Askeri hamleler, Etiyopya’daki siyasi sorunu çözebilir

Uluslararası ve bölgesel arabuluculuk çabaları, Etiyopya’daki iç savaşın sona ermesi için müzakereler yürütülmesi çağrısında bulunuyor

Addis Ababa hükümetine karşıtı Tigray güçlerinden bir asker (AP)
Addis Ababa hükümetine karşıtı Tigray güçlerinden bir asker (AP)
TT

Askeri hamleler, Etiyopya’daki siyasi sorunu çözebilir

Addis Ababa hükümetine karşıtı Tigray güçlerinden bir asker (AP)
Addis Ababa hükümetine karşıtı Tigray güçlerinden bir asker (AP)

Mana Abdulfettah
Etiyopya’yı etnik bir savaşa sürükleyen Tigray olayı, askeri bir temelde başlamadı. Daha ziyade birden fazla etnik kökene sahip ülkelerde patlak veren siyasi bir meseleydi. Ama çatışma tarafları, tansiyonu ve karşıt askeri gerginliği tırmandırmayı seçti. Geriye ise diyalog aracı olarak silah seslerinden başka bir şey kalmadı.
ABD’nin Etiyopya’daki çatışmaya ‘askeri bir çözüm’ olmadığı uyarısından sonra, krizi çözmek için çeşitli siyasi seçenekler sunuldu. Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed’in hükümetteki görevlerini yardımcısı Demeke Mekonnen’e devrettikten sonra kuvvetleriyle birlikte savaş alanına gitmesiyle askeri seçenek de güçlendi.

Askeri boyut
Tigray çatışmasının başlangıcından bu yana, Etiyopya hükümeti orada devam eden savaşın askeri yönlerine dikkat çekmeye hevesliydi. Çatışmanın hızı, uluslararası ve bölgesel seslerin askeri tırmanışın sona erdirilmesi ve savaşın durdurulması için müzakerelerin gerekliliği çağrısında bulunmasının ardından da arttı. Etiyopya kuvvetleri, iki yönde hareket ediyor. İlk yön, Etiyopya Hava Kuvvetleri’nin Tigray’ın başkenti Mekelle şehrine insansız hava aracı saldırıları düzenlemeye devam etmesi.
Ancak ikinci yön ise, Abiy Ahmed’in Tigray güçleriyle savaşan Federal Ordu ile ön cephede üniformalı göründüğü ülkenin kuzeydoğusundaki Afar Bölgesi’nde yürütülüyor.
Hükümet, Abiy Ahmed’in cephede görünmesinden iki gün sonra yaptığı açıklamada, “Ulusal Savunma Kuvvetleri Başkomutanı Abiy Ahmed liderliğindeki Federal Ordu, Afar eyaletindeki Kasagita ilçesini, Burka ilçesini ve Chifra’yı çevreleyen dağları kurtarmayı başardı. Ordu, Amhara bölgesindeki Kambolcha şehrine doğru ilerliyor” ifadelerini kullandı. Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) güçleri, Kasım ayı başlarında Desi ve Hamisi’ye ek olarak buranın kontrolünü ele geçirmişti.
TPLF güçleri, başkent Addis Ababa’ya girmek ve bir geçiş hükümeti kurmak için ilerlemelerini sürdürme taahhüdünde bulunurken, Etiyopya hükümeti ise Abiy Ahmed ve güçlerine hizmet edecek çok sayıda zafere ihtiyaç duyuyor. Resmi daha da karmaşıklaştıran şey, ‘hükümet güçleri ile Tigray güçleri arasındaki tartışmalı Chifra bölgesinin, Etiyopya ile Cibuti limanını birbirine bağlayan Mili karayolu üzerinde bulunması’ ve ‘Tigray güçlerinin, savaşın kuralları tekrar değişmedikçe Afrika Boynuzu’ndaki stratejik yolun ve ana limanın kontrolünü ele geçirecekleri önemli noktalardan birini kaybetmesi’.
Bu yeni stratejik yönler için en önemli kriterler arasında, federal hükümetin Cibuti limanından gelen Etiyopya ithalatının yüzde 90’ını kaybederek daha da kötüleşecek olan ekonomik durumu kurtarmaya çalışması yer alıyor.

Yollar ve duraklar
ABD’nin Etiyopya krizine yönelik tutumu birkaç aşamadan geçti. İlk olarak, daha önce Nahda (Rönesans) Barajı krizini çözmek için askeri seçeneği destekleyen eski Başkan Donald Trump döneminin sona ermesiyle birlikte Kasım 2020’de Tigray çatışmasını patlak verdiği dönem. Bu, ABD’nin Etiyopya pahasına Mısır ve Sudan’ı desteklediği ve bunun Tigray çatışması ve Sudan- Etiyopya sınırı da dahil olmak üzere diğer Etiyopya krizlerine yansıdığı hipotezini güçlendirdi.
İkinci aşama ise Joe Biden’in gelişinden sonraki dönem. Öyle ki ABD, Afrika Boynuzu ve Etiyopya olaylarından uzak kalamadı ve aksine, kendisini onların içerisinde buldu. Ancak iki taraf arasında dengeli bir pozisyon almaya çalıştı, müzakere gerekliliğine değindi ve Tigray çatışmasına ilişkin uluslararası bir soruşturma çağrısında bulundu.
Ardından Afrika Kıtası Serbest Ticaret Anlaşması kapsamında Etiyopya ihracatına yönelik gümrük vergisini askıya alarak cezalandırıcı adımlar attı. Yaptırımlar arasında, insan hakları ihlallerine karışan güçlerin sorumlusu Eritre ordu komutanı Philippus Waldhuhans’ın mal varlıklarının dondurulması da yer aldı.

Tek seçenek
Washington, son tavrını korurken, Etiyopya’daki çatışmayı durdurmak için diplomasinin ‘ilk, son ve tek seçenek’ olduğunu vurguladı. Daha sonra Addis Ababa’daki ABD büyükelçiliği, vatandaşlarını terör saldırıları olasılığına karşı uyaran ve ülkeyi terk etmelerini isteyen bir bildiri yayınladı. Etiyopya Barış Bakanı, ABD’yi ‘ülkedeki durum hakkında yanlış ve yanıltıcı bilgi yaymaya devam etmekle’ suçladı.
Bu adım, ABD’nin Etiyopya hükümetine baskı yaptığı ve Tigray Kurtuluş Cephesi’ne destek verdiği şeklinde yorumlanırken, Biden yönetiminin Nahda Barajı konusunda net bir tavır almadığına dikkat çekildi. Bu, baraj konusunun Tigray çatışmasında olduğu gibi ABD dış politikası için bir öncelik olmadığı anlamına geliyor.
ABD’nin tavrını reddedici görüş, yüzlerce Etiyopyalının ABD ve İngiltere büyükelçilikleri önünde gösteri yaparak ‘müdahalelerini’ kınayan pankartlar taşımasıyla da somutlaştı. Eylemler başka bir yola saparken, Abiy Ahmed’e destek veren Rusya ve Çin’e teşekkürlerle Rus büyükelçiliğine ulaştı.
Öte yandan Abiy Ahmed’in politikasının muhalifleri, Tigray çatışması sırasında insani ihlaller de dahil olmak üzere tüm politikaları için bir onay belgesi yayınlayarak Başbakanın, Nahda Barajı için ulusal destekten yararlandığına inanıyor. Uluslararası hesap verebilirlikten kaçınmak için de ABD’nin Etiyopya’ya karşı emperyalist saldırganlığı fikrini teşvik ederek destekçilerini harekete geçirdi.

Müzakere edilmiş çözüm
Etiyopyalı elitlerin tartışması, bu tarafın siyasi çözüme askeri çözümü tercih eden taraf olduğu hipotezini kanıtlamak için savaşı kimin başlattığı etrafında dönüyor. Aynı şekilde elitler, ABD’nin TPLF yanlısı duruşunun gerekçesinin, bu milliyetin haklarını savunmak olmadığına inanıyor.
Savaşın başlangıcında Tigray Askeri Cephesi’nin kontrolünün sıkılaştırılmasına, 27 yıldır iktidarda olduğu süre boyuncaki askeri mirası katkıda bulundu. Cephe, adamlarını askeri olarak nitelendirirken, Eritre ve Somali Afar’daki Tigrayları da destekledi.
Abiy Ahmed, Eritre, Amhara bölgesi güçlerinin ve milislerinin yardımını kendine çekmek üzere harekete geçti. Ayrıca Tigray cephesi, yakın zamanda kendisine katılan diğer milletlerden de ilgi gördü.
Siyasi ve askeri liderler için geçerli olan şey, ulusal kökenleri tarafından yönetildikleri ve aynı zamanda etnik kutuplaşmaya tabi oldukları için bu seçkinler için de geçerli.
Hükümet güçleriyle olan Tigray çatışmasının bir başka yorumu ise, Etiyopya’nın dış güçlerin hesaplaşması için bir vekil savaş alanı olarak görülmesinin bir sonucu ve bu güçlerin, ‘bu ulusları bölen çok çeşitli etnik kökene ve dine sahip’ Etiyopya toplumundaki bölünmeyi destekleyen unsurlardan faydalanması gerçeğinden kaynaklanıyor. Bir etnik kökenin, ekonomik farklılıkların ve siyasi kontrolün yoğunlaşmasına ek olarak, birden fazla dine bölünmesi mümkün.
Ama bu fikir, ulusal uzlaşının gerekliliğine yönelik uluslararası çağrılarla çürütülmekte. Ayrıca bu fikir, federal parlamento tarafından TPLF’nin ve bir dizi silahlı hareketin terörist olarak tanımlamasını ‘müzakerelerin önünü açmak için’ kaldırarak müzakere edilmiş bir çözüme varmaya çağırıyor.

Parçalanmayı önleme
Etiyopya kuvvetleri askeri saldırılarını yoğunlaştırırken, Tigray güçleri ise Addis Ababa’ya yaklaştıkça daha kararlı hale geliyor. Bu gerçeklik, bir tarafın güç merkezini diğerinin aleyhine tercih ederek değiştirilebilir.
Etiyopya kuvvetlerinin Afar bölgesini ele geçirmesiyle birlikte TPLF’nin hesaplarını yeniden gözden geçirmesi ve müzakerelere kapı açması bekleniyor. Ama bir başka açıdan bu zafer, Abiy Ahmed’in inadını artıracak. Etiyopya devletinin dağılmasını veya cephenin kendi kaderini tayin etme seçeneğine başvurmasını önlemek için üzerindeki uluslararası baskıyı artırması muhtemel olan şey, diğer milletleri bunun arkasına sürükleyecek.
Bu kasvetli durum karşısında, özellikle kısa vadede, çatışan taraflar arasındaki güven eksikliği ile kalıcı bir barış senaryosunun çok uzaklarda olduğu görülüyor. Barış ihtimali tamamen uzak görülmezken, ancak en yakın senaryo, bu toprakların ortak şekilde yönetilmesi veya özerk bir bölge kurulması konusunda anlaşmaya dayalı kesintili bir barış olacağıdır. Bu senaryo, ateşkes sonrası güvenlik düzenlemelerine ulaşılıp Tigray’ın federal güçleri tanıması için baskı yapılması ve hükümetin TPLF’den ‘terörist’ etiketini geri çekmesine dayanıyor.
Uluslararası ve bölgesel arabuluculara meydan okuyan, Tigray ve Amhara arasındaki tarihsel düşmanlık gibi farklı milletler arasında da çekişmeler var. Amhara, Tigray Cephesi’ni iktidar olduğu dönemde topraklarını ele geçirmekle suçluyor.
Tigray Cephesi ise yalnızca Amhara tarafından ele geçirilen topraklarını geri aldığını söylüyor. Bu durum, her iki tarafın güçlerinin de teşvikiyle siviller arasında katliamlara ve vahşetlere yol açtı. Bunun yanı sıra bu durum, Sudan’ın doğusuna sığınan Tigray halkı ile demografik bir dengesizlik yaratmak için verimli bir zemin oluşturuyor. Tel Aviv, Falaşa Yahudilerinden 3 bin Etiyopyalıyı kabul etmeyi sonra birçoğu, İsrail de dahil çeşitli ülkelere göç etmişti. İsrail’deki aileleri, Tigray Savaşı’nın şiddetlenmesinden sonra yeniden birleşmeleri için çağrıda bulunuyor.

Barış fırsatı
Öte yandan Etiyopya’da barış yapma fırsatı, gerçekleşmesini engelleyen tehditlerle lekeleniyor. Bu da savaşın Etiyopya vatandaşları üzerindeki doğrudan etkisinin devam etmesine yansıyor. Barış gerçekleşene kadar savaş, binlerce vatandaşı öldürecek, geriye kalanlar ise kıtlıktan ölecek.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analiz habere göre Etiyopya devleti geri dönerse, federal otoritesi askeri ve ekonomik tehditler altında olacak. Ayrıca bunun etkisi sadece Etiyopya’nın iç bölgeleriyle sınırlı kalmayacak, aynı zamanda komşu ülkelere de yansıyacak.



Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
TT

Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)

Birleşik Krallık istihbaratına göre Ukrayna cephesinde bu yıl 400 binden fazla Rus asker öldürüldü ya da yaralandı.

Londra yönetiminin ekimde yayımladığı son savunma istihbarat raporuna göre, Şubat 2022'de başlayan savaştan bu yana Rus ordusunda toplamda 1 milyon 118 bin asker yaralandı ya da öldü.

Telegraph'ın aktardığına göre bu rakam, savaş öncesi Rus ordusunun toplam büyüklüğünden daha fazla.

Analizde, Rus ordusunun cephede “kıyma makinesi” diye de adlandırılan yoğun saldırı taktiklerini kullandığına, bunun da kayıpları artırdığına dikkat çekiliyor.

Economist'in bu ay yayımladığı çalışmada da Rusya'nın kayıplarının 1,35 milyona vardığı savunulmuştu. Ayrıca son üç yılda Rusya'nın Ukrayna topraklarının sadece yüzde 1,45'ini ele geçirebildiği belirtilmişti.

Rusya olası barış anlaşması çerçevesinde, Ukrayna'ya ait Herson, Zaporijya, Donetsk ve Luhansk'tan Kiev güçlerinin çekilmesini istiyor. Bu bölgelerin bir kısmı halihazırda Moskova'nın kontrolünde.

Economist'in haberinde, Rusya'nın sözkonusu bölgeleri askeri harekatla ele geçirmesinin Mayıs 2028'i bulacağı, bu süreçte ciddi kayıplar verilebileceği savunulmuştu.

Diğer yandan Ukrayna ordusu, Donetsk'teki Siversk kentinden çekildiğini dün duyurdu.

Ukrayna Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasında, askerlerin can güvenliği ve kaynakların korunması için geri çekilme kararı alındığı bildirildi.

New York Times'ın analizinde, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden önce yaklaşık 10 bin nüfusa sahip olan kentin, Donetsk bölgesinin savunmasında büyük rol oynadığına dikkat çekiliyor.

Şehrin kaybıyla Donetsk üzerindeki kontrolü zayıflayan Kiev'in müzakerelerde dezavantajlı konuma düşebileceği belirtiliyor.

Rusya ve Ukrayna arasındaki müzakerelerde Kiev yönetimi, Moskova'nın toprak tavizi taleplerini reddetmişti. ABD arabuluculuğunda yürütülen görüşmelerde Ukrayna, herhangi bir anlaşmayı kabul etmeden önce Batılı müttefiklerden güvenlik garantileri istiyor.

Independent Türkçe, Telegraph, New York Times


İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
TT

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşı sırasında Avrupa'daki işgücünü artırdı.

İsviçreli risk sermayesi fonu Planven ve Britanya merkezli danışmanlık şirketi KPMG'nin araştırmasında, İsrailli teknoloji firmalarının Avrupa'daki faaliyetlerini genişlettiği ve daha fazla çalışan istihdam ettiği belirtiliyor.

Avrupa Birliği'ne (AB) bağlı Avrupa İnovasyon ve Teknoloji Enstitüsü'nün İsrail'deki inovasyon merkezi IT Hub Israel de salı günü yayımlanan çalışmaya katkı sağladı.

Araştırmaya göre, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısıyla  patlak veren Gazze savaşından bu yana İsrail teknoloji şirketlerinin Avrupa'daki istihdamı ortalama yüzde 5 arttı.

Ocak 2025 itibarıyla Avrupa'da faaliyet gösteren toplam 1686 İsrailli teknoloji şirketi, çalışan sayısını 32 bin 617'ye çıkardı. Bu sayı 2024'te 30 bin 936, 2023'teyse 29 bin 317'ydi.

Avrupa'da en fazla sayıda İsrailli teknoloji şirketine ev sahipliği yapan ülke Birleşik Krallık. Ülkede 704 İsrail teknoloji şirketi, 6 bin 724 çalışanıyla faaliyet gösteriyor.

415 şirket ve 2 bin 131 çalışanla Almanya ikinci, 312 şirket ve 2 bin 598 çalışanla da Ukrayna üçüncü sırada geliyor.

Fransa'da 279 teknoloji şirketinde 1750 kişi çalışırken, Polonya'da 257 firmada 1734 kişilik istihdam var. İspanya'da 356 şirket faaliyet gösterirken, bu firmalarda 1415 kişi çalışıyor.

Avrupa'da Gazze savaşı nedeniyle İsrail karşıtı görüşlerin artmasına rağmen firmaların istihdam kapasitesini geliştirdiği görülüyor.

Planven'den Elle Taitou Spruch, araştırma bulgularına ilişkin Times of Israel'e şunları söylüyor:

Veriler savaş gibi zor zamanlarda bile, Avrupa'dan çok fazla eleştiri aldığımız halde, uzun vadeli varlıklarını geliştiren İsrailli girişimlerin sürekli büyüdüğünü ortaya koyuyor. İnsanlar hâlâ yatırımlarını artırmayı tercih ediyor.

Avrupa Komisyonu, AB ve İsrail arasında 5,8 milyar euroluk ihracatı etkileyecek karşılıklı ticaret anlaşmasının askıya alınabileceğini eylülde duyurmuştu. Brüksel henüz bu yönde bir adım atmadı.

Birleşmiş Milletler de İsrail ordusunun Gazze'de soykırım yaptığını bildiren çalışmasını eylülde kamuoyuyla paylaşmıştı.

Independent Türkçe, Times of Israel, Guardian


Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
TT

Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)

ABD-İsrail ilişkileri, bugün olduğu kadar çalkantılı bir dönem yaşamamıştı. Washington’un İsrail’e yönelik güvenlik, siyaset ve ekonomi alanlarındaki stratejik desteğine ve ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya verdiği güçlü desteğe rağmen, Tel Aviv’de artan bir kaygı ve yanıtsız kalan çok sayıda soru dikkat çekiyor. Trump’ın, Netanyahu’nun yargılandığı yolsuzluk davalarının düşürülmesini talep eden tutumu dahi bu belirsizlikleri gidermiş değil.

Öne çıkan soruların başında Trump’ın kendisi geliyor: İlk başkanlık dönemindeki Trump ile bugünkü Trump aynı mı? ‘İsrail’in küçük bir devlet olduğu ve genişlemeye ihtiyaç duyduğu’ yönündeki yaklaşımlarından vazgeçti mi?

Trump yönetiminin Aralık 2025’in başında yayımladığı ve yönetimin stratejik hedeflerini ortaya koyan belgede, Filistin meselesinin yakın vadede çözülebilir olmadığı ifade edildi. Bu durum, Gazze Şeridi’nde savaşı durdurmayı ve Ortadoğu’da kapsamlı bir barış tesis etmeyi amaçlayan Trump planının rafa kaldırılabileceği anlamına mı geliyor? Eğer öyle değilse, Trump İsrail üzerinde bir uzlaşıyı dayatacak baskı uygulayabilir mi? İsrail’e verilecek desteğin sınırları nerede başlayıp nerede bitecek? Trump, görev süresi boyunca önümüzdeki on yıl için İsrail’e nasıl bir askerî ve ekonomik yardım anlaşması sunacak?

sdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025'te İsrail'i ziyareti sırasında Ben Gurion Uluslararası Havalimanı'nda parmağıyla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu işaret ediyor. (Reuters)

Netanyahu’nun yakın çevresinde, ikili ilişkilerin sağlamlığına dair iyimser açıklamalara rağmen tablo net değil. Hatta kendisini ‘ABD meselelerinde İsrail’in en büyük uzmanı’ olarak gören Netanyahu’nun dahi Trump’ın gerçek tutumunu tam olarak kestiremediği, yeni Trump’ın kişiliğini anlamak için uzun saatler harcadığı ifade ediliyor.

Netanyahu uzun süre ABD'de yaşamıştı

Siyasi tarihe göre, bugüne kadar İsrail’i yöneten 13 başbakandan 8’i, ABD’de altı aydan uzun süre yaşamış durumda. ABD’de en uzun süre kalan başbakan 18 yıl ile Golda Meir olurken, onu 16 yıl ile Binyamin Netanyahu izliyor. Her iki lider de ABD’de uzun yıllar yaşamış olmaları sayesinde ABD’yi ‘içeriden en iyi tanıyan’ siyasetçiler olmakla övünüyordu.

Ancak İsrailli tarihçiler bu tabloyu tersinden okuyor. Gazeteci ve tarihçi Tani Goldstein, bazı çevrelerin Golda Meir ile Netanyahu’yu İsrail’in ABD ile ilişkilerinde en başarısız iki başbakan olarak gördüğünü belirtiyor. Goldstein’a göre, her iki lider de görev dönemlerinde iki ülke ilişkilerinde en fazla krize yol açan isimler olarak tarihe geçti.

Golda Meir, 1958 yılında İsrail Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, ABD’nin Lübnan’daki anayasal kriz sırasında ülkeye müdahalesi esnasında, Başbakan David Ben-Gurion ile anlaşarak İsrail istihbarat servislerini Amerikan güçlerinin hizmetine sundu. Bu adım, Tel Aviv ile Washington arasındaki ilk güvenlik iş birliğinin temelini oluşturdu. Üç yıl sonra ise bir İsrail Başbakanı ile ABD Başkanı arasında ilk resmî görüşme gerçekleşti; o dönemde Beyaz Saray’da John F. Kennedy bulunuyordu. Ancak Meir’in kendisi, İsrail Başbakanı olduktan sonra, ilişkilerde ilk büyük krizi tetikleyen isim oldu.

1970’lerin başında ABD, Dışişleri Bakanı William Rogers’ın adıyla anılan bir İsrail-Arap barış planını gündeme getirdi. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın ölümünün ardından, Enver Sedat bu girişimleri güçlü biçimde canlandırmaya çalıştı ve barışa açık bir tutum sergiledi. ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’in kendisiyle stratejik bir ortak ve müttefik olarak hareket edeceğini, İsrail’e barışı getirecek bir anlaşmaya sıcak bakacağını düşünüyordu. Ancak Meir’in bu öneriyi reddetmesi, Nixon için büyük bir hayal kırıklığı oldu.

dfer
Eski ABD Başkanı Jimmy Carter, Eylül 1978'de Beyaz Saray'da İsrail Başbakanı Menachem Begin'in Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ı kucaklamasını alkışlıyor. (AFP)

1973 Savaşı sırasında İsrail ciddi bir güvenlik kriziyle karşı karşıya kaldığında ve Mısır ile Suriye ordularının ülkenin varlığını tehdit ettiğini hissettiğinde, ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’i affetti. Nixon, İsrail’e büyük çaplı silah sevkiyatları ve Amerikan Hava Kuvvetleri pilotları tarafından kullanılan savaş uçakları gönderdi; bu uçaklar Mısır ve Suriye’ye karşı yürütülen savaşta fiilen yer aldı.

ABD-İsrail ilişkileri konusunda uzman tarihçi Prof. Dr. Eli Lederhendler’e göre, Golda Meir’in ‘ABD’yi içeriden tanıdığı’ yönündeki iddiaları İsrail açısından olumsuz sonuçlar doğurdu. Lederhendler, Meir’in kendine aşırı güvenen bir tutum sergilediğini ve ABD’ye dair bilgisinin İsrail’in çıkarlarına ters yönde işlediğini savunuyor.

Binyamin Netanyahu da ABD’yi içeriden bildiği düşüncesiyle benzer bir özgüvene sahip. Ancak birçok gözlemciye göre Netanyahu, ülke yönetiminde bulunduğu yıllar boyunca, ABD-İsrail ilişkilerinde Golda Meir’i hem kriz sayısı hem de bu krizlerin derinliği bakımından geride bıraktı. Netanyahu, 2015 yılında İran’la nükleer anlaşmanın imzalanmasını engellemek amacıyla ABD Başkanı Barack Obama’ya karşı açık bir siyasi mücadele yürüttü.

Netanyahu, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısının ardından İsrail’in yardımına koşan ve Gazze’de ateşkesi sağlamaya çalışan dönemin ABD Başkanı Joe Biden ile de ciddi bir kriz yaşadı; Biden’ın girişimlerini boşa çıkardı. İsrail başbakanlarının çoğu, ülkenin hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçilerden destek alabilmesi için iki partiyle dengeli ilişkiler kurmaya çalışırken, Netanyahu ABD iç siyasetine müdahil olarak Cumhuriyetçi adayları destekledi ve Demokratlarla sorunlar yaşadı.

asdfrt
Gazze Şeridi sınırına yakın bir noktada konuşlanmış tankın kulesinin üzerinde duran İsrail askerleri (AFP)

Washington’daki Netanyahu karşıtları, İran nükleer anlaşmasının Trump’ın ilk başkanlık döneminde iptal edilmesinde Netanyahu’nun belirleyici rol oynadığını savunuyor. Netanyahu’nun, ABD’yi savaşa sürüklemek isteyen bir lider olarak anılmaya başlandığına dikkat çekiliyor. Nitekim son bir yıl içinde bu değerlendirme kısmen doğrulandı ve ABD, kısa süreli ve sınırlı olsa da İran’la bir savaşa girdi. Netanyahu’nun bununla yetinmediği, ABD Başkanı’nı İran’a karşı yeni bir askerî harekâta ya tamamen Amerikan ya da iki ülkenin ortak yürüteceği bir savaşa ikna etmeye çalıştığı ifade ediliyor.

İlişkinin gücü

İsrail ile ABD arasındaki ilişkilerin stratejik ve güçlü olduğu konusunda kuşku yok; bu durum Trump döneminde de geçerliliğini koruyor. Ancak değişen bir unsur var ve bu durum İsrail’de kaygı yaratması gereken bir gelişme olarak görülüyor. Nitekim Tel Aviv’de bu endişe şimdiden hissedilmeye başlandı.

ABD ile kurulan ittifakın sağlamlığı, İsrail’in Ortadoğu’da genel olarak Batı’nın, özel olarak da ABD’nin çıkarları için ilk savunma ve saldırı hattı olmayı kabul eden tek ülke olmasından kaynaklanıyor. NATO’nun eski komutanlarından ve ABD’nin eski dışişleri bakanlarından General Alexander Haig, İsrail’i ‘Amerikan askerleri sahaya inmeden savaş yürüten Ortadoğu’daki Amerikan uçak gemisi’ olarak tanımlamıştı. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz de İsrail’in ‘Batı adına kirli işler yaptığını’ ifade etmişti.

İsrail’in bu denli güçlü destek görmesinin temelinde bu yaklaşım yatıyor. Geçtiğimiz on yıllarda ABD’nin İsrail’e sağladığı askerî yardımlar önemli ölçüde arttı. 1998 yılında yıllık yaklaşık 1,8 milyar dolar olan yardım miktarının, 2028 itibarıyla yıllık 3,8 milyar dolara ulaşması öngörülüyor.

tyu
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordu karargahında yaptıkları bir toplantı sırasında (İsrail hükümeti)

İsrail, önümüzdeki dönemde bu desteğin daha da artırılmasını talep ediyor. Bu rakamlara, Gazze savaşı sırasında ABD’nin sağladığı ve 22 milyar doları aşan destek dâhil değil. Haaretz gazetesinin 18 Aralık 2025 tarihli haberine göre, ABD son iki yılda savaş nedeniyle İsrail’e toplamda yaklaşık 32 milyar dolarlık yardımda bulundu. Gazete, Kongre Araştırma Servisi ve Washington’daki Brown Üniversitesi’ne dayandırdığı haberinde, Yemen ve İran’daki ABD askerî operasyonları gibi doğrudan maliyetlerin yanı sıra, Washington’un son iki yılda İsrail güvenlik kurumlarına 21,7 milyar dolar aktardığını yazdı. Buna ek olarak, ABD Temsilciler Meclisi 2025’in başında 26 milyar dolarlık özel bir askerî yardım paketini onayladı; bu paketin yaklaşık 4 milyar doları füze savunma sistemi kapsamında önleyici füzeler için, 1,2 milyar doları ise yeni lazer savunma sistemi Or Eitan için ayrıldı.

ABD-İsrail stratejik ittifakı, uzun yıllar boyunca iki ülkenin ‘ortak değerleri’ ve örtüşen çıkarları üzerine inşa edildi. Ancak Gazze savaşı, bu temellerde ciddi bir sarsıntıya yol açtı. Bu sarsıntı, Ortadoğu’da ‘gözde müttefikini’ sahiplenen bir süper gücün dayandığı dengeleri de derinden etkiledi.

Trump öngörülemez biri

Netanyahu, İsrail’in ABD’ye sunduğu stratejik hizmetin gücünün farkında ve bunu özellikle Obama ve Biden yönetimleri döneminde sert biçimde kullandı. Ancak Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, denklemi Netanyahu ve hükümeti açısından sarsacak ölçüde değiştirdi ve onları temkinli adımlar atmaya zorladı. ABD’nin değişmekte olduğu gerçeği, Trump yönetiminin ilk yılında belirgin biçimde ortaya çıktı.

ABD Başkanı Donald Trump, alışılmışın dışında ve kararları öngörülemez bir lider olarak görülüyor. Bu durum, onunla muhatap olanların önceki başkanlara kıyasla daha fazla dikkatli davranmasını gerektiriyor. İsrail basınına göre bu yaklaşım, Başbakan Binyamin Netanyahu’da da kaygı yaratıyor. Netanyahu’nun, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin maruz kaldığı türden aleni eleştirilerle karşı karşıya kalmaktan çekindiği ifade ediliyor. Trump, İsrail’in stratejik öneminin farkında olsa da, değerlendirmeler onun hesaplarının yalnızca bu unsurla sınırlı olmadığını gösteriyor.

Trump, İsrail’in çıkarlarını İsraillilerden ve liderlerinden daha iyi bildiğine inanan liderler arasında yer alıyor. İsrail’in yürüttüğü ve bedelini İsraillilerin hayatlarıyla ödediği, ABD’ye ise tek bir asker kaybı yaşatmayan savaşları yüksek takdirle karşılıyor.

İsrail’de yapılan kamuoyu yoklamalarını yakından takip eden Trump’ın, 21 Aralık 2025’te Yahudi Halkı Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayımlanan ve İsraillilerin yüzde 60’ının Trump’ın İsrail’in çıkarlarını önceleyen bir vizyonla hareket ettiğine inandığını ortaya koyan araştırmayı da dikkate aldığı belirtiliyor.

ABD kamuoyunda ise İsrail’e yönelik desteğin keskin biçimde azaldığına dikkat çekiliyor. Tel Aviv merkezli Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün (INSS) bir çalışmasında, ‘İsrail’in ABD’deki konumunda ciddi bir kriz yaşandığı ve bunun stratejik bir tehdide dönüşme riskinin bulunduğu’ değerlendirmesine yer verildi.

Aralık 2025’in başında yayımlanan ve Eldad Shavit ile Ted Sasson tarafından hazırlanan çalışmada, “İsrail’in ABD’deki konumu benzeri görülmemiş bir krize girmiş durumda. Geleneksel destek, Demokratlar arasında ve hatta Cumhuriyetçilerin bir bölümünde gözle görülür biçimde aşındı” değerlendirmesi yer aldı.

Anketler, İsrail’e yönelik kamuoyu tutumunun, savaş sırasındaki İsrail uygulamalarından ve Gazze Şeridi’ndeki insani durumdan doğrudan olumsuz etkilendiğini ortaya koyuyor. Özellikle liberal çevrelerdeki Yahudi toplumu içinde desteğin gerilediği, İsrail’e yönelik eleştirilerin arttığı gözleniyor. Bu eğilimin, İsrail’in siyasi ve askerî hareket serbestisini kısıtlayabileceği ve ülkenin güvenliği açısından gerçek bir tehdit oluşturabileceği belirtiliyor.

Trump’ın, tabanını korumak istemesi ve Netanyahu’nun yönetiminin planları önünde engel oluşturduğunu düşünmesi halinde, bu değişimleri görmezden gelmesinin mümkün olmadığı ifade ediliyor. Nitekim Trump daha önce, Netanyahu döneminde İsrail’in ABD dışında neredeyse hiç dostunun kalmadığını, İsrail’i destekleyen tek ülkenin kendisi olduğunu söylemiş ve Tel Aviv’in ABD’nin çıkar ve iradesini zedeleyecek adımlardan kaçınması gerektiğini vurgulamıştı.

ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarında da önemli bir değişim yaşandığına dikkat çekiliyor. Bu değişimin en belirgin göstergesi, Trump’ın bölgedeki Arap liderlerle kurduğu yeni söylem olarak öne çıkıyor. Netanyahu’nun bu ‘yeni dili’ dikkatle dinlediği ve sınırlarını anlamaya çalıştığı belirtiliyor.

ABD Başkanı’nın görevdeki bir yılının ardından, Netanyahu’ya yakın çevrelerde hâlâ yeni Trump’ın kişiliğini çözmeye çalıştığı, ABD’ye dair edindiği bilgilerin artık güncellenmiş bir anlayış gerektirdiği değerlendirmesi yapılıyor.