Ortadoğu'daki büyük ülkelerin stratejileri

Mısırlı bir araştırmacı, uluslararası güç mücadelelerini ve bunların Arap güvenliği üzerindeki etkisini analiz etti

‘Tetikteki Parmaklar’ isimli kitabın kapağı
‘Tetikteki Parmaklar’ isimli kitabın kapağı
TT

Ortadoğu'daki büyük ülkelerin stratejileri

‘Tetikteki Parmaklar’ isimli kitabın kapağı
‘Tetikteki Parmaklar’ isimli kitabın kapağı

‘Tetikteki Parmaklar… Büyük Güçlerin Ulusal Güvenlik Stratejileri ve Ortadoğu'ya Etkileri’ isimli kitap, güç mücadeleleri ve uluslararası rekabetin kutuplarını temsil eden ülkeler olarak ABD, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin bölgedeki etkisini ele alıyor. Yakın zamanda Kahire’deki Dar Safsafa Yayınları’ndan çıkan ve Araştırmacı Dr. Seyyid Guneym tarafından kaleme alınan kitap, bölgesel düzeyde İsrail, Türkiye ve İran ile ilgili aynı stratejileri inceliyor. Ayrıca, bu ülkeler arasındaki uluslararası ve bölgesel rekabet süreçlerini ve bunların Arap güvenliği üzerindeki etkilerini analiz ediyor.
Kitap iki zaman dilimini kapsıyor: İlk dönem 2011-2017 yılları arasındaki Arap devrimleri ve yankılarından Donald Trump, ABD Başkanlığını devralana ve 2017 yılının Aralık ayında en son ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesini yayınlayana kadarki dönemi kapsarken, ikinci dönem 2018-2020 yılları arasındaki çalışmaları kapsamakta.
‘Üç Büyüklerin Manevraları... ABD, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin Ulusal Güvenlik Stratejileri’ başlıklı birinci bölümde, yazar, strateji ve ulusal güvenlik kavramlarına bilimsel yaklaşımları, kavramların gelişimlerini ve genel olarak karıştırıldıkları kavramlardan ayırt edilmesini ele alıyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ulusal güvenlik stratejilerinin oluşturulması ve uygulanması sürecinde yürütücü siyasi kurumların rollerini ve mekanizmalarını analiz ederek değerlendiriyor. Ayrıca ABD, Rusya ve Çin ile temsil edilen büyük güçlerin ulusal güvenlik stratejilerinin genel özelliklerini inceliyor. Araştırmacı, bu stratejileri ele alıp analiz ederken, her bir stratejinin kısa bir özetini ve küresel sahnede diğer rakip güçler hakkındaki görüşünü dikkate alıyor. Ayrıca bu stratejilere yönelik tutum ve geri bildirimleri, stratejilerin yayınlandığı sırada devlet başkanlarının inançlarını ve bunların Ortadoğu'daki siyasi ve güvenlik gelişmeleri ile etkileşimlerinin boyutunu analiz ediyor.
İlk bölümü birkaç alt başlığa ayıran araştırmacı, ilk başlıkta ABD’nin ulusal güvenlik stratejisine odaklanıyor. İkinci alt başlıkta Rusya’nın ulusal güvenlik stratejisini ele alırken, üçüncü başlıkta Çin’in ulusal güvenlik stratejileri üzerinde duruyor.
‘Silahlı Komşunun Laneti, İsrail, Türkiye ve İran'ın Ortadoğu'da Bölgesel Güvenliğe Yönelik Politikaları’ başlıklı ikinci bölümde ise Dr. Guneym, Ortadoğu'daki ulusal güvenlik sorunlarından bölgesel komşuların belirleyicileri, eğilimleri ve hedeflerini ele alıyor.  Söz konusu ülkelerin politikalarını, dış politika kararlarının nasıl alındığı ve yürürlükteki organlarını inceliyor. Arap Baharı devrimleri, Yemen, Suriye ve Libya'daki savaşlar ve çatışmalar ile DEAŞ ve El Kaide’nin de aralarında bulunduğu terör grupları ve radikal örgütlerin hakimiyetinin yaygınlaşmasının bu ülkelerin güvenliğine yönelik tehditlerin kaynaklarını ve onları bölgesel olarak etkileyen yeni değişkenlerine  de yer veriyor.
Araştırmacı, 2011-2017 yılları arasındaki uluslararası gelişmeleri ele alırken, Trump yönetiminin ABD'deki iktidar dizginlerini ele alması, bölgede güvenlik ve istikrar konularında yeni politikalar ve tutumlar benimsemedeki ısrarına da işarette bulunuyor. Birçoğunun Obama yönetiminin politikaları ve duruşlarıyla çeliştiğine dikkat çeken Dr. Guneym, bu dönemin Rusya'nın Suriye, Mısır ve Cezayir dahil bölgedeki müttefik ve dost ülkeleri desteklemek için bir kez daha geri dönüşüne tanık olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca söz konusu dönemin Çin ve Hindistan'ın Ortadoğu siyasetine ve meselelerine, özellikle yatırım, dış ticaret, sanayi ve diğerleriyle ilgili konulara bir tür sessiz girişine sahne olduğunun altını çiziyor. Ortadoğu'daki siyasi ve güvenlik sahnesinin entegre bir fotoğrafını çekmek isteyen Guneym, Ortadoğu'daki her ülkenin kendi güvenliğine yönelik tehdit kaynaklarıyla yüzleşmeye odaklandığı ve elde etmeye çalıştığı çıkarlarını ve projelerini, Arap ülkelerinin buradaki rolü ile olası ekonomik faydalardan en büyük kazanımları elde etme girişimlerini gözden geçiriyor.
Araştırmacı ayrıca, İran, İsrail ve Türkiye'nin hırsları ve etkili bölgesel devletler olma girişimleri üzerinde duruyor. Bunun yanı sıra bölgede güvenliği sağlamak için kendi projeleri, programları ve birçok siyasi ittifakı sonuçlandırmaya çalışmakla başlayıp, askeri ve istihbarat işbirliğinin yanı sıra ortak yatırımlar ve ticari, bilimsel, teknik ve teknolojik işbirliği konularında anlaşmalar imzalamaya varan çoklu araçlarını ele alıyor.
Dr. Guneym, Arap ülkelerinde silahlı çatışmaların şiddetlendiği bölgelerdeki koordinasyon mekanizmalarını açıklamakla da ilgileniyor. İran, İsrail ve Türkiye'nin politika ve planları arasındaki çatışma noktalarına ve aktif Arap devletleri, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) çıkarlarıyla çelişkilerine ışık tutuyor. Ayrıca her birinin bir tür istikrar, güvenlik ve arzu edilen ekonomik kalkınmayı sağlamak için ABD, Rusya, Çin ve diğerleri ile ne ölçüde koordineli olduğunu irdeliyor.
Kitabın üçüncü bölümünde yazar, Ortadoğu'da bölgesel güvenliğe yönelik İsrail, Türkiye ve İran politikasını inceleyip analiz ediyor. Dr. Guneym, İsrail siyasetiyle ilgili olarak ise, İsrailli araştırmacılar 2015 yılının ikinci yarısında ‘ulusal güvenlik kavramını gözden geçirme’ çağrısında bulunarak çok alanlı etkiye sahip bir stratejiye ihtiyaç olduğunu belirttiler. İsrailli araştırmacılar Udi Dekel ve Omer Inav, Tel Aviv Üniversitesi Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü'nde yaptıkları bir çalışmada, İsrail hükümetinin, askeri tehditlerin boyutundaki önemli azalmadan etkilenen devletin geleneksel ulusal güvenlik kavramını gözden geçirmenin doğru yolunu henüz bulamadığını belirttiler. Ayrıca, bu kavramı, devletin sınırları dışındaki alanlarda etki yaratarak İsrail'in siyasi ve güvenlik çıkarlarını ve hedeflerini ilerletmek için revize edilmiş stratejinin birincil amacı doğrultusunda mevcut ve gelecekteki zorluklara uyarlamaya ihtiyaç olduğunu kaydettiler.
Multi disipliner çalışmalara dayalı bir politika benimsemek ve kamu diplomasisi, yeni medya, sosyal paylaşım siteleri ve insani yardım yoluyla ‘düşman’ kişilerle doğrudan iletişim ve bilgi savaşı, ekonomik etki, yasal araçlar, siyasi yıkım araçları, su ve enerji düzenlemeleri, güvenlik ve teknoloji yardımı, özel pazarlar ve sivil girişimler gibi yumuşak güç araçları dahil olmak üzere farklı seviyelerde çeşitli araçlar kullanarak, stratejik ortamda maksimum etkiyi sağlayacak aksiyonlar almanın gerekliliğine vurgu yaptılar.
Seyyid Guneym, İsrailli araştırmacıların, çıkarları İsrail'inkilerle örtüşen aktörlerle iş birliği, siber savaşta çabaları hızlandırma, İsrail'in uluslararası arenadaki izolasyonunu ve meşruiyetine verdiği zararı, kendisine uygulanan kısıtlama ve yaptırımları azaltacak hukuki ve halkla ilişkiler aygıtı oluşturmayı talep ettiklerini ifade ediyor.
"İsrail güvenliği kavramı, biri Tevrat ve Vaat Edilen Topraklarda indirilenlere dayanan dini, diğeri ise tarihi ve Yahudilerin tarih boyunca Arap bölgesindeki soylarının varlığına atıfta bulunan peygamberlere, ortaya çıkış bölgelerine bağlı iki ana boyuta dayanmaktadır. Buradan hareketle, David Ben-Gurion, Araştırmacı Yehoshafat Harkapi ve İsrailli General Yisrael Tal tarafından yapılan ulusal güvenlik tanımlarına, İsrailliler açısından bakmak mümkündür. Guneym, İsrail nükleer dosyasının İsrail ulusal güvenliğinin önemli bir boyutunu temsil ettiğine de dikkat çekiyor.
Türkiye'nin Ortadoğu'da bölgesel güvenliğe yönelik politikasına ve Adalet ve Kalkınma Partisi öncesi ve iktidara geldikten sonraki yönelimleri ile ilgili olarak Guneym, Türk siyasi liderliğinin, küresel sistemin tanık olduğu dönüşümlerden yararlanarak, sınırları dışında, özellikle Ortadoğu'ya yönelik etkileşime açıklık politikası izlemeyi amaçladığını söylüyor. Ankara'nın etkisini genişletmek için pragmatik temellere güvenerek, Arap bölgesine liderlik etmeyi amaçladığı dini ve Osmanlı tarihinden yararlanarak bölgeye yönelik stratejisine Avrupa Birliği'ne girememesinin ardından başladığına dikkat çekiyor. 2011 devrimlerinden sonra Türkiye'nin Ortadoğu'ya yönelik politikasına gelince, Ankara, ayrılığını sona erdirmek için çabalarını yoğunlaştırdı. Türk dış politikası, genel ve kapsamlı çerçevesinde, bölgedeki Türk varlığını en üst düzeye çıkarmak ve ilişkileri yoğunlaştırmak için Adalet ve Kalkınma fikri ve ideolojisine hizmet etmeye odaklandı. Tansiyonu yüksek olaylar ona bölgenin kalbinde varlığını garanti eden yeni mekanizmalar kazandırdı.
Dr. Guneym, ‘Ortadoğu'nun Bölgesel Güvenliğine Yönelik İran Politikası’ başlığı altında siyasi düzeyde İran rejiminin içine ve İran'ın bölgedeki stratejik hedeflerine ve bunların ideolojik, siyasi, ekonomik, güvenlik ve askeri belirleyicilerine değindi. Ayrıca, İran politikasının bölgeye yönelimlerine, bölgesel hedeflerine ulaşmak için kapsamlı yetkilere sahip unsurlardan yararlanmasına ve İran'ın nüfuzunu uyguladığı Arap ülkeleriyle İran ilişkilerinin doğasına da temas ediyor.
Üçüncü bölümde, yazar, 2011 yılından bu yana Arap bölgesinin, bölgede jeopolitik değişiklikler gerçekleştirmek isteyen büyük güçler arasındaki rekabetin yeniden canlanmasına tanık olduğunu ifade ediyor. Guneym’e göre ABD ve Rusya'nın  bölgesel bir formül oluşturmaya çalıştıklarını, Çin'in şu anda Arap bölgesel ilişkilerinde önemli bir rol oynamadığını belirtiyor. Ancak Çin, bölgedeki tüm ülkelerde ekonomik ve diplomatik ilişkiler kuruyor ve gelecekte daha etkili olmaya hazırlanıyor. Avrupa Birliği'nin rolüne gelince, yazar, terörizm, sınır ötesi suçlar ve yasadışı göç nedeniyle bölgedeki çatışma tehlikesini sakinleştirmeye ve önlemeye çalıştığını belirtiyor.
Dr.Guneym dördüncü bölümü, uluslararası ve bölgesel dönüşümler çerçevesinde Ortadoğu'nun yöneldiği ufku ve bölgenin  güvenliği üzerindeki beklenen etkilerini keşfetmeye ayırıyor. Küresel sistemin evriminin, uluslararası ve bölgesel güçlerin politikalarındaki dönüşümün gelecekteki resmini çizmeye çalışıyor.



Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
TT

Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)

Tunus ana muhalefet partisi Ulusal Kurtuluş Cephesi (NSFT) üyesi ve siyasi aktivist Şeyma İsa, tutukluluk koşullarını protesto etmek için başladığı açlık grevinde dokuzuncu gününe girdi.

1 Aralık'ta muhalefet tarafından düzenlenen yürüyüşe katılan İsa, devlet güvenliğine karşı komplo kurmak suçundan Temyiz Mahkemesi tarafından verilen bir kararla sivil polisler tarafından gözaltına alındı. Muhalif aktivist, hapishaneye girer girmez açlık grevine başladı.

Şeyma İsa (45), 2023 yılının şubat ayında yakalanmış, gözaltında tutulmuştu ve aynı yılın temmuz ayında serbest bırakılmıştı. Birinci Derece Mahkemesi tarafından 18 yıl hapis cezasına çarptırılan İsa’nın cezası temyiz sonucunda 20 yıla çıkarılmıştı.

İsa'nın yanı sıra aynı davayla bağlantılı olarak NSFT lideri, tanınmış siyasetçi Ahmed Necib eş-Şabi (82) de tutuklandı ve 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Muhalif Avukat Ayaşi Hammami (66) de terör suçlamasıyla beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Müdür Yardımcısı Bessam Havaci, “Tunus muhalefetinin önemli simalarının tutuklanması, Cumhurbaşkanı Kays Said'in tek başına iktidarına alternatif olan her şeyi ortadan kaldırma planının son adımıdır. Bu tutuklamalarla Tunuslu yetkililer, siyasi muhalefetin çoğunu etkili bir şekilde hapse atmayı başardı” değerlendirmesinde bulundu.

Tunus muhalefeti ve NSFT, 25 Temmuz 2021'de olağanüstü hal (OHAL) ilan edip ardından yeni bir siyasi sistem kurarak geniş yetkilerle iktidarını sürdüren Cumhurbaşkanı Kays Said'in yönetimine karşı çıkıyor ve demokrasinin yeniden tesis edilmesini talep ediyor. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre buna karşın yetkililer tutuklananları hükümeti devirmeye ve devlet kurumlarını yıkmaya teşebbüs etmekle suçluyor. Muhalefet ise mevcut rejimi tutuklulara karşı siyasi suçlamalar uydurmak ve yargıyı emirlerine boyun eğdirmekle suçluyor.


Hamas, İsrail medyasına konuştu: “Filistin devleti kurulursa silah bırakırız”

İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)
İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)
TT

Hamas, İsrail medyasına konuştu: “Filistin devleti kurulursa silah bırakırız”

İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)
İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)

Hamas, ateşkesin ikinci aşamasına geçilmesini desteklediklerini ve silah bırakmaya açık olduklarını duyurdu.

Adının paylaşılmaması şartıyla Times of Israel'e konuşan Hamas yetkilisi, Filistin devletinin kurulmasını sağlayacak müzakerelerin başlatılması halinde silah bırakacaklarını söylüyor:

Bu zorla veya ültimatomlarla yapılamaz. İsrail iki yıl boyunca Hamas'ı silahsızlandırmak için tüm askeri gücünü kullandı ama işe yaramadı. Silah bırakma meselesi siyasi bir sorunla bağlantılıdır ve bu nedenle siyasi bir çözüm gerektirir.

Yetkili, Filistinlilerin 78 yıllık İsrail işgaline karşı silahlı mücadele hakkının olduğunu belirterek, 1967 sınırlarının esas alınacağı bir Filistin devleti kurulması taleplerini yineliyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye Uluslararası İstikrar Gücü (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. Haberde, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin yüzde 53'ünü kontrol ettiği belirtiliyor.

İsrail, Hamas'ın elindeki 28 rehinenin hepsini teslim etmeden ikinci aşamaya geçilmeyeceğini duyurmuştu. Filistinli örgüt şimdiye dek 27 rehineyi İsrail'e gönderdi. Ancak 7 Ekim saldırısında öldürülen İsrailli polis memuru Ran Gvili'nin naaşı hâlâ Gazze'de. Hamas yetkilisi, cesedin yerini bulmak için çalışmaların sürdüğünü söylüyor.

İkinci aşama kapsamında Barış Kurulu üyelerinin belirlenmesi ve Gazze'ye güvenlik gücü konuşlandırılması hedefleniyor. Bu aşamaya geçiş için Hamas'ın silah bırakmayı kabul etmesi gerekli. Bunun ardından İsrail askerleri daha gerideki bir hatta çekilecek.

Trump ikinci aşamaya "çok yakında geçileceğini" söylemiş fakat bir takvim açıklamamıştı. Ocak itibarıyla Gazze'ye ISF askerlerinin gönderilmesi planlanıyor.

Hamas yetkilisi, 7 Ekim 2023'te düzenlenen Aksa Tufanı'nda esir alınan kişileri ilk etapta operasyondan kısa süre sonra bırakmayı düşündüklerini söylüyor.

Ancak İsrail'in saldırıları durdurmaması ve arabulucular tarafından savaşın sonlandırılacağına dair garantiler sunulmaması nedeniyle bu plandan vazgeçtiklerini ifade ediyor.

ABD Başkanı Donald Trump'ın öncülüğünde hazırlanan plana göre ISF, Hamas'ın silahsızlandırılmasında da rol oynayacak.

Öte yandan Hamas yetkilisi, ISF kontrolündeki böyle bir sürece yanaşmayacaklarını belirterek, güvenlik gücü askerlerinin Gazze'de İsrail ordusuyla Filistin halkı arasında "tampon bölge" görevi görmesi gerektiğini savunuyor.

Ayrıca silahsızlanma karşılığında İsrail ordusunun tamamen Gazze'den çekilmesini talep ettiklerini aktarıyor.

7 Ekim 2023'te düzenlenen Aksa Tufanı'nın sonuçlarından pişmanlık duymadıklarını söyleyen Hamas yetkilisi, dünya kamuoyunun İsrail'in gerçek yüzünü görmesini sağladıklarını vurguluyor:

Tarihi değiştirmeyi başardık. Dünya gözlerini açtı, Filistinlilerin yaşadıklarını ve İsrail'in ne suçlar işlediğini gördü.

IDF ve Yahudi yerleşimciler işbirliği yapıyor

Diğer yandan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF), Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimcilerle aktif işbirliği yaptığı aktarılıyor.

İsrail'in kamu yayıncısı Kan'ın hazırladığı Zman Emet (Gerçek Zamanlı) programına katılan Tuğgeneral Avi Bluth, ISF'nin "sınır bölgelerinde çiftlikler kurmaları için yerleşimcilerle tam işbirliği içinde hareket ettiğini" söyledi.

Bluth, bu işbirliğinin özellikle geçen yıl temmuzda hızlandırıldığını belirtti.

Independent Türkçe, Times of Israel, Haaretz


Muhammed bin Salman ve eş-Şara Suriye ekonomisini canlandırma çabalarını görüştü

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman, geçen şubat ayında Riyad'da Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'yı kabul etti (SPA)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman, geçen şubat ayında Riyad'da Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'yı kabul etti (SPA)
TT

Muhammed bin Salman ve eş-Şara Suriye ekonomisini canlandırma çabalarını görüştü

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman, geçen şubat ayında Riyad'da Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'yı kabul etti (SPA)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman, geçen şubat ayında Riyad'da Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'yı kabul etti (SPA)

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman bin Abdulaziz, dün Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'dan telefon aldı.

Prens Muhammed bin Salman ve Ahmed eş -Şara, Suudi Arabistan ve Suriye arasındaki ikili ilişkilerin çeşitli yönlerini ve bu ilişkileri bir dizi alanda güçlendirme fırsatlarını gözden geçirdiler.

İki taraf ayrıca ortak ilgi alanlarına giren konuları ve Suriye'de güvenlik ve istikrarın pekiştirilmesi ile ekonomik toparlanmanın sağlanması çabalarını görüştü.