Etiyopya kuvvetleri ilerlerken, savaş belirsiz bir aşamaya giriyor

Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’nin gerilemesinin ne getireceği henüz belli değil

Gönüllüler, Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’nin silahlı güçleri ile savaşan hükümet güçlerine yiyecek taşıyor (AFP)
Gönüllüler, Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’nin silahlı güçleri ile savaşan hükümet güçlerine yiyecek taşıyor (AFP)
TT

Etiyopya kuvvetleri ilerlerken, savaş belirsiz bir aşamaya giriyor

Gönüllüler, Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’nin silahlı güçleri ile savaşan hükümet güçlerine yiyecek taşıyor (AFP)
Gönüllüler, Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’nin silahlı güçleri ile savaşan hükümet güçlerine yiyecek taşıyor (AFP)

Etiyopya ordusu bu hafta Tigray isyancıları tarafından ele geçirilen topraklarda nihayet kontrolü tekrar sağlayabildi. Bu, Başbakan Abiy Ahmed'in çatışma bölgelerinde askerleri ile birlikte savaşmasının bir yansıması gibi görünüyor.
Ordunun son hamlesine rağmen, savaşın yeni bir belirsizlik aşamasına girmesiyle bu zaferin ne anlama geldiği ve bir yıl süren çatışma üzerindeki etkileri hala tam olarak netleşmiş değil.
Sadece bir ay önce Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) üyeleri, başkent Addis Ababa'ya giden ana otoyol üzerindeki Dessie ve Kombolcha şehirlerini ele geçirdiklerini duyurmalarıyla birlikte daha da hızlı ilerlemeye başlamışlardı. Daha sonra Addis Ababa'nın yaklaşık 220 kilometre kuzeydoğusunda kalan Şiva Robet'e ulaştıkları bilgisi gelmişti.
Ancak Başbakan Ahmed geçen hafta saha operasyonlarının iplerini eline aldığını duyurduktan sonra hükümet bir dizi zafer ilan ederken, isyancılar stratejilerini değiştirmek zorunda kaldıklarını itiraf ettiler.
 Zafer söylemleri devletin medya kuruluşlarında duyulmaya başlandı. Şarku'l Avsat'ın Etiyopya Yayın Kurumu’ndan aktardığı habere göre Başbakan Ahmed perşembe günü yaptığı açıklamada “Düşman yerle yeksan edilip parçalandı” ifadelerini kullandı.
Kanada'daki Queen's Üniversitesi'nde Afrika Boynuzu Güvenlik Meseleleri Uzmanı Awet T. Weldemichael konuya ilişkin yaptığı açıklamada, şüphesiz hükümetin belli bölgelerde ‘avantaj’ elde etme iddiasında bulunabileceğini söyledi. Weldemichael “Bunun savaşta avantaj olarak yorumlanıp yorumlanmayacağına sadece zaman karar verecek” dedi.

Çatışmaların patlak vermesi
2020 yılının Kasım ayında Başbakan Ahmed’in ordu kışlalarına yönelik saldırılara misilleme olarak TPLF’yi devirmek için hükümet güçlerini harekete geçirmesiyle Etiyopya'nın kuzeyinde çatışmalar patlak verdi.
2019 Nobel Barış Ödülü'nün sahibi Başbakan Ahmed, hızla zafer kazanılacağına dair söz vermiş olmasına rağmen TPLF haziran ayı sonunda Tigray bölgesinin çoğunu yeniden ele geçirdi. Çok geçmeden komşu Afar ve Amhara bölgelerine saldırılar başladı.
İsyancıların Addis Ababa'ya doğru ilerlemesi, uluslararası bir alarm verilmesini gerektirdi. Zira birçok büyükelçilik, vatandaşlarına mümkün olan en kısa sürede Etiyopya’yı terk etmeleri çağrısında bulundu.
Bütün bu olaylar sırasında TPLF’nin ilerlemesinin tam niteliğine ilişkin tartışmalar başladı.
Batılı bir güvenlik yetkilisi kasım ayının ortalarında Fransız haber ajansına (AFP) verdiği demeçte “Bunu bir ilerleme olarak adlandırmalı mıyız bilemiyorum. Addis Ababa'ya giden yolda büyük bir tank ve zırhlı araç konvoyu yok. Mesele bundan daha karışık. Dağlara doğru giden, ateş eden ve belirli bölgeleri kuşatan piyadeler var. Ancak il ve ilçeleri tamamen kontrol altına almış gibi durmuyorlar” şeklinde konuştu.
TPLF, Addis Ababa'ya girme niyetini reddetmese de bunu hiçbir zaman açıkça ilan da etmedi.

Kontrolün tekrar sağlanması
Savaş alanı birden değişti. Hükümet önce başkentin tedariklerini güvence altına almak için lojistik açıdan önemli sayılan stratejik bir otoyolun yakınında bulunan Afar'daki kasabaların kontrolünü yeniden ele geçirdiğini duyurdu. Sonra çarşamba günü bir açıklama daha yaparak ağustos ayında isyancıların ele geçirdiği Birleşmiş Milletler (BM) Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Lalibela'da zafer kazandıklarını duyurdu.
Cuma günü devlete bağlı medya kuruluşları, kuzeyde Dessie ve Kombolcha’ya giden yol üzerindeki kasabaların ‘kurtarıldığını’ duyurdular.
Etiyopya'da toprak anlaşmazlıkları ve savaş idaresi sanatı üzerine çalışan sosyoloji uzmanı Mehdi Labzayi konuya ilişkin yaptığı açıklamada “Hükümetin en sonki karşı atağı beni oldukça şaşırttı. Silah altına alınan bütün insanları gördüm. Ancak eğitildiklerine inanmıyordum, yok edileceklerini düşünüyordum” ifadelerini kullandı.
Afrika Birliği (AfB), daha fazla kan dökülmesinin önüne geçmek üzere bir ateşkes anlaşmasına varılması için aracılık etmeye çalışıyor. Ancak şu ana kadar kayda değer bir ilerleme olmadı.

Silahlı insansız hava araçları (SİHA) ile hava üstünlüğü
TPLF, gelecek herhangi bir savaşta avantajlı olduğu konusunda ısrar ediyor.
TPLF lideri Tadis Vuridi, cuma günü yayınlanan bir röportajında “Savaşlarda değişiklikler, sınırlı geri çekilmeler ancak daha sonra ileriye doğru büyük bir ilerleme olduğu bilinen bir gerçek. Ulaştığımız bazı bölgelerdeki sorunları ve zayıf noktaları azaltmak için buralardan gönüllü olarak ayrılmamız gerektiğine karar verdik” şeklinde konuştu.
Labzayi’ye göre bu tür açıklamalar, hükümetin haziran ayı sonlarında Tigray'ın çoğu kısmından geri çekilme kararını açıkladığı anı akıllara getiriyor. O zamanlar Tigray eyaletinin başkenti Mekele’nin sokaklarında TPLF üyeleri kutlama yapsa da bu, askeri gerilemeleri önlemek içindi.
Labzayi TPLF hakkındaki konuşmalarının başında “Addis Ababa'ya çok yakındılar. Neden şimdi geri dönüyorlar? Bu, bir şeyin onları endişelendirdiği veya onlar için hayra alamet olmadığını düşündüklerini gösteriyor” dedi.
Awet T. Weldemichael'e göre en azından şimdilik hükümetin hava üstünlüğünün dengeleri alt üst etmiş olabileceği ihtimali var.
Weldemichael açıklamasının devamında şu ifadeleri kullandı: “SİHA’ların aktif savaşta belirleyici bir rol oynadığına dair iddialar var. Ne var ki, bunun boyutu henüz tam olarak netleşmiş değil. Ancak şu ana kadar bu, Tigray’in karşı saldırısını ve ilerlemesini durdurmaya yardımcı olmuşa benziyor.”



Afganistan'daki Bagram Hava Üssü: Trump'ın Rusya ve Çin'e karşı silahı

Afganistan'daki Bagram Hava Üssü: Trump'ın Rusya ve Çin'e karşı silahı
TT

Afganistan'daki Bagram Hava Üssü: Trump'ın Rusya ve Çin'e karşı silahı

Afganistan'daki Bagram Hava Üssü: Trump'ın Rusya ve Çin'e karşı silahı

Kemal Allam

ABD Başkanı Donald Trump, son haftalarda Taliban'dan Afganistan'daki Bagram Hava Üssü'nü geri verme talebini tekrarladı ve bu talep karşılanmadığı takdirde üssü zorla almakla tehdit etti. Pek çok konuda olduğu gibi, Trump her zaman sert açıklamalar ve tutumlarla başlayıp daha sonra daha dengeli bir yaklaşım benimsiyor. Bu durum, Gazze meselesini ele alış biçiminde de açıkça görüldü. Başlangıçta Gazze'yi “Riviera”ya dönüştürmeye yönelik fantastik bir plan önermiş, ardından eşi benzeri görülmemiş bir barış planı sunmuştu.

Trump'ın Taliban'a yaptığı teklife gelince, bu görünüşte fevri yaklaşımının arkasında hesaplı bir mantık yatıyor. Perde arkasında, Başkan yine alışılmadık bir politikaya başvurdu; birkaç önde gelen Taliban bakanına yönelik yaptırımları kaldırdı ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) arabuluculuğuyla, madenleri ve Orta Asya'da Amerikan şirketlerinin çıkarlarına hizmet edecek lojistik rotaları içeren bir anlaşma için müzakerelere başladı. Ayrıca, eski Afgan kökenli Amerikan diplomat Zalmay Halilzad'ı kayıp Amerikalıları kurtarmak için çeşitli görevlerde görevlendirdi. Trump’ın temel stratejisi, Afganistan'ın Moskova-Pekin eksenine doğru kaymasını önlemek.

Amerikan kanı ve parası: Rusya ve Çin ilerliyor

Trump'ın müzakere ekibinde, Savunma Bakanı Pete Hegseth, ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Michael Waltz ve Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard başta olmak üzere, Afgan savaşında savaşmış birçok önde gelen yetkilinin yanı sıra, Afganistan'daki sivil terörle mücadele misyonlarına katılan Kash Patel ve Sebastian Gorka gibi isimler de yer alıyor. Hepsi, ABD'nin Afganistan'da binlerce askerinin öldürülmesi, müdahalenin vergi mükelleflerinin 1 trilyon dolardan fazla paraya mal olmasıyla ağır bir can ve mal bedeli ödediğine inanıyor. Bu bedelin, Rusların veya Çinlilerin, gerek 1 trilyon dolar değerinde olduğu tahmin edilen nadir minarel kaynaklarını ele geçirerek, gerekse Bagram Hava Üssü'nü kontrol ederek veya terör örgütlerinin Afganistan sahnesine geri dönmesine izin vererek, bu bedelden faydalanmaları için ödenmediğini düşünüyorlar.

gt
Başkan Trump ve Putin, Ukrayna'daki savaşı sona erdirmeyi görüşmek üzere bir araya geldikleri zirvede el sıkışıyor, 15 Ağustos, Alaska, ABD (Reuters)

Rusya, yakın zamanda Taliban'ı Afganistan'ın meşru hükümeti olarak resmen tanıyan ilk ülke oldu. Taliban, Batılı yetkililer ve çoğu komşu ülkeyle görüşmelerini sürdürse ve Avrupalı misyonlar Kabil'de diplomatik temsilciliklerini sürdürse de yalnızca Moskova onu alenen tanımayı seçti. Bu arada, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan gibi Rusya'nın Orta Asyalı müttefikleri de Kabil ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini yoğunlaştırarak ticaret anlaşmaları imzaladılar ve yeni lojistik rotalar oluşturdular. Rusya'nın en önemli savunma müttefiki ve en büyük petrol alıcısı olan Hindistan, Taliban Dışişleri Bakanı’na resmi bir davet gönderdi ve Afgan hükümetini tamamen tanımaya yakın görünüyor.

Rusya Afgan meselelerinde tarihi bir oyuncu. 17. yüzyıldan beri, Peter Hopkirk'ün çığır açan eserinde tanımladığı gibi “Büyük Oyun” kapsamında bu önemli ülkede İngiltere ile uzun bir nüfuz mücadelesine girişti. Afganistan, Orta Asya'yı Güney ve Doğu Asya'ya bağlayan kara parçasının merkezindeki hayati coğrafi konumu sebebiyle, İngiliz ve Rus imparatorlukları arasındaki rekabetin merkezindeydi. En önde gelen Amerikan dış politika teorisyenlerinden Zbigniew Brzezinski, Avrasya bloğunu kontrol etmenin küresel hakimiyetin anahtarı olduğuna inanıyordu ve bu ilke daha sonra Henry Kissinger tarafından da benimsendi. 1950'ler ve 60'larda Kissinger, Afganistan'a yönelik Amerikan politikasını şekillendirmek için Pakistan'ı birkaç kez ziyaret etti. Yazılarında, İslamabad ile kurduğu stratejik ilişki olmadan Çin'e yönelik kapsamlı Amerikan erişiminin mümkün olmayacağını ve bunun kendisine Pekin'e giden yolu açtığını belirtir.

Çin bugün, Vahan Koridoru boyunca bir kara ve demir yolu ağı inşa ederek ve ülkenin kuzeyinde maden ve gaz çıkarmaya başlayarak Afganistan'daki en büyük yatırımcı haline geldi. Bu bağlamda, Pekin doğrudan bir güvenlik tehdidiyle karşı karşıya, zira 1990'lardaki ilk Taliban yönetimi Çin'e muhalif Uygur savaşçılarına destek vermişti. Bu senaryonun tekrarlanmasını önlemek için Pekin, yıllar önce yabancı yatırımlar, Kabil'in Çin karşıtı Türk hareketine desteğini sonlandırmasını öngören bir anlaşma yoluyla Taliban'ı ikna edip, yanına çekmeye çalıştı. Kabil'deki Çin Mahallesi, hızla büyüyor ve Çin mallarıyla dolup taşan hareketli bir pazara sahip. Ticari varlığının yanı sıra Pekin, ülke içindeki nüfuzunu artırmak amacıyla birçok yerel medya kuruluşuna fon sağlıyor. Ayrıca, Afganistan'ın kara ve demir yolu ağlarını hem İran'a hem de Pakistan'a bağlama sözü verdi ve bu hamle, Asya'nın kalbindeki stratejik konumunu sağlamlaştırma hedefini yansıtıyor.

Taliban'ın 1 trilyon dolar değerinde olduğu tahmin edilen madenleri kontrol etmesiyle birlikte jeopolitik, Trump'ın Ruslar ve Çinliler karşısında öne geçmeye çalıştığı “altına hücum” yarışı kadar önemli hale geldi

Trump'ın üst düzey güvenlik yetkililerini Kabil ve Abu Dabi'ye göndermesi, Amerikan şirketlerinin Orta Asya'dan Güney Asya'ya uzanan kara ve hava lojistik sözleşmelerini güvence altına almaya çalıştığı daha geniş kapsamlı bir stratejinin parçası. Bu hamle aynı zamanda Çin'in Afganistan'da hızlanan genişlemesini kontrol altına almayı da amaçlıyor; zira bu genişleme Pekin'in hem Pakistan hem de İran'daki nüfuzunu artırabilir. Eylül ayında Pakistan ve ABD, Mareşal Asım Münir ve Başkan Trump arasında Beyaz Saray'da doğrudan müzakere edilen bir maden anlaşması imzaladı.

Afgan savaşının Amerikalı gazilerinin teşvikiyle Trump, şimdi Taliban'ı benzer bir anlaşmaya zorlamaya çalışıyor ve Bagram Hava Üssü'nü önemli bir jeopolitik merkeze dönüştürme olasılığını ima ediyor. Gelecekteki olası bir çatışmaya hazırlık olarak, üssün konumunun, özellikle Çin sınırına yakınlığının stratejik öneminin altını da çizdi. Trump’ın Taliban ile ilişkilerde sık sık havuç-sopa yaklaşımını kullandığı biliniyor. Nitekim harekete bağlı Kandahar'daki Şura Konseyi ile Doğu Afganistan'da önemli bir nüfuza sahip olan Hakkani örgütü arasında bir anlaşmazlık yaratmak amacıyla BAE'nin arabuluculuğuna başvurdu. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, hareketin kanatlarından birini yanına çekerek madencilik sektörü ile ilgili bir anlaşmanın ve DEAŞ-Horasan'a karşı birleşik bir cephe kurulmasının önünü açmayı umuyor.

scdfrg
ABD ordusu, 20 yıllık işgalin ardından 31 Ağustos 2021'de Afganistan'dan çekildi (AFP)

Buna paralel olarak, ABD, Rusya'nın en büyük askeri üslerini maden ve enerji zengini Türkmenistan ve Kazakistan yakınlarındaki Tacikistan'da bulundurduğu Orta Asya'da hassas bir denge oyunu yürütmeye devam ediyor. Washington, Pekin ve Moskova aleyhine bu iki ülkedeki varlığını güçlendirmeye çalışıyor.

ABD, dikkat çekici bir hamleyle, CIA ve Savunma Bakanlığı'na, başta Ahmed Mesud liderliğindeki Ulusal Direniş Cephesi olmak üzere Afgan direniş gruplarına destek sağlama yetkisi veren yasayı sessizce onayladı. Ancak söz konusu yasa, bu grupların, daha önce Washington tarafından desteklenen eski Ulusal Güvenlik Güçleri'nden unsurlar içermesini şart koşuyor. Bu hamle, Taliban'ın iş birliği yapmayı reddetmeye devam etmesi halinde ABD'nin Mesud ve müttefik komando birliklerini desteklemeye yönelebileceğine işaret ediyor.

Son üç yüzyılda çok az şey değişti; Afganistan, İngilizler ve Ruslardan, Amerikalılar ve Çinlilere kadar her zaman büyük güç rekabetinin odak noktası oldu. Nedeni de ya kritik coğrafi konumu ya da Asya'nın ana yollarını birbirine bağlayan hayati öneme sahip çevresi oldu. Taliban'ın değeri 1 trilyon dolar olduğu tahmin edilen madenleri kontrol etmesiyle birlikte jeopolitika, Trump'ın Ruslar ve Çinliler karşısında öne geçmeye çalıştığı “altına hücum” yarışı kadar önemli hale geldi.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Suudi Arabistan'ın ‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ olarak tanımlanması ne anlama geliyor?

Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)
Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)
TT

Suudi Arabistan'ın ‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ olarak tanımlanması ne anlama geliyor?

Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)
Askerî geçit töreninde ABD ordusu tankları (AFP)

ABD ile Suudi Arabistan arasındaki stratejik ilişkinin derinliğini yansıtan bir adım olarak, ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan’ı ‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ (Major Non-NATO Ally – MNNA) ilan etti. Bu kararla Suudi Arabistan, Arjantin, Avustralya, Bahreyn, Brezilya, Kolombiya, Mısır, İsrail, Japonya, Ürdün, Kenya, Kuveyt, Fas, Yeni Zelanda, Pakistan, Filipinler, Katar, Güney Kore, Tayland ve Tunus gibi ülkelerin bulunduğu bu statüyü resmen alan yirminci ülke oldu.

Bu statü, ABD’nin NATO üyesi olmayan bir ülkeye verebildiği en yüksek askeri ve güvenlik iş birliği seviyesini ifade ediyor. ABD Kongresi bu unvanı 1987 yılından bu yana, ABD Yasası’nın 22. maddesi uyarınca tanımlıyor.

NATO üyesi olmayan müttefik olmanın avantajları

NATO üyesi olmayan müttefikler, gelişmiş ABD silahlarına ve askeri teknolojisine öncelikli erişim ve ABD askeri teçhizatını indirimli fiyatlarla veya uygun koşullarda satın alma veya kiralama imkânı gibi birçok önemli avantajdan yararlanıyor. Bu sınıflandırma, NATO üyesi olmayan müttefiklerin ABD ile ortak silah geliştirme programlarına katılmalarına ve askeri araştırma ve geliştirme projeleri için ABD'den finansman almalarına da olanak tanıyor.

Söz konusu sınıflandırma, ortak askeri eğitim ve istihbarat iş birliğini kolaylaştırmanın yanı sıra, müttefik ülkenin topraklarında acil durumlarda kullanılmak üzere ABD askeri teçhizatının depolanmasına izin verdiği için ABD'ye de belirli avantajlar sağlıyor.

Suudi Arabistan, ABD ile uzun süredir devam eden stratejik ortaklığı nedeniyle bu ayrıcalıkların çoğundan onlarca yıldır fiilen yararlanıyor. Ancak resmi olarak bu statüye sahip olması, bu ayrıcalıkların yasal olarak garanti altına alınmasını ve ABD yönetimlerinin keyfi kararlarına tabi olmamasını sağlıyor.

‘Karşılıklı savunma anlaşmasından’ farkı

‘NATO üyesi olmayan başlıca müttefik’ statüsü ile ‘karşılıklı savunma anlaşması kapsamındaki müttefiklik’ kavramları benzer ifadeler taşısa da aralarında önemli bir fark bulunuyor. NATO dışı müttefik statüsünde ABD’nin söz konusu ülkeyi savunma yükümlülüğü bulunmazken, karşılıklı savunma anlaşmaları taraflara karşılıklı ve açık bir yasal savunma taahhüdü getiriyor. Bu yükümlülük, NATO Anlaşması’nın beşinci maddesinde yer alan ve üye ülkelerin herhangi bir saldırıya uğrayan üye devleti savunmasını şart koşan maddeyle benzerlik gösteriyor.

‘NATO dışı müttefik’ sınıflandırmasındaki taahhütlerin niteliği, yakın askeri iş birliğinin ötesine geçmez, ancak karşılıklı savunma anlaşması kapsamında, imzacı devleti savunmak için ABD kuvvetleri gönderme taahhüdüne eşdeğerdir.

Bu nedenle aradaki fark, ‘NATO dışı müttefik’ sınıflandırmasının silahlanma, eğitim ve iş birliği alanlarında ‘çok ileri düzeyde stratejik ortaklık’ olması, ancak ‘savunma ittifakı’ olmamasıdır. ‘Karşılıklı savunma anlaşması’ ise imzacı devlete yönelik herhangi bir saldırının ABD'ye yönelik bir saldırı olarak kabul edilmesi ve ABD'nin yasal olarak askeri müdahalede bulunma yükümlülüğü anlamına gelir.

Suudi yetkililer bu tanımlamanın “kapsamlı bir stratejik ortaklığa doğru atılmış önemli bir adım” olduğunu söylerken, ABD Dışişleri Bakanlığı ise bunun ‘bölgedeki ortak güvenliğe yönelik uzun süredir devam eden taahhüdü yansıttığını’ doğruladı.


BM, Trump’ın Gazze planına ilişkin karar taslağını büyük çoğunlukla onayladı

ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)
TT

BM, Trump’ın Gazze planına ilişkin karar taslağını büyük çoğunlukla onayladı

ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, Knesset'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile tokalaşırken, 13 Ekim 2025 (AP)

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze için hazırladığı yol haritasını büyük çoğunlukla onaylayarak, 20 maddelik planına uluslararası meşruiyet kazandırdı.

Taslak karar, Rusya ve Çin'in çekimser kalmasına rağmen, pazartesi akşamı BMGK’da 15’e 13'lük çoğunlukla kabul edildi. Bu gelişme, Trump yönetimi için önemli bir diplomatik zafer oldu.

Filistin Yönetimi, kararın onaylanmasını memnuniyetle karşılarken, Hamas ve diğer Filistinli gruplar, bunu ‘Filistin’in milli iradesinin dışında sahada düzenlemeler yapılmasının önünü açan bir karar’ olarak değerlendirerek, ortak ve ayrı ayrı açıklamalarla kararı reddettiklerini bildirdiler. Ayrıca Gazze'ye konuşlandırılacak herhangi bir uluslararası gücün ‘bir tür vesayet veya dayatılan yönetim’ haline geleceğini söylediler. Şarku’l Avsat’a konuşan Filistinli gruplardan kaynaklar, söz konusu uluslararası gücün rolü ve bu grupların üyelerini takip etmek ve tutuklamak için potansiyel olarak kullanılabileceği konusundaki endişeleri dile getirdiler.

Öte yandan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İngilizce olarak Trump ve Gazze planını öven bir blog yazısı yayınlarken, hükümet üyeleri sessizliğini korudu. Bu durum, İsrail'de Trump'ın planından duyulan memnuniyetsizlik ile onu kızdırmamak arasındaki ikilem arasında gerçek bir krizin yaşandığını gösterdi. İsrail televizyonu Kanal 12 muhabiri Barak Ravid, “İsrail-Filistin çatışmasının bir daha asla eskisi gibi olmayacağını söylemek mümkün” ifadelerini kullandı.