ABD, Rusya ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine ilişkin anlaşmaları

Şubat 2020’de Kamışlı kırsalında görüntülenen Rus, Amerikan ve Suriyeli kuvvetler. (AP)
Şubat 2020’de Kamışlı kırsalında görüntülenen Rus, Amerikan ve Suriyeli kuvvetler. (AP)
TT

ABD, Rusya ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine ilişkin anlaşmaları

Şubat 2020’de Kamışlı kırsalında görüntülenen Rus, Amerikan ve Suriyeli kuvvetler. (AP)
Şubat 2020’de Kamışlı kırsalında görüntülenen Rus, Amerikan ve Suriyeli kuvvetler. (AP)

Türk, Rus ve ABD’li yetkililer, geçmiş yıllarda askeri operasyonların ardından doğan, batı ve doğu kanatlarıyla birlikte Suriye’nin kuzeyindeki askeri düzenlemelere (anlaşmalara) tam olarak uyulması gerektiğini yineliyorlar. Yetkililer, söz konusu anlaşmaların ‘ülke istikrar kazanana kadar’ geçerli olması gerektiğini söylüyorlar. Peki, Washington, Ankara ve Moskova hangi anlaşmaları kastediyor? Üç taraf da bu anlaşmaları aynı şekilde yorumluyor mu? Ordunun, siyasi liderlerin gözetiminde diplomatlar tarafından yazılan anlaşmaları ‘yorumlamasına’ dair bir fark var mı?

Astana’dan İdlib’e
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İdlib’e ilişkin anlaşmaları, üç garantör olan Rusya, İran ve Türkiye’nin 4 Mayıs 2017’de Astana’da imzaladığı ‘gerginliği azaltma muhtırasına’ dönüyor. O tarihte üç ülke, 2254 sayılı uluslararası karar kapsamında ‘Suriye topraklarının egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve entegrasyonuna sıkı bağlılıklar’ da dahil olmak üzere çeşitli başlıkların şart koşulduğu bir belge üzerinde, ‘çatışmasızlık’ konusunda anlaştılar.
Söz konusu dönemde DEAŞ, Nusra Cephesi, Fethu-ş Şam (daha sonra adını Heyetu Tahrir’uş Şam olarak değiştirdi) ve El-Kaide ile DEAŞ ile bağlantılı tüm kişilere, gruplara ve kuruluşlara karşı faaliyetler hız kazandı. Şam, Humus, Dera ve İdlib yakınlarındaki dört yerleşim bölgesi, ‘altı ay süreyle geçici önlem’ olarak muhalifler tarafından kontrol edildi.
Astana’nın garantörleri, 17 Eylül 2018’de askeri gözlemcilerin ve gözlem noktalarının konuşlandırılmasının yanı sıra ‘15-20 kilometre derinliğinde silahtan arındırılmış bir bölgenin kurulmasını’ ve ‘15 Ekim’e kadar tüm radikalizm yanlısı terörist grupların silahtan arındırılmış bölgeden çıkarılmasını’ içeren, İdlib’e ilişkin Soçi Muhtırası’nı kabul etti. Bu durum Türk ordusunun, İran’ın ve Rus gözlemcilerinin bölgeye girmesine zemin sağladı.
Bu anlaşma aynı zamanda, İran- Rusya- Türkiye ortak koordinasyon merkezinin görevlerinin güçlendirilmesinin yanı sıra 10 Ekim 2018’e kadar tüm tankların, roketatarların, topçuların ve havanların silahtan arındırılmış bölgeden çekilmesini, Halep- Lazkiye ve Halep- Hama yollarından transit trafiğin yeniden sağlanmasını ve sürdürülebilir bir barışın sağlanması için etkili önlemlerin alınmasını içeriyordu.

Kontrol noktaları
Süreçte gözlem noktaları oluşturuldu, Hama-Halep yolu açıldı. Ancak anlaşmanın büyük bir kısmı uygulanamadı. Suriye hükümet güçleri, 2020’nin başlarında Rus desteğiyle İdlib’de askeri bir operasyon başlattı. Geniş alanların kontrolünü ele geçirdi ve on binlerce sivili yerinden etti. Türkiye askeri ağırlığını güçlendirdi. Rusya ve Suriye ile neredeyse kanlı bir çatışma yaşandı. 5 Mart 2020’de Moskova’daki uzun bir görüşmenin ardından Putin ve Erdoğan, Soçi Anlaşması’nın bir eki de dahil olmak üzere İdlib konusunda yeni bir uzlaşı sağladılar. Anlaşma, ‘çatışmaların durdurulmasını, Halep- Lazkiye yolunun 6 km kuzeyinde ve 6 km güneyinde güvenli bir koridor oluşturulmasını, 15 Mart 2020’de Halep- Lazkiye yolu boyunca Rus-Türk ortak devriyelerinin başlamasını’ şart koşuyordu.
Ardından ortak devriyeler gerçekleştirildi. Ancak otoyol trafiğe açılmadı ve Şam, çatışmasızlık anlaşmasının sınırlarının gerisine çekilmedi. Temas hatları, geçen eylül ayına kadar Şam ve Moskova İdlib’de harekete geçene kadar 18 ay boyunca sabit kaldı. 26 Eylül’de Rus savaş uçakları, Halep’in kuzeyinde Türk destekli bir gruba saldırdı. Rusya ve Türkiye liderleri arasında 5 Mart 2020’de imzalanan Moskova Anlaşması’ndan bu yana İdlib kırsalında daha önce bombalanmayan bölgeler de hedef alındı.
Gerilim, Putin ile Erdoğan arasındaki 29 Eylül’de düzenlenen zirveye kadar devam etti. İki lider, Soçi’deki görüşmelerin ardından basın toplantısı yapmadı. Ancak sızan bilgiler, Putin ve Erdoğan’ın askeri anlaşmaya ek yaptığı yöndeydi. Türkiye’ye yükümlülüklerini yerine getirmesi, Halep-Lazkiye yolu tarafında güvenli bir alan sağlaması ve radikalizm yanlılarıyla mücadele etmesi için yıl sonuna kadar süre tanındı. Karşılığında ise Rusya’nın kapsamlı askeri operasyonu durdurma ve yerinden edilenleri ve sivilleri Türkiye sınırına yönlendirmeme sözü verildi. Bu durum, HTŞ tarafından Lazkiye kırsalındaki bir başka radikalizm yanlısı gruba yönelik gerçekleştirilen saldırıları açıklar nitelikteydi.

Dera’dan Kamışlı’ya
Üç garantörün anlayışlarıyla eş zamanlı olarak iki boyuta sahip bir Rusya- ABD rotası başlatıldı. Bu rotanın ilk hedefi Suriye’nin güneybatısıydı. Bu, ABD’nin Dera’daki muhalif grupları terk etmesine ve 2018 Temmuz’da hükümet güçlerinin geri dönmesine neden oldu. Söz konusu süreç, geçen ay muhalefetin hafif silahları bırakması, hükümet güçlerinin geri dönmesi ve Ürdün sınırı ile Amman- Şam yolunun açılması ile desteklendi. Diğer bir boyut ise Mayıs 2017’de Fırat’ın doğusu ve batısındaki hava ve kara operasyonları sırasında ABD ve Rusya orduları arasında ‘gerilimin artmasının önlenmesine’ yönelik anlaşmanın imzalandığı, ülkenin kuzeydoğusunu ilgilendiriyor.
Trump Ekim 2019’da güçlerinin Türkiye sınırlarından çekilmesini emretti. Fırat'ın doğusundaki Resulayn ve Tel Abyad arasında askeri kartlar yeniden karıldı. Erdoğan ve Putin, 22 Ekim’de Suriye’nin kuzeydoğusuyla ilgili olarak ‘Suriye’nin toprak ve siyasi birliğini ve Türkiye’nin ulusal güvenliğini koruma taahhüdünü, terörizmin her biçimi ve tezahürüyle mücadele etme ve Suriye topraklarındaki ayrılıkçı projeleri bozma kararlılığını’ öngören başka bir Soçi anlaşmasına vardılar.
Askeri olarak anlaşma, Tel Abyad ve Resulayn arasında 32 km derinlikte Türk harekâtı alanındaki statükonun korunmasını ve Şam ile Ankara arasında Rusya’nın mevcut şartlar altında bu anlaşmanın uygulanmasını kolaylaştırmak için iki tarafın Adana Anlaşması’na bağlılığını öngörüyor. Türkiye’ye PKK da dahil teröristleri takip etmek için Suriye’nin kuzeyine 5 km girme hakkı tanıyor. Aynı şekilde anlaşmada ek bir başlık daha var. Buna göre 23 Ekim’de Rus askeri polisi ve Suriye sınır muhafızlarının, YPG unsurlarının ve silahlarının Suriye- Türkiye sınırından 30 km derinliğe çıkarılmasını kolaylaştırımasını, ardından Kamışlı şehri hariç 10 km derinlikte Barış Pınarı Harekatı bölgesinin batısında ve doğusunda ortak Türk ve Rus devriyelerinin yürütülmesi’ için bölge dışında, Türkiye sınırının Suriye tarafına girmesi öngörülüyor. Anlaşmada ayrıca Halep kırsalındaki Münbiç ve Tel Rıfat’tan ‘tüm Kürt birliklerinin ve silahlarının çıkarılması’ ve ‘terörist unsurların sızmasını engellemek için gerekli tedbirlerin alınması’ öngörülüyordu.
Erdoğan, 17 Ekim’de ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile birçok paragraf şart koşan benzer bir anlaşmaya varmıştı. Bu paragraflardan birinde, “Türk tarafı, YPG’nin 120 saat içerisinde güvenli bölgeden çekilmesine izin vermek için Barış Pınarı Harekatı’nı durduracak. Bu süreç tamamlandığında süreç duracaktır” ifadelerine yer veriliyor. İki taraf ayrıca ‘Türkiye’nin ulusal güvenliğine ilişkin endişeleri gidermek için güvenli bir bölge oluşturmanın ve etkinleştirmenin öneminin devam etmesi’ konusunda da uzlaşı sağladı. Böylece güvenli bölgenin uygulanması görevini öncelikle Türk Silahlı Kuvvetleri üstlenecek ve iki taraf kurmak için her düzeyde iş birliğini artıracaktı.
SDG komutanı Mazlum Abdi ve Ulusal Güvenlik Dairesi Başkanı Ali Memluk da Suriye güçlerinin Türkiye sınırlarına ve Fırat’ın doğusundaki bazı bölgelere konuşlandırılması için bir mutabakat anlaşmasına vardı.

Kürt koridoru
Türk, Amerikan ve Rus askeri üsleri, Rusya ve ABD uçakları ile Türk İHA’larının konuşlandığı, hava ve kara kalabalıklarının yoğun olduğu Suriye’nin kuzeydoğu kesiminde devriye ve harekatları koordine etmek için harekât odaları oluşturuldu.
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Türk, Rus ve Amerikalı yetkililer, ‘imzalanan tüm anlaşmalara uyulması’ gerektiğini tekrarladı. Moskova İdlib anlaşmasına, Ankara da Fırat’ın doğusuna odaklanırken, Washington ise Ankara’nın operasyonlarını durdurmasını istedi. Ayrıca Washington, sözlerini tuttuklarını, Biden idaresinin Erdoğan ile değil, Kürt müttefik ve dostlarına karşı döndüğünü belirtti. Diğer yandan Ankara, Washington’a ‘YPG’nin sınırdan 30 km derinlikte uzaklaştırılmasını ve Tel Rıfat ve Münbiç’ten geri çekilmesi gerektiğini hatırlatıyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD ve Rusya’nın YPG’yi bulundukları bölgelerin en az 30 kilometre güneyine çıkaracağını ancak henüz sözlerini yerine getirmediklerini belirtti. Çavuşoğlu açıklamasında “Gereceğini yapacağız” ifadesini kullandı. Savunma Bakanı Hulusi Akar da YPG’ye atıfla “Suriye'nin kuzeyinde bir terör koridoru kurulması hayali yaşayanlar vardı. Bu terör koridoru, kurmaya çalışan teröristlerin başlarına yıkıldı” dedi.
Türkiye’nin önceliği sınırlarının güneyinde bir ‘Kürt oluşumunu engellemek.  Türkiye geçmiş yıllarda Suriye’nin kuzeyine üç operasyon düzenledi ve anlaşma yaptı. Aralık ayında Rusya ve Suriye hükümet güçlerinin, Rusya’nın Türkiye’ye taviz vermesine, doğuyu batısından ayıran ‘Fırat Kalkanı’ bölgesinin kurulması karşılığında Halep’in doğu mahallelerini kontrol etmesine izin veren bir takas gerçekleşti. Rusya 2018 başında Kürt varlığını daha da zayıflatmak için Zeytin Dalı Operasyonu kapsamında, Türkiye’ye uçaklarını, ordusunu ve Suriyeli muhalif grupları kullanma izni verdi. Ekim 2019’da Tel Abyad ve Resulayn arasında Barış Pınarı bölgesi kuruldu.
Putin, geçen ayın sonunda Erdoğan ile görüşmede önce ek hamlelerde bulundu. İdlib’deki saldırılarına devam etti ve Fırat’ın doğusunda koordinasyonu sağladı. Erdoğan, iki gün sonra yapılacak İklim Zirvesi’nin oturum aralarında Glasgow’da Başkan Joe Biden ile görüşmeden önce Fırat’ın doğusunda ve Halep’in kuzeyinde güçlerine takviye yaptı. Putin ise Kamışlı’ya savaş uçakları konuşlandırdı. Nihayetinde ABD’nin bölgedeki varlığı üzerindeki baskı, Afganistan’dan geri çekilmesinden bu yana artıyor. Bu çerçevede Fırat’ın batısındaki Ebu Kemal ve Mayadin’de bulunan İran, ‘yumuşak güç’ kullanarak ABD’nin alanlarına sızmaya başladı.
Tüm bunlar, İdlib, Halep ve Fırat’ın doğusu arasında kesişen yolun iç içe geçtiğinin ve ordunun, siyasi liderlerin talimatlarının uygulanmasında diplomatlar tarafından yazılan anlaşmalara ilişkin ‘yorumlarının’ farklı olduğunun göstergeleri olarak ön plana çıkıyor. Suriye sahasındaki durum, ABD, Rusya ve Türkiye arasındaki diğer bölgesel, uluslararası ve ikili dosyalarla iç içe geçmiş halini sürdürüyor.



Hizbullah savaşçılarını Lübnan ordusuna entegre etme fikri gerçeklerle çarpışıyor

21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
TT

Hizbullah savaşçılarını Lübnan ordusuna entegre etme fikri gerçeklerle çarpışıyor

21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın Hizbullah savaşçılarının, 1990 iç savaşından sonra olduğu gibi Lübnan ordusuna entegre edilmesi önerisi siyasi çevrelerde ve uzmanlar arasında tartışma konusu oldu.

Ordunun çeşitli sebeplerle bu savaşçıları bünyesine katamaması nedeniyle öneri henüz yaygın kabul görmezken, uzmanlar bu meselenin doğuracağı sonuçlar konusunda uyarıda bulundu. Bunun ‘silahlarını devlete teslim etmesi karşılığında Hizbullah için bir teselli ödülü’ olduğunu belirten uzmanlar, ‘dini emir alan ve ideolojik inanca sahip olan unsurların orduda yer alamayacağını’ vurguladı.

Cumhurbaşkanı Avn basına verdiği demeçte, “Ordu içinde Hizbullah savaşçılarından oluşan bağımsız bir birim oluşturmak mümkün değil. Ancak 1990'ların başında Lübnan'daki iç savaşın sonunda çeşitli taraflarla olduğu gibi üyeleri orduya katılabilir ve kurslara tabi tutulabilir” ifadelerini kullandı.

Bu öneriyi yorumlayan Güçlü Cumhuriyet Bloğu Milletvekili Giyas Yazbek, ordunun ‘Hizbullah'ın dış uzantılarla ordusunu oluşturduğunu iddia ettiği 100 bin savaşçıyı absorbe edemeyeceğini’ söyledi. Şarku’l Avsat'a konuşan Yazbek, “Hizbullah'ın 25 bin savaşçısı olsa bile, şu anda subaylarının ve üyelerinin maaşlarını dış yardımlarla güvence altına almaya çalışan askeri kuruma bunları dahil etmek imkânsız” dedi.

Yazbek, ‘ordunun cumhurbaşkanı ve hükümetle birlikte geliştirdiği ulusal güvenlik stratejisinin henüz Lübnan'ın ordu ve güvenlik güçlerinin sayısına olan ihtiyacını belirlemediğini’ vurguladı. Yazbek, “Sınırlarımızı çizdiğimizde, savaşın nedenlerini ortadan kaldırdığımızda ve Lübnan'da siyasi bir çözüme doğru ilerlediğimizde, ordunun mevcut subay ve personel sayısı yeterli olacak ve artacaktır” şeklinde konuştu.

Hizbullah savaşçılarının durumu

Askeri uzman Halid Hamade'ye göre, ‘Taif Anlaşması'ndan sonra silahlı milislerin dağıtılmasında olduğu gibi bugün de Hizbullah savaşçılarının orduya alınması önerisi, Cumhurbaşkanı'nın Hizbullah'ı silahlarını devlete teslim etmeye ikna etme çabaları bağlamında Hizbullah için bir teselli ödülüdür.’

Hamade, ‘Hizbullah savaşçılarının orduya entegre edilmesinin, özellikle ateşkes anlaşmasının imzalanmasının ardından yaşanan gelişmelerden sonra, birçok engelle karşı karşıya olduğunu’ savundu.

fvdgh
Hizbullah Genel Sekreteri Haşim Safiyuddin'in 24 Şubat 2025 tarihinde Lübnan'ın güneyindeki Deyr Kanun en-Nahr kasabasında düzenlenen cenaze töreni sırasında Hizbullah üyeleri (Reuters)

“İç savaşın sona ermesinin ardından Lübnan devletinin yüzlerce milisi orduya ve güvenlik güçlerine katmayı başardığı doğrudur, ancak Hizbullah'ın durumuyla karşılaştırma yapmak artık mümkün değildir” diyen Hamade, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Ulusal Mutabakat Belgesi imzalandığında milis liderleri belgeyi tanıdı, milislerin feshedildiğini duyurdu, silahlarını gönüllü olarak devlete teslim etti ve siyasi sürecin bir parçası oldu. Hizbullah ise ateşkes anlaşmasını tanımıyor ve silahlarını teslim etmeyi kabul etmiyor. Dolayısıyla siyasi sürecin bir parçası haline geldiğini ve artık askeri bir kanadı olmadığını kabul etmeden milislerini orduya dahil etmekten bahsetmek bağlamdan kopuktur.”

Hizbullah'ın ideolojisi

Yazbek'e göre Hizbullah'ın ideolojisi, savaşçılarının orduya entegrasyonunun önündeki en büyük engel. Yazbek, “Hizbullah, Lübnan'ı İran'ın uzantısı olan coğrafi bir nokta olarak görüyor. Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım'ın silahları teslim etmeyeceğini ve silahların devletin elinde olmasıyla ilgili konuşmalarla ilgilenmediğini açıklamasının da gösterdiği gibi bu doktrin halen varlığını sürdürüyor” ifadelerini kullandı.

ukıo
24 Şubat 2025 tarihinde düzenlenen cenaze töreninde eski Hizbullah Genel Sekreteri Haşim Safiyuddin'in tabutunu taşıyan Hizbullah savaşçıları (AP)

‘Lübnan iç savaşı sırasında milisleri olan ve devlet şemsiyesi altına giren liderlerin Lübnanlı liderler olduğunu, kararlarının Lübnanlıların kararı olduğunu’ hatırlatan Hamade, “Hizbullah ise organik olarak bölgesel bir otoriteye bağlıdır ve hem Lübnan içinde hem de dışında tehlikeli askeri ve güvenlik rolleri oynamıştır” dedi. Hizbullah'ın ‘Tahran'dan ayrıldığını, yerel bir siyasi bileşen olmayı kabul ettiğini ve askeri kolunu feshettiğini açıklamadığına, böylece savaşçılarının ordu içinde absorbe edilmesi konusunun tartışılabileceğine’ dikkat çeken Hamade sözlerini şöyle sürdürdü: “Veliyyül Fakih tarafından verilen ve uygulanması gereken meşru yetki çerçevesinde faaliyet gösteren askeri bir grup ile anayasal makamlar tarafından demokratik mekanizmalar çerçevesinde alınan siyasi bir karar çerçevesinde faaliyet gösteren başka bir grubu uzlaştırmak nasıl mümkün olabilir? İster sivil idarelerde ister güvenlik kurumlarında milislerin devlete entegre edilmesi deneyimi tekrarlanabilecek kadar başarılı oldu mu?”

Ordu disiplini

Bazılarının iddia ettiği gibi iç savaş sürecindeki milislerin orduya alınmadığını belirten Yazbek, ‘güvenlik ve askeri kurumlara alınanların Lübnan'ı yöneten Suriye rejimine yakın olduğunu, ülkenin egemenliği için savaşan ve Suriye işgaline karşı çıkanların ise kovalandığını, hapsedildiğini ve birçoğunun Lübnan'ı terk etmek zorunda kaldığını’ vurguladı. Yazbek ayrıca, ‘ordu personeli tarafından uygulanan disiplinin Hizbullah savaşçıları için geçerli olmadığını, çünkü milislerin orduyla, ordunun da onlarla uyumlu olmadığını’ belirtti.

Hamade, “Hizbullah savaşçılarının Lübnan ordusuna ve diğer devlet kurumlarına dahil edilmesinin artıları ve eksileri ne olursa olsun, doğru yol Hizbullah'ın silahlarını devlete teslim etmesiyle başlamalı. Hizbullah üyeleri Lübnan toplumundan izole edilmiş bir grup değildir ve topluma entegre edilmelidir. Ancak Hizbullah’ın silahlarını teslim etmesi için bir tür ayartma olarak özümsenmeleri konusunu gündeme getirmekte acele etmek hedefe ulaşılmasını sağlamayacaktır. Gerekli olan, Hizbullah’ın öncelikle devleti, silahların yalnızca devletin elinde olmasını, savaş ve barış kararının devletin elinde olduğunu ve bu konuda meydana gelebilecek herhangi bir düzenlemenin başlangıcı olarak uluslararası kararları uygulama ihtiyacını tanımasıdır” dedi.