Yemen Cumhurbaşkanı: Arap ulus kimliğine darbe indirmeyi amaçlayan bir İran projesiyle karşı karşıyayız

Yemen Cumhurbaşkanı: Arap ulus kimliğine darbe indirmeyi amaçlayan bir İran projesiyle karşı karşıyayız
TT

Yemen Cumhurbaşkanı: Arap ulus kimliğine darbe indirmeyi amaçlayan bir İran projesiyle karşı karşıyayız

Yemen Cumhurbaşkanı: Arap ulus kimliğine darbe indirmeyi amaçlayan bir İran projesiyle karşı karşıyayız

Yemen Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi, “meşru hükümetin barışı artık bir savaş aracı ve bir emrivaki dayatmaktan başka bir şey olarak görmeyen bir düşmanla karşı karşıya olduğunu” vurguladı. Husi milislerin küstahlığı karşısında uluslararası toplumun acizliğinden duyduğu üzüntüyü dile getiren Cumhurbaşkanı Hadi, devletin yeniden kurulacağı, darbenin sona ereceği, milislerin barışa ve ulusal uzlaşmaya boyun eğeceği, siyasi hegemonya ve ırksal üstünlük yanılsamalarının son bulacağı güne dek mücadeleyi sürdürme sözü verdi. Ülkesinin inancı ve vatanı hedef alan, milisleri kullanarak Arap ulusu kimliğine darbe indirmeyi amaçlayan İran projesiyle karşı karşıya olduğunu da ekledi. Milislerin vatanı parçalayarak vatandaşları öldürmeyi, bu vatanda güzel olan ne varsa yok edebilecek her şeyi İran’a sağlamayı kabul ettiğini de vurguladı.
Hadi, dün Yemen'in 54'üncü bağımsızlık yılı münasebetiyle yaptığı konuşmada, her geçen yılın devleti yeniden kurma yolunun bir olmaktan geçtiğini tüm Yemenlilere kanıtladığını söyledi. Darbeci milislerin tüm barış girişimlerini küstah bir tavırla reddederek savaş seçeneğinin peşinden gittiğini, savaş, sabotaj ve şiddetin hakimiyet yolu olduğuna inanan sapkın bir devlete bağlılık yolunu seçtiklerini vurguladı. Husi milislerin böylece kendilerini ülkeyi suiistimal etmek, komşu ülkelere saldırmak, kurumları ve ekonomiyi baltalamak, vatandaşların haklarını ihlal etmek için kullanılan İran aracı haline getirdiklerini de söyleyen Hadi, “Bizler tüm barış girişimlerine olumlu icabet ettik, ancak maalesef kendimizi, barışı savaşa bir araç haline getiren ve emrivaki dayatan düşmanın karşısında buluyoruz. Bu küstahlık karşısında uluslararası toplumun ise çaresiz kaldığını görüyoruz” vurgusunda bulundu. Hükümetin önündeki yolun açık ve net olduğunu vurgulayan Hadi, “Yemen halkının, bedeli ne olursa olsun İran tecrübesini kabul etmeyeceği bilinmeli” ifadelerine başvurdu.
Efendiler ile köleler devrinin bir daha yaşanmamak üzere son bulduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Hadi, aylardır Marib'e kapsamlı bir askeri saldırı düzenleyen Husi milislerin dünyanın savaşı durdurma yönünde sunduğu tüm seçenekleri ellerinin tersiyle ittiklerini, çoğu çocuk binlerce Yemenliyi hiçbir vicdani ve sorumluluk duygusu olmadan ölümün kucağına attıklarını vurguladı. Arap Yarımadası'nın savunma kapısı Marib'in düşmeyeceğini, kehanet projelerinin Yemen kahramanlığına dayanamayacağını ifade eden Hadi, “Şanlı zafer geliyor” açıklamalarında bulundu.
“Tüm kirli yöntemlerle ulusal para birimini etkilemek için şiddetli bir ekonomik saldırı başlatan milisler, halkın geçim kaynağından, yardım yağmacılığından, kaçakçılık politikası ve karaborsa ticaretinden beslenen paralel bir ekonomi kuruyor” ifadelerine başvuran Cumhurbaşkanı Hadi, elinden geldiğince buna karşı koymaya çalışan hükümetin ekonomik durumu günlük olarak takip ettiğine, bu ekonomik savaşı kazanma uğruna mümkün olan her şeyi yapacağına dikkati çekti. Aynı zamanda şöyle ekledi:
“Bu da yüzleşmemiz gereken başka bir savaş; bunu tek bir para birimi, halkın desteği ve Allah’ın yardımı ile başaracağız. Bu yönde, bu milislerle savaşımıza başından itibaren tüm samimiyeti ve sadakati ile dahil olan Suudi Arabistan Krallığı'ndaki kardeşlerimizin dürüst ve samimi tutumuna sırtımızı dayıyoruz. Siyasi, askeri, insani ve ekonomik alanlarda Yemen halkına ilk desteği veren bu kardeşlerimize onları tanıyan Yemenlilerin tümü güveniyor; Suudi Arabistan’ın kararlı ve umutlu krallığının her zaman yanlarında olacağını, onlara en iyi desteği vereceğini biliyor.”
Yurtiçi veya dışındaki tüm Yemenlileri partizanlık ve bölgecilik yaparak aradaki farkları besleyip anlaşmazlığa sürüklemeye çalışan herkese karşı durmaya çağıran Cumhurbaşkanı Hadi, İran ve Husi işgaline vatanın her toprağında, Batı kıyısı, Taiz, ed-Dali, Şebve, Marib, Cevf, el-Beyda’da karşı koyanların vatanın kahraman evlatları olduğuna da dikkat çekti.
Son olarak ise “Hiç bir yolsuzluğa ve hukuka aykırı uygulamalara müsamaha göstermeyeceğiz. Milislere karşı savaşımızla meşguliyetimiz, bu zor koşullardan yolsuzluk yapmak için yararlananlarla yüzleşmemize engel olmayacaktır. Bugün kim ve nerede olurlarsa olsun bu insanların savaş meydanlarında vatanı savunan evlatlarımızı öldürenlerden hiçbir farkı yoktur” vurgusunda bulundu.



Gazze Ateşkesi: BM Güvenlik Konseyi'nin kararının ardından ne olacak?

Filistinliler, İsrail ordusunun Gazze'ye düzenlediği askeri operasyonun ardından yerinden edilmiş kişilerin çadırlarını kurdukları bölgeyi inceliyor, 22 Kasım 2025 (AFP)
Filistinliler, İsrail ordusunun Gazze'ye düzenlediği askeri operasyonun ardından yerinden edilmiş kişilerin çadırlarını kurdukları bölgeyi inceliyor, 22 Kasım 2025 (AFP)
TT

Gazze Ateşkesi: BM Güvenlik Konseyi'nin kararının ardından ne olacak?

Filistinliler, İsrail ordusunun Gazze'ye düzenlediği askeri operasyonun ardından yerinden edilmiş kişilerin çadırlarını kurdukları bölgeyi inceliyor, 22 Kasım 2025 (AFP)
Filistinliler, İsrail ordusunun Gazze'ye düzenlediği askeri operasyonun ardından yerinden edilmiş kişilerin çadırlarını kurdukları bölgeyi inceliyor, 22 Kasım 2025 (AFP)

Nebil Fehmi

Gazze ateşkes anlaşmasını, çeşitli iç nedenlerden dolayı çeşitli tarafların, özellikle de Hamas ve İsrail’in gönülsüzce kabul ettiği gerekli bir anlaşma olarak gördüm. Anlaşma, mecazen “garantör devletler” olarak adlandırılan ABD, Mısır, Katar ve Türkiye tarafından kabul edildi ve nedeni de bu ülkelerin, İsrail'in Gazze'deki toplu katliamlarını ve Gazze sakinlerinin açlıktan ölmeye devam etmesini, bunun bölgesel ve uluslararası konumlarına yönelik etkilerini kabul etmekte zorluk çekmeleriydi.

 

Elbette, anlaşma gönülsüzce sağlandı ve Mısır'ın, bölgesel ve uluslararası liderlerin katıldığı Şarm el-Şeyh Konferansı'nda sunduğu sağlam siyasi teklifi desteklemekle birlikte, anlaşmanın 20 maddesinin sadık kalınarak, kapsamlı bir şekilde uygulanarak hayata geçirilmesinin çok sayıda risk ve tehlike ile karşı karşıya kalacağının en başından beri farkındaydım. Gazze Şeridi için geçici uluslararası ve Filistinli idari organların oluşturulması ve yetkilendirilmesi, güvenlik düzenlemeleri, uluslararası gücün yetkilendirilmesi ve Gazze’nin yeniden inşası ve kalkınmasıyla ilgili insani yardım sağlanması da dahil olmak üzere birçok unsurun hayata geçirilmesinde yoğun müzakereler, ölçülü duruşlar ve meşruiyet ilkelerine bağlılık gerekiyor. Tüm bunlar, İsrail güçlerinin geri çekilmesiyle ilişkilendirilmeli ve tüm süreç, İsrail ile birlikte yaşayacak egemen bir Filistin devleti kurulması bağlamında ele alınmalı. Dolayısıyla tüm bu unsurlara Filistinli bir renk de kazandırılmalı ve buna saygı duyulmalı.

Tüm bu nedenlerden dolayı ve beklenen zorlukların, kapsamlı diplomatik eylem gerekliliğinin bilincinde olarak, güçlendirilmesi ve pekiştirilmesi gerektiği için Gazze anlaşmasını mecazi olarak, kurşun kalemle yazılmış bir çerçeve anlaşmasına daha yakın bir anlaşma olarak tanımladım. BM Güvenlik Konseyi tarafından uygun bir süreçle uluslararası alanda onaylanmasını talep ettim ve talep etmeye devam ediyorum. BM'nin Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını teyit eden çok sayıda karar yayınladığı, ayrıca, İsrail'in meşruiyetinin temelini oluşturan ve bir Filistin devletinin kurulmasına bağlı olan Taksim Planı'nı yayınlayan kuruluş olduğu göz önüne alındığında, uluslararası hukukla uyumlu olması için bu şarttır.

Bu nedenlerden dolayı, ABD ve daha sonra Rusya, Güvenlik Konseyi'ne bir karar taslağı sunduğunda ne aşırı endişelendim ne de aşırı iyimserliğe kapıldım. Başkan Trump ve yönetimine ait bir anlaşmanın uygulanması bekleniyorsa, ABD'nin Konsey kararlarına ortak olması veya bunlarla uyumlu olması doğal ve mantıklı olduğundan endişeli değildim. Ancak, taslak kararın başlangıçta ABD tarafından ilgili Arap taraflarıyla yeterli istişare yapılmadan sunulması nedeniyle iyimser de değildim. Üstelik yönetim, en başından kararın unsurlarının müzakere edilemez olduğunu deklare etti ki bu, medyan okuyan ve ciddiyetsiz bir tavırdı çünkü herkes, hükümlerinin Gazze Anlaşması'nın hedefleriyle uyumlu olmasını sağlamak için müzakere edilmeden kararın kabul edilmeyeceğini biliyordu. Dahası, Konsey'in diğer üyeleri, özellikle de daimi üyeler, tek taraflı, İsrail yanlısı bir ABD yönetiminin Konsey'in kararlarını ve yönünü tekeline almasından rahatsız olurdu.

Bu konuda bir Güvenlik Konseyi kararının mümkün olan en kısa sürede yayınlanmasını desteklesem de –kaldı ki bunu öneren ilk kişi ben olabilirim- ilk Amerikan taslak kararının üslubu ve içeriği hakkında bazı çekincelerim vardı. Çekincelerimin en önemli nedenlerinden biri, metin ve prosedürler ile nihai bir çözüm ve “iki devletli çözüm” arasında yeterince bağlantı kurulmamasıydı. Ayrıca, İsrail'in yükümlülüklerinden kaçma ve statükoyu korumak için başkalarının ihlallerini bahane olarak kullanma gibi tipik uygulamalarına karşı güvencelerden de yoksundu. Bu durum, karar aracılığıyla İsrail işgalini fiilen meşrulaştırıyor. Ayrıca, ABD'nin İsrail'e yönelik taraflı tutumunun ve herhangi bir başarısızlıktan dolayı onu sorumlu tutmayı reddedeceğinin de farkındayım. Yine taslak karar, Güvenlik Konseyi'nin uluslararası barış ve güvenliği sağlama sorumluluğunu da dikkate almadı.

Çatışmaların barışçıl çözümü bağlamında, zorluklar ve koşullarla başa çıkmanın en iyi yolunun, ister kabul ederek, ister değiştirerek veya reddederek, bunları objektif bir şekilde ele almak olduğuna her zaman inandım. Bu arada, alternatif fikirler önerilmeli, Şarm Şeyh'te Mısır’ın yaptığı teklifi destekleyen uluslararası ivmeden yararlanmak için yoğun ve çok yönlü diplomatik temaslar yürütmeli, aynı zamanda nihai metinleri, uluslararası hukuka uygunluklarına göre onaylamaya veya reddetmeye hazırlanılmalı. ABD'nin, taslak karar Konsey tarafından kabul edilmeden önce, Arap ve İslam ülkelerinden gelen gözlemleri karşılıksız bırakmayan bazı küçük değişiklikler içeren çeşitli versiyonlarını sunmuş olması, bu değerlendirmenin geçerliliğinin bir göstergesi. Bu değişiklikler arasında İsrail tarafını büyük ölçüde rahatsız eden, kendi kaderini tayin hakkı ile Filistin devletine yapılan atıftı.

Güvenlik Konseyi'nin 17 Kasım Pazartesi günü 13 lehte ve Rusya ile Çin'in çekimser oylarıyla kabul ettiği kararla birlikte, tüm maddelerinin uygulanması yakından izlenmelidir. Bu, Şarm Şeyh'te yorumlandığı şekliyle ateşkes anlaşmasının hedeflerini korumak, İsrail'in olağan oyalama taktiklerine karşı koymak, uluslararası meşruiyetin temel unsurlarını aksaklık veya değişiklik olmaksızın güvence altına almak için elzemdir. Nihai hedef, özellikle İsrailli yetkililerin bunu reddettiklerine dair defalarca işaretler verdikleri göz önüne alındığında, İsrail ile komşu bir Filistin devletinin kurulmasıdır.

Anlaşmanın uygulanışını, elde edilen kazanımları korumak ve Güvenlik Konseyi kararının bir ilerleme mekanizması olarak hizmet etmek yerine çözüme engel oluşturmak için kullanılmasını önlemek amacıyla bazı noktaları yakından izlemenin yolları var.

İlk olarak, İsrail işgalinin sona erdirilmesinin amacının kapsamlılığını ve gerekliliğini vurgulamak için Arap, İslam ve diğer ülkelerle temasların yoğunlaştığına şahit olmalı ve İsrail'in Gazze Şeridi'nden çekilmeye devam etmesinin yakından ve kararlı bir şekilde izlenmesini sağlamalıyız.

İkinci olarak, durumu ve anlaşma hükümlerinin uygun şekilde uygulanıp uygulanmadığını takip etmek üzere Arap, İslam ve diğer ülkelerden oluşan teknik komitelerin oluşturulması faydalı olacaktır. Bu, herhangi bir ihlal konusunda Amerikan tarafıyla üst düzey siyasi temasların önünü açacaktır.

Üçüncü olarak, temaslar yoğunlaştırılmalı, insani yardım artırılmalı ve Gazze'nin yeniden inşası için çalışmalar başlatılmalıdır. Mısır'ın bir insani yardım konferansı düzenleme girişimi bunun en iyi örneğidir.

 Dördüncüsü, krizin asıl nedeninin Filistin'in durumu değil, İsrail politikaları olduğuna dair inancıma rağmen, Filistin Ulusal Otoritesi’nin Suudi Arabistan ve Fransa'nın sponsor olduğu BM konferansının kararları doğrultusunda öz reform sürecini hızlandırması yararlı olacaktır. Bu, İsrail ve ABD'ye ilerlemeyi durdurma bahanesi vermemek, Gazzeli kurumların Filistin kimliğini pekiştirmelerini kolaylaştırmak ve Batı Şeria'dan ayrılmalarını önlemek için hayati önem taşımaktadır. İsrail'in geri çekilmede gecikmesi de endişe vericidir, çünkü Gazze'yi İsrail tarafından güvenli bir bölge ve izole bir Filistin bölgesi olarak ikiye bölme planlarına dair çok sayıda haber bulunmaktadır.

Beşinci olarak, bu bağlamda, uluslararası toplumun büyük çoğunluğunun, Şarm Şeyh’in yorumladığı şekliyle Gazze Anlaşması'nın daha geniş bir yorumunu benimseme taahhüdünden yararlanmalıyız. Bu, sonunda statükoyu meşrulaştıran kısmi ve aşamalı bir anlaşmaya varılmaması için önemlidir. Zira İsrail, Filistin sorununu çözme ve bağımsız bir Filistin devleti kurma sürecinin bir parçası olarak, anlaşmanın Gazze'den çekilme ile ilgili bölümünü tam olarak uygulama konusunda gerçek bir niyet göstermiyor.


Cinayet suçu ve mezhepçi mesajlar: Humus’ta sivil barışı kim hedef alıyor?

Halep’te Suriye İçişleri Bakanlığı güvenlik personeli, 18 Kasım 2025 (AFP)
Halep’te Suriye İçişleri Bakanlığı güvenlik personeli, 18 Kasım 2025 (AFP)
TT

Cinayet suçu ve mezhepçi mesajlar: Humus’ta sivil barışı kim hedef alıyor?

Halep’te Suriye İçişleri Bakanlığı güvenlik personeli, 18 Kasım 2025 (AFP)
Halep’te Suriye İçişleri Bakanlığı güvenlik personeli, 18 Kasım 2025 (AFP)

İsmail Derviş

Suriye’nin merkezindeki Humus şehri, şehrin güneyindeki Zaydal beldesinde bir adam ve karısının öldürülmesinin ardından güvenlik olaylarına sahne oldu. Adam ve karısı evlerinde ölü bulundu. Kadının cesedi yanmış ve evin duvarlarına mezhepçi sloganlar yazılmıştı.

Humus İç Güvenlik Komutanı Tuğgeneral Murhaf el-Nasan, yetkili makamların ihbarı aldıktan sonra derhal bölgeyi güvenlik kordonu altına aldığını ve delilleri topladığını söyledi. Suçun nasıl işlendiği, fail ya da faillerin kimliğinin tespit edilmesi ve yargı karşısına çıkarılmaları için kapsamlı bir soruşturma başlatılırken, sivillerin güvenliği ve bölgedeki istikrarı sağlamak için gerekli önlemler alındığını belirten Nasan, “Anlaşmazlık tohumları ekmeyi ve mezhepçi söylemleri alevlendirmeyi amaçlayan bu suçu kınıyoruz” dedi. Nasan, bölge sakinlerine itidal gösterip herhangi bir tepki göstermemeleri çağrısında bulunan Nasan, soruşturmayı sorumluluk ve tarafsızlık içinde çalışan yetkili makamlara bırakarak faillerin yakalanması ve güvenliğin sağlanması için çalışıldığını belirtti.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre  Humus’un el-Beyada ilçesi başkanı Mustafa Dahman, yaptığı açıklamada, “Pazar sabahı Humus şehrinde bir çiftin öldürüldüğü ihbarını aldıklarını ve şehirde menfur bir suç işlendiğini söyledi. İhbarı alır almaz, ekiplerimiz olay yerine giderek gerekli soruşturmaları başlattı. Olayın ardından, kurbanların yakınları tarafından bazı aşırılıklar yaşandı ve bu da bazı mülklerin zarar görmesine ve bazı masum insanların yaralanmasına neden oldu. Bu durum, iç güvenlik güçlerinin gerginliğin yaşandığı tüm mahalleleri kapsayan bir güvenlik kordonu oluşturarak bölgeyi hemen kapatmasına neden oldu. Ayrıca, şehirde saat 17:00'den ertesi gün saat 05:00'e kadar sokağa çıkma yasağı uyguladık. Durum şu anda tamamen kontrol altında ve ekiplerimiz her yere konuşlandırıldı” dedi.

Dahman, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Vatandaşlarımıza, kargaşayı kışkırtanların tuzağına düşmemeleri için çağrıda bulunuyoruz. Suç mahallinde bulunan mezhepçi sloganlar, kaosu kışkırtmanın açık ve kasıtlı olduğunu ortaya koyuyor. Amacın bu güvenli şehrin huzur ve güvenliğini bozmak olduğu açık.”

Olayın ayrıntıları

Yerel kaynaklar, kurbanların Abdullah el-Abud ve eşi olduğunu bildirdi. Humus'ta tanınmış Beni Halid aşiretinden olan çiftin cinayetinin ardından, aşiretin genç erkekleri cinayetin işlendiği mahalleye saldırdı. Bunun üzerine güvenlik güçleri bölgeye sevk edilerek durumu kontrol altına aldı ve mahalle sakinleri arasında mezhepsel çatışmanın çıkmasını önledi. Savunma Bakanlığı, kurbanların ailelerine bu suçun cezasız kalmayacağına dair güvence verdi. Ancak, aynı zamanda bölge sakinlerine konuyu yetkili makamlara bırakmaları, çatışmaya çağrılarına kapılmamaları ve şehirde sükuneti korumaları çağrısında bulundu.

Kurbanların üyesi olduğu Beni Halid aşireti başta olmak üzere aşiretler işlenen cinayeti kınayan ortak bir bildiri yayınladı. Bildiride, suçun işlendiği bağlamda kullanılan kışkırtıcı dilin, amacın bölgede çatışmayı körüklemek, güvenlik gerginliği yaratmak ve toplumda bölünmeler oluşturmak olduğunu açıkça gösterdiğine vurgu yapıldı. Bildiride yetkili makamların failleri tespit edip adalete teslim ederek hak ettikleri cezayı almalarını sağlamak için üzerlerine düşen görevi yerine getirmeleri, devleti ve güvenlik önlemlerini tam olarak desteklemeleri ve kabileyi çatışmaya sürüklemeye yönelik her türlü girişimden kaçınmaları çağrısında bulunuldu. Ayrıca Humuslulara itidalli davranmaları, yetkili makamlarca yayınlanan genelgelere tam olarak uymaları, sivil barışı ve komşuluk haklarını korumak için ulusal ve sosyal sorumluluklarını yerine getirmeleri ve her türlü kışkırtmadan kaçınmaları çağrısı yapıldı.

Olayın siyasi ve sosyal boyutları

Suriye Sosyal Kalkınma Merkezi Başkanı Rıdvan el-Atraş, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada, “Humus'taki cinayetler ve Beni Halid aşiretinin bu çatışmaya karışması, siyasi ve sosyal sonuçlar doğuruyor. Suriye'de mezhepçi gerilimin tırmanması da dahil olmak üzere geniş kapsamlı yansımaları olabilir. Aşiretler ve mezhepler arasındaki cinayetler ve misilleme kampanyaları, Suriye’de mezhepsel gerilimin tırmanmasına yol açabilir. Suriye toplumları mezhepsel ve dini çeşitlilikleriyle bilinir ve bu tür olaylar kaosa yol açabilir ve sivil barışa yönelik en büyük tehditlerden biri olan mezhepsel çatışmaları şiddetlendirebilir” ifadelerini kullandı.

Suriye hükümetinin ülkenin istikrarını koruma konusunda zaten önemli zorluklarla karşı karşıya olduğunu ve mezhepçi gerilimlerin bu istikrarı tehdit ederek ulusal birliğin kalbine darbe vurabileceğini düşünen Atraş, bunun yanında azınlıkları koruduğunu iddia eden İsrail gibi birçok dış gücün, bu tür gerilimlerden yararlanarak Suriye'nin iç işlerine müdahaleyi artırabileceğinin altını çizdi. Atraş, İsrail veya dış güçlerin yanı sıra, hükümete muhalif Suriyeli partilerin de yaşananlardan faydalanabileceğini de sözlerine ekledi.

Sorumlu kim? Bu durumdan kim kazanç sağlıyor?

Bu olayın arkasındaki kişilerin şüphesiz mezhep kökenli çatışmaları körüklemeyi amaçladığını, çünkü bu tür olayların Suriye toplumunun farklı kesimleri arasındaki güveni zedelediğini ve bunun da hükümete muhalif olan belirli grupların çıkarlarına hizmet ettiğini belirten Atraş, diğer taraftan Suriye içinde mezhepsel bölünmeleri güçlendirmek için sert bir söylem benimseyen ve kendi gündemleri için mezhep kökenli şiddet ortamı yaratmaya çalışan grupların da olduğunu vurguladı. Atraş’a göre hükümetin bu sorunu çözmek için öncelikle olayla ilgili kapsamlı ve şeffaf bir soruşturma yürütmesi önündeki en iyi seçenek. Bu soruşturma tarafsız olmalı ve tüm ilgili tarafları kapsamalı. Böylece suçun sorumluları ve çatışmayı kışkırtanların kimler olduğu belirlenebilir. Bu da hükümet kurumlarına güvenin yeniden tesis edilmesi için önemli bir adım olacak.

Şam yönetiminin medyayı sakinleştirmek için çabalarını artırması ve medyanın da mezhep ya da aşiret kökenli çatışmaları körükleyebilecek herhangi bir açıklamayı yayınlamaktan kaçınması gerektiğini vurgulayan Atraş, hükümetin mezhep ya da aşiret kökenli çatışmaları kışkırtma girişimlerine müsamaha göstermeyeceğini kanıtlaması ve bununla çelişmeyecek şekilde ulusal birlik mesajına odaklanmasının önemli olduğunu kaydetti.

Neden Humus?

Öte yandan Suriyeli siyasi analist Ahmed Şehade, Humus'ta yaşananların, Suriye’nin Arap ülkeleri ve ABD ile yakınlaşmasının ardından ülkeyi istikrarsızlaştırmak amacıyla İran'ın desteklediği eski rejimin kalıntıları tarafından kasıtlı olarak gerçekleştirilen bir eylem olduğunu düşünüyor.

Şehade, Independent Arabia’ya verdiği röportajda, cinayetin Humus’ta işlendiğini, bunun nedeninin şehrin Lübnan sınırına yakınlığı ve Irak tarafında çöl bölgesine doğru açılması olduğunu söyledi. Humus’un Suriye'nin merkezi bir bölgesi ve önemli mezhepsel, dini ve aşiret çeşitliliğine sahip olduğunu belirten Şehade, “Bu yüzden bu cinayet, bölgede mezhepsel çatışmaları körüklemek ve kabile ve mezhep gerilimlerini tırmandırmak amacıyla özenle planlanmıştı. Daha spesifik olarak, amaç bir tarafı kışkırtmak ve tepki vermeye zorlamaktı. Karşılık, daha sonra mağduriyet için bir bahane olarak kullanıldı. Bugün vatandaşlar için çözüm, olayı soruşturan ve kamu güvenliğini sağlayan devlet kurumlarına güvenmekten geçiyor” ifadelerini kullandı.

Sonuç olarak Suriye'nin orta kesimlerindeki Humus’ta, bir adam ve karısının öldürülmesi ve olay yerinde duvarlara mezhepçi sloganların yazılmasıyla geniş çaplı güvenlik gerginlikleri yaşandı. Bu olay, sivil barışın hedef alındığına dair endişeleri artırdı. Ancak yetkililer, bölgeyi hızla kordon altına aldı ve sokağa çıkma yasağı uygularken durumu tamamen kontrol altına aldıklarını açıkladılar. Öte yandan kurbanların mensup olduğu Beni Halid aşireti, olayın amacının güvenlik durumunu istikrarsızlaştırmak ve mezhepçi gerilimleri alevlendirmek olduğunu öne süren analizler üzerine, itidal ve devlete güven çağrısında bulunarak halkı çatışmaya sürüklenmemeleri için uyardı. İç ve dış güçlerin bu olayı, toplumsal bölünmeler yaratmak ve şehrin istikrarını bozmak için kullanmaya çalıştığı yönünde bazı teoriler de ortaya atıldı. Ülkedeki sivil barışın geleceği, ilki Suriye toplumunun farkındalığı, ikincisi ise hükümetin adaleti sağlayacak, kurbanlara haklarını verecek ve kamu güvenliğini sağlayacak kararlar alma becerisi olmak üzere iki faktöre bağlı kalmaya devam ediyor.


İsrail tarafından öldürülen Hizbullah’ın askeri kanadının lideri Heysem Ali Tabatabai kimdir?

İsrail'in dün düzenlediği saldırıda öldürülen Hizbullah lideri Ali Tabatabai (Sosyal medya)
İsrail'in dün düzenlediği saldırıda öldürülen Hizbullah lideri Ali Tabatabai (Sosyal medya)
TT

İsrail tarafından öldürülen Hizbullah’ın askeri kanadının lideri Heysem Ali Tabatabai kimdir?

İsrail'in dün düzenlediği saldırıda öldürülen Hizbullah lideri Ali Tabatabai (Sosyal medya)
İsrail'in dün düzenlediği saldırıda öldürülen Hizbullah lideri Ali Tabatabai (Sosyal medya)

Hizbullah tarafından dün yapılan açıklamada, İsrail'in Beyrut'un güney banliyölerine düzenlediği hava saldırısında hayatını kaybeden askeri kanadının lideri Heysem Ali Tabatabai’yi yitirdiğini duyurdu.

Hizbullah, Tabtabai ile birlikte öldürülen 1979 doğumlu Kasım Hüseyin Bercavi (Melak), 1989 doğumlu Mustafa Esad Baru (Hacı Hasan), 1982 doğumlu Rıfat Ahmed Hüseyin (Ebu Ali) ve 1990 doğumlu İbrahim Ali Hüseyin (Amir) adlı dört üyesi için taziye mesajı yayınladı.

Açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Hizbullah, gurur ve onurla, direniş halkına ve Lübnan halkına, Beyrut’un güneyindeki Dahiye bölgesindeki Hureyk Mahallesi’ne yapılan hain İsrail saldırısı sırasında Lübnan ve halkını savunurken şehit düşen büyük cihatçı lider, şehit Heysem Ali Tabatabai’nin (Seyyid Ebu Ali) vefatını duyurur.”

Açıklama şöyle devam etti:

“Büyük lider, uzun bir bekleyişin ve cihad, dürüstlük, samimiyet, direniş yolunda kararlılık ve kutsal hayatının son anına kadar İsrail düşmanıyla yorulmak bilmeden mücadeleyle dolu bir yolculuğun ardından şehit kardeşlerinin yanına katıldı. Topraklarını ve halkını savunma mücadelesinde asla yorulmadı veya yılmadı, hayatının başından itibaren direnişe adadı. Bu direnişin güçlü, onurlu ve yetenekli kalması, vatanı koruması ve zaferler kazanması için temellerini atan liderlerden biriydi. Mücahitler, tüm şehit liderlerin kanını taşıdıkları gibi onun saf kanını da taşıyacaklar ve Siyonist düşmanın ve onun destekçisi ABD’nin tüm planlarını bozmak için kararlılık ve cesaretle ilerleyecekler.”

İsrail, Ekim 2023 ile Kasım 2024 arasında süren ve ABD'nin arabuluculuğunda ateşkesin sağlandığı savaş sırasında, İran destekli Hizbullah liderlerinin çoğunu ortadan kaldırmıştı.

Ancak, İsrail ile son savaşının ardından Hizbullah’ın askeri komutanlığına atanan Tabtabai, İsrail tarafından ateşkesin ardından Hizbullah'ın üst düzey bir üyesine düzenlenen bir operasyonda öldürüldü.

Tabtabai’nin Hizbullah saflarındaki yükselişi

Lübnanlı üst düzey bir güvenlik kaynağı, Tabtabai'nin Lübnan'da İranlı bir baba ve Lübnanlı bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldiğini söyledi. Kaynak, Tabtabai'nin Hizbullah'ın kurucu üyesi olmadığını, ancak Suriye ve Yemen'de müttefikleriyle birlikte grubun güçlerinin yanında savaşmış olan grubun ‘ikinci nesil’ üyelerinden biri olduğunu belirtti.

İsrail ordusu, Tabtabai'nin 1980'li yıllarda Hizbullah'a katıldığını ve Hizbullah'ın seçkin birimi Rıdvan Gücü de dahil olmak üzere birçok üst düzey pozisyonda görev yaptığını açıkladı. İsrail, geçtiğimiz yıl Lübnan'ı karadan işgal etmeden önce Rıdvan Gücü'nün liderlerinin çoğunu öldürdü.

İsrail ordusunun açıklamasında, geçtiğimiz yılki savaş sırasında Tabtabai'nin Hizbullah'ın operasyon bölümünü yönettiği ve diğer üst düzey komutanlar ortadan kaldırıldıkça rütbesini yükselttiği belirtildi.

Açıklamada, ateşkes yürürlüğe girer girmez Tabtabai'nin Hizbullah’ın askeri komutanlığına atandığı ve ‘İsrail ile savaşa hazırlıklarını yeniden sağlamak için yoğun bir şekilde çalıştığı’ da eklendi.

Reuters'a konuşan Lübnanlı bir güvenlik kaynağı, Tabtabai'nin diğer üst düzey Hizbullah yetkililerinin öldürülmesinin ardından hızla terfi ettiğini ve geçtiğimiz yıl askeri komutan olarak atandığını doğruladı.

İsrail merkezli Alma Araştırma ve Eğitim Merkezi, Tabtabai'nin Suriye'de ve Lübnan savaşı sırasında İsrail'in diğer saldırılarından da sağ kurtulduğunu belirtti.

ABD’nin Adalet için Ödül Programı, Tabtabai hakkında bilgi verenlere 5 milyon ABD dolarına kadar ödül vaat etmişti. Program, Tabtabai'nin Suriye ve Yemen’deki eylemlerinin, Hizbullah’ın bölgesel istikrarsızlık faaliyetlerini desteklemek için eğitim, ekipman ve asker sağlama çabalarının bir parçası olduğunu belirtti.

ABD Dışişleri Bakanlığı, 26 Ekim 2016 tarihinde Tabatabai'yi değiştirilmiş 13224 sayılı Yürütme Kararnamesi (EO) uyarınca Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terörist (SDGT) olarak tanımladı.

Bu tanımlama çerçevesinde Tabtabai'nin ABD yargısı yetkisine tabi tüm mülkleri ve mülkiyet hakları donduruldu. ABD vatandaşlarının Tabtabai ile herhangi bir işlem yapması genel olarak yasaklandı. ABD'nin yabancı terör örgütü olarak tanımladığı Hizbullah'a bilerek destek sağlamak, maddi destek veya maddi kaynaklar sağlamaya teşebbüs etmek veya bunları sağlamak için komplo kurmak da suç teşkil ediyor.