Askeri hamleler, Etiyopya’daki siyasi sorunu çözebilir

Uluslararası ve bölgesel arabuluculuk çabaları, Etiyopya’daki iç savaşın sona ermesi için müzakereler yürütülmesi çağrısında bulunuyor

Addis Ababa hükümetine karşıtı Tigray güçlerinden bir asker (AP)
Addis Ababa hükümetine karşıtı Tigray güçlerinden bir asker (AP)
TT

Askeri hamleler, Etiyopya’daki siyasi sorunu çözebilir

Addis Ababa hükümetine karşıtı Tigray güçlerinden bir asker (AP)
Addis Ababa hükümetine karşıtı Tigray güçlerinden bir asker (AP)

Mana Abdulfettah
Etiyopya’yı etnik bir savaşa sürükleyen Tigray olayı, askeri bir temelde başlamadı. Daha ziyade birden fazla etnik kökene sahip ülkelerde patlak veren siyasi bir meseleydi. Ama çatışma tarafları, tansiyonu ve karşıt askeri gerginliği tırmandırmayı seçti. Geriye ise diyalog aracı olarak silah seslerinden başka bir şey kalmadı.
ABD’nin Etiyopya’daki çatışmaya ‘askeri bir çözüm’ olmadığı uyarısından sonra, krizi çözmek için çeşitli siyasi seçenekler sunuldu. Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed’in hükümetteki görevlerini yardımcısı Demeke Mekonnen’e devrettikten sonra kuvvetleriyle birlikte savaş alanına gitmesiyle askeri seçenek de güçlendi.

Askeri boyut
Tigray çatışmasının başlangıcından bu yana, Etiyopya hükümeti orada devam eden savaşın askeri yönlerine dikkat çekmeye hevesliydi. Çatışmanın hızı, uluslararası ve bölgesel seslerin askeri tırmanışın sona erdirilmesi ve savaşın durdurulması için müzakerelerin gerekliliği çağrısında bulunmasının ardından da arttı. Etiyopya kuvvetleri, iki yönde hareket ediyor. İlk yön, Etiyopya Hava Kuvvetleri’nin Tigray’ın başkenti Mekelle şehrine insansız hava aracı saldırıları düzenlemeye devam etmesi.
Ancak ikinci yön ise, Abiy Ahmed’in Tigray güçleriyle savaşan Federal Ordu ile ön cephede üniformalı göründüğü ülkenin kuzeydoğusundaki Afar Bölgesi’nde yürütülüyor.
Hükümet, Abiy Ahmed’in cephede görünmesinden iki gün sonra yaptığı açıklamada, “Ulusal Savunma Kuvvetleri Başkomutanı Abiy Ahmed liderliğindeki Federal Ordu, Afar eyaletindeki Kasagita ilçesini, Burka ilçesini ve Chifra’yı çevreleyen dağları kurtarmayı başardı. Ordu, Amhara bölgesindeki Kambolcha şehrine doğru ilerliyor” ifadelerini kullandı. Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) güçleri, Kasım ayı başlarında Desi ve Hamisi’ye ek olarak buranın kontrolünü ele geçirmişti.
TPLF güçleri, başkent Addis Ababa’ya girmek ve bir geçiş hükümeti kurmak için ilerlemelerini sürdürme taahhüdünde bulunurken, Etiyopya hükümeti ise Abiy Ahmed ve güçlerine hizmet edecek çok sayıda zafere ihtiyaç duyuyor. Resmi daha da karmaşıklaştıran şey, ‘hükümet güçleri ile Tigray güçleri arasındaki tartışmalı Chifra bölgesinin, Etiyopya ile Cibuti limanını birbirine bağlayan Mili karayolu üzerinde bulunması’ ve ‘Tigray güçlerinin, savaşın kuralları tekrar değişmedikçe Afrika Boynuzu’ndaki stratejik yolun ve ana limanın kontrolünü ele geçirecekleri önemli noktalardan birini kaybetmesi’.
Bu yeni stratejik yönler için en önemli kriterler arasında, federal hükümetin Cibuti limanından gelen Etiyopya ithalatının yüzde 90’ını kaybederek daha da kötüleşecek olan ekonomik durumu kurtarmaya çalışması yer alıyor.

Yollar ve duraklar
ABD’nin Etiyopya krizine yönelik tutumu birkaç aşamadan geçti. İlk olarak, daha önce Nahda (Rönesans) Barajı krizini çözmek için askeri seçeneği destekleyen eski Başkan Donald Trump döneminin sona ermesiyle birlikte Kasım 2020’de Tigray çatışmasını patlak verdiği dönem. Bu, ABD’nin Etiyopya pahasına Mısır ve Sudan’ı desteklediği ve bunun Tigray çatışması ve Sudan- Etiyopya sınırı da dahil olmak üzere diğer Etiyopya krizlerine yansıdığı hipotezini güçlendirdi.
İkinci aşama ise Joe Biden’in gelişinden sonraki dönem. Öyle ki ABD, Afrika Boynuzu ve Etiyopya olaylarından uzak kalamadı ve aksine, kendisini onların içerisinde buldu. Ancak iki taraf arasında dengeli bir pozisyon almaya çalıştı, müzakere gerekliliğine değindi ve Tigray çatışmasına ilişkin uluslararası bir soruşturma çağrısında bulundu.
Ardından Afrika Kıtası Serbest Ticaret Anlaşması kapsamında Etiyopya ihracatına yönelik gümrük vergisini askıya alarak cezalandırıcı adımlar attı. Yaptırımlar arasında, insan hakları ihlallerine karışan güçlerin sorumlusu Eritre ordu komutanı Philippus Waldhuhans’ın mal varlıklarının dondurulması da yer aldı.

Tek seçenek
Washington, son tavrını korurken, Etiyopya’daki çatışmayı durdurmak için diplomasinin ‘ilk, son ve tek seçenek’ olduğunu vurguladı. Daha sonra Addis Ababa’daki ABD büyükelçiliği, vatandaşlarını terör saldırıları olasılığına karşı uyaran ve ülkeyi terk etmelerini isteyen bir bildiri yayınladı. Etiyopya Barış Bakanı, ABD’yi ‘ülkedeki durum hakkında yanlış ve yanıltıcı bilgi yaymaya devam etmekle’ suçladı.
Bu adım, ABD’nin Etiyopya hükümetine baskı yaptığı ve Tigray Kurtuluş Cephesi’ne destek verdiği şeklinde yorumlanırken, Biden yönetiminin Nahda Barajı konusunda net bir tavır almadığına dikkat çekildi. Bu, baraj konusunun Tigray çatışmasında olduğu gibi ABD dış politikası için bir öncelik olmadığı anlamına geliyor.
ABD’nin tavrını reddedici görüş, yüzlerce Etiyopyalının ABD ve İngiltere büyükelçilikleri önünde gösteri yaparak ‘müdahalelerini’ kınayan pankartlar taşımasıyla da somutlaştı. Eylemler başka bir yola saparken, Abiy Ahmed’e destek veren Rusya ve Çin’e teşekkürlerle Rus büyükelçiliğine ulaştı.
Öte yandan Abiy Ahmed’in politikasının muhalifleri, Tigray çatışması sırasında insani ihlaller de dahil olmak üzere tüm politikaları için bir onay belgesi yayınlayarak Başbakanın, Nahda Barajı için ulusal destekten yararlandığına inanıyor. Uluslararası hesap verebilirlikten kaçınmak için de ABD’nin Etiyopya’ya karşı emperyalist saldırganlığı fikrini teşvik ederek destekçilerini harekete geçirdi.

Müzakere edilmiş çözüm
Etiyopyalı elitlerin tartışması, bu tarafın siyasi çözüme askeri çözümü tercih eden taraf olduğu hipotezini kanıtlamak için savaşı kimin başlattığı etrafında dönüyor. Aynı şekilde elitler, ABD’nin TPLF yanlısı duruşunun gerekçesinin, bu milliyetin haklarını savunmak olmadığına inanıyor.
Savaşın başlangıcında Tigray Askeri Cephesi’nin kontrolünün sıkılaştırılmasına, 27 yıldır iktidarda olduğu süre boyuncaki askeri mirası katkıda bulundu. Cephe, adamlarını askeri olarak nitelendirirken, Eritre ve Somali Afar’daki Tigrayları da destekledi.
Abiy Ahmed, Eritre, Amhara bölgesi güçlerinin ve milislerinin yardımını kendine çekmek üzere harekete geçti. Ayrıca Tigray cephesi, yakın zamanda kendisine katılan diğer milletlerden de ilgi gördü.
Siyasi ve askeri liderler için geçerli olan şey, ulusal kökenleri tarafından yönetildikleri ve aynı zamanda etnik kutuplaşmaya tabi oldukları için bu seçkinler için de geçerli.
Hükümet güçleriyle olan Tigray çatışmasının bir başka yorumu ise, Etiyopya’nın dış güçlerin hesaplaşması için bir vekil savaş alanı olarak görülmesinin bir sonucu ve bu güçlerin, ‘bu ulusları bölen çok çeşitli etnik kökene ve dine sahip’ Etiyopya toplumundaki bölünmeyi destekleyen unsurlardan faydalanması gerçeğinden kaynaklanıyor. Bir etnik kökenin, ekonomik farklılıkların ve siyasi kontrolün yoğunlaşmasına ek olarak, birden fazla dine bölünmesi mümkün.
Ama bu fikir, ulusal uzlaşının gerekliliğine yönelik uluslararası çağrılarla çürütülmekte. Ayrıca bu fikir, federal parlamento tarafından TPLF’nin ve bir dizi silahlı hareketin terörist olarak tanımlamasını ‘müzakerelerin önünü açmak için’ kaldırarak müzakere edilmiş bir çözüme varmaya çağırıyor.

Parçalanmayı önleme
Etiyopya kuvvetleri askeri saldırılarını yoğunlaştırırken, Tigray güçleri ise Addis Ababa’ya yaklaştıkça daha kararlı hale geliyor. Bu gerçeklik, bir tarafın güç merkezini diğerinin aleyhine tercih ederek değiştirilebilir.
Etiyopya kuvvetlerinin Afar bölgesini ele geçirmesiyle birlikte TPLF’nin hesaplarını yeniden gözden geçirmesi ve müzakerelere kapı açması bekleniyor. Ama bir başka açıdan bu zafer, Abiy Ahmed’in inadını artıracak. Etiyopya devletinin dağılmasını veya cephenin kendi kaderini tayin etme seçeneğine başvurmasını önlemek için üzerindeki uluslararası baskıyı artırması muhtemel olan şey, diğer milletleri bunun arkasına sürükleyecek.
Bu kasvetli durum karşısında, özellikle kısa vadede, çatışan taraflar arasındaki güven eksikliği ile kalıcı bir barış senaryosunun çok uzaklarda olduğu görülüyor. Barış ihtimali tamamen uzak görülmezken, ancak en yakın senaryo, bu toprakların ortak şekilde yönetilmesi veya özerk bir bölge kurulması konusunda anlaşmaya dayalı kesintili bir barış olacağıdır. Bu senaryo, ateşkes sonrası güvenlik düzenlemelerine ulaşılıp Tigray’ın federal güçleri tanıması için baskı yapılması ve hükümetin TPLF’den ‘terörist’ etiketini geri çekmesine dayanıyor.
Uluslararası ve bölgesel arabuluculara meydan okuyan, Tigray ve Amhara arasındaki tarihsel düşmanlık gibi farklı milletler arasında da çekişmeler var. Amhara, Tigray Cephesi’ni iktidar olduğu dönemde topraklarını ele geçirmekle suçluyor.
Tigray Cephesi ise yalnızca Amhara tarafından ele geçirilen topraklarını geri aldığını söylüyor. Bu durum, her iki tarafın güçlerinin de teşvikiyle siviller arasında katliamlara ve vahşetlere yol açtı. Bunun yanı sıra bu durum, Sudan’ın doğusuna sığınan Tigray halkı ile demografik bir dengesizlik yaratmak için verimli bir zemin oluşturuyor. Tel Aviv, Falaşa Yahudilerinden 3 bin Etiyopyalıyı kabul etmeyi sonra birçoğu, İsrail de dahil çeşitli ülkelere göç etmişti. İsrail’deki aileleri, Tigray Savaşı’nın şiddetlenmesinden sonra yeniden birleşmeleri için çağrıda bulunuyor.

Barış fırsatı
Öte yandan Etiyopya’da barış yapma fırsatı, gerçekleşmesini engelleyen tehditlerle lekeleniyor. Bu da savaşın Etiyopya vatandaşları üzerindeki doğrudan etkisinin devam etmesine yansıyor. Barış gerçekleşene kadar savaş, binlerce vatandaşı öldürecek, geriye kalanlar ise kıtlıktan ölecek.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analiz habere göre Etiyopya devleti geri dönerse, federal otoritesi askeri ve ekonomik tehditler altında olacak. Ayrıca bunun etkisi sadece Etiyopya’nın iç bölgeleriyle sınırlı kalmayacak, aynı zamanda komşu ülkelere de yansıyacak.



İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla
TT

İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla

Michael Horowitz

ABD ve İsrail arasında sadece birkaç alanda temel farklılıklar söz konusu. Bunlardan biri Suriye'de biraz beklenmedik bir şekilde ortaya çıktı. İsrail, ABD Başkanı Donald Trump'ın Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı hızlı bir şekilde kucaklamasından endişe duymuş, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, Şara'yı ‘takım elbiseli bir cihatçı’ olarak tanımlamıştı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti, Trump'ın geçtiğimiz mayıs ayında Suudi Arabistan'da (El Kaide ile bağlantılı) El Nusra Cephesi'nin (daha sonra adı Heyet Tahrir Şam/HTŞ olarak değişti) eski lideriyle görüşmesi karşısında şaşkınlığa uğradı. Şara'nın Oval Ofis'i ziyareti ve Washington'ın Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı, İsrail'e Şam ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yaptığı iddiaları ile siyasi olarak iki lider arasında açık bir yakınlaşma ortaya çıkınca, İsrail daha da öfkelendi. Bunun ötesinde, İsrailli yetkililer, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye dosyasındaki kilit isimlerinden biri olan Tom Barrack'ın Ankara'nın tercih ettiği yaklaşımı benimseme eğiliminden giderek daha fazla endişe duymaya başladı.

Elbette, Suriye meselelerine dahil olan birçok gözlemci, Washington'ın yeni Suriye liderine yönelik hızlı ve beklenmedik yaklaşımını övdü. Trump'ın Suriye’ye uygulanan bazı yaptırımları kaldırma yönündeki erken kararı, Suriye'nin yıllarca süren uluslararası tecridinin ardından yeniden entegrasyonunun hızlanacağına dair umutları artırdı. Bu izolasyon süresince Suriye, Washington'ın bakış açısına göre ‘kötülük ekseninin’ Tahran'ın anlatısına göre ‘direniş ekseninin’ bir parçası olarak nitelendirilmişti. Amerika Birleşik Devletleri, rejimi "suçlu olduğu kanıtlanana kadar masum" olarak değerlendirerek, ispat yükünden cesurca uzaklaştı. Bu ayrım sadece terminoloji meselesi değil; yaptırımların kısmen hafifletilmesi bile, Washington'ın yeni Suriye ile yatırım ve diplomatik ilişkileri engellemeyeceği konusunda ortaklara ve bölgesel güçlere net bir mesaj gönderiyor. Aynı zamanda, tecrit edilen Şam'ın ABD’nin düşmanlarının kollarına itilmesi veya uzun süredir tek müttefiki olan Türkiye'ye güvenmek zorunda kalması gibi bir senaryoyu da önlüyor.

Şara’nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra Netanyahu, Suriye'nin güneyinde İsrail'in kontrolündeki bölgeyi ziyaret etti.

Ancak Netanyahu, Trump ile Şara arasındaki politika değişikliğini veya şahsi ilişkiyi sadece pragmatik bir politika olarak değil, stratejik bir risk olarak görüyor. Bu bağlamda, İsrail hükümeti, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden birkaç saat sonra, Suriye'de kalan askeri mevzilere kapsamlı saldırılar düzenleme ve Suriye'nin güneyindeki mevcut askerden arındırılmış bölgenin dışında yeni bir tampon bölge oluşturma kararının doğru olduğunu düşünüyor. 7 Ekim sonrası İsrail güvenlik kurumlarının bir dizi bileşeninde hakim olan zihniyet açıktır: ülke başkalarının iyi niyetine güvenemez, yalnızca kendi askeri gücüne güvenebilir. Bu görüşün destekçileri, Suriye'yi bu tezlerinin açık bir örneği olarak görüyor. İsrail, güvenliğini dostane ama değişken bir ABD Başkanı’na veya Şara’nın pragmatizmini sürdüreceğine dair Batı'nın iddiasına dayandıramaz. Sadece sınırdaki askerlere güvenmekten başka çaresi kalmıyor. Sonuç olarak Başbakan Netanyahu, Şara'nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra, İsrail'in kontrolündeki Suriye’nin güney bölgesini bir kez daha ziyaret ederek açık bir mesaj verdi. Bu mesajda ‘İsrail, iyi niyet ve vaatler karşılığında vazgeçmeyeceği kozlara sahiptir’ deniliyordu.

İsrail'in ‘satın alamayacağı’ lider

İsrail'in Ahmed eş-Şara konusunda endişelenmesi için bazı nedenleri var. Şara, kökenleri Golan Tepeleri'ne dayanan ve 1967 yılında İsrail'in bu bölgeyi ele geçirmesiyle yerinden edilen binlerce Suriyeli arasında yer alan bir aileden geliyor. Ailesi önce Şam'a, ardından Bağdat'a ve sonra da Riyad'a taşınmıştı. Şara, çocukluğunun çoğunu Suriye'nin başkentinde geçirmesine rağmen, El Nusra Cephesi'ni kurduğunda (Golan Tepeleri’ne nispetle) ‘el-Culani’ adını aldı. Şara'nın utangaç, içe dönük bir gençken Irak'taki El Kaide üyesine dönüşen yolculuğu, kısmen ikinci intifada ile kesişiyor.

Suriye'nin demokrasiye geçişi elbette İsrail'in başlıca endişesi değil, ancak Şara'nın iktidarı paylaşma isteği, İsrail'in ilgiyle izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

İsrailli yetkililerin bazıları, hükümetin meşruiyeti konusunda derin şüphelerini dile getirdi. İsrail hükümetinin bu konudaki kamuoyuna yaptığı açıklamalar, sürekli alaycı bir üslupla yapıldı. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Şam’daki yeni hükümeti ‘meşru bir hükümet değil, bir çete’ yeni Suriyeli yetkilileri de ‘önce İdlib'de olan, sonra da başkenti ele geçiren teröristler’ olarak nitelendirdi. İsrail Dışişleri Bakanlığı, Şara'nın bir fotoğrafını ‘Cihatçılar takım elbiseli de olsalar yine cihatçıdır’ başlığıyla yayınladı. İsrail Diaspora İşleri ve Antisemitizmle Mücadele Bakanı Amihay Şikli, Suriye askerlerinin Gazze yanlısı sloganlar attığını gösteren bir videoyu örnek göstererek ‘savaşın kaçınılmaz olduğu’ sonucuna vardı.

thy
Golan Tepeleri'nden Suriye'nin güneyine doğru bakan İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)

Netanyahu, sadık destekçilerinin kirli işleri yapmasına ve acımasız saldırılar düzenlemesine izin verirken, kendisi daha az agresif ama daha net bir tutum sergiledi. Başkan Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada Netanyahu, “Şara’ya baktığımda, sahada neler yapıldığını, gerçekte neler başarılmaya çalışıldığını göreceğim. Suriye barışçıl bir ülke olacak mı? Ordusundaki cihatçılar ortadan kaldırılacak mı? Suriye'nin güneybatısında silahsız bir bölge oluşturmak için benimle iş birliği yapacak mı?” ifadelerini kullandı. Şara’nın Washington ziyaretinin ardından yapılan özel bir toplantıda Netanyahu’nun, Batı'nın Suriye liderini kucaklamasının ‘Şara’yı kibirli hale getirdiğini’ söylediği bildirildi. İsrail Başbakanı, Batı'nın iyi niyetinin İsrail'e baskı yapmak için bir araç olarak kullanılmasını izin vermeyeceğini ima etti.

İsrail'in hesapları

Başbakan Netanyahu’nun açıklamaları, İsrail'in gerçek tutumunu anlamak için büyük önem taşıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre zira bu sadece bir müzakere taktiği. İsrail hükümeti, Ahmed eş-Şara’yı Şam'da açılan ‘yeni bir sayfa’ olarak değil, kontrol altına alınması gereken potansiyel bir tehdit olarak görüyor. Netanyahu, Şara'nın kariyerini ve cihatçı geçmişini bir baskı aracı olarak kullanırken, onun pragmatizmini test ediyor ve Suriye'deki savaş sonrası düzeni, İsrail'in stratejik üstünlüğünü koruyacağına inandığı şekilde biçimlendirmeye çalışıyor. İsrail'in Şara ile ilgili endişeleri temelsiz ya da hayal ürününden ibaret değil. Şara, sadık destekçileri üzerindeki gücünü pekiştirmek ve kendini başkan olarak atamak için hiç vakit kaybetmeden hareket etti. Azınlıklara yönelik bazı jestlerde bulunsa da geçiş rejimi gerçek demokrasiye doğru ilerlemedi. Zira yeni Halk Meclisi'nin bazı üyeleri başkan tarafından seçilirken, diğerleri yerel seçim organları tarafından seçildi.

HTŞ'nin İdlib'de benimsediği yönetim modeli, bazı yerel temsilcilerin Halk Meclisi’ne girmesine izin verse de gerçek iktidarın anahtarları Şara ve iktidarının elinde kalmaya devam etti.

Suriye’nin demokrasiye geçişi kesinlikle İsrail'in öncelikli kaygısı değildir. Ancak, Şara'nın iktidarı paylaşma istekliliği, özellikle de Şara'nın eski bağlantılarından gerçekten uzaklaşıp uzaklaşmadığını ya da halen onlara güvenip güvenmediğini değerlendirmek açısından İsrail’in yakından izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

Şara, özünde pragmatik ve İsrail ile bir arada yaşamaya açık olsa da yine de grubunu ikna etmek ve bir sonraki adımları için grubun desteğini almak zorunda. HTŞ (geçtiğimiz yıl Esed rejiminin çöküşünü hızlandıran Halep saldırısında liderlik ettiği hareket), liderlerinden daha az esnek olan ideolojik olarak radikal savaşçılardan oluşan bir çekirdek gruba sahip. Şara, daha önce de bu sorunla karşı karşıya kalmıştı: İdlib’de DAEŞ'in şubeleriyle savaştı, ardından sınır ötesi cihatçılıktan uzaklaşmasından hayal kırıklığına uğrayan HTŞ eski üyelerini çeken El Kaide bağlantılı Hurras ed-Din ile çatıştı.

Hatta gizlice ABD ile iş birliği yaparak, İdlib'deki El Kaide üyelerinin suikastına katkıda bulunan istihbarat sağladı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Suriye'nin DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na resmen katılmasını da kabul etti.

Daha sonra DEAŞ olacak olan örgütten ayrılma ve ardından El Kaide'yi tamamen terk etme kararının iyi niyetle alındığına şüphe yok. Zira bu karar Şara’nın otoritesini pekiştirmeye katkıda bulundu. Eski cihatçı destekçileriyle bağlarını koparan Suriye’nin yeni lideri, siyasi kaderini kontrol altına almayı başardı. Bu tür sert bir pragmatizm, İsrail'in bakış açısından güven verici görünebilir, ancak paradoksal olarak, İsrail'i müzakereler üzerinde kalıcı bir baskı kurmaya zorluyor.

Şara'nın geçmişi göz önüne alındığında, İsrail ile bir anlaşma imzalaması durumunda kendisine sadık güçleri kontrol altında tutma kabiliyeti konusunda önemli bir soru ortaya çıkıyor. Hükümet yanlısı güçlerin (Suriye’nin kıyı bölgesinde Esed rejiminin kalıntılarının kısa süreli isyanı sırasında ve güneyde Dürzilerle patlak veren çatışmalarda) sivilleri öldürmesi, geçiş dönemi yetkililerinin ya güçleri üzerinde tam kontrol sahibi olmadıklarını ya da ihlallere göz yumduklarını veya daha kötüsünü yaptıklarını gösteriyor. Burada İsrail'in ortaya çıkan merkezi devleti zayıflatmaya yaptığı katkılar da göz ardı edilmemeli. Netanyahu hükümeti, Suriye'nin silah depolarına defalarca kez saldırı düzenlemiş ve güçlü bir ülke yerine daha zayıf, daha parçalanmış bir ülkeye bahis oynuyor gibi görünüyor.

Belki de Netanyahu, azınlıklarla ilişki kurarak ve Şam'ın güney üzerinde tam kontrol kurmasını engelleyerek, Suriye'nin başkenti ile İsrail sınırları arasında bir tampon bölge oluşturabilecek yerel güçlerle ortaklıklarını sürdürmeyi umuyor.

Katı tutum

Netanyahu'nun Suriye'ye yönelik katı tutumu nispeten basit bir yapıya sahip. İsrail, durumu sıkı bir şekilde kontrol altında tuttuğuna inandığı için tavrından vazgeçmeyecek. Diyalog kapısı açık, ancak Suriye güneydeki güvenliği önemli ölçüde sıkılaştırmayı kabul etmeden ve İsrail karada ve havada önemli bölgeleri kontrol etmeye devam etmeden bu mümkün değil.

juı
Fotoğraf: AFP

Suriye hükümeti İsrail'in bazı taleplerini kabul etmiş gibi görünüyor, ancak Suriye'nin egemenliğini ihlal ettiğini düşündüğü diğer talepleri reddetmiştir. İsrail, kuvvetleri zaten bölgede bulunduğundan ve mevcut durum (Suriye merkezi devletinin zayıflığı ve İsrail'in bölgedeki askeri varlığının devamı) Netanyahu'nun kabul edebileceği bir durum olduğundan, kendini herhangi bir taviz vermek zorunda hissetmiyor. Aslında, İsrail'in Şara’yı itibarsızlaştırmaya yönelik devam eden kampanyası, olası bir anlaşmayı haklı çıkarmayı daha da zorlaştırabilir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık bir düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor.

Bu, İsrail güvenlik teşkilatının çeşitli kesimlerinin ciddiye aldığı risklerden biridir. İsrail şu anda zamanın kendi lehine işlediğini düşünüyor, ancak niyetlerini sınayacak bir anlaşmaya hızla varmak için fırsatı kaçırabilir. İsrail'in Suriye'nin güneyinde kalarak azınlıkları kutuplaştırmaya çalışması, gelecekteki herhangi bir anlaşmaya ciddi bir muhalefet oluşturması, Şam'ı tek gerçek müttefiki olan Türkiye ile daha yakın iş birliğine itmesi ve İsrail sınırına yakın köylerdeki yerel halk arasında düşmanlığı körükleme korkusu hakim.

Netanyahu hükümeti dışında, bazı analistler ve gözlemciler bu endişeleri kamuoyuna dile getiriyor. İsrail askeri istihbaratının eski şefi Amos Yadlin, bir makalede Suriye ile bir anlaşmanın Hizbullah'a karşı en önemli silah olduğunu savundu. Yadlin, Suriye'de doğru stratejinin, İsrail'in daha acil tehditlere odaklanabilmesi için cepheyi kapatmak olduğunu belirtti. İsrail'in önde gelen araştırma merkezi olan İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü, İsrail'in agresif askeri tutumunun önlemeye çalıştığı tehditleri yaratabileceğine karşı uyararak (Yadlin de konuyla ilgili önceki makalelerinde aynı görüşü paylaşmıştı) ‘ihtiyatlı bir angajman’ çağrısında bulundu.

rgt
Suriye ile İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri arasındaki ateşkes hattı yakınlarında bulunan İsrail askeri araçları, 9 Aralık 2024 (Reuters)

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor. Netanyahu'nun yaklaşımını eleştirenler, İsrail'in bu iki tutum arasında tereddüt etmesi gerektiğini savunmuyorlar, aksine politikalarının ve stratejilerinin Şara’yı sadece potansiyel bir tehdit olarak değil, aynı zamanda bir fırsat olarak da değerlendiren daha incelikli bir şekilde ayarlanmasını ve dikkatli, kesintisiz bir şekilde uyarlanmasını talep ediyorlar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Gizli ziyaretler ve Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklar... İsrail'in Somaliland’ı tanımasının perde arkası

Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
TT

Gizli ziyaretler ve Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklar... İsrail'in Somaliland’ı tanımasının perde arkası

Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)

İsrail’in Somaliland’ı egemen ve bağımsız bir devlet olarak tanımasının arka planında aylar süren gizli görüşmelerin yer aldığı iddia edildi. İsrail basınında yer alan bir haberde, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bu adıma ekim ayında onay verdiği, resmi tanımanın ise Somaliland’ın Yemen’deki Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklarını tamamlamasının ardından gerçekleştiği belirtildi.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth'un internet sitesi Ynet’ten aktardığı habere göre, gizli temaslara İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, İsrail dış istihbarat servisi Mossad ve eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi öncülük etti. Taraflar aylar boyunca karşılıklı ziyaretler gerçekleştirdi ve Somaliland liderleri birçok kez İsrail’de ağırlandı.

Haberde, nihai görüşmelere Netanyahu’nun da katıldığı ve Hanegbi’nin bu sürece başkanlık ettiği; Netanyahu’nun ekim ayında söz konusu adımı resmen onayladığı ifade edildi.

İsrail ile Somaliland’ın tanıma açıklamasını birlikte kaleme aldığı, ancak yayımlamak için uygun zamanı beklediği kaydedildi. Somaliland yönetiminin, Yemen’deki Husilerden gelebilecek muhtemel düşmanca adımlara karşı hazırlık yapılması gerektiğini belirterek süre talep ettiği aktarıldı. Söz konusu hazırlıkların kısa süre önce tamamlanmasının ardından, İsrail’in resmi tanımasının önünün açıldığı bildirildi.

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, cumartesi akşamı yaptığı açıklamada, Somaliland Başkanı Abdirahman Mohamed Abdillahi’nin geçtiğimiz yaz İsrail’e gizli bir ziyaret gerçekleştirdiğini söyledi. Saar, söz konusu ziyaret sırasında Somaliland liderinin Başbakan Binyamin Netanyahu’nun yanı sıra Dışişleri Bakanı ve Mossad Başkanı’yla bir araya geldiğini belirtti. Saar ayrıca, Abdillahi ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafını da paylaştı.

xcsdfgr
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar'ın Somaliland Başkanı Abdirahman Mohamed Abdillahi ile yaptığı görüşmeden

Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud dün düzenlenen olağanüstü parlamento oturumunda, İsrail’in ayrılıkçı Somaliland bölgesinin bağımsızlığını tanımasının “dünya ve bölgenin güvenliği ile istikrarı açısından bir tehdit oluşturduğunu” söyledi.

Mahmud, İsrail’i Somaliland’ı tanıyan ilk ülke konumuna getiren bu adımın, ‘Somali Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve halkının birliğine yönelik açık bir saldırı düzeyinde olduğunu’ ifade etti.

Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi de dün yaptığı açıklamada, İsrail’in ayrılıkçı Somaliland bölgesinde herhangi bir varlık göstermesinin ‘askeri hedef’ sayılacağını belirterek, İsrail’in bölgeyi tanıma adımını en sert şekilde kınadı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre el-Husi, yayımladığı açıklamada, “Somaliland bölgesindeki herhangi bir İsrail varlığını, Somali ve Yemen’e yönelik bir saldırı ve bölgenin güvenliğine tehdit olarak görüyor; silahlı kuvvetlerimiz için askeri hedef kabul ediyoruz” ifadesini kullandı.

Somaliland, 1991 yılında Somali’den tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiş, ancak onlarca yıldır uluslararası tanınma arayışını sürdürmüştü.

Aden Körfezi üzerinde stratejik bir konuma sahip olan ve kendi para birimi, pasaportu ve ordusu bulunan tek taraflı ilan edilmiş cumhuriyet, bağımsızlık ilanından bu yana diplomatik açıdan büyük ölçüde izole kalmıştı.


Bondi Plajı saldırısının kahramanı: Amacım saldırganı etkisiz hale getirmek ve masum insanları öldürmesini engellemekti

Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)
Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)
TT

Bondi Plajı saldırısının kahramanı: Amacım saldırganı etkisiz hale getirmek ve masum insanları öldürmesini engellemekti

Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)
Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)

Avustralya’nın Bondi Plajı’nda düzenlenen saldırıda iki silahlı saldırgandan birine müdahale eden ve ‘kahraman’ olarak nitelendirilen Ahmed el-Ahmed, daha fazla can kaybını önlemek için böyle davrandığını söyledi. Şarku’l Avsat’ın İngiliz haber ajansı PA Media’dan aktardığına göre, söz konusu açıklama olayın ardından yapıldı.

Sidney'de esnaf olan Ahmed el-Ahmed'in, kendisi vurulmadan önce silahlı saldırgan Sajid Akram'ı etkisiz hale getirdiği görüntüler tüm dünyaya yayıldı.

t
Avustralya'nın Sidney kentindeki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırının kurbanlarını anmak için Bondi Plajı'na bırakılan çiçek buketlerinin yanında duran insanlar (Reuters)

14 Aralık’ta Bondi Plajı’ndaki Archer Park’ta, Hanuka Bayramı’nı kutlamak için bir araya gelen bini aşkın kişinin bulunduğu kalabalığa iki silahlı saldırganın ateş açması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı.

Saldırganlardan biri olduğu öne sürülen Naveed Akram’a 59 ayrı suçlama yöneltilirken, diğer saldırgan olan babası Sajid Akram polis tarafından öldürüldü.

ABD merkezli CBS televizyonunda yayımlanması planlanan röportajda, müdahalesi sırasında dört kurşunla yaralanan Ahmed, amacının yalnızca daha fazla insanın hayatını kurtarmak olduğunu söyledi.

Ahmed, “Tek hedefim silahı elinden almak, bir insanı daha öldürmesini engellemek ve masumların hayatını kurtarmaktı. Birçok kişiyi kurtardığımı biliyorum ama hayatını kaybedenler için büyük üzüntü duyuyorum” ifadelerini kullandı.

Öte yandan, Sidney’deki saldırının kurbanlarının aileleri bugün yayımladıkları açık mektupta, federal düzeyde daha fazla adım atılması çağrısında bulundu. Aileler, Avustralya’da son 30 yılın en kanlı toplu silahlı saldırısına yol açan olayda, artan antisemitizmin ve güvenlik önlemlerindeki yetersizliklerin soruşturulmasını istedi.

Bondi Plajı’nda 14 Aralık’taki Hanuka Bayramı kutlamalarını hedef alan saldırıda 15 kişinin öldürülmesi ve 40 kişinin yaralanmasına ilişkin olarak iki saldırgan hakkında çeşitli suçlamalar yöneltiliyor.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese’ye hitaben kaleme alınan açık mektupta, hayatını kaybeden ve yaralananların yakınlarından oluşan 17 aile, Kraliyet Komisyonu olarak bilinen federal düzeyde bir soruşturma başlatılması çağrısı yaptı. Mektupta, 2023’te İsrail ile Hamas arasında başlayan savaşın ardından Avustralya’da antisemitizmin neden arttığının ve güvenlik kurumlarının bu süreçteki ihmallerinin incelenmesi talep edildi.

dfgthy
İsrail'in Aşdod kentinde düzenlenen cenaze töreninde, Avustralya'ya göç eden ve Sidney'deki Bondi Plajı'nda Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında meydana gelen silahlı saldırıda öldürülen 27 yaşındaki Fransız Yahudi Dan Elkayam'ın tabutunu taşıyan İsrailliler, 25 Aralık 2025 (Reuters)

Kraliyet komisyonları, Avustralya’da kamu soruşturmalarının en güçlü biçimi olarak kabul ediliyor. Bu komisyonlar, delilleri kasıtlı olarak saklayan tanıkların hapis cezasına çarptırılabilmesine olanak tanıyor. Ancak Başbakan Anthony Albanese, kurban aileleri, Yahudi toplumu liderleri ve muhalefet milletvekillerinden gelen kraliyet komisyonu kurulması yönündeki çağrılara karşı çıkmayı sürdürdü. Albanese, bu tür bir soruşturma yoluyla sonuçlara ulaşmanın yıllar alacağını savundu. Bunun yerine Albanese, emekli üst düzey kamu görevlisi Dennis Richardson’ın yürüteceği bir soruşturmanın şartlarını açıkladı. Söz konusu incelemenin, saldırıya yol açan süreçteki olası prosedür ve mevzuat eksikliklerini ele alacağı belirtildi. Saldırının, DEAŞ’ın ideolojisinden esinlenmiş olabileceği iddiaları da soruşturma kapsamında değerlendirilecek. Bu soruşturmanın raporunu gelecek yılın nisan ayında sunması bekleniyor.