Mısır-Türkiye görüşmelerinin perde arkasında neler oluyor?

İki tarafın da hamleleri, kapsamlı seçenekler ve alternatifler çemberine göre gelirken her ikisi de belirli hedeflere ulaşmak için baskı uyguluyor

Mısır-Türkiye ilişkileri tek bir dosyaya değil, zaman zaman gerilim yaşayan birçok ortak dosyaya bağlıdır (AFP)
Mısır-Türkiye ilişkileri tek bir dosyaya değil, zaman zaman gerilim yaşayan birçok ortak dosyaya bağlıdır (AFP)
TT

Mısır-Türkiye görüşmelerinin perde arkasında neler oluyor?

Mısır-Türkiye ilişkileri tek bir dosyaya değil, zaman zaman gerilim yaşayan birçok ortak dosyaya bağlıdır (AFP)
Mısır-Türkiye ilişkileri tek bir dosyaya değil, zaman zaman gerilim yaşayan birçok ortak dosyaya bağlıdır (AFP)

Tarık Fehmi
Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, ABD'li düşünce kuruluşu Wilson Center tarafından düzenlenen bir panelde, Mısır'ın Türkiye'nin Irak ve Suriye'deki yayılmacı politikası için bir gerekçe göremediğini söyledi. Şukri, Türkiye'nin Libya'daki politikasından, Ankara'nın Mısır'ın içişlerine karışmasından, Müslüman Kardeşler (İhvan) liderlerine kucak açmasından ve Türkiye’den yapılan Mısır’a muhalif yayınların devam etmesinden duyduğu endişeyi dile getirdi.
Bu sözler, özellikle Türkiye'nin Mısır ile ilişkileri yeniden canlandırmak için henüz somut adımlar atmaması ve temasların halen belli-belirsiz uzlaşılar üzerine devam etmesinden ötürü en başa dönülmesinden korkulduğuna dair açık bir mesajdı. Bu korku, bir yandan Türkiye’nin Etiyopya'ya yönelik büyük açılımı, diğer yandan da stratejik temas hatları aracılığıyla Libya'daki hareketlilik ve Kahire'nin Ankara’nın karşısında yer aldığı, sorunlu Doğu Akdeniz bölgesi dosyasının yeniden açılması gibi konularda açıkça görülüyordu.

Sağlam duruş
Mısır’ın, şu an iki ülke arasındaki ilişkilerin seyrine dair sessizliği, özellikle Kahire'nin ne istediğinin bilinmesi nedeniyle aslında önerilecek yeni bir şey olmadığından kaynaklanıyor. İkili ve çok taraflı dosyalara odaklanan Mısır’ın, Türkiye’nin Libya dosyasındaki varlığının yanı sıra Türkiye’deki Müslüman Kardeşler üyelerinin ve liderlerinin varlığı dosyasıyla ilgili bir takım talepleri var. Bu taleplerle birlikte Türkiye’nin genel şartlar ve müzakere çerçevesi olarak yorumlanabilecek diğer müdahalelerinin yanı sıra Mısır tarafının öne sürdüğü diğer ayrıntılara bakılmaksızın başta Müslüman Kardeşler, Müslüman Kardeşler’in Türkiye’den yayın yapan medya organları, Libya dosyası, Doğu Akdeniz bölgesi ile ilgili diğer dosyalar ve Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan’a karşı sert tutumları gibi çok sayıda başlıca mesele olduğu açıktır. Bu dosyalar, Katar’la olduğu gibi, Mısır-Türkiye ilişkilerini de resmi olarak yeniden başlatmadan önce ilişkilerin seviyesini belirliyor.
Kahire, Yunanistan-Türkiye ve GKRY-Türkiye dosyasında Ankara ile gerilim hatlarına dahil olması ve Mısır'ın paralı askerlerin Libya'dan çıkarılması talebi, Türkiye ile hemen çözülemeyecek bir tartışmanın odak noktasıydı ve öyle olmaya da devam ediyor. Libya’da 24 Aralık'ta yapılması planlanan seçimler yaklaşırken ve Mısır'ın nihai çözüme ulaşma kararlılığı çerçevesinde, Kahire'nin Doğu Akdeniz bölgesinde ve Libya’da eksiksiz bir hesap sistemi kurmayı başardığı ve Türkiye'nin uzlaşı isteği, acil öncelikler ve ortak çıkarlar çerçevesinde önerilerde bulunan taraf olduğu göz önüne alındığında, Mısır'ın bundan vazgeçmeyeceği söylenebilir. Dolayısıyla, aynı anda çeşitli dosyalar üzerinde çalışmak isteyen Türkiye'nin dikkate aldığı ve saklı tuttuğu herhangi bir dosyada, bunlara şüpheyle ve endişeyle yaklaşan Kahire'nin Ankara'ya taviz vermesini, duruma ve gelişmelere göre diğer dosyaları terk etmesini gerektiren hiçbir neden yoktur.
Kahire, aynı anda birkaç dosyada müzakere eden Ankara gibi bir boşluk döngüsüne girmek, her dosyanın yolunu veya yönünü değiştirmek ve Mavi Marmara olayları öncesi ve sonrası İsrail ile ilişkilerde olduğu veya Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi alınması dosyasında ABD ile yaşananlar gibi yarım dosyalar üzerinde çalışmak istemiyor. Bunlar Mısır'da olanlara benzemeyen büyük meseleler. Mısır, Türkiye'nin ABD, İsrail ve diğer ülkelerle arasında, ilişkilerin seyrinde bir kopukluk ya da donma olmadan yaşadığı krizler ve sorunlar çerçevesinde Türkiye-Mısır ilişkilerini engelleyebilecek hiçbir sebep olmadığını ifade etti.

Açılıma doğru
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre, Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında gerçekleşen görüşmede, Etiyopya'ya insansız hava araçları (İHA) tedariki anlaşması da dahil olmak üzere bazı konularda iki ülke arasında bir takım anlaşmalar yapıldı. Yani Türkiye, Etiyopya’nın Nil Nehri üzerine inşa ettiği Nahda (Rönesans) Barajı dosyasına tekrar katılarak ve Addis Ababa ile anlaşmalar imzalayarak bir mesaj vermek istedi. Ankara, şu an Mısır ile ilgili en önemli dosyada Kahire’ye Türkiye'nin doğrudan mevcudiyeti olabileceğini gösteren, Mısır’ı Türkiye’nin adımıyla ciddi şekilde ilgilenmeye iten, Türkiye'nin taleplerini ciddiye almasını gerektiren ve Mısır'a sadece Libya'da değil, Doğu Akdeniz'de ve güneyde, Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-GKRY ilişkileri dosyasıyla birlikte İsrail ve Türkiye arasındaki durumda çekincelerini bir kenara bırakması için baskı yapan açık bir mesaj gönderdi. 
Türkiye, Etiyopya'ya isyancılara karşı koymasına yardımcı olması için 10 adet İHA tedarik etti. Türkiye’nin Addis Ababa Büyükelçiliği, resmi Twitter hesabından bu bilgiyi yalanladı. Buna karşın Etiyopya hükümeti, Türkiye’nin Fethullah Gülen’e bağlı eğitim kurumlarını teslim almasına yardımcı oldu. Türkiye Maarif Vakfı’ndan (TMV) yapılan açıklamada, Etiyopya'nın Oromiya eyaletindeki Alemgena bölgesinde Fethullah Gülen Örgütü’ne (FETÖ) bağlı okulların teslim alındığı belirtildi. TMV Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. Cihad Demirli, Etiyopya'nın bu kararından dolayı Türkiye'nin teşekkürlerini iletti. Prof. Demirli, Etiyopya'daki tüm Gülen okullarının mahkeme kararıyla TMV'ye devredilmesini beklediklerini belirtti. Gülen’in Mısır'da Uluslararası Selahattin Türk Okulları aracılığıyla varlık göstermekle birlikte sınırlı bir kültürel ve sosyal faaliyetlere sahip olduğu biliniyor.
Öte yandan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç, Ankara'nın Kahire ile bölgesel konularda mutabık kalınan noktaları artırmak ve ortak bir anlayış geliştirmek istediğini söyledi. Mısır’ın aynı zamanda Türkiye'nin Afrika'daki en büyük ticaret ortağı olduğunu vurgulayan Bilgiç, Türkiye ile Mısır arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) bir dostluk grubu kurulduğunu da sözlerine ekledi.
Buna rağmen Türkiye, Mısır Ulusal Güvenlik Dairesi ile olan ilişkilerinin ve onu yoğun baskı altına almanın, Mısır'ın Türk güçlerinin Libya’dan çıkarılmasını isteyen tutumunu durdurabileceği ve özellikle Kahire’nin, Türkiye'nin adımını ve Kıbrıs’taki Maraş bölgesinin yeniden açılmasını, Avrupa Birliği (AB) tarafından desteklenen Yunanistan ve GKRY’e Mısır’ın verdiği bir destek mesajı olarak kınaması nedeniyle bunun gerçekleşmeyeceğini düşünüyor. Yunanistan ve GKRY’nin yanı sıra Fransa, Mısır'ın AB’deki tutumlarını desteklemede iyi ve önemli bir rol oynadı.

Cezbedici sahalar
Kahire, Müslüman Kardeşler dosyasının ve Ankara'nın Türkiye’deki Müslüman Kardeşler üyelerine verdiği desteğin farkındadır. Bu durum karşısında Türkiye’nin Türk topraklarından yayın yapan İhvan’a ait televizyon kanallarındaki bazı programları ve önde gelen medyatik isimlerin ekranlara çıkmasını durdurarak yüzeysel önlemler almak yerine İhvan'ın Türkiye'deki faaliyetlerini tamamen durdurması ve bu dosyayı istediği zaman çıkarıp kullanmaması gerekiyor. Bunun için Türk hükümeti, İhvan unsurlarına karşı nihai ve kararlı bir yaklaşım sergilemeli.
Kahire, Mısır mahkemelerinde hakkında hüküm verilen bazı İhvan üyelerinin iadesini talep ederken Türkiye’den bu konuda halen adım atılmadı. Bazıları dünyanın dört bir yanındaki havalimanlarında ve limanlarda kırmızı bültenle aranan bu kişilerin Mısır yargısına teslim edilmesi büyük önem taşıyor.  
Kahire ayrıca yabancı güçlerin Libya’dan çıkışı sorununu çözmek ve bunu diğer dosyalarda olup bitenlerle detaylı bir şekilde ilişkilendirmek isterken Türkiye, yüzeysel veya sırada olmayan resmi anlaşmalar çerçevesinde Libya'daki aktif askeri varlığını sürdürüyor. Ankara, sık sık konunun Libya hükümetine bağlı olduğu açıklamasında bulunuyor. Ankara, Mısır'ın Türkiye'nin Libya topraklarına yeni silahlar sokmayacağını, ateşkese uyacağını, yabancı unsurlar getirmeyi durduracağını, Suriyeli ve Tunuslu paralı askerlerin çoğunun tahliye edilmeleri sırasında tekrarlandığı gibi Türkiye'nin resmi esneklik gösterdiği Libyalı olmayan tutukluların topraklarına geri gönderilmesi konusunda ilerleme kaydedileceğini ilk başta kabul ettiğinden söz etse de ortada hem siyasi hem de güvenlik alanlarında uzlaşılara yönelik gerçek bir taahhüt yok.

Özet olarak
Türkiye’nin politikasındaki birçok konuda gerçek bir değişiklik olmasını isteyen Kahire'yi haklı bulan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) içindeki bir grubun, bu konuların bazılarının Türkiye için maliyetli olabileceği ve frenlenmelerini istedikleri herkes tarafından biliniyor. Çünkü bu gruba göre bu konular, Türkiye’nin bölgesel politikasının özüyle çelişiyor ve iki ülkenin içinde bulunduklar mevcut gerçekler çerçevesinde bu konularda ısrar etmenin hiçbir gerekçesi yok.
Ayrıca özellikle de şu sıralar Müslüman Kardeşler içinde gerçek değişiklikler yaşandığından Müslüman Kardeşler dosyasını tutmanın ve kullanmanın önemli olduğunu düşünüyorlar. Bu gelişmeleri, Müslüman Kardeşler’in, Türkiye içindeki ve dışındaki yeni seçenekleriyle ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan'a sunulan raporlarla ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ateşle oynar gibi manevra kabiliyetiyle ilgili bir mesaj vermek için İslami çizgideki Saadet Partisi ile görüşmelerle İhvan’ın mevcut aşamaya uygun olarak varlığını geliştirmeyi reddetmesiyle ilişkilendirenler var.
O halde sorun tek bir dosyayla değil, birden çok dosyayla ve Ankara’nın Kahire'ye, ardından Libya'ya, Cezayir'e ve Tunus'a karşı takındığı ‘rahatsız edici’ tutumla ilgilidir. Mısır’ın kendisine yönelik bir hamle olarak gördüğü toplantılar, temaslar ve anlaşmalar arttı. Tüm bölgeyi yöneten gerçek dengeler var ve bu dengeden uzaklaşmaya yönelik herhangi bir yaklaşım, her iki taraf için de sıfır toplamlı bir yaklaşım olmadığından koordineli ve sürdürülebilir bir inceleme yapılmasını gerektiriyor.
İster Türkiye’nin ister Mısır’ın siyasi ve stratejik kazanımlar elde etmeleri gerektiği düşünüldüğünde, Doğu Akdeniz bölgesi dosyasını tüm karmaşıklığıyla yeniden yapılandırmak isteyen Ankara'nın Kahire'ye ihtiyacı var. Aynı şekilde doğalgaz sahalarının, kaynaklarının ve bunların Avrupa'ya tedarik edilmesinin istikrarsız bir duruma değil, siyasi istikrara ihtiyaç duyması nedeniyle ortak güvenlik ve ekonomik düzenlemeler yapmaları gerekiyor.
Kapsamlı seçenek ve alternatifler çemberi içinde çalışmaya devam edecek olan iki taraf, bir yandan bunu gerçekleştirmek için dikkate alınması gereken tüm araçları kullanırken diğer yandan belirli hedeflere ulaşmak için en fazla baskıyı uygulamaya çalışacaklar. Türkiye, Etiyopya’nın inşa ettiği Nahda Barajı kartıyla, Libya'da aktif olmaya devam ederek ve Müslüman Kardeşler kartını elinde tutarak Mısır üzerinde baskı kurarken, Mısır da bir yandan Türkiye'nin Yunanistan, GKRY ve hatta İsrail ve Doğu Akdeniz ülkeleri ile sadece Etiyopya değil, Türkiye'nin başlıca çıkarlarının bulunduğu güney çevrelerindeki Nil Havzası ülkelerine yönelik hareketini kısıtlamaya çalışırken diğer yandan Doğu Akdeniz'de doğrudan baskı uygulayacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent ­Arabia’dan çevrilmiştir.



Suudi Arabistan... Siyasi çıkarların ve savunma iş birliğinin güçlendiği bir yıl

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman için Beyaz Saray'da düzenlenen karşılama töreninden, Kasım 2025 (AFP)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman için Beyaz Saray'da düzenlenen karşılama töreninden, Kasım 2025 (AFP)
TT

Suudi Arabistan... Siyasi çıkarların ve savunma iş birliğinin güçlendiği bir yıl

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman için Beyaz Saray'da düzenlenen karşılama töreninden, Kasım 2025 (AFP)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman için Beyaz Saray'da düzenlenen karşılama töreninden, Kasım 2025 (AFP)

Suudi Arabistan’ın 2025 yılı politikaları, ülkenin çıkarlarını ön plana çıkararak uluslararası sahnede güvenilir bir arabulucu olarak konumlanmasını sağladı. Bu kapsamda, Gazze Şeridi’ndeki savaşı durdurma çabaları, zorla yerinden etmeye karşı duruş, iki devletli çözüm ve Filistin devletinin kurulması yönündeki destek, Suriye’ye yardım ve bölgesel kolektif güvenliğin, özellikle de Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) güvenliğinin güçlendirilmesi öne çıktı. Aynı zamanda ABD ve diğer büyük güçlerle iş birliğinin derinleştirilmesi de dikkat çekti.

gt
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve ABD Başkanı, Trump'ın Krallığa yaptığı son ziyaret sırasında iki taraf arasında imzalanan anlaşmalardan bir kare (Getty)

ABD Başkanı Donald Trump’ın mayıs ayında Suudi Arabistan’a yaptığı ve Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın kasım ayında ABD’ye gerçekleştirdiği tarihi ziyaretler, Riyad’ın 2025 yılında sahip olduğu istisnai uluslararası konumu gözler önüne serdi.

Ortadoğu’yu ‘harika bir şafak’ bekliyor

ABD Başkanı, Riyad’da, Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin liderliğini övdü ve “Veliaht Prens, güçlü müttefiklerimizi en iyi temsil eden isimdir” dedi. Ortadoğu’yu ‘harika bir şafağın’ beklediğini belirten Trump, Suudi Arabistan’ı ‘dünyanın kalbi’ olarak nitelendirirken, Riyad’ın küresel iş dünyasının merkezi olma yolunda olduğunu vurguladı.

Veliaht Prens’in Washington ziyareti sırasında iki ülke, Stratejik Savunma Anlaşması’nın da dahil olduğu geniş bir anlaşma paketini imzaladı. Bu, Suudi Arabistan’ın 2025 yılında imzaladığı ikinci savunma anlaşması oldu. Paket ayrıca savunma sanayi satışları, sivil nükleer enerji iş birliği, yapay zekâ stratejik ortaklığı, uranyum ve metallerin tedarik zincirlerinin güvenliğini kapsayan stratejik çerçeve ile yatırım hızlandırma gibi alanları da içerdi.

ABD Başkanı, Suudi Arabistan’ı NATO dışı ‘başlıca müttefik’ olarak ilan ederken, Suudi tarafının müzakere yeteneklerini övdü.

Suriye'nin toparlanmasına destek olmak

2025 yılında Gazze Şeridi’ndeki savaş dünya gündeminde en üst sırada yer alsa da, Suriye dosyasındaki köklü değişim adımları, Suudi Arabistan’ın bu dönüşümü desteklemede aktif bir rol üstlenmesine yol açtı. Bu adımlar, Suriye’nin toparlanmasına, yeni liderliğinin uluslararası alanda tanınmasına ve desteklenmesine katkı sağladı.

Suudi Arabistan Kraliyet Divanı Danışmanı başkanlığındaki bir heyetin Şam’ı ziyaret etmesi ve Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile görüşmesi sonrasında, Suudi Arabistan Suriye’ye desteğini başlattı. Hava ve kara köprüleri aracılığıyla halkın yardımına koşan Riyad, insani, tıbbi ve kalkınma projelerini de sürdürüyor; yıl sonunda bu projelerin sayısı 103’ü aşarak toplam maliyeti yaklaşık 100 milyon doları bulacak.

dfrgt
Mayıs 2025'te Riyad'da gerçekleşen Suudi-Amerikan-Suriye üçlü toplantısından bir kare (SPA)

Suudi Arabistan, 2025 boyunca Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera’yı üç kez ağırladı. Ayrıca Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın doğrudan talebiyle ABD’nin Suriye’ye uyguladığı yaptırımların kaldırılmasına öncülük etti. Suriye’nin Dünya Bankası’na olan 15 milyon dolarlık borcunu karşıladı ve Katar ve Birleşmiş Milletler (BM) ile ortak bir girişimle hükümet çalışanlarının maaşlarının bir kısmını ödedi.

Buna ek olarak Suudi Arabistan bölgede İsrail’in ihlallerine karşı tutumunu sürdürdü. Üst düzey yetkililer aracılığıyla, İsrail’in Suriye, Katar ve İran gibi ülkelerin egemenliğini ihlal eden uygulamalarını reddettiğini defalarca vurguladı.

‘Filistin davasının tasfiyesi’ ile yüzleşmek

Riyad, ‘Filistin davasının tasfiyesine’ karşı durdu. Veliaht Prens Muhammed bin Selman da bu duruşu ‘açık ve kesin bir şekilde’ teyit etti. Suudi Arabistan’ın Filistin devleti kurulmadan İsrail ile ilişkiler tesis etmeyeceğini belirtti ve Riyad’ın bu konudaki tutumunun ‘değişmez, müzakere edilemez ve siyasi oyun konusu yapılamaz’ olduğunu ifade etti.

defr
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Eylül 2025'te New York'taki Birleşmiş Milletler merkezinde düzenlenen "iki devletli çözüm" zirvesine katıldı (AFP)

Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun düzenlediği basın toplantısında yapılan dikkat çekici açıklamaların ardından yayımlanan Suudi bildirisi, Filistin yönetimi tarafından büyük takdir topladı. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, yayımladığı açıklamada, ‘yerleşim, ilhak ve zorla yerinden etmeyi reddeden ve bağımsız Filistin devletinin kurulmasını savunan Suudi liderliğinin samimi kardeşçe tutumlarını’ memnuniyetle karşıladığını belirtti. Abbas ayrıca, Suudi Arabistan’ın cesur ve onurlu duruşunu, Filistin halkına sağladığı büyük desteği, Gazze’ye yönelik devam eden insani yardımları, uluslararası platformlarda Filistin davasına verdiği sürekli desteği, Filistin devletinin tanınmasını sağlamak amacıyla kurulan uluslararası ittifakı ve haziran ayında düzenlenen Uluslararası Barış Konferansı’nı övgüyle değerlendirdi.

İki devletli çözüm

İki yıl süren çalışmaların ardından Suudi Arabistan’ın liderliğinde tüm Arap ve İslam ülkelerinin Gazze konusunda bir araya geldiği süreç, eylül ayında Suudi Arabistan ve Fransa ortak başkanlığında düzenlenen iki devletli çözüm konferansı ile sonuçlandı. Konferansta, geniş destek bulan ve BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen New York Deklarasyonu benimsendi; bu adım, Ortadoğu’da barış, güvenlik ve istikrar açısından ‘tarihi ve belirleyici bir an’ olarak değerlendirildi.

Şarku’l Avsat’a özel açıklamalarda bulunan Filistin Başbakanı, ‘Suudi Arabistan’ın kararlı tutumunun, uluslararası alanda Filistin devletinin tanınmasına dair görüşlerin olgunlaşmasına ve mümkün olan tüm desteğin sağlanmasına önemli katkıda bulunduğunu’ belirtti. Başbakan, iki devletli çözüm kapsamında Filistin devletinin hayata geçirilmesinin, Ortadoğu’da barış, güvenlik ve istikrarın temeli olduğunu vurguladı.

Uluslararası etki ve arabuluculuk

Şubat 2025’te Diriye’de, Suudi Arabistan himayesinde ABD ile Rusya arasında ilişkilerin iyileştirilmesine yönelik görüşmeler gerçekleştirildi. ABD Dışişleri Bakanlığı, zirveyi ‘önemli bir adım’ olarak nitelendirirken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Dış Politika Danışmanı Yuri Ushakov ise görüşmeleri ‘başarılı’ olarak değerlendirdi.

Takip eden ayda Cidde’de, Veliaht Prens Muhammed bin Selman himayesinde ABD-Ukrayna görüşmeleri düzenlendi.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Michael Mitchell, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan’ın yürüttüğü müzakereler sayesinde dünyanın Rusya ve Ukrayna arasında ateşkes sağlama noktasına her zamankinden daha yakın olduğunu belirtti. Mitchell, ABD’nin Suudi Arabistan’ın diplomatik çabalarını takdir ettiğini ve kalıcı barış için tüm taraflarla iş birliğine devam edeceğini vurguladı.

sdfr
Suudi Arabistan'ın ev sahipliğinde Cidde'de gerçekleşen Amerikan ve Ukrayna heyetleri arasındaki görüşmelerden bir sahne (Reuters)

Suudi Arabistan’ın arabuluculuk rolü, Pakistan ve Hindistan arasında yaşanan ve iki nükleer güç arasında en ciddi askeri tırmanışla sonuçlanan gerginliği de sınırladı. Mayıs ayında iki taraf arasında kapsamlı ve derhal uygulanacak bir ateşkes ilan edildi. Pakistan’ın Suudi Arabistan Büyükelçisi Ahmed Faruk, Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, Suudi Arabistan’ın ateşkesin sağlanmasında kritik rol oynadığını ve sürece başından itibaren aktif şekilde katıldığını belirtti. Faruk, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı ile Pakistan Başbakan Yardımcısı arasında yapılan görüşmeler ile Suudi Arabistan Devlet Bakanı’nın Hindistan ve Pakistan’a yaptığı ziyaretlerin, Riyad’ın bölgedeki durumun hızla yatıştırılmasına ve ateşkes müzakerelerinin kolaylaştırılmasına verdiği önemi gösterdiğini vurguladı.

Faruk, Suudi Arabistan’ın uluslararası çatışmalarda barışı tesis etme çabalarının, ülkenin artan liderliğinin ve bölge içi ile dışındaki saygınlığının bir kanıtı olduğunu belirterek, Riyad’ın ‘dünyada barışı ilerletmede öncü ve iyilik odağı bir güç’ olduğunu ifade etti.

Pakistan

Atlantik Konseyi, Washington ile Riyad arasındaki son savunma iş birliğini, ‘bağımlılıktan ziyade pratik ortaklık ve ortak çıkarların bir yansıması’ olarak değerlendirdi. Kurum, iş birliğinin yalnızca silah anlaşmalarıyla sınırlı kalmadığını, istihbarat paylaşımını, deniz yollarının korunmasında taktik koordinasyonu ve Suudi Arabistan’ın iç savunma kapasitesini güçlendirmeye yönelik ortak çabaları da kapsadığını belirtti.

Bunun öncesinde, bölgedeki ciddi gelişmelerin hemen ardından, eylül ayında Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif’in Suudi Arabistan’a resmi ziyareti sırasında iki ülke Ortak Stratejik Savunma Anlaşması’nı imzaladı. Anlaşmada, ‘herhangi bir saldırının her iki ülkeye de yapılmış sayılacağı’ hükmü yer aldı.

Anlaşmanın imzalanması, uluslararası medya ve siyasi-askeri çevreler tarafından geniş yankı buldu; özellikle doğrudan sınır paylaşmayan iki Ortadoğu ülkesinin askeri ve savunma iş birliğini güçlendirmesi açısından övgü aldı.

sd
Pakistan Başbakanı, Mayıs 2025'te İslamabad'da Suudi Bakan Adil el-Cubeyr'i kabul etti (EPA)

Ulusal güvenlik uzmanı Dr. Ahmed el-Kureyşi, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, bu anlaşmanın ‘birden fazla bölgesel aktöre önemli bir mesaj’ gönderdiğini belirtti. Kureyşi, Suudi kaynakların anlaşmanın belirli ülkelere veya olaylara yanıt olmadığı yönündeki açıklamalarını da ‘iki ülkenin olgun stratejik yaklaşımını’ yansıtan bir durum olarak nitelendirdi.

Pakistanlı gazeteci Abdurrahman Hayat, anlaşmanın stratejik açıdan ‘yeni bir İslami ekseni’ temsil ettiğini ve Suudi Arabistan’ın bölgesel ve İslami önemini, Pakistan’ın ise tek nükleer güç sahibi Müslüman devlet olarak rolünü ortaya koyduğunu ifade etti.

erft5
El-Cubeyr, Yeni Delhi'de Hindistan Dışişleri Bakanı Jaishankar ile yaptığı görüşmeden bir kare (Hindistan Dışişleri Bakanlığı)

Hayat, bölgedeki uluslararası hukuk ihlalleri, diğer ülkelerin egemenliğine yönelik saldırılar ve kontrolden çıkmış milisler göz önüne alındığında, anlaşmanın ‘Suudi Arabistan liderliğinde İslami bir dayanışmayı güçlendireceğini, dış müdahalelere karşı caydırıcı bir rol üstleneceğini ve Riyad ile İslamabad arasındaki mevcut stratejik ve askeri iş birliğinin taçlandırılması anlamına geldiğini’ belirtti.

defrgt
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Pakistan Başbakanı, savunma anlaşmasını imzaladıktan sonra (SPA)

Sudan ve Yemen'e odaklanma

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Sudan konusundaki uluslararası çabaları yürüten Uluslararası Dörtlü kapsamında da aktif rol oynadı. Veliaht Prens, Donald Trump’ı Sudan’daki savaşın durdurulması gerektiğine ikna ederek, Washington’un savaşın durdurulması ve insani krize müdahale konularında daha fazla devreye girmesini sağladı. Bu süreçte Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Riyad’da Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan’ı ağırlayarak çabaları destekledi.

Aralık ayında ise Yemen’in doğusundaki Hadramut ve el-Mehra vilayetlerinde Güney Geçiş Konseyi’nin (GGK) gerçekleştirdiği son askeri hareketler üzerine, Suudi bir heyet Tümgeneral Muhammed el-Kahtani başkanlığında bölgeyi ziyaret etti. Heyet, 10 gün süren incelemelerinde, Suudi Arabistan’ın meşru hükümeti destekleyen koalisyon lideri olarak krizi sona erdirme, çatışmayı çözme ve bölgedeki durumun normale dönmesini sağlama çabalarını sürdürdüğünü vurguladı.

Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi, doğu Yemen’deki gerilimi sona erdirmedeki Suudi rolünü övdü ve Hadramut ile el-Mehra’daki siyasi ve toplumsal aktörleri, devletin çabalarının arkasında birleşmeye çağırdı.

Siyasi analist Ahmed el-İbrahim, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, Suudi Arabistan’ın 2025 yılı dış politika performansını şu ifadelerle özetledi: “Suudi Arabistan savunma kapasitesini güçlendirdi, temkinli diplomasiyle tutumunu pekiştirdi ve Suriye ile Gazze Şeridi’ndeki savaşın durdurulması örneklerinde olduğu gibi net bir duruş sergiledi. Ayrıca, uluslararası düzeyde yeni bir arabuluculuk platformu kurarak, ihtiyaç duyulduğunda güvenle başvurulabilecek bir mekanizma oluşturdu.”


Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
TT

Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)

Ürdünlü bir yetkili, Kral Abdullah II ile eski İngiliz Başbakanı Tony Blair arasında 2003 Irak işgalinden önce Londra'da gerçekleşen görüşmede, Haşimi Hanedanlığı'nın Saddam Hüseyin sonrası Irak düzenlemelerinde rol almasına dair herhangi bir ima bulunduğunu yalanladı.

Yetkilinin Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalar, "görüşmeyle ilgili sızdırılan İngiliz belgelerine" dayanarak Ürdün hükümdarının bu fikri Blair ile gündeme getirdiğini iddia eden haberlere yanıt olarak geldi. Yetkili, bu haberlerin "Ürdün hükümdarına atfedilen eksiklikler ve yanlış iddialar içerdiğini" vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın elinde 25 Şubat 2003'te gerçekleşen toplantının Ürdün tutanaklarının bir kopyası bulunuyor ve bu tutanaklarda Ürdün hükümdarının Haşimi hanedanının Irak'taki rolüne dair herhangi bir öneride bulunduğuna dair bir şey yok. Aksine, tutanaklarda Saddam Hüseyin'in sürgüne gitmesi önerisinden bahsedildiği ve "bu öneriyi Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri sunmalı" denildiği belirtiliyor.


Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
TT

Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)

Bilgi sahibi bir Mısırlı kaynak, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, “Mısır güçlerinin Sina’daki varlığının, Mısır’ın ulusal güvenliğini korumaya yönelik olduğunu ve Kahire’nin bu konuda ne pazarlık ne de teşvik kabul edeceğini” söyledi. Kaynak, “Bu dönemde, söylentilerin aksine, herhangi bir baskı altında Sina’dan tek bir askerin bile çekilmediğini” vurguladı.

Kaynak, söz konusu meselenin ülkenin güvenliği ve iki yıldır şiddetli bir savaşa sahne olan bölgeyle olan sınırların korunmasıyla ilgili olduğunu belirtti. İsrail’in bu savaşı Mısır topraklarına doğru genişletme girişimlerine işaret eden kaynak, konunun başka dosyalarla ya da herhangi bir anlaşma ve pazarlıkla bağlantılı olmadığını ifade etti.

Kaynak ayrıca, Sina’daki Mısır askeri varlığının azaltıldığına dair İsrail basınında yer alan haberlerin, bu bölgede Mısır’ın askeri varlığının arttığından şikâyet eden ve uyarılarda bulunan raporlarla çeliştiğine dikkat çekti. Kaynak, iki ülke arasındaki barış anlaşmasında, ‘Mısır'ın ihtiyaç duyduğu zamanlarda güvenliğini korumak için bu varlığı sürdürmesine izin veren yeni hükümler olduğunu’ belirtti.

İsrail merkezli Bhol haber sitesi, Enerji Bakanı Eli Cohen’in, Mısır’la yapılan büyük doğal gaz anlaşması ile Mısır güçlerinin Sina’daki yeniden konuşlanması arasında doğrudan bir bağ bulunduğuna işaret ettiğini yazdı. Site, İsrail Ordu Radyosu’nun, anlaşmada Mısır ordusunun Sina’daki hareketlerini düzenleyen açık bir maddenin neden yer almadığını sorması üzerine Cohen’in, “Geçen hafta Mısır güçlerinin Sina Yarımadası’ndan çekildiğine dair yayımlanan haberleri okuduysanız, bunun sebepsiz olmadığını bilin” dediğini aktardı.

İsrail basınında yer alan haberlerde, Cohen’in anlaşmanın dört ay ertelenmesinin nedenlerinden birinin ‘Mısır’la barış meselesi’ olarak tanımladığı konuya bağlı olduğunu söylediği ifade edildi. Bu ifadenin, İsrail’in, Mısır’ın Sina’daki askeri varlığa ilişkin Camp David Anlaşması hükümlerine bağlılığı konusundaki endişesini yansıttığı değerlendirmesi yapıldı.

Söz konusu haberler, Mısır hükümetine muhalif bazı blog yazarları tarafından dolaşıma sokularak, İsrail baskısıyla Sina’daki Mısır askerî varlığının azaltıldığı iddiaları dile getirildi. Buna karşılık, Mısır yönetimine yakın isimler ise tüm göstergelerin Sina’da askerî tahkimatın artırılmasına yönelik bir planı işaret ettiğini savundu.

frgty
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, 2017 yılındaki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantısının oturum aralarında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi. (Reuters)

Mısır Basın Enformasyon Kurumu Başkanı Ziya Raşvan, söz konusu iddialara, medyaya yaptığı açıklamalarla yanıt vererek, ‘Sina’daki Mısır güçlerinin sayısının azaltılmadığını ve gaz anlaşmasının tamamen ticari bir konu olduğunu, siyasi hiçbir boyutunun bulunmadığını’ vurguladı. Anlaşmanın hükümetler arasında değil şirketler arasında yapıldığını belirten Raşvan, “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu anlaşma hakkında konuşurken, Mısır tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu durum, Mısır’ın üzerinde herhangi bir baskı olmadığını gösteriyor. İsrail’den gelen tüm söylentiler çelişkilidir ve kamuoyuna karşı sahte bir zafer yaratmaya yönelik bir çabadır” dedi.

Geçtiğimiz eylül ayında Axios internet sitesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD Başkanı Donald Trump’tan, Mısır’a Sina’daki mevcut ‘askeri yığınağı’ azaltması için baskı yapmasını istediğini bildirmişti.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığına göre, bu bilgilere sahip Amerikalı ve İsrailli yetkililer, Mısır’ın ‘yalnızca hafif silahların bulunduğu bölgelerde, bazıları saldırgan amaçlar için kullanılabilecek askeri altyapı inşa ettiğini’ iddia etmişti. Bu iddialar, 1979’daki barış anlaşmasına atıfta bulunarak, Mısır’ın anlaşmaya aykırı hareket ettiğini öne sürüyordu.

Mısırlı askeri strateji uzmanı Tümgeneral Semir Ferec, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, ‘Mısır’ın barış anlaşmasına tamamen sadık olduğunu ve herhangi bir ihlal yapmadığını, aksine İsrail’in Mısır sınırında yasa dışı varlık gösterdiğini’ belirtti. Ferec, “Mısır’ın Sina’daki askeri varlığı, ulusal güvenliği korumak ve sınırları güvence altına almak amacıyla gerçekleşiyor” dedi.

Ferec ayrıca, ‘gaz anlaşması nedeniyle Mısır’ın Sina’daki asker sayısını azaltma gibi bir durumun söz konusu olmadığını, bu tür iddiaların Netanyahu hükümetinin, kamuoyuna karşı kendisini güvenlik sağlıyormuş gibi göstermek amacıyla yaydığı asılsız söylentiler olduğunu’ ifade etti.

Ferec, Mısır’ın henüz ABD'nin Netanyahu ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi arasında bir anlaşma yapılmasına yönelik taleplerine dair resmi bir açıklama yapmadığını belirtti. Mısır’ın bu talepleri kabul ettiği iddialarına da tepki göstererek, ‘görüşme talebinde bulunan tarafın Netanyahu ve ekibi olduğunu’ vurguladı. Ferec, “Mısır, gaz anlaşmasının her iki ülkenin çıkarına hizmet edeceğini biliyordu. Bu anlaşma hükümetler arasında değil şirketler arasında yapılmış bir ticari anlaşmadır” ifadelerini kullandı.

Netanyahu, geçtiğimiz çarşamba akşamı, Mısır’a doğal gaz ihracatıyla ilgili 112 milyar şekel (yaklaşık 35 milyar dolar) değerinde bir anlaşmanın resmi olarak onaylandığını duyurdu. Netanyahu, ‘İsrail enerji sektöründeki en büyük gaz anlaşması’ olarak nitelendirilen anlaşmanın ‘İsrail için büyük bir başarı’ olduğunu söyledi.

Netanyahu ayrıca, anlaşmanın onaylanmasının ardından İsrail’in güvenlik çıkarlarının korunmasını sağlamak için yoğun müzakereler yapıldığını, ancak güvenlik nedenleriyle anlaşmanın detaylarına girmeyeceğini belirterek, sadece anlaşmanın onaylandığını duyurdu.