Lübnan: Avn ve Berri’nin yargı üzerine tartışması, Körfezle krizi derinleştiriyor

Lübnan Hükümeti, Savcı Bitar’ın görevde kalmasını destekliyor. Adalet Bakanı, yargıçların siyasi kimliklere göre kategorilendirilmesine karşı uyardı

Beyrut Rum Ortodoks Metropoliti Başpiskopos İlyas Avde, Başbakan Mikati ile 10 Kasım’da bir araya geldi (Lübnan Başbakanlık Ofisi)
Beyrut Rum Ortodoks Metropoliti Başpiskopos İlyas Avde, Başbakan Mikati ile 10 Kasım’da bir araya geldi (Lübnan Başbakanlık Ofisi)
TT

Lübnan: Avn ve Berri’nin yargı üzerine tartışması, Körfezle krizi derinleştiriyor

Beyrut Rum Ortodoks Metropoliti Başpiskopos İlyas Avde, Başbakan Mikati ile 10 Kasım’da bir araya geldi (Lübnan Başbakanlık Ofisi)
Beyrut Rum Ortodoks Metropoliti Başpiskopos İlyas Avde, Başbakan Mikati ile 10 Kasım’da bir araya geldi (Lübnan Başbakanlık Ofisi)

Büyük ölçüde genişleyen siyasi bölünme, Beyrut Limanı’ndaki patlama meselesiyle ilgili yasal süreci baltalıyor. ‘Bakanların Beyrut Limanı Patlaması dosyasında Savcı Tarık el-Bitar’ın karşısına çıkarılması’ hususunda Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve Temsilciler Meclisi Nebih Berri’nin kamuoyu önünde karşılıklı açıklamalar yapmaları krizi derinleştiriyor.
Öyle ki Avn, eski bakanların yargı önüne çıkmasını savunuyor. Berri ve beraberinde (Şii) Hizbullah, (Sünni) Müstakbel Hareketi ve (Maruni Hristiyan) Marada Hareketi, adli soruşturmanın ‘bakanların yargılanması’ için geçerli bir merci olmadığını ve soruşturmanın ‘Cumhurbaşkanı ve Bakanlar İçin Yüksek Yargı Konseyi’ nezdinde görülmesi gerektiğini savunuyor. Sanıklara yakın olan parlamento kaynaklarının Şarku’l Avsat’a belirttiğine göre Berri, eski temasların krize bir çözüm bulduğunu da yalanladı. Aynı şekilde Şii İkili ise ‘soruşturmayı siyasileştirmek’ suçlamaları bağlamında adli müfettişin görevden alınmasını talep ediyor.
Avn, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, “Masum insanlar yargıdan korkmazlar. Tıpkı İmam Ali’nin söylediği gibi: ‘Kim kendini suçlama konumuna sokarsa, kendisi hakkında kötü düşüneni suçlamasın’” ifadelerine yer verdi. Berri’den de çok geçmeden Facebook üzerinden “Yargının iktidarın yargısı olmaması ve ne olduğunu idrak etmesi gerekiyor” ifadesiyle yanıt geldi.
Avn, dosyada adli müfettiş tarafından çağrılan sanıklar olan eski bakanlar Ali Hasan Halil, Gazi Zuayter, Nihad el-Meşnuk ve Yusuf Fenyanus’a doğrudan atıfta bulunurken, Berri ve yandaşları da bakanların yargılanmaları için geçerli merciin ‘Cumhurbaşkanı ve Bakanlar İçin Yüksek Yargı Konseyi’ olduğunu belirtti. Bu bağlamda geçen 19 Ekim’de parlamentodaki olağan yasama oturumunun başlamasından bu yana dokunulmazlıklarının etkinleştirildiği göz önüne alındığında üç sanık olan Halil, Zuayter ve Meşnuk’un milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırması bekleniyor. Berri başkanlığındaki Emel Hareketi, Cumhurbaşkanının Danışmanı eski bakan Selim Cerisati’yi liman meselesine yönelik soruşturmaları siyasallaştırmak için Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda ‘odalar’ yönetmekle suçluyor.
Öte yandan Cumhurbaşkanlığı medya ofisi, Berri’ye yakın NBN kanalının haber bülteninin girişinde, ‘Masum insanlar yargıdan korkmaz’ başlıklı tweetinin arka planına karşı Cumhurbaşkanı Mişel Avn hakkında hakaret içerikli sözlere yer verildiğini açıkladı.
Lübnan Cumhurbaşkanlığı, “Cumhurbaşkanının açıklamasına cevap vermek için acele edenler neden bununla bu kadar ilgilendi? Cumhurbaşkanı Avn’ın söyledikleri ne isim ne de karakter olarak kimseyi hedef almayan mutlak ifadeler olup, ahlâk telkinlerinde zikredilebilecek temel kurallarından biri olan İmam Ali’nin hikmet ve sözlerinin oluşturduğu eğitimin bir parçasıdır” açıklamasında bulundu. Cumhurbaşkanlığı, “Tweet’in mezhepsel çağrışımları yoktur. O halde dini anlaşmazlığın olmadığı bir bakış açısına neden mezhepsel boyutlar eklemeye çalışalım?” dedi.
Cumhurbaşkanlığı ayrıca, “Neden tweete yanıt verenler, kastedilenin Beyrut Limanındaki patlama suçuna ilişkin soruşturma olduğunu düşündüler? Tayyuna ve Ayn er-Rummane olaylarının koşulları dahil, ‘ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere’, yargı önünde bekleyen başka davalar da var. Bu nedenle yanıt verenlerin hangi şüpheleri, açıklamanın kendilerine karşı olduğunu düşünmelerine neden oldu?” diye sordu.
Bu ifadelere bir yanıt olarak Temsilciler Meclisi Başkanlığı medya ofisi, kısa bir açıklama yaparak “Tweete gelen cevap, hoşunuza giden samimi niyetlere bir cevaptır” dedi. Ünlü bir atasözüne de dikkati çeken medya ofisi, “Devenin niyeti vardır. Ama devenin niyeti ve üzerindekinin niyeti farklıdır” dedi.
Bitar’ın eylemleriyle ilgili anlaşmazlık, dört hafta önce bir kabine toplantısının yapılmasını engelledi. Özellikle de bir yanda ‘Özgür Yurtsever Hareket’ bakanları diğer yanda da ‘Emel Hareketi, Hizbullah ve Marada’ bakanları arasındaki anlaşmazlık nedeniyle tırmanış yaşanmaması için toplantılar donduruldu. Avn, Bitar’ın elini dosyadan çekmesini reddederken, eski temaslar kriz duvarında herhangi bir delik açmadı. Yakın zamanda aktif yeni bir temas da olmazken, kaynaklara göre bu durum ise am bir siyasi kapanışa işaret ediyor.
Lübnan hükümeti, yargı sürecinde bu siyasi koçtan uzaklaşmaya çalışıyor. Öyle ki Başbakan Necib Mikati, dosyanın Yargıç Bitar’ın elinde olmasını desteklediğini söylerken, yargıya müdahale etmediklerini vurguladı. Beyrut Rum Ortodoks Metropoliti Başpiskopos İlyas Avde ile görüşmesinin ardından Mikati, görüşmenin limandaki patlamasıyla ilgili olduğunu söyleyerek, “200 kişinin hayatını kaybettiği, 6000 kişinin yaralandığı ve büyük hasara yol açan 4 Ağustos 2020 olayının ardından, rolünü adil bir şekilde üstlenmesi gereken doğru yargıdan başka sığınağımız yok. Tüm yasaların üstünde olan anayasayı koruyarak sonuca ulaşabiliriz” değerlendirmesinde bulundu.
Yargı prosedürleri, sanıkların avukatları tarafından Bitar’a uzanan bir dizi dava ve yanıt talebiyle çatıştı. Öyle ki bu davalardaki artış nedeniyle prosedürler daha da karmaşık hale geldi ve bir kısmı karara bağlanmak üzere Yüksek Yargı Konseyi ve Merkez Teftiş Kurulu’na sevk edildi. Bu manzara karşısında siyasi bölünmenin yargı organına uzandığı ve bölünmenin yargıçların mensup olduğu mezheplere atıfta bulunacak şekilde geliştiği ortaya çıktı.
Adalet Bakanı Yargıç Henry el-Huri, yargı organı çerçevesinde kriz hattına dahil oldu. Huri, ‘ulusal bir mesele olan limandaki patlama meselesini, tiyatrosu Adalet Sarayı olan bir adli dramaya dönüştürmeye’ karşı uyardı. Bakan, Adalet Sarayı ve koridorlarının Lübnan’ın daha önce tanık olmadığı bu durumu göz ardı etmesinden dolayı duyduğu üzüntüyü dile getirdi.
Huri, “Bu saray hakimler, avukatlar ve davacılar için güvenli bir sığınak olarak kalmalı. Orada misyon ve görevlerini her türlü baskıdan uzak bir şekilde yerine getirmeliler” dedi.
Hakimleri bölünmüş gruplara ayırmaya ve onları savunmak ya da karalamak için ulusal bir davaya dönüştürmeye karşı uyaran Bakan, “Çünkü bu adalete katkı sağlamayacaktır” şeklinde konuştu. Yargıç Henry el-Huri, “Liman patlaması dosyası, önemi nedeniyle, bir yargıcın diğerine karşı zafer kazanmasına yol açmamalıdır. Aksi takdirde kamuoyunun gerçeğe karşı ön yargısı oluşmaktadır” dedi.
Adalet Bakanı, liman dosyasının devam ettiğini ve yasal prosedürlerin takibini odak noktası olarak kalacağını vurguladı. Bakan, kendisinin bu konuda kanunun kendisine izin verdiği her şeyi yaptığını ve yapacağını da vurguladı.
Öte yandan Lübnan Hakimler Kulübü, yaptığı açıklamada “Siyaset, Lübnan’da onu yıkmaktan başka hiçbir şey yapmadı ve politikacılar hiçbir şeyle uğraşmadı. Bozuk bir ekonomiden, onu yağmalayan bir bankacılık sektörüne, onu deforme eden bir kamu sektörüne, hayal kırıklığı duyan bir halka, onu terk eden bir gençliğe, onu kirleten bir havaya, başarısız oldukları bir ülkeye dönüştürdü, ta ki ülke ve kurumların kapılarına gelip günümüzün kırıntıları için yalvarana kadar. Şimdi gönüllü olma sırası kendi kontrolleri dışında kalan yargının geri kalanına geldi” dedi.
Kulüp, politikacılara da ‘yargıdan ellerini kaldırmaları’ çağrısında bulundu.



Ankara, Şam ile Tel Aviv arasında olası bir barışın ardından Suriye'deki nüfuzunu kaybeder mi?

Suriye meselesini takip edenler, olası barış anlaşmasının Türkiye'nin Suriye’deki özellikle askeri ve siyasi nüfuzunu azaltacağını düşünüyor (Independent Arabia)
Suriye meselesini takip edenler, olası barış anlaşmasının Türkiye'nin Suriye’deki özellikle askeri ve siyasi nüfuzunu azaltacağını düşünüyor (Independent Arabia)
TT

Ankara, Şam ile Tel Aviv arasında olası bir barışın ardından Suriye'deki nüfuzunu kaybeder mi?

Suriye meselesini takip edenler, olası barış anlaşmasının Türkiye'nin Suriye’deki özellikle askeri ve siyasi nüfuzunu azaltacağını düşünüyor (Independent Arabia)
Suriye meselesini takip edenler, olası barış anlaşmasının Türkiye'nin Suriye’deki özellikle askeri ve siyasi nüfuzunu azaltacağını düşünüyor (Independent Arabia)

Mustafa Rustem

Suriye’nin ABD'nin arabuluculuğunda İsrail ile barış anlaşması imzalaması halinde bölgeyi çok önemli bir jeopolitik değişim bekliyor. Bu anlaşma, tüm bölgede bir değişim yaratacak ve hatta özellikle Suriye topraklarında olanlar olmak üzere bölgedeki aktörlerin yapısı ve rolleri değişecek ve bazılarının nüfuzu azalacak.

ABD’nin planlaması

Suriye'ye gönderilen ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, özellikle halkları aynı söylemlerden bıktığı için diyaloğa hazır ‘yeni bir Ortadoğu’dan bahsetti. Barrack, normalleşmeyle ilgili son açıklamalarında, “Öncelikle Gazze'deki durumun iyileşmesiyle birlikte herkesin İbrahim (Abraham) Anlaşmaları’na geri döneceğini göreceksiniz” dedi.

Barrack, İran ile İsrail arasındaki savaşın Ortadoğu'da yeni bir süreç başlattığını ve savaşın ardından Tel Aviv ile Beyrut ve Şam arasında normalleşmenin gerekli hale geldiğini belirtti.

Türkiye ile ABD arasında F-35 savaş uçakları programı ve ABD tarafından Ankara'ya uygulanan yaptırımlarla ilgili anlaşmazlıkların bu yıl sonuna kadar çözüleceğini öngören Barrack, “Türkiye ile İsrail arasında mükemmel ilişkiler vardı ve bu tekrar olabilir. Dolayısıyla görüşmeler ve diyalog olacak. Suriye ile İsrail ve Lübnan ile İsrail arasında da aynı şey olacak” şeklinde konuştu.

Şartlı anlaşma

Şarku’l Avsat’ın i24NEWS’ün İbranice kanalından aktardığı habere göre Suriyeli bir kaynak 2025 yılının sonlarında bir anlaşma imzalanacağını belirtti. Söz konusu barış anlaşması, Tel Aviv'in 8 Aralık 2024’te Beşşar Esed rejiminin düşüşünün ardından tampon bölge içinde ilerlediği, Şeyh Dağı (Hermon Dağı) zirvesi de dahil olmak üzere tüm Suriye topraklarından kademeli olarak çekilmesini öngörüyor.

Buna karşın yakınlaşma konusunda hızla gelişen olayları doğrulayan veya yalanlayan resmi bir açıklama yapılmadı. Ancak İsrail'de Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’nın da aralarında bulunduğu Arap liderlerin, arzu edilen barışı ifade eden bir reklam panosunda yer aldığı bir afiş ortaya çıktı.

sdfrgt
Suriye'deki bir askeri üssün üzerinde dalgalanan Türk bayrağı (Independent Arabia)

Öte yandan Şara ve Netanyahu’nun Washington'da bir araya geleceklerine dair söylentiler gün geçtikçe artıyor. İsrail Dışişleri Bakanı Gidon Sa'ar, düzenlediği bir basın toplantısında, ülkesinin Golan Tepeleri'nden (Tel Aviv tarafından 1967'de işgal edildi) vazgeçmeyeceğini vurgulayarak, İsrail'in İbrahim Anlaşmaları'nın kapsamını genişletmek ve Suriye ve Lübnan gibi yeni ülkeleri barış çemberine dahil etmekle ilgilendiğini belirtti.

Genişleme ve daralma arasındaki etki

Bu arada, Suriye meselesini takip edenler, olası barışın Türkiye'nin Suriye’deki özellikle askeri ve siyasi etkisini azaltacağını düşünüyorlar. Uzmanlar bu durumu, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde, özellikle de eski rejimin düşmesinden ve tehditlerinin sona ermesinden sonra, uzun süreli askeri varlığının gerekçelerinin azalması ve birkaç ay önce İsrail'in Şam'ı işgal etmekle tehdit ederken Şeyh Dağı'nın zirvesini işgal etmesinden sonra kararlaştırıldığı gibi Suriye'nin orta kesimleri ve güneyinde askeri üsler kurma planı ile gerekçelendiriyorlar.

Ankara'nın eskisi gibi siyasi bir aktör olarak ortaya çıkması ve ABD’nin devreye girmesiyle nispeten izole olması bekleniyor. Washington'ın özellikle de Şara yönetiminin, Türk ordusu da dahil olmak üzere tüm yabancı güçlerin Suriye topraklarından çekilmesini talep etmesinden sonra Şam'a verdiği desteğin artmasıyla rollerin değişmesi ihtimali de göz ardı edilemez. Bu durum, Ankara’nın ülkenin güneyindeki Suriye ile ortak sınırlarını Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve Kürt silahlı güçlerinin tehdidinden korumak için hazırladığı planını zayıflatıyor.

Türk siyasi analisti ve yazarı Firas Rıdvanoğlu, beklenen barışın gerçekleşmesi durumunda bunun Türkiye'nin Suriye’deki nüfuzuna herhangi bir etkisi olmayacağını belirtti. Çünkü kararın Tel Aviv ile Ankara arasındaki ilişkileri dengeleyen Şam tarafından alındığını söyleyen Rıdvanoğlu, ‘Türkiye'nin İsrail ile çatışmaya girmeyeceğini de’ sözlerine ekledi. Bu durumun Şam'ın gücü ve ordusuyla ilgili olduğunu, ABD'nin gelişmiş silahlar veya benzeri silahlar edinmesine izin verip vermeyeceğinin bu noktada önem arz ettiğini belirten Rıdvanoğlu, “Suriye'nin İsrail'le rekabet edecek askeri gücü olmadan ekonomik olarak canlanan bir ülke olabileceğini düşünüyorum, bu yüzden Türkiye'nin varlığı her iki taraf için de garanti sağlayacaktır” ifadelerini kullandı. Türkiye'nin nüfuzunun zayıflamayacağını, çünkü Suriye-Türkiye ilişkisinin İsrail ile olan ilişkiyle karşılaştırılamayacağını söyleyen Rıdvanoğlu, “Türk ve Suriye halkları özellikle son 14 yıl içinde birbirleriyle kaynaştılar. Dolayısıyla bu karşılaştırmayı yapmak oldukça zor. Türkiye, halkın kabulü nedeniyle nüfuzunu sürdürecektir. Bu ilk orta aşamadır ve gelecekte durum değişebilir” ifadelerini kullandı.

Türkiye'nin ilkeleri ve barışın tozu

Ankara, terörle mücadele gerekçesiyle Suriye’de yeni askeri üsler kurmayı planlıyor. Bunlar arasında DEAŞ tehdidiyle mücadele etmek amacıyla inşa edilmesi planlanan bir hava üssü ve bir deniz üssü de bulunuyor. Bunun yanında Suriyeli yetkililere askeri ve güvenlik alanında yardım sağlanacak. Ayrıca Milli Savunma Bakanlığı geçtiğimiz mayıs ayından bu yana, özellikle son altı ayda İsrail'in 700'e yakın hava saldırısı sonucu Suriye ordusunun stratejik ve askeri kapasitesinin tahrip edilmesinden sonra, yeni Suriye ordusunun kapasitesini güçlendirmek amacıyla bir eğitim üssü kurmayı değerlendiriyor.

Şam ve Ankara, Suriye’ye hava koruması sağlamak amacıyla ortak bir savunma anlaşması müzakerelerine başlamışlardı. Anlaşma, Türkiye'nin Suriye’nin orta kesimlerindeki Palmira (Tedmur) kenti yakınlarındaki askeri noktalarda ve üslerde konuşlanmasını ve T4 Hava Üssü’nde Hisar Savunma Sistemi kurulmasını öngörüyordu.

Yeni Türkiye Araştırma Merkezi araştırmacısı Ali el-Esmer yaptığı değerlendirmede, Türkiye’nin Suriye'deki askeri üsleri ve barış konusunun, İsrail'in katı tutumuna bakılmaksızın ABD tarafından kabul edilebilir konular olduğunu belirtti. ABD Başkanı Donald Trump'ın İsrail Başbakanı Netanyahu'ya “(Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan ile sorunlarınız varsa, biz çözeriz” dediğini hatırlatan Esmer, “Türkiye, özellikle NATO'nun aktif bir üyesi olarak ABD’nin Suriye'de bıraktığı boşluğu doldurabilecek tek güç. İsraillilerin hepsi Türkiye'ye Netanyahu gibi bakmadığı bir gerçek. Aksine Türkiye'nin Suriye'deki varlığının İran'ın varlığından çok daha iyi olduğunu söylüyorlar. Bölgenin politikaları Netanyahu hükümetinin istediği gibi şekillendirilemez, çünkü bu hükümet kalıcı değil geçici bir hükümet. Suriye ile İsrail arasındaki normalleşme Türkiye ile İsrail arasında bir çatışmayı önleyecektir. Öte yandan Türkiye daha önce Suriye'deki üslerinin İsrail için bir tehdit oluşturmayacağını açıklamıştı” değerlendirmesinde bulundu.

Firas Rıdvanoğlu ise Türkiye’nin Suriye’deki askeri üslerinin son derece önemli olduğunu ve Tel Aviv'in güney tarafının silahsızlandırılmasını istediğini, ABD’nin Suriye'nin bölünmesini engellemesi halinde İsrail'in hiçbir rolünün kalmayacağını söyledi.

Müzakere baskısı

Bu bağlamda Şara ile Netanyahu'nun görüşme olasılığı artıyor. Yahudi insan hakları örgütü Simon Wiesenthal Merkezi'nin direktörü olan ABD’li Haham Abraham Cooper, “ABD Başkanı Donald Trump, Şara’ya Suriye'nin yeniden inşasında yardım etme sözü verdi” dedi. Şam’ın ziyaret ettiğini söyleyen Cooper, burada Suriye Cumhurbaşkanı ile Şam ve Tel Aviv arasında su ve tarım alanlarında iş birliği girişimleri ve iki taraf arasında kayıp kişilerin akıbeti hakkında görüştüğünü açıkladı.

Ali el-Esmer Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile ilgili değerlendirmesinde ABD’deki Yahudi lobisinin SDG konusunda Başkan Trump'a baskı uyguladığını, ancak Trump’ın silahlı unsurlar uğruna Türkiye ve Suriye hükümetlerini feda etmeyeceğini belirtti.

Esmer, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“ABD, SDG'nin nihayetinde Suriye ordusuna katılmasının gerekli olduğunu vurguluyor. Bu bir oyun ve tüm taraflar en güçlü kartlarını oynamaya çalışıyor. İsrail'in kartı, bölgedeki azınlıkları kendi çıkarları için kullanmak. Türkiye ise diplomatik yollarla bu planı engellemeye çalışıyor. Türkiye aynı zamanda bir yandan içeride uzlaşıya vararak PKK’nın silah bırakmasını sağlarken, diğer yandan Suriye hükümeti ve Trump yönetimi ile koordinasyon içinde hareket ediyor.”

Türkiye'nin birden fazla kartla oynadığını ve Suriye'nin sosyal, ekonomik, askeri ve güvenlik alanları açısından yeni bir vizyona sahip olduğunu vurgulayan Esmer, buna karşın İsrail’in Suriye'ye karşı tamamen bencil bir güvenlik vizyonuna sahip olduğunu, bunun da ABD’nin Suriye konusunda Türkiye ile daha fazla uyum içinde olmasını sağladığını söyledi.