Ortadoğu'daki büyük ülkelerin stratejileri

Mısırlı bir araştırmacı, uluslararası güç mücadelelerini ve bunların Arap güvenliği üzerindeki etkisini analiz etti

‘Tetikteki Parmaklar’ isimli kitabın kapağı
‘Tetikteki Parmaklar’ isimli kitabın kapağı
TT

Ortadoğu'daki büyük ülkelerin stratejileri

‘Tetikteki Parmaklar’ isimli kitabın kapağı
‘Tetikteki Parmaklar’ isimli kitabın kapağı

‘Tetikteki Parmaklar… Büyük Güçlerin Ulusal Güvenlik Stratejileri ve Ortadoğu'ya Etkileri’ isimli kitap, güç mücadeleleri ve uluslararası rekabetin kutuplarını temsil eden ülkeler olarak ABD, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin bölgedeki etkisini ele alıyor. Yakın zamanda Kahire’deki Dar Safsafa Yayınları’ndan çıkan ve Araştırmacı Dr. Seyyid Guneym tarafından kaleme alınan kitap, bölgesel düzeyde İsrail, Türkiye ve İran ile ilgili aynı stratejileri inceliyor. Ayrıca, bu ülkeler arasındaki uluslararası ve bölgesel rekabet süreçlerini ve bunların Arap güvenliği üzerindeki etkilerini analiz ediyor.
Kitap iki zaman dilimini kapsıyor: İlk dönem 2011-2017 yılları arasındaki Arap devrimleri ve yankılarından Donald Trump, ABD Başkanlığını devralana ve 2017 yılının Aralık ayında en son ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesini yayınlayana kadarki dönemi kapsarken, ikinci dönem 2018-2020 yılları arasındaki çalışmaları kapsamakta.
‘Üç Büyüklerin Manevraları... ABD, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin Ulusal Güvenlik Stratejileri’ başlıklı birinci bölümde, yazar, strateji ve ulusal güvenlik kavramlarına bilimsel yaklaşımları, kavramların gelişimlerini ve genel olarak karıştırıldıkları kavramlardan ayırt edilmesini ele alıyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ulusal güvenlik stratejilerinin oluşturulması ve uygulanması sürecinde yürütücü siyasi kurumların rollerini ve mekanizmalarını analiz ederek değerlendiriyor. Ayrıca ABD, Rusya ve Çin ile temsil edilen büyük güçlerin ulusal güvenlik stratejilerinin genel özelliklerini inceliyor. Araştırmacı, bu stratejileri ele alıp analiz ederken, her bir stratejinin kısa bir özetini ve küresel sahnede diğer rakip güçler hakkındaki görüşünü dikkate alıyor. Ayrıca bu stratejilere yönelik tutum ve geri bildirimleri, stratejilerin yayınlandığı sırada devlet başkanlarının inançlarını ve bunların Ortadoğu'daki siyasi ve güvenlik gelişmeleri ile etkileşimlerinin boyutunu analiz ediyor.
İlk bölümü birkaç alt başlığa ayıran araştırmacı, ilk başlıkta ABD’nin ulusal güvenlik stratejisine odaklanıyor. İkinci alt başlıkta Rusya’nın ulusal güvenlik stratejisini ele alırken, üçüncü başlıkta Çin’in ulusal güvenlik stratejileri üzerinde duruyor.
‘Silahlı Komşunun Laneti, İsrail, Türkiye ve İran'ın Ortadoğu'da Bölgesel Güvenliğe Yönelik Politikaları’ başlıklı ikinci bölümde ise Dr. Guneym, Ortadoğu'daki ulusal güvenlik sorunlarından bölgesel komşuların belirleyicileri, eğilimleri ve hedeflerini ele alıyor.  Söz konusu ülkelerin politikalarını, dış politika kararlarının nasıl alındığı ve yürürlükteki organlarını inceliyor. Arap Baharı devrimleri, Yemen, Suriye ve Libya'daki savaşlar ve çatışmalar ile DEAŞ ve El Kaide’nin de aralarında bulunduğu terör grupları ve radikal örgütlerin hakimiyetinin yaygınlaşmasının bu ülkelerin güvenliğine yönelik tehditlerin kaynaklarını ve onları bölgesel olarak etkileyen yeni değişkenlerine  de yer veriyor.
Araştırmacı, 2011-2017 yılları arasındaki uluslararası gelişmeleri ele alırken, Trump yönetiminin ABD'deki iktidar dizginlerini ele alması, bölgede güvenlik ve istikrar konularında yeni politikalar ve tutumlar benimsemedeki ısrarına da işarette bulunuyor. Birçoğunun Obama yönetiminin politikaları ve duruşlarıyla çeliştiğine dikkat çeken Dr. Guneym, bu dönemin Rusya'nın Suriye, Mısır ve Cezayir dahil bölgedeki müttefik ve dost ülkeleri desteklemek için bir kez daha geri dönüşüne tanık olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca söz konusu dönemin Çin ve Hindistan'ın Ortadoğu siyasetine ve meselelerine, özellikle yatırım, dış ticaret, sanayi ve diğerleriyle ilgili konulara bir tür sessiz girişine sahne olduğunun altını çiziyor. Ortadoğu'daki siyasi ve güvenlik sahnesinin entegre bir fotoğrafını çekmek isteyen Guneym, Ortadoğu'daki her ülkenin kendi güvenliğine yönelik tehdit kaynaklarıyla yüzleşmeye odaklandığı ve elde etmeye çalıştığı çıkarlarını ve projelerini, Arap ülkelerinin buradaki rolü ile olası ekonomik faydalardan en büyük kazanımları elde etme girişimlerini gözden geçiriyor.
Araştırmacı ayrıca, İran, İsrail ve Türkiye'nin hırsları ve etkili bölgesel devletler olma girişimleri üzerinde duruyor. Bunun yanı sıra bölgede güvenliği sağlamak için kendi projeleri, programları ve birçok siyasi ittifakı sonuçlandırmaya çalışmakla başlayıp, askeri ve istihbarat işbirliğinin yanı sıra ortak yatırımlar ve ticari, bilimsel, teknik ve teknolojik işbirliği konularında anlaşmalar imzalamaya varan çoklu araçlarını ele alıyor.
Dr. Guneym, Arap ülkelerinde silahlı çatışmaların şiddetlendiği bölgelerdeki koordinasyon mekanizmalarını açıklamakla da ilgileniyor. İran, İsrail ve Türkiye'nin politika ve planları arasındaki çatışma noktalarına ve aktif Arap devletleri, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) çıkarlarıyla çelişkilerine ışık tutuyor. Ayrıca her birinin bir tür istikrar, güvenlik ve arzu edilen ekonomik kalkınmayı sağlamak için ABD, Rusya, Çin ve diğerleri ile ne ölçüde koordineli olduğunu irdeliyor.
Kitabın üçüncü bölümünde yazar, Ortadoğu'da bölgesel güvenliğe yönelik İsrail, Türkiye ve İran politikasını inceleyip analiz ediyor. Dr. Guneym, İsrail siyasetiyle ilgili olarak ise, İsrailli araştırmacılar 2015 yılının ikinci yarısında ‘ulusal güvenlik kavramını gözden geçirme’ çağrısında bulunarak çok alanlı etkiye sahip bir stratejiye ihtiyaç olduğunu belirttiler. İsrailli araştırmacılar Udi Dekel ve Omer Inav, Tel Aviv Üniversitesi Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü'nde yaptıkları bir çalışmada, İsrail hükümetinin, askeri tehditlerin boyutundaki önemli azalmadan etkilenen devletin geleneksel ulusal güvenlik kavramını gözden geçirmenin doğru yolunu henüz bulamadığını belirttiler. Ayrıca, bu kavramı, devletin sınırları dışındaki alanlarda etki yaratarak İsrail'in siyasi ve güvenlik çıkarlarını ve hedeflerini ilerletmek için revize edilmiş stratejinin birincil amacı doğrultusunda mevcut ve gelecekteki zorluklara uyarlamaya ihtiyaç olduğunu kaydettiler.
Multi disipliner çalışmalara dayalı bir politika benimsemek ve kamu diplomasisi, yeni medya, sosyal paylaşım siteleri ve insani yardım yoluyla ‘düşman’ kişilerle doğrudan iletişim ve bilgi savaşı, ekonomik etki, yasal araçlar, siyasi yıkım araçları, su ve enerji düzenlemeleri, güvenlik ve teknoloji yardımı, özel pazarlar ve sivil girişimler gibi yumuşak güç araçları dahil olmak üzere farklı seviyelerde çeşitli araçlar kullanarak, stratejik ortamda maksimum etkiyi sağlayacak aksiyonlar almanın gerekliliğine vurgu yaptılar.
Seyyid Guneym, İsrailli araştırmacıların, çıkarları İsrail'inkilerle örtüşen aktörlerle iş birliği, siber savaşta çabaları hızlandırma, İsrail'in uluslararası arenadaki izolasyonunu ve meşruiyetine verdiği zararı, kendisine uygulanan kısıtlama ve yaptırımları azaltacak hukuki ve halkla ilişkiler aygıtı oluşturmayı talep ettiklerini ifade ediyor.
"İsrail güvenliği kavramı, biri Tevrat ve Vaat Edilen Topraklarda indirilenlere dayanan dini, diğeri ise tarihi ve Yahudilerin tarih boyunca Arap bölgesindeki soylarının varlığına atıfta bulunan peygamberlere, ortaya çıkış bölgelerine bağlı iki ana boyuta dayanmaktadır. Buradan hareketle, David Ben-Gurion, Araştırmacı Yehoshafat Harkapi ve İsrailli General Yisrael Tal tarafından yapılan ulusal güvenlik tanımlarına, İsrailliler açısından bakmak mümkündür. Guneym, İsrail nükleer dosyasının İsrail ulusal güvenliğinin önemli bir boyutunu temsil ettiğine de dikkat çekiyor.
Türkiye'nin Ortadoğu'da bölgesel güvenliğe yönelik politikasına ve Adalet ve Kalkınma Partisi öncesi ve iktidara geldikten sonraki yönelimleri ile ilgili olarak Guneym, Türk siyasi liderliğinin, küresel sistemin tanık olduğu dönüşümlerden yararlanarak, sınırları dışında, özellikle Ortadoğu'ya yönelik etkileşime açıklık politikası izlemeyi amaçladığını söylüyor. Ankara'nın etkisini genişletmek için pragmatik temellere güvenerek, Arap bölgesine liderlik etmeyi amaçladığı dini ve Osmanlı tarihinden yararlanarak bölgeye yönelik stratejisine Avrupa Birliği'ne girememesinin ardından başladığına dikkat çekiyor. 2011 devrimlerinden sonra Türkiye'nin Ortadoğu'ya yönelik politikasına gelince, Ankara, ayrılığını sona erdirmek için çabalarını yoğunlaştırdı. Türk dış politikası, genel ve kapsamlı çerçevesinde, bölgedeki Türk varlığını en üst düzeye çıkarmak ve ilişkileri yoğunlaştırmak için Adalet ve Kalkınma fikri ve ideolojisine hizmet etmeye odaklandı. Tansiyonu yüksek olaylar ona bölgenin kalbinde varlığını garanti eden yeni mekanizmalar kazandırdı.
Dr. Guneym, ‘Ortadoğu'nun Bölgesel Güvenliğine Yönelik İran Politikası’ başlığı altında siyasi düzeyde İran rejiminin içine ve İran'ın bölgedeki stratejik hedeflerine ve bunların ideolojik, siyasi, ekonomik, güvenlik ve askeri belirleyicilerine değindi. Ayrıca, İran politikasının bölgeye yönelimlerine, bölgesel hedeflerine ulaşmak için kapsamlı yetkilere sahip unsurlardan yararlanmasına ve İran'ın nüfuzunu uyguladığı Arap ülkeleriyle İran ilişkilerinin doğasına da temas ediyor.
Üçüncü bölümde, yazar, 2011 yılından bu yana Arap bölgesinin, bölgede jeopolitik değişiklikler gerçekleştirmek isteyen büyük güçler arasındaki rekabetin yeniden canlanmasına tanık olduğunu ifade ediyor. Guneym’e göre ABD ve Rusya'nın  bölgesel bir formül oluşturmaya çalıştıklarını, Çin'in şu anda Arap bölgesel ilişkilerinde önemli bir rol oynamadığını belirtiyor. Ancak Çin, bölgedeki tüm ülkelerde ekonomik ve diplomatik ilişkiler kuruyor ve gelecekte daha etkili olmaya hazırlanıyor. Avrupa Birliği'nin rolüne gelince, yazar, terörizm, sınır ötesi suçlar ve yasadışı göç nedeniyle bölgedeki çatışma tehlikesini sakinleştirmeye ve önlemeye çalıştığını belirtiyor.
Dr.Guneym dördüncü bölümü, uluslararası ve bölgesel dönüşümler çerçevesinde Ortadoğu'nun yöneldiği ufku ve bölgenin  güvenliği üzerindeki beklenen etkilerini keşfetmeye ayırıyor. Küresel sistemin evriminin, uluslararası ve bölgesel güçlerin politikalarındaki dönüşümün gelecekteki resmini çizmeye çalışıyor.



İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
TT

İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)

İsrail savaş uçakları, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'un doğusuna hava saldırısı düzenlerken, sivil savunma ekipleri kanlı bir günün ardından bölgeden üç ceset çıkardı ve 15 yaralıyı tahliye etti.

Filistin Enformasyon Merkezi, ‘işgal uçaklarının bu sabah erken saatlerde Han Yunus'un doğusunda, ağır topçu bombardımanı ile eşzamanlı olarak birkaç hava saldırısı düzenlediğini’ bildirdi.

Gazze Şeridi'ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü, ‘işgal güçlerinin Han Yunus'un doğusundaki Beni Suheyla bölgesinde bir evi bombalamasının ardından üç şehit çıkarıldığını ve 15 yaralı tahliye edildiğini’ duyurdu.

Gazze Şeridi'ndeki hastanelerin sağlık kaynakları dün, ‘İsrail ordusunun 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasını açıkça ihlal ederek, Gazze ve Han Yunus şehirlerinde 17'si çocuk ve kadın olmak üzere 28 kişiyi öldürdüğünü’ bildirdi.

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım bugün yaptığı açıklamada, İsrail’i Gazze anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. Kasım, İsrail’in aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda kişiyi öldürdüğünü ve yaraladığını belirterek, Mısır, Katar, Türkiye ve ABD’yi bu ‘ihlalleri’ derhal durdurmak için harekete geçmeye çağırdı.

Kasım, İsrail ordusunun ‘anlaşmanın varlığına rağmen Gazze’de büyük bir katliam gerçekleştirdiğini’ ve bu tutumun, İsrail hükümetinin arabulucular ve garantör ülkeler nezdindeki açık saygısızlığını yansıttığını söyledi. Kasım ayrıca, bu ülkelerin işgalci güçlerin Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmakta yetersiz kaldığını ifade etti.

dwef
İsrail'in düzenlediği hava saldırısının gerçekleştiği bölgeyi inceleyen Filistinliler (Reuters)

Kasım, “Şarm eş-Şeyh'te anlaşmayı imzalayan tüm tarafları, özellikle Mısır, Katar, Türkiye ve ABD'yi, sorumluluklarını yerine getirmeye ve işgalin saldırganlığını ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için yapılan anlaşmanın ihlallerini durdurmak için acil önlemler almaya çağırıyoruz” dedi.


Gazze Anlaşması... Silahsızlanma konusundaki anlaşmazlıklar BM kararını zorluyor

Gazze şehrindeki yerinden edilmiş kişiler için kurulan kampta kışın ilk yağmurları yağarken çadırlarını kurmaya çalışan Filistinliler (AFP)
Gazze şehrindeki yerinden edilmiş kişiler için kurulan kampta kışın ilk yağmurları yağarken çadırlarını kurmaya çalışan Filistinliler (AFP)
TT

Gazze Anlaşması... Silahsızlanma konusundaki anlaşmazlıklar BM kararını zorluyor

Gazze şehrindeki yerinden edilmiş kişiler için kurulan kampta kışın ilk yağmurları yağarken çadırlarını kurmaya çalışan Filistinliler (AFP)
Gazze şehrindeki yerinden edilmiş kişiler için kurulan kampta kışın ilk yağmurları yağarken çadırlarını kurmaya çalışan Filistinliler (AFP)

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planının uygulanmasına ve uluslararası güçlerin konuşlandırılmasına zemin hazırlayan Amerikan kararını onaylamasının ardından, Gazze Şeridi’nde yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasının geleceğine ilişkin farklı değerlendirmeler gündeme geldi. Bu farklılıkların başında silahsızlanma meselesi bulunuyor.

Filistin taraflarının karar hakkındaki tepkileri değişkenlik gösterirken, uzmanlar bu adımın ‘diplomatik bir ivme’ yarattığını, ancak sahada somut bir uygulamaya dönüşmeden önce ciddi engellerle karşılaşacağını belirtiyor. Uzmanlara göre bu durum, özellikle ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile Hamas yöneticilerinden Halil el-Hayye arasında İstanbul’da gerçekleşip gerçekleşmediği tartışılan görüşme nedeniyle, anlaşmanın ikinci aşamasını belirsizlik içinde bırakıyor.

10 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkesin ikinci aşamasını oluşturan güvenlik ve idari düzenlemeler, İsrail’in rehinelerin tümünün cenazelerinin iade edilmesinde ısrarcı olması ve Gazze Şeridi’ni yönetecek komitenin henüz açıklanmaması nedeniyle ilerleyemiyor.

Çelişkili haberler

İsrail medyasında, ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile Hamas yöneticisi Halil el-Hayye arasında Türkiye’de yapılması planlanan toplantıya ilişkin bilgiler çelişkili şekilde yer aldı. Söz konusu görüşme, cuma günü New York Times tarafından ortaya çıkarılmıştı.

Times of Israel, toplantının gerçekleştiğini öne sürerken, İsrail Kamu Yayın Kurumu KAN görüşmenin ‘İsrail’in baskısı nedeniyle’ yapılmadığını aktardı.

Israel Hayom ise Washington’ın, BM Güvenlik Konseyi’nde ABD kararına karşı Arap desteği toplama girişimi nedeniyle Hamas’a tepki gösterdiğini yazdı. Gazete, bu girişimin Trump yönetiminin anlaşmanın bir sonraki aşamasına ilerleme çabalarını fiilen yavaşlattığını ifade etti.

fgt
Gazze şehrinin Suk Faras mahallesindeki bir çöp döküm alanının yanından geçen çocuklar (AFP)

Filistinli siyasi analist Nizar Nazzal, söz konusu görüşmenin yapılıp yapılmadığına dair çelişkili haberlerin, bazı çevrelerin BM Güvenlik Konseyi kararını ‘ileriye dönük bir adım’ olarak görmesine rağmen Hamas’ın kararı reddetmesiyle birlikte, özellikle silahsızlanma konusunda ciddi görüş ayrılıklarına işaret ettiğini belirtiyor. Nazzal’a göre bu durum, İsrail’in Hamas’a herhangi bir meşruiyet tanımama yönündeki baskılarıyla da bağlantılı.

Nazzal, “Eğer toplantı sadece ertelendiyse, bu anlaşmanın karşılaştığı engelleri aşmak için bir fırsat olabilir. Ancak tamamen iptal edilmişse, bu durumda Hamas tutumunu sertleştirecek ve özellikle silahsızlanma maddesi başta olmak üzere alınan kararlara yaklaşımı olumsuz yönde etkilenecektir” dedi.

BM Güvenlik Konseyi’nin 13 üyenin desteğiyle kabul ettiği karar, Gazze Şeridi’nde ‘geçici uluslararası istikrar gücü’ kurulmasına izin veriyor. Ancak kararın son versiyonunda, Gazze’de silahsızlanmaya yönelik ifadelerin yer alması, silahların toplanması ve askeri altyapının imhası gibi maddelerin olması, uygulanabilirliğe ilişkin yeni endişeleri gündeme getirdi.

Tarafsızlık niteliği

Hamas, kararın kabul edilmesinin ardından yaptığı açıklamada, uluslararası gücün Gazze Şeridi içinde üstlenmesi öngörülen görevler arasında yer alan silahsızlanma maddesinin, bu gücün ‘tarafsızlık niteliğini ortadan kaldıracağını ve onu çatışmada işgalin tarafına dönüştüreceğini’ belirtti.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise kararı memnuniyetle karşıladı. X platformunda İngilizce yaptığı paylaşımda, “Başkan Trump’ın planının barış ve refah getireceğine inanıyoruz; çünkü plan Gazze’nin tamamen silahsızlandırılmasına, askeri kapasitesinin ortadan kaldırılmasına ve aşırılığın kökünün kazınmasına vurgu yapıyor” ifadelerini kullandı.

Mısırlı İsrail uzmanı Said Ukkaşe, kararın anlaşmaya yalnızca ‘diplomatik bir ivme’ kattığını, ancak sahada çok sayıda engel bulunduğunu söyledi. Ukkaşe’ye göre İsrail, yeniden inşa ve çekilmeden önce silahsızlanmada ısrar ederken, Filistinli gruplar tam tersini talep ediyor.

Uzman, İsrail’in, karar metninde ileride Filistin devletine ilişkin istişare çağrısının yer almasına rağmen kararı olumlu karşılamasının, ‘fraksiyonların tutumunu bildiği için yapılmış bir siyasi manevra’ olabileceğini, bunun daha sonra anlaşmayı durdurmak için bir gerekçeye dönüştürülebileceğini ifade etti.

Nizar Nazzal da Hamas’ın önce İsrail’in çekilmesini isteyeceğini, İsrail’in ise önce Hamas’ın silahsızlanmasını talep edeceğini belirtti. Nazzal, “Bu karşılıklı talepler sahada yeni engeller yaratacak ve anlaşmanın ikinci aşamasını daha da geciktirecek” dedi. Ayrıca, “ABD, sahadaki tüm zorluklara rağmen anlaşmayı uluslararası meşruiyete kavuşturmayı başardı” değerlendirmesinde bulundu.

Washington'un baskısı

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, çarşamba günü Fransız mevkidaşı Jean-Noel Barrot ile yaptığı telefon görüşmesinde, BM Güvenlik Konseyi’nin Gazze’ye ilişkin son kararının uygulanmasının önemine vurgu yaptı. Abdulati, uluslararası istikrar gücünün BM Güvenlik Konseyi tarafından kendisine verilen görevleri yerine getirebilmesi gerektiğini söyledi.

Mısır Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre Abdulati, görüşmede Şarm eş-Şeyh Anlaşması’nın korunması ve tüm maddelerinin uygulanması için Kahire’nin yürüttüğü çabalar hakkında da bilgi verdi.

Rusya’nın BM Daimî Temsilcisi Vasiliy Nebenziya ise ülkesinin çekimser kalmasının ardından yaptığı konuşmada, BM Güvenlik Konseyi’nin ‘Washington’ın vaatlerine dayanarak Amerikan girişimine onay verdiğini’ söyledi. Nebenziya, Gazze’nin tam kontrolünün Barış Konseyi ve uluslararası istikrar gücüne bırakılmasını öngören bu planla ilgili olarak, “Bu güçlerin nasıl çalışacağına dair hâlâ hiçbir bilgiye sahip değiliz” dedi.

Böylesi çekinceler ve diplomatik hareketlilik ışığında, Ukkaşe’ye göre kararın geleceği büyük ölçüde Washington’ın İsrail üzerindeki baskısına bağlı olacak. Ukkaşe, uygulanma yönteminin netleşmemesi durumunda anlaşmanın yeniden tıkanacağını ve ikinci aşamaya kısa sürede geçilemeyeceğini belirtti.

Nizar Nazzal ise kararın geleceğini ABD’nin belirleyeceğini düşünüyor. Nazzal, Washington’ın Hamas ile uzlaşı arayışına yönelebileceğini söyleyerek, “ABD isterse bu anlaşmayı ileriye taşıyabilir. Önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeler, anlaşmanın nasıl bir yöne evrileceğini ortaya koyacak” değerlendirmesinde bulundu.


SDG'nin Suriye ordusu mevzilerine saldırısının ardından Rakka'nın doğusunda şiddetli çatışmalar patlak verdi

Haseke'de SDG’nin gerçekleştirdiği güvenlik operasyonundan bir kare (Arşiv - Facebook)
Haseke'de SDG’nin gerçekleştirdiği güvenlik operasyonundan bir kare (Arşiv - Facebook)
TT

SDG'nin Suriye ordusu mevzilerine saldırısının ardından Rakka'nın doğusunda şiddetli çatışmalar patlak verdi

Haseke'de SDG’nin gerçekleştirdiği güvenlik operasyonundan bir kare (Arşiv - Facebook)
Haseke'de SDG’nin gerçekleştirdiği güvenlik operasyonundan bir kare (Arşiv - Facebook)

Suriye'nin devlet televizyon kanalı El-İhbariye dün akşam, Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) Rakka'nın doğusundaki Ma’adan çevresinde Suriye ordusu mevzilerine ani bir saldırı düzenlemesinin ardından bölgede şiddetli çatışmaların patlak verdiğini bildirdi.

SDG bu haftanın başlarında, Rakka'nın doğusunda Suriye güçlerinin saldırısını engellediğini duyurmuş ve çatışmanın tırmanmasını önlemek için orantılı bir yanıt verdiklerini açıklamıştı.

SDG, Suriye'nin kuzeyinin ve doğusunun büyük bir bölümünü kontrol ediyor.

Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra geçtiğimiz ay yaptığı bir açıklamada, başkent Şam'da SDG lideri Mazlum Abdi ile görüştüğünü ve ülkenin kuzeyindeki ve kuzeydoğusundaki tüm askeri konuşlanma noktalarında derhal kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaştıklarını söyledi.