprakların kurtuluşu için kendisiyle çatışma sancağı altına girilen İsrail’e gelince, mücadele silahı örtülüdür. Gözle algılanamaz ve istatistik içermez.

Lübnan iç savaşı sırasında Beyrut şehir merkezinde iki silahlı adam çatışıyor (Getty)
Bu silah, kimin elinde olursa olsun, Filistin’in her yerindeki hedeflerini vurabilecek, petrol arıtma istasyonlarını ve kimyasal madde depolarını (burada patlayanlar gibi) imha edebilecek, yerleşim yerlerini ve şehirleri yok edebilecek kapasitededir. Ama bunları, füzelerinin, fırlatıcılarının, insansız hava araçlarının, insan ve cinlerin aklına gelebilecek ve gelmeyebilecek her şeyin iniş zamanının geldiğini görmedikçe kullanmayacağız. Bu arada kalaşnikoflar durumun efendisi olmaya devam ediyor.

Art arda gelen kuşakların arkadaşı
Birkaç kuşak Lübnanlı, kalaşnikofu yakından tanıyor. 1960’larında sonlarında Filistin direnişiyle Lübnan’a girdi. Düşük maliyet, kullanım, bakım kolaylığı ve mühimmat mevcudiyeti gibi erdemleri kısa sürede keşfedildi. Her tarafta ve cephelerde savaşan taraflarca ele geçirildi. Bir Arap veya enternasyonalist müttefikten kalaşnikofu olmayan herkes, onu açık piyasadan satın aldı. Her biri ünlü tüfeğin kendi versiyonunu yapan Doğu Avrupa ülkeleri, onu hem müttefiklere hem de düşmanlara ihraç etmekten çekinmediler. Arap ‘başarısızlıkları’ sırasında İsrail’in el koyduğu yığınlar da Lübnan’a ulaştı.
Lübnan’a, orijinal Rus (Sovyet) ‘AK 47’ ve daha sonra değiştirilmiş ‘AKM’ versiyonundan çeşitli ‘türler’ geldi.
Gerçek şu ki kalaşnikof, ‘sivil barış’ geri döndükten sonra bile yerel sahneden kaybolmadı. Öyle ki kalaşnikof, Taif Anlaşması’nı uygulamakla görevlendirilen Suriye ordusunun silahı ve işgale karşı savaşmaya devam eden güneydeki direniştir.
Hizbullah’ın 7 Mayıs’ta Beyrut’u işgali sırasında kalaşnikof ana silahtı. Görünüşe göre Hizbullah, şehirdeki saldırıya katılanların çoğu tarafından taşınan tüfeğin Çinli bir kopyasını depolarından çıkarmıştı. Silahlı kuvvetlerin, eksiklikleri gidermek için büyük operasyonlardan önce çok sayıda yeni münferit silahla gelmesi adettir.
Bu silahın bir savaş alanına yaklaşan herkesin bildiği bir sesi var. Kalaşnikof mermilerinin art arda gelmesi, diğer otomatik tüfeklerin seslerinden kolayca ayırt edilebilen yüksek tekdüze bir ton üretir. 13 Kasım 2015 tarihinde Paris’teki Bataclan tiyatro katliamından sağ kurtulan birinin, Netflix platformu tarafından sunulan bir belgeselde verdiği ifadeye göre bu, ‘vahşetin sesi’. DEAŞ’lı teröristler, burada düzenlenen bir konsere rastgele ateş açmıştı. Aslında o gün teröristlerin kullandığı, kalaşnikofun Zastava olarak bilinen Yugoslav cinsiydi. Bu detay, kurbanların izlenimini değiştirmedi.
Unutmayız, yavaş yavaş her savaşın kendi sesi olabilir. Bell UH-1 sesinin, en azından ABD askerlerinin bakış açısından Vietnam Savaşı’nın sesi olduğu konusunda geniş bir fikir birliği var.
Naziler tarafından ‘Jericho Trumpet’ olarak adlandırılan bir hoparlör kullanarak bombalarını atan Alman Stuka (Junkers 87) uçaklarının sesi, İkinci Dünya Savaşı’nın, en azından ilk aşamalarındaki sesidir. Daha sonra sesini Amerikan B-29 bombardıman uçaklarının sesi ve Sovyet T-34 tanklarının kükremesiyle değiştirdi.
Çatışmalarda ve iç savaşlarda kullanılan silahlar, çeşitli sosyal ve politik gerçekleri yansıtıyor. Hutuların 1994 yılında Ruanda’da Tutsilere karşı yaptıkları katliamlar sırasında dayandıkları büyük ustura (Machette) hakkında çok şey yazıldı. Bu silahın kullanım anlamı, kaynağı, kimden ithal edildiği ve yoksul bir ülkede ateşli silahlara ucuz bir alternatif olarak olması hakkında birçok ifadeye yer verildi. Bir anlamda kalaşnikofun sivil çatışmaların prensi olarak kaldığı Lübnan da dahil olmak üzere birçok yerde iç savaş silahlarından bahsetmek doğru. Bu, bir yandan da hem yerel hem de bölgesel iç içe geçmiş çatışmalar bağlamında silahların kaynağını ve ülkeye girişini gösterir. Ayrıca Lübnanlıların en azından son kriz patlak verene kadar bireysel silahlarına harcama yapabileceklerini de ilan ediyor.
Silahların yayılmasına itiraz etmek ve yönetimin elinde sınırlandırılması gerekliliği, iki şeyi göz ardı ediyor. İlki; Mezhepsel bir koalisyondan oluşan bu otoritenin doğası, bileşenleri arasındaki ilişkileri değiştirmez. Dolayısıyla mevzileri güçlendirecek unsurlar ve sivil ‘söylem’, silahların mevcudiyeti için gerekli bir boşluk bırakıyor.
Diğeri; Savaştan sonra Suriye vesayetinin boyun eğdirdiği otoritenin kendisinin, Hizbullah’ı silah toplamaktan dışlaması, Hizbullah’ın son yıllarda iç çatışmalara derin katılımı ve mezhepçi sistemin en ağır rolünü oynaması. Sivil şiddet dilinden uzaklaşma girişimleri başarısız olduğu sürece, tüm mezheplerin silahlanma yarışını yeniden başlatmaları için yeterli ve daha fazla bahane sağlanmış olacak.



Gazze ateşkesi: Durmuş anlaşma Doha turunun sonucunu bekliyor

Filistinli bir kız çocuğu Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda yıkılmış bir caminin minaresinin yanında bisiklete biniyor. (AFP)
Filistinli bir kız çocuğu Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda yıkılmış bir caminin minaresinin yanında bisiklete biniyor. (AFP)
TT

Gazze ateşkesi: Durmuş anlaşma Doha turunun sonucunu bekliyor

Filistinli bir kız çocuğu Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda yıkılmış bir caminin minaresinin yanında bisiklete biniyor. (AFP)
Filistinli bir kız çocuğu Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda yıkılmış bir caminin minaresinin yanında bisiklete biniyor. (AFP)

Gazze Şeridi'ndeki ateşkesi istikrara kavuşturma ve yürürlükte olan ateşkes anlaşması üzerinde mart ayının başından bu yana devam eden çıkmazı çözme çabalarının yeni turu, krizin her iki tarafının da birbirlerini bunu engellemekle suçladığı bir ortamda, anlaşmanın ikinci aşamasına geçme veya uzatma seçeneğini çözmeden bugün Katar'da başlayacak.

Şarku’l Avsat'a konuşan uzmanlara göre, özellikle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun hükümetini etkileyeceğini düşündüğü bu adımı reddetmesi nedeniyle ateşkesin uzatılması ve tıkanan ikinci aşamanın ertelenmesi ihtimalini arttıran gelişmeler, Washington'un Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un bölgeye gelişinden bir gün önce gerçekleşti.

Uzmanlar, ABD'li yetkilinin müzakerelere katılımının bu fırsatın başarı şansını arttırmasını bekliyor.

Anlaşmanın ilk aşamasının 8'i ölü 33 esir ve bin 800 Filistinli tutuklunun serbest bırakılmasıyla sona ermesinin ardından Netanyahu'nun ofisinden yapılan açıklamaya göre Hamas, yaklaşık 50 gün süren ve devam eden görüşmelerin ilk gününde esirlerin yarısının sağ ve ölü olarak serbest bırakılmasını içeren Witkoff çerçeve planını kabul etmeyi reddederken İsrail bunu kabul etti.

Amerikan Axios internet sitesine göre Witkoff'un, İsrail ile Hamas'tan müzakerecilerin dolaylı görüşmelere başlamasının ardından Mısır ve Katar'dan arabuluculara katılarak yeni bir anlaşma sağlamaya çalışmak üzere yarın (salı) Doha'ya gitmesi beklenirken, Netanyahu'nun ofisi dün yaptığı açıklamada, İsrail'in ‘müzakereleri ilerletmek’ üzere Katar'a bir heyet göndereceğini duyurdu.

Axios'a göre ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, kalan tüm esirlerin serbest bırakılmasını sağlayacak, ateşkesi Ramazan ve Paskalya'nın ötesine uzatacak ve muhtemelen savaşı sona erdirebilecek uzun vadeli ateşkese yol açacak bir anlaşma arayışında.

Hamas ise dün yaptığı açıklamada, Liderlik Konseyi Başkanı Muhammed İsmail Derviş başkanlığındaki bir heyetin Kahire'de Mısır Genel İstihbarat Servisi Başkanı Tümgeneral Hasan Reşad ile bir araya geldiğini ve iki tarafın ateşkes anlaşmasının uygulanmasını ve çeşitli aşamalarındaki esir değişimini ‘olumlu bir ruhla’ görüştüğünü bildirdi. Heyet, anlaşmanın tüm şartlarına bağlı kalınmasının önemini vurgulayarak, ikinci aşama müzakerelerin derhal başlatılması, sınır kapılarının açılması ve insani yardımların Gazze Şeridi'ne kısıtlama olmaksızın girmesine izin verilmesi çağrısında bulundu.

wefrgty6
İsrail'in Gazze Şeridi'nin orta kesiminde yerlerinden edilmiş insanların barındığı bir bölgeye düzenlediği hava saldırısında yaralanan bir kişiyi taşıyan Filistinliler (Reuters)

El-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde İsrail ilişkileri uzmanı olan Dr. Said Ukkaşe'ye göre Witkoff'un katılımı ‘tıkanmış bir anlaşmadan kurtulmak için bir şans taşıyor’. Ukkaşe, Doha turunun her halükârda ilk aşamayı uzatmaya gideceğini, ancak Hamas'ın İsrail'in ağır cezalara çarptırılan bazı Filistinlileri serbest bırakması karşılığında bazı esirlerin serbest bırakılmasını içeren tavizleri kabul edebileceği ikinci bir aşamaya geçmeyeceğini düşünüyor.

Hamas konusunda uzmanlaşmış Filistinli bir siyasi analist olan İbrahim el-Medhun, “İsrail işgali müzakerelerin ikinci aşamasına geçmeye zorlanmış gibi görünüyor, ancak bu yönde ilerlemeyi engelleyen engeller koyuyor. Dolayısıyla Witkoff'un da katılacağı Doha turunun sonuçları bekleniyor” ifadelerini kullandı.

Hamas'ın dün yaptığı açıklamaya göre Doha turu, Kahire'de yapılan ve Hamas'ın ulusal, başkanlık ve yasama olmak üzere her düzeyde genel seçimler yapılana kadar Gazze Şeridi'ni yönetmek üzere bağımsız ulusal figürlerden oluşan bir ‘toplumsal destek komitesi’ kurmayı kabul ettiği görüşmelerin ardından geldi.

İsrael Hayom gazetesi dün siyasi bir kaynağa dayandırdığı haberinde, İsrail tarafından onaylanan Witkoff planının ‘görüşmeler için bir başlangıç noktası olacağını, görüşmelerin olumlu gelişmesi halinde İsrail'in esneklik göstereceğini’ söyledi.

Ukkaşe'nin tahminlerine göre Hamas'ın ‘toplumsal destek komitesini’ onaylaması, özellikle İsrail’in kolaylıkla kabul etmeyeceği ve koşullar koyacağı göz önüne alındığında uygulanacağına dair güvence taşımıyor. Ukkaşe, Kahire ve Doha'nın, anlaşmanın aşamalı olarak uygulanmasına ya da belirli sürelerle uzatılmasına karar verilse bile, özellikle de ‘İsrail'in mevcut engelleri ve Hamas'ın mevcut zayıflığı ışığında hiçbir şey dayatamayacağı’ göz önüne alındığında, nihai bir çözüme ulaşılması ve savaşın ertesi günündeki durum üzerinde anlaşmaya varılması yakın görünmediğinden, anlaşmanın hayatta kalması için çabalarının devam edeceğine işaret etti.

dfrgthy6
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Beyt Lahiya'da bir binanın enkazı üzerinde dalgalanan Filistin bayrağı (AFP)

Diğer yandan el-Medhun'a göre, ‘ABD ile Hamas arasındaki doğrudan diyalogdan sonra İsrail endişeye kapıldı ve ikinci aşamayı tamamlamak için müzakere etme baskısı hissetti.’ Hamas, toplumsal destek komitesini kurmayı kabul ederek savaşı sona erdirmekle ilgilendiğini, ABD'ye güven vermeye çalıştığını ve Kahire, Doha ve diğer Arap başkentleriyle ilişkilerini güçlendirmeye istekli olduğunu gösterdi.

El-Medhun bu müzakereler için üç olasılık öngörüyor:

Birincisi, İsrail'in yeni tavizler vermeye hazır olmaması ve müzakere masasına oturmak zorunda kalması nedeniyle müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması.

İkincisi, Gazze Şeridi'nden kısmi çekilme, seyahatlerin kolaylaştırılması, insani yardım protokolünün geliştirilmesi, Gazze Şeridi'ne malzeme girişinin arttırılması ve elektrik, su ve hastane inşaatı gibi hayati projelerin denetlenmesi karşılığında İsrail'in mahkumların yarısını ya da üçte birini serbest bıraktığı kısmi bir anlaşma.

Üçüncü olasılık ise ‘kapsamlı bir anlaşmaya’ varmak.