Ürdünlü öğrencilerin büyük sorunu: Askıya alınan üniversite diplomaları

Ürdün Üniversitesi Ürdün’ün en eski üniversitesi (Independent Arapça, Salih Malkavi)
Ürdün Üniversitesi Ürdün’ün en eski üniversitesi (Independent Arapça, Salih Malkavi)
TT

Ürdünlü öğrencilerin büyük sorunu: Askıya alınan üniversite diplomaları

Ürdün Üniversitesi Ürdün’ün en eski üniversitesi (Independent Arapça, Salih Malkavi)
Ürdün Üniversitesi Ürdün’ün en eski üniversitesi (Independent Arapça, Salih Malkavi)

Tarık Dilovani
Zor durumdaki yüzlerce üniversite öğrencisine okul ücretlerini ödemeyi taahhüt eden Ürdünlü bir iş insanının girişimi, birçok öğrencinin problemine ışık tuttu.Ülkedeki yoksulluğun arttığını ve ekonomik koşulların bozulduğunu gösteren bu duruma son verilmesi çağrısı yapıldı.
Bu durum pek çok Ürdünlü üniversite öğrencisini üniversite diploması alarak mutluluklarını yaşamaktan alıkoyduğu gibi, onları, iş, yurt dışı seyahat ve çalışma olanaklarından da mahrum etti ve kullanımı askıya alınan üniversite diploması sahibi kategorisine yerleştirdi.
Bu durum -yüzlerce üniversite öğrencisinin borçlarını ödemeyi taahhüt eden hayırsever- başlığıyla yerel basında ve sosyal medyada, üniversite harçlarını ödeyemeyen yoksul öğrencilerin akıbeti hakkında tartışmaya neden olurken, öğrenciler aynı zamanda akademik derecelerinin kesilmesiyle cezalandırıldılar.

Mezuniyetten mahrumiyet
Üniversite öğrencilerinin bu durumu, özel bir üniversite için yaptığı başvurunun, ücretin bir miktarının eksik kalması  nedeniyle mezuniyetten mahrum bırakılmasını protesto etmek için geçen yıl kendini yakarak intihar eden genç bir üniversite öğrencisinin hikayesini hatırlattı. Yüzlerce öğrenciyi adli makamlarca aranan kimseler haline getiren bu trajik olay dahi üniversite mezunlarının mali haklarını garanti altına alan koşulların belirlemesine izin veren Yüksek Öğretim Bakanlığı'nı harekete geçirmedi.

Ücretsiz eğitim veya okul ücretlerinin düşürülmesi
Öğrenci işlerinde aktif olan Fakher Daas, üniversitelere olan borçları nedeniyle mezuniyet belgeleri verilmeyen öğrencilerin sorununun, ücretsiz eğitimin talep edildiği bir dönemde medyada yeteri kadar yer almayan bir konu olduğunu söyledi.
Daas, üniversitelerin herhangi bir gerekçeyle diplomaları askıya alma hakkının bulunmadığını, ancak bunun karşılığında maddi taleplerle dava açabileceklerini vurgulayarak, üniversitelerin borçlanma sorununa bu durumu çözmek için bir çözüm bulmaları çağrısında bulundu. Diğer taraftan ise üniversitelerdeki bazı bölümlerin akademik saat başı maliyetinin 200 dolara çıktığı yüksek üniversite ücretlerinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine vurgu yaptı.

Diploma manevi bir haktır
Ürdün Yargıtayı tarafından 2018 yılında verilen karara göre üniversite diploması manevi bir hak olarak görülmüş, amaçlanan anlamda para olarak kabul edilmediği için mali haklara konu olmaya uygun olmayacağı belirtilmiş ve öğrenci ile üniversite arasında bir sözleşme konusu olmadığı için de maddi tazminata konu olmasının uygun olmadığı belirtilmiştir.
Yargıtay, üniversite borçlarının ödenmemesi halinde üniversite diplomalarının askıya alınmasını reddederek şunları söyledi: “Ürdün Üniversiteleri Kanununun altıncı maddesi ve değişikliklerine ait hükümlerine göre öğrencinin üniversite taksidini ödeme taahhüdü, üniversitenin eğitim, kayıt ve öğrenciye gerekli şartları sağlama taahhüdü ile örtüşmektedir. Taraflardan birisinin taahhüdünü yerine getirmemesi halinde karşı tarafın yerine getirilmesini talep etme hakkı vardır. Mevcut durumda, üniversite ücretinin talep edilmesi ve bunun uygulanmasını sağlamak için dava açılması üniversite diplomasının geri alınacağı anlamına gelmez.”

Zor durumdaki binlerce öğrenci
Araştırmacı gazeteci Yahya Şakir, üniversite diploması konusundaki tartışmayı Yargıtay'ın karara bağladığını ve diplomaya el konulmasının veya bir pazarlık konusu haline getirilmesinin doğru olmadığını ileri sürüyor.
Bazı milletvekilleri, hükümete, kamu ve özel üniversitelerde mali açıdan zor durumda olan ve üniversitenin harçlarını ödeyemeyen lisansüstü öğrencilerinin üniversite diplomalarının alıkonmasının önlemesi çağrısında bulunmuştu. Ayrıca Şakir Ürdün parlamentosuna çağrıda bulunarak hükümetten, mezunların diplomalarına el konulmasını yasaklayan, aykırı davranan üniversitelere mali yaptırımlar getiren ve mezunlara bu yasadışı eylem için tazminat ödenmesini sağlayacak Ürdün Üniversiteler Kanununda değişikliği içeren bir kanun tasarısı hazırlamasını talep etmelerini istedi.

Çözüm
Gözlemciler, işgücü piyasasına girdikten sonra yeterli ve adil yasal güvencelere göre kalan borçlarını ödeme taahhüdü de dahil olmak üzere bu soruna dair çeşitli çözümler öneriyor.
İçinde bulunduğumuz eğitim-öğretim yılının başında devlet ve özel eğitim kurumlarında tüm eğitim derecelerindeki toplam öğrenci sayısının 322 bin 349 kız ve erkek öğrenciye, yüksekokul ve üniversitelerde öğrenim gören öğrenci sayısı ise 34 bin 351 kız ve erkek öğrenciye ulaşmış durumda. Mali açıdan zor durumda olan öğrencilerin sayısı hakkında net rakamlar bulunmamakla birlikte resmi olmayan rakamlar beş bin kız ve erkek öğrenciden ibaret olduğunu gösteriyor.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Ürdün İstatistik Kurumuna göre veriler, üniversite diploması sahipleri arasında işsizlik oranının yüksek olduğunu, toplam işsizlerin yüzde 51'inin ortaokul ve üzeri eğitim derecesine sahip kimselerden meydana geldiğini gösteriyor.
 



Büyük İsrail kavramının kökenleri ve günümüzdeki dönüşümleri

15 Eylül 1948’deki Nekbe'nin ardından eşyalarını taşıyan Filistinliler
15 Eylül 1948’deki Nekbe'nin ardından eşyalarını taşıyan Filistinliler
TT

Büyük İsrail kavramının kökenleri ve günümüzdeki dönüşümleri

15 Eylül 1948’deki Nekbe'nin ardından eşyalarını taşıyan Filistinliler
15 Eylül 1948’deki Nekbe'nin ardından eşyalarını taşıyan Filistinliler

Louis Fishman

İran ve İsrail arasında 12 gün süren son savaşın akabinde, Türkiye’nin devlet kanalı TRT’nin İngilizce yayın yapan kanalı TRT World, İsrail'in savaş gerekçesinin sınırlarını genişletme planıyla bağlantılı olduğunu iddia eden kapsamlı bir özel haber yayınladı. Haberde, söz konusu planın, “Nil'den Fırat'a” uzanan ve iddiaya göre eski Yahudi krallığının sınırlarıyla örtüşen bir Büyük İsrail kurmak olduğu belirtiliyordu. Bu iddia yeni değildi; benzer tartışmalar Arap kanallarında da yapıldı ve sosyal medyada geniş çaplı polemiklere neden oldu.

İran'ın bahsedilen sözde “Tevrat sınırları"nın dışında yer alması bir yana, Filistin’i aşan bir anavatan kurma çabası fikri bir asır öncesine dayanıyor. 1911 baharında Osmanlı meclisi, Filistinli milletvekili Ruhi el-Halidi'nin uyarılarını görüşmüştü. Halidi, Filistin'deki Yahudi göçmenlerin attıkları pratik adımları mecliste açıklamış ve Osmanlı'nın Suriye ve Irak eyaletlerine uzanmasına karşı da uyarmıştı. Ancak dün ve bugün yapılan tartışmalar arasındaki en belirgin ortak nokta, belgelenmiş bu gerçekler değil, Halidi ve meslektaşı Said el-Hüseyni'nin kaçındığı bir şeydir; Yahudileri Osmanlı İmparatorluğu'na egemen olmakla suçlayan komplo teorilerine sığınmak.

1908 Jön Türk Devrimi ve 1909'da Sultan İkinci Abdülhamid'in tahttan indirilmesinin ardından, Osmanlı muhalefetinin önde gelen isimleri, bu olaylarda Yahudilerin parmağı olduğunu iddia ederek “Siyonist istila” korkusunu körüklediler. İktidardaki İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyeleri olan Halidi ve Hüseyni’ye gelince, Osmanlı topraklarını işgal etmeye çalışan bir “görülmemiş Yahudi bloğu” suçlamalarının Filistin ile ilgili olmadığı, yalnızca antisemitizmden kaynaklandığı onlar için açık ve netti. Ayrıca, bu iddiaları ortaya atanların esasında Filistin davası ile gerçekten ilgilenmediklerini de fark etmiş olabilirler.

Komplo teorilerinin geri dönmesi şaşırtıcı değil. Antisemitizm, onlarca yıl sonra Türk İslamcı çevrelerde yeniden ortaya çıktı. Bu çevreler Mustafa Kemal'in (Atatürk) gizli bir Yahudi olduğunu, Türkiye'nin “ilk Yahudi devleti”, İsrail'in ise ikinci Yahudi devleti olduğunu iddia etmişlerdi. Daha sonra Arap çevreleri de bu hipotezleri onlarca yıl benimsediler. Bu bağlamda, İsrail'in Nil'den Fırat'a uzandığı fikri, tarihten geri dönüştürülmüş antisemitik bir fikirden başka bir şey değildir.

Bu antisemitizm örnekleri bugün bize önemli bir ders sunuyor: Yahudi komplusu teorilerinin birey üzerindeki etkisi ne kadar güçlüyse, Filistin'deki (Arapçada Filistin, İbranicede Eretz İsrail yani İsrail Diyarı) Siyonist sömürgeciliğe karşı bir asırdır mücadele eden Filistinlileri destekleme kabiliyetleri de o kadar zayıflıyor. Bu teoriler, Osmanlı'nın son dönemlerinde Filistin davasına hizmet edemediği gibi, bugün de anavatanlarında yaşayabilir bir siyasi varlığı koruma mücadelelerine zarar veriyor. Böylece, çatışmanın yapısal köklerinden dikkatleri uzaklaştırmaya ve bir asırlık işgal ve haklardan soyutlama çıkmazından kurtulma yönündeki ciddi çabaları zayıflatmaya katkıda bulunuyorlar.

Kavramdan tarihsel bağlama

Yaygın algının aksine, erken dönem Siyonist proje gizli komplolardan uzak durdu. Yahudiler, bazılarının hayal ettiği gibi ve Berlin Konferansı'na (1884-1885) benzer bir sahneyle, Osmanlıların boyunduruk altına alınmasını planlamak için “karanlık odalarda” toplanmadılar. Bunun yerine, büyük ölçüde aleni bir yol izlediler. Liderleri Theodor Herzl'in sömürgeci bir vizyona sahip olduğuna da şüphe yok. Filistin konusunda Sultan İkinci Abdülhamid ile yaptığı görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, 1903'te İngiltere'nin Doğu Afrika'da bir Yahudi devleti kurma planını desteklemesi de bunu açıklıyor.

cvfght
Ben-Gurion, Theodor Herzl için düzenlenen bir anma töreninde İsrailli yetkililer arasında duruyor (AFP)

Aslında, Siyonist örgütün stratejisi Birinci Dünya Savaşı öncesinde değişti. Herzl'in Doğu Afrika planının reddedilmesinin ardından örgüt, bağımsız bir devlet arayışından vazgeçti ve oradaki büyüyen İbrani topluluğuna güvenerek Filistin'de özerk bir ulusal oluşum kurma hedefine yöneldi. Bu yönelim, Filistinlileri endişelendirdi ve bu endişelerini (yukarıda belirtildiği gibi) 1911'de Osmanlı Meclisi’nde dile getirdiler. Esasında, Büyük İsrail meselesi, 1917'deki İngiliz işgalinden sonra gerçek bir önem kazandı. Büyük İsrail’in İbranice karşılığı olan Eretz Yisrael Hashlemah terimi, 1967 savaşından sonra yaygın olarak kullanılmaya başlandı.

İngiliz Mandası dönemi (1920-1948), Siyonist kampta derin bir bölünmeye tanık oldu. Büyük bir azınlık, David Ben-Gurion liderliğine karşı çıktı ve Balfour Deklarasyonu'nu Ürdün Nehri'nin her iki yakasını da kapsayacak şekilde yorumlayan katı tutumlu Vladimir Jabotinsky ile ittifak kurdu. Ancak bu yorum, “Tevrat’taki anavatan" referansına dayanmıyordu. Aksine, revizyonist Siyonistlerin planları, Filistin ve (daha sonra Ürdün Haşimi Krallığı olan) Ürdün'deki İngiliz Mandası'nın sınırlarına dayanıyordu.

İngiliz Mandası dönemi (1920-1948), Siyonist kampta derin bir bölünmeye tanık oldu. Büyük bir azınlık, David Ben-Gurion'un liderliğine karşı çıktı ve Balfour Deklarasyonu'nu Ürdün Nehri'nin her iki yakasını da kapsayacak şekilde yorumlayan katı tutumlu Vladimir Jabotinsky ile ittifak kurdu

Eretz Yisrael Hashlemah teriminin anlamı, David Ben-Gurion'un BM’nin Taksim Planı'nı kabul ettiği 1947'de kökten değişti. “Bütün topraklar” kavramından, Mandater Filistin'in taksiminin bir sembolüne dönüştü. 1967 Savaşı ve İsrail'in Batı Şeria, Gazze Şeridi, Mısır'ın Sina Yarımadası ve Suriye'nin Golan Tepeleri'ni işgalinden sonra, taksimi kabul etmenin Filistin'in tamamını ilhak etmek için geçici bir strateji olup olmadığı konusundaki tarihsel tartışma ortadan kalktı.

Açıklamak gerekirse; “bölünmüş İsrail” savunucuları, toprağın yalnızca bir kısmında bir Yahudi devletinin kurulmasını desteklerken, “nehirden denize” uzanan bir Yahudi devletinin savunucuları Büyük İsrail fikrini savundular.

cvfbghj
Tel Aviv'deki bir gösteri sırasında İsrail işgalini protesto edenler, Siyonist hareketin kurucusu Theodor Herzl'in resminin bulunduğu bir pankartın yanında İngilizce “Apartheid” kelimesinin harflerini taşıyorlar

İsrail'in Mısır ile barış karşılığında Sina Yarımadası'ndan çekildiği ve Rabin (1994) ile Olmert (2008) dönemindeki başarısız müzakereler sırasında Golan Tepeleri'nden neredeyse çekileceği doğrudur. 1977'de (Jabotinsky'nin fikirlerini benimseyen) Likud Partisi’nin yükselişiyle birlikte, Eretz Yisrael Hashlemah terimi 1970'ler ve 1980'lerde popüler hale geldi. Ancak, Oslo Anlaşmaları'nın başarısızlığı, yerleşim yerlerinin genişlemesi ve Batı Şeria'daki işgalin derinleşmesi, özellikle de 2005'te görünürdeki geri çekilmeye rağmen kapsamlı bir abluka altında kalmaya devam eden Gazze de dahil İsrail'in “nehirden denize” uzanan topraklar üzerinde 1967'den beri fiilen devam eden kontrolüyle birlikte, bu terim geriledi.

2000'den sonra doğan Filistinli ve İsrailli nesiller için, Büyük İsrail ve Yeşil Hat terimleri, on yıl öncesinde olduğu gibi, tartışmalarda artık aynı ilgiyi görmüyor.

Bu mevcut gerçeklik, Büyük İsrail koalisyonunun kökleştirmeye çalıştığı süreci yansıtıyor. Bu akım için, toprağın tamamının ilhakı birincil hedef olmaya devam ederken, giderek büyüyen Mesihçi dini gruplar arasında köklü bir ideolojik ilkeye dönüştü. Ne yazık ki, bu yaklaşım iki devletli çözümü destekleyen herhangi bir tarafın karşılaştığı en büyük engel ve bunu İsrail içinde artan bir ilgisizlik izliyor. Bu ilgisizlik, İsrail'in merkezinden veya solundan yeni ve güçlü seslerin yükselişiyle dengelenebilir. Ancak, zayıflık ve durgunluğun damga vurduğu mevcut liderlik, şimdiye kadar bu önemli meselesiyle yüzleşme konusunda tam bir acizlik gösteriyor.

Tıpkı tarihsel komplo teorileri gibi, İsrail politikalarını hegemonik Büyük İsrail anlatısıyla açıklamak, sistemik bir krizi yansıtmaktadır. O da jeopolitik analizden yanılsamaya kaçıştır. Suriye'nin çöküşü, Lübnan'da Hizbullah'ın gerilemesi ve İran'ın İsrail ile rekabet edememesi, bu güçlerin iç başarısızlıklarını yansıtır, mutlak bir İsrail üstünlüğünü değil. Bu bakış açısı, bölgesel güç üçlüsünün (Türkiye, Suudi Arabistan ve İsrail) bugünkü yükselişinin nedenini de aydınlatıyor.

Trajik bir ironiyle, İsrail'in mevcut gücü daha derin bir ifşa anını, yani zayıf noktalarını maskeliyor. Tahran içindeki hedefleri vurabilme kapasitesine sahip olsa da, devlet kurumları aşırı sağcı bir hükümetin yönetimi altında zorluklarla karşılaşıyor. Netanyahu, ülkeyi çıkışı olmayan bir tünele sürüklüyor. Hükümet içindeki ittifaklarını memnun etmek için normalleşmeyi Suudi Arabistan’ı kapsayacak şekilde genişletme fırsatını feda etti. Gazze'de kıtlığa neden olan bir savaşı örtbas etti. Savaş suçlarını günlük pratiklere dönüştürdü; öyle ki soykırım iddiaları İsrail elitinin giderek artan bir kesimi tarafından kabul edilebilir hale geldi.

Sonuç olarak, İsrail'i Ortadoğu'daki baskın güç olarak tasvir etmek, sadece Filistinlilerin direniş seçeneğine olan bağlılıklarını daha da güçlendirecektir. Washington'un kronik çatışmayı çözmeye yönelik ciddi bir iradesinin yokluğunda da, komplo teorileri, sloganlara değil gerçeğe hitap eden adil bir çözüm arayışının önünde ek bir engel haline gelmektedir. Bu ifşa edici tarihi an, tüm kasvetine rağmen, bir asırdır görülmemiş ölçekte jeopolitik dönüşümler yaşayan bir bölgede yeni bir gelecek inşa etmek için bir fırsat olabilir.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla’dan dergisinden çevrilmiştir.