Şam ile normalleşmenin üst sınırı ve amacı

BAE Dışişleri Bakanı geçen haftaki Şam ziyaretinde Esed tarafından karşılandı. (SANA)
BAE Dışişleri Bakanı geçen haftaki Şam ziyaretinde Esed tarafından karşılandı. (SANA)
TT

Şam ile normalleşmenin üst sınırı ve amacı

BAE Dışişleri Bakanı geçen haftaki Şam ziyaretinde Esed tarafından karşılandı. (SANA)
BAE Dışişleri Bakanı geçen haftaki Şam ziyaretinde Esed tarafından karşılandı. (SANA)

Son dönemde Şam’a yönelik atılan “Arap normalleşme” adımlarından sonra önde gelen Arap ülkeleri, Suriye’nin gelecek yıl bahar aylarında Cezayir’de yapılması planlanan Arap Birliği zirvesine dönmesi, yani en büyük ‘siyasi maça’ katılabilmesi için Şam rejiminin atacağı adımları bekliyor.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in geçen hafta Şam’ı ziyaret etmesi, rejim lideri Beşşar Esed ile görüşmesi, iki ay önce de New York’ta bazı Arap mevkidaşlarıyla birlikte Suriye Dışişleri Bakanı Faysal el-Mikdad ile bir araya gelmesi ve Suriye Genel İstihbarat Başkanı Tümgeneral Husam Luka’nın geçtiğimiz günlerde Kahire’de düzenlenen Arap İstihbarat Forumu’na katılması nedeniyle gözler  normalleşmenin bir sonraki adımını kimin atacağına çevrildi.
Arap ve yabancı yetkililer arasında geçtiğimiz günlerde, Suriye meselesiyle ilgili kamuoyuna açık ve kapalı bir dizi görüşmeler gerçekleşti. Bu görüşmelerin amacı ‘normalleşmenin bedelsiz olmaması’ amacıyla taraflar arasında koordinasyonu sağlamaktı. Zira bu kapsamda önde gelen Arap ülkelerinin masasına birtakım fikirler getirildi.
Önde gelen Arap ülkeleri Şam’a karşı ‘ilk adımın’ atıldığı görüşünde. Dolayısıyla bu ülkeler normalleşme treninin bir sonraki istasyona ilerlemesi için ‘gelecek adımı Suriye’nin atmasını’ bekliyorlar. Arap ülkelerinin bu konuda bireysel veya toplu beklentilerini üç düzeyde toplamak mümkün:
Birinci düzeydeki beklenti; Suriye dosyaları, örneğin siyasi sürece ve Anayasa Komitesi toplantılarına olumlu yaklaşmak. Nitekim Birleşmiş Milletler (BM), Geir Pedersen’in kolaylaştırmasıyla 13 Aralık’ta Komite’nin 7’nci turunu düzenlemeyi düşünüyor. Ayrıca mültecilerin dönüşü, tutuklular, yerinden edilenler ve son olarak 2254 sayılı kararın uygulanması da bu grupta yer alıyor.
İkinci düzeydeki beklentiler arasında İran’ın Suriye’deki varlığı, Türkiye’nin ülkenin kuzeyine girmesi gibi jeopolitik beklentiler ve Tel Aviv ile Şam arasında iletişim kanalları açma olanakları bulunuyor. Talepler henüz İran’ın Suriye’den tamamen çıkarılmasına odaklanmış değil. Aksine beklentiler İran’ın rolünün hafifletilmesi, yeniden tanımlanması ve eritilmesi yönünde. Buna ek olarak Suriye’nin İran’a Arap ülkeleriyle ilgili sunduğu lojistik, askeri ve eğitim desteğinin de azaltılması bekleniyor.
Aynı gerçekçi beklentiler, geleceği artık Moskova, Ankara ve (Tahran) arasında yapılacak anlaşmalara kalan Türkiye’nin rolü için de geçerli. Zira Arap ülkeleri Suriye hükümetinin Arapların arasına dönmesi için siyasi destek sunmaya hazır olduklarını dile getirdiler. Ancak askeri destek sunma noktasında tereddüt ediyorlar. Çünkü birkaç Arap başkenti, Ankara ile ikili ve bölgesel meselelerle ilgili istişareler açtı ve bu nedenle de askeri çatışmaya girme niyetinde değil.
İsrail meselesine gelince; bazı ülkeler Suriye’yi İran’dan uzaklaştırmak ümidiyle Şam ve Tel Aviv arasında bir yakınlaşma olabileceği beklentisi içinde. Bu ülkeler, Rusya ve İsrail’in Suriye’deki İran askeri varlığına karşı güçlü koordinasyonunu göz önünde bulunduruyor.
Üçüncü düzeydeki beklentide Şam’ın terörizm, suç, Ürdün ile sınırların korunması, ister Ürdün sınırından ister Suriye-Lübnan limanları üzerinden Arap ülkelerine yapılan uyuşturucu kaçakçılığının durdurulması ve komşu ülkelere ilave göç dalgasının olmasını engelleme hususlarında iş birliği yapması yer alıyor.
Washington Arap ülkelerini Şam ile normalleşmekten alıkoymuyor. ABD, bu ülkelerden Suriye’den jeopolitik ve ülke içindeki durumlarla ilgili tavizler almasını istiyor ve aynı zamanda ‘Ceaser Yasası’ yaptırımlarını da hatırlatıyor. Fakat Washington bununla birlikte Avrupa ülkelerine ‘3 Hayır’ı korumasını istiyor: Suriye’nin imarına fon aktarmaya hayır, izolasyonu kaldırmaya hayır, 2254 sayılı karara göre siyasi süreçte ilerleme sağlanmadığı müddetçe yaptırımların kaldırılmasına hayır.
Avrupa ülkeleri bu tutumuna bağlı kalarak yeni atanan Suriyeli bakanları dün yaptırım listesine aldı. Ancak Avrupa ülkeleri üç eğilim arasında oluşan Avrupa politikasının geleceği hakkında sorular sormaya başladı. Bu üç eğilim şöyle:
Arap ülkelerinin Şam ile normalleşme adımlarını hızlandırması, özellikle Fransa ve Almanya’nın, Belarus kapısı üzerinden ‘mülteci silahı’ ile Avrupa üzerindeki baskısını artıran Rusya ile yapılacak iş birliğinin faydası ve ABD’nin Suriye ile ilgili geleneksel politikaya bağlı kalınması yönünde nasihat vermesi ancak bu nasihatlerin uygulanması için siyasi yatırım yapmaması.
Şam ile Arap dünyası arasındaki normalleşmenin dozu, Şam'dan ne istendiğini ve ona sunulan teşvikleri ifade eden “adıma karşılık adım” yaklaşımı için uluslararası-Arap formülüne ulaşılması gerektiği çağrısını yeniledi. Ancak bu konuda ortak bir anlayış henüz oluşmadı. Önceliklerin farklı olması ve her ülkenin yeni Suriye gerçeğini kabullenme konusunda ne kadar sabırlı olacağı ve bunun yansımalarına ne derece tahammül edeceği sorusu karşısında en uygulanabilir süreç, kamuoyuna açık veya gizli siyasi görüşmelere karşılık olarak Şam ile belirli gündemlerde ikili iş birliği yapmaktır. Ayrıca ABD Ceaser Yasası ya da bazılarının deyimiyle Rus ‘Ceaser Yasası’nın izin verdiği ölçüde Şam’a ekonomik mükafatlar vermektir.



Suriye ve İsrail: Sıcak mı yoksa geçici bir barış mı?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Suriye ve İsrail: Sıcak mı yoksa geçici bir barış mı?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

İbrahim Hamidi

Son zamanlarda Suriye ve İsrail arasındaki barış olasılıkları hakkında çokça konuşuluyor. Bununla birlikte, iki tarafın içerik ve zaman dilimi açısından ne ölçüde ilerleyebileceğine dair beklentiler de çoğaldı. Öyle ki bir İsrailli gazeteci, Şam'ın, Lübnan Trablusu’na karşılık Suriye’nin Golan Tepeleri şeklinde bir takas önerdiğini bile öne sürdü.

Birçok arabulucunun Şam ve Tel Aviv arasında çeşitli başlıklar taşıyan mesajlar taşıdığı tartışmasız. Bunlar arasında Suriye ve İsrail arasında 1974’te varılan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması, milislere ve güvenlik tehditlerine karşı güvenlik bilgileri paylaşımı, Suriye ve Lübnan arasındaki sınırın ve Şeba Çiftlikleri'nin geleceğinin belirlenmesi, Şam'ın İbrahim Anlaşmaları’na katılımı sayılabilir.

Her bir madde ne anlama geliyor?

Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması: 1948'deki Nekbe'den sonra Şam ve Tel Aviv arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı ve tampon bölgeler oluşturuldu. Ateşkesin uygulanması şu anda BM güçleri tarafından denetleniyor. 1973’teki savaştan sonra ise dönemin ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger arabuluculuk yaptı ve Suriye ile İsrail genelkurmay başkanları tarafından 31 Mayıs 1974'te Cenevre'de imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nı sonuçlandırdı. Bu, Golan cephesinin gelecekteki herhangi bir askeri eylemin tarafı olmayacağı anlamına geliyordu; bunun için 10 kilometre derinliğinde bir tampon bölge ve her iki tarafta 20 kilometre derinliğinde iki askerden arındırılmış bölge oluşturuldu. Birleşmiş Milletler Ayrılma Gözlem Gücü'nün (UNDOF) bin 250 personeli de her iki tarafın taahhütlere bağlı kalıp kalmadığını, yani anlaşmanın şartlarına göre buraya izin verilmeyen silah ve unsurların konuşlandırılıp konuşlandırılmadığını denetleyecekti.

O dönemde Tel Aviv adına Kissinger, Hafız Esed'i Golan'da “Suriyeli olmayan unsurların, yani Filistinli savaşçıların faaliyetlerinin engellenmesini” taahhüt eden yazılı bir maddeyi anlaşmaya eklemek için ikna etmeye çalıştı. Esed bunu reddetti, ancak Filistinli fraksiyonların bu bölgede herhangi bir faaliyetini yasaklayan gizli bir sözlü anlaşma ile bu maddeyi kabul etti. Bu anlaşma, onlarca yıl boyunca uygulandı ve birçok kişi Golan yakınlarında silahlı eylem düzenlemeye çalıştığı için hapse atıldı.

2011'den sonra UNDOF kuvvetleri geri çekildi ve Suriye'nin güneyindeki Golan Tepeleri yakınlarında Suriyeli muhalif gruplar, İran’a bağlı milisler ve Hizbullah'ın konuşlanmasıyla birlikte silahların yayılmasının doğurduğu bir kaos yaşandı. 2018'de Başkanlar Donald Trump ve Vladimir Putin arabuluculuk yaptılar ve “İsrail'in güvenliğinin garanti altına alınmasının” gerekliliği konusunda anlaştılar. Gerçekten de Suriye hükümet güçlerinin bölgeye geri dönmesi ve ABD'nin güneydeki silahlı Suriye muhalefetini desteklemekten vazgeçmesi karşılığında, “tüm Suriyeli olmayan unsurların” yani İran’a bağlı milislerin ve ağır silahlarının Golan Tepeleri'nden Suriye topraklarının 85 kilometre derinliğine çekilmesini içeren bir anlaşma imzalandı.

Rejimin 8 Aralık'ta devrilmesiyle birlikte İsrail, Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeye girdi, Hermon Dağı'ndaki (Şeyh Dağı) bir tepenin kontrolünü ele geçirdi, Şam yolunda çok sayıda bölgeyi işgal etti. Ayrıca Suriye'deki birçok bölgeye yüzlerce hava saldırısı düzenledi ve Suriye'nin stratejik askeri altyapısını yok etti.

İstenen, Suriye'nin Şeba Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri üzerindeki egemenliğini teyit etmesi ve şu anda el-Gacar köyünü bölen BM “Mavi Hattı”nın yerini belirlemektir. Pratikte istenen ise Hizbullah'ın silahını korumak için öne süreceği gerekçeleri ortadan kaldırmaktır

Şeba Çiftlikleri: İsrail 2000 yılının ortalarında Güney Lübnan'dan çekilmeye karar verdiğinde, Şam'da bir siyasi toplantı düzenlendi ve ardından Hizbullah'ın silahını muhafaza etmesi için bir gerekçe “yaratılmasına” karar verildi. Söz konusu gerekçe Şeba Çiftlikleri'nin Lübnan'a ait ve Hizbullah'ın da “işgal altındaki toprakları kurtarmaya çalışan bir direniş hareketi” olduğuydu.

Bu nedenle şimdi Şam'dan istenen, Şeba Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri üzerindeki egemenliğini teyit etmesi ve şu anda Gacar köyünü bölen BM “Mavi Hattı”nın yerini belirlemektir. Yani, Suriye hükümeti Beyrut'a iki bölgenin İsrail tarafından işgal edilen Suriye toprakları olduğunu yazılı olarak teyit etmelidir. Pratikte istenen ise Hizbullah'ın gerekçelerini ortadan kaldırmaktır.

Güvenlik bilgilerinin paylaşımı: Suriye sınırlarında milislerin yayılması, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılması nedeniyle, terörizm ve kaosla mücadele etmek ve bölgesel istikrarı sağlamak amacıyla Suriye ile İsrail'in de dahil olduğu bölgesel bir mekanizmanın kurulması öneriliyor.

İbrahim Anlaşmaları: Bahreyn, BAE, Fas ve Sudan ilk Trump yönetimi sırasında anlaşmalara katıldılar. ABD Başkanı şu anda Suriye'nin de bu anlaşmalara katılmasını öneriyor. Beyaz Saray bu talebi birden fazla kez duyurdu ve bunu toplu olarak duyurmak için Suriye ve İsrail liderleriyle bir zirve düzenlemeyi de önerdi.

Eğer Tel Aviv ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını isterse, büyük ihtimalle Şam da Arap ve Türk güçlerinin var olmasını talep edecektir

Mümkün olan nedir?

Trump yönetimi ve Batılı ülkeler Suriye hükümetine çok “kredi” verdiklerine inanıyorlar; tanınma, izolasyonunun sona erdirilmesi, yaptırımların kaldırılması ve yardım sağlanması. Bu nedenle İsrail ile ilişkiler kurma ve yeni Ortadoğu’ya yönelik bölgesel vizyonun bir parçası olarak İbrahim Anlaşmalarına katılma yolunda hızla ilerlemesini istiyorlar.

Şam'ın şu anda bu adımı atabileceğini düşünmek bir hatadır. Gerçekten mümkün olan, öncelikle acil ve gerekli adımları atmaktır. Yani Şam ve Tel Aviv'in “saldırmazlık” anlaşmasına varması, bir diğer deyişle Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na olan bağlılıklarını yenilemeleridir. Ama bu fiili olarak İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeden ve 8 Aralık'tan sonra ele geçirdiği alanlardan çekilmesini içeriyor.

UNDOF'un Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın tüm maddelerinin uygulanmasını denetlemesinin, milislerin ve disiplinsiz unsurların varlığını, Tel Aviv'in Suriye'nin güneyinde “7 Ekim senaryosunun tekrarı” olarak adlandırdığı bir hadiseyi önleyecek tüm güvenlik garantilerini sağladığına şüphe yoktur. Zira anlaşma, askeri unsurların ve silahların sayısını, türünü ve menzilini belirlemektedir. Eğer Tel Aviv, ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını isterse, büyük ihtimalle Şam da Arap ve Türk güçlerinin var olmasını talep edecektir. Bu, Kissinger'ın ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını önerdiği ve Esed'in karşılığında Sovyet güçlerinin de konuşlandırılmasını talep ettiği 1974 müzakerelerini hatırlatıyor.

Sınırın kontrol altına alınması, silah ve uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesi Suriye’nin çıkarına olduğundan Lübnan ile sınırları belirleme, Şeba Çiftlikleri'nin Suriye'ye ait olduğunu teyit etme gücüne sahiptir. Özellikle Türkiye, Suriye ve komşu ülkeleri (Irak, Ürdün ve Lübnan) kapsayan bir blok kurmayı önerdiğinden, büyük ihtimalle bölgesel bir terörle mücadele mekanizmasına katılmaya da istekli olacaktır.

Suriye'nin İbrahim Anlaşmaları'na katılması talebi, bu anlaşmayı imzalayan diğer Arap ülkeleriyle arasındaki farkı gündeme getirmektedir. Zira diğer dört Arap ülkesinin işgal edilmiş toprakları yok ve İsrail'e komşu değiller

İbrahim Anlaşmaları'na katılma konusuna gelince, bu, Suriye ile bu anlaşmayı imzalayan diğer ülkeler arasındaki farkı gündeme getirmektedir. Zira diğer dört Arap ülkesinin işgal edilmiş toprakları yok ve İsrail'e komşu değiller. Suriye'nin egemenliğini ve birliğini yeniden sağlamak, ordusunu kurmak ve yeniden inşa projesini uygulamakla meşgul olduğu doğru, ancak buna İbrahim Anlaşmaları'na katılmakla başlaması, önceliklerinin uygulanmasını kolaylaştırmaktan ziyade zorlaştıracaktır. Başka bir deyişle, yeni kurulacak askeri güçlerin birliği için bir meydan okuma oluşturacaktır.

Bu Suriye-İsrail maddelerinin ve bazı tarafların “sıcak barış” çabalarının, İran ve vekillerinin 7 Ekim 2023'ten bu yana yaşadığı büyük yenilgilerden sonra yeni bir bölgesel düzen arayışıyla bağlantılı olduğuna şüphe yoktur. Ancak, “ihlallerin” kolay görülmesi, İran'a kaos yaratma bahaneleri, Türkiye'ye de Suriye'nin yeni eğilimlerini “frenlemek” için gerekçeler sunacaktır ve bu da “barışı geçici” hale getirecektir. Şam ve Tel Aviv arasındaki müzakere masasının önceliklerini düzenlemek, Suriye'nin bir eksenden diğerine geçişini sağlamlaştırmak için hayati bir gerekliliktir.