‘Oyunun Efendisi’ adlı kitap Kissinger’ın diplomaside en çok zorlandığı anları okuyucusuyla buluşturuyor... Kissinger, en çok Suudi Arabistan karşısında zorlandı

Martin Indyk, kaleme aldığı kitapta ABD’nin eski Dışişleri Bakanı'nın Ortadoğu'daki çatışmayı nasıl ele aldığını anlatıyor

Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz, 1973 yılında Riyad'da Kissinger'ı kabul ederken (Getty Images)
Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz, 1973 yılında Riyad'da Kissinger'ı kabul ederken (Getty Images)
TT

‘Oyunun Efendisi’ adlı kitap Kissinger’ın diplomaside en çok zorlandığı anları okuyucusuyla buluşturuyor... Kissinger, en çok Suudi Arabistan karşısında zorlandı

Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz, 1973 yılında Riyad'da Kissinger'ı kabul ederken (Getty Images)
Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz, 1973 yılında Riyad'da Kissinger'ı kabul ederken (Getty Images)

Modern çağda “siyasetin babası” denince Doğu'dan Batı'ya pek çok isim akla gelse de hemen herkes bahsedilen kişinin eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger olduğu konusunda hemfikirdir. Bu görüş belki biraz abartılı olsa da Kissinger, ne tam olarak nefret edilen ne de tam olarak sevilen bir kişiydi. Herkes Arap dünyasındaki en karanlık ve en zor siyasi olaylarla ve Batı dünyasındaki en zorlu dönüm noktalarıyla uğraşırken bile onun bir diplomat olarak hakkını teslim eder.
Martin Indyk’in kitabının okurları, Kissinger’a karşı oluşan ve bugün halen süregelen bu “sempatinin” nedenini merak edebilirler. Buna hakları var. Peki, bu sempati neden 1970’li yıllarda sona ermedi? ABD'nin eski İsrail büyükelçisi ve eski ABD Başkanı Bill Clinton yönetiminde Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı ve yine eski başkanlardan Barack Obama'nın İsrail-Filistin Müzakerelerinden Sorumlu temsilcisi Martin Indyk, bu “haklı sorulara” yanıt vermek amacıyla “Master of the Game: Henry Kissinger and the Art of Middle East Diplomacy” (Oyunun Efendisi: Henry Kissinger ve Ortadoğu Diplomasisi Sanatı) adlı kitabı kaleme aldı. Indyk, kitabında, Dr. Henry Kissinger'ın Ortadoğu’da barış diplomasisine katılımı, eski ABD Başkanı Richard Nixon'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığı ve Başkan Gerald Ford yönetiminde Dışişleri Bakanlığı görevine devam ettiği dönemde yaşananları okuyucusuyla buluşturuyor.
Almanya doğumlu bir Yahudi olan Kissinger, Harvard Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olarak görev yaptığı dönemde İsrail'in, komşuları olan Arap ülkeleriyle ilişkileri üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Yazar Indyk, amacının, Kissinger'ın Araplar ve İsraillilerle olan ilişkilerine dair birçok hikayeyi okuyucusuna aktarmak olduğunu söylüyor. Avustralya doğumlu yazar, 1973 yılındaki Arap-İsrail Savaşı (Ekim Savaşı) sırasında İsrail'de yaşamış bir Yahudi olarak Ortadoğu barış sürecine olan ilgisini kabul ediyor.
Kissinger ile hem aynı dini (Yahudilik) hem de aynı ilgi alanını (Arap bölgesi) paylaşan Indyk, eski bakana olan hayranlığını da gizlemiyor. Hatta bir zamanlar eşinin Kissenger’ın sekreteri olarak çalıştığını da belirtiyor. Yazar, Kissenger’ın bir diplomat olarak yeteneklerinin yanı sıra kişisel yönleriyle de ilgileniyor.
Yazar, kitabını kaleme alırken Kissinger'ın Ortadoğu'daki diplomatik misyonundan ve kitabın son bölümünde İsrailliler ve Filistinliler arasındaki müzakerelerden bahsediyor. Ardından Arap-İsrail Savaşı sırasında ABD dış ilişkileri tarihi açısından bu iki olayı bir biriyle karşılaştırıyor. Beş bölüm olan kitap 672 sayfadan oluşuyor ve her bölümün kendi içinde ayrıldığı toplam 17 bölüm bulunuyor. Kitap, New York merkezli Dış İlişkiler Konseyi ve Alfred A. Knopf Yayınevi tarafından 2021 sonbaharında yayımlandı.

Kissinger, Ortadoğu'daki çatışmayı ve Nixon'ın Yahudi karşıtlığını nasıl yönetti?
Şarku'l Avsat'ın edindiği nbilgiye göre, kitap, Kissinger'ın Eylül 1973'te ABD Dışişleri Bakanlığı görevine başlamak üzere yemin etmesiyle başlıyor. Yazar, Kissenger’ın 6 Ekim 1973 Cumartesi sabahı Sovyetler Birliği’nin Washington Büyükelçisi Anatoly Dobrynin ile Mısır ve Suriye dışişleri bakanlarını acil koduyla arayıp, Suriye ve Mısır’ın İsrail'e saldırdığını ve Süveyş Kanalı'nı geçmek için askeri bir operasyon başlattıklarını teyit eden telefon görüşmeleri yaptıktan sonra Başkan Nixon’a ‘ABD’nin bugün Ortadoğu’da bir savaşa tanık olacağını’ bildiren bir mesaj gönderdiğini aktarıyor.
Kissinger'ın Başkan Nixon'la ilişkilerinde karşılaştığı bazı zorluklara da değinen yazar, ABD Başkanı’nın Kissinger'ın Yahudi olmasının, ülkesinin Arap ülkeleriyle ilişkilerini iyileştirme arzusunu engellediğini düşündüğünü belirtirken ayrıca Nixon'ın anti-semitizmine ve özel konuşmalarında Yahudi olduğu için Kissinger'la sık sık nasıl dalga geçtiğine de dikkati çekiyor. Yazar bununla birlikte, her ikisinin de ABD’nin dış ilişkilerinin temel bir itici gücü olarak Sovyetler Birliği ile çatışmayı sürdürmeye ve onu Arap-İsrail Savaşı’ndan önce ve sonra Ortadoğu'dan dışlamaya yönelik güçlü bir arzuyu paylaştıklarını da aktarıyor.

Kissinger ve Meir arasındaki zorlu bir ilişki olsa da Kissinger, Meir’den İsrail nükleer programıyla ilgili bir taahhüt almayı başardı
Yazar Indyk, Henry Kissinger ile İsrail Başbakanı Golda Meir arasındaki ilişkinin zorlu bir ilişki olduğunu, fakat buna karşın Kissinger’ın bir takım başarılara imza attığını anlatıyor. Kissinger, 1969 baharında Meir'den İsrail'in nükleer programındaki ilerlemeyle ilgili kamuya herhangi bir açıklamada bulunmamaları sözü aldı. İsrail’in nükleer faaliyetleri hakkındaki bilgileri saklaması karşılığında ABD hükümetinin İsrail'e Phantom askeri uçaklarını göndermemesi şartını ise reddetti. Bunun nedeni, Nixon ve Kissinger'ın, İsrail'in böyle bir açıklamada bulunması halinde Sovyetler Birliği’nin Arap ülkelerinin nükleer çalışmalar yapmalarına yardım etmesinden korkmalarıydı. Golda Meir, Kissinger'ın İsrail'in 1973'teki savaş kayıplarını, ABD’nin Vietnam Savaşı'ndaki kayıplarıyla kıyaslamasından hiç hoşlanmıyordu. Çünkü bunun İsrail için sinir bozucu olduğunu düşünüyordu. İsrail Başbakanı Meir, Kissinger'ın savaşı uzatmak isteyebileceğinden oldukça endişeliydi. Çünkü bu, Sovyetler Birliği’nin, Suriyeliler ve Mısırlılarla birlikte savaşa girmesi anlamına gelebilirdi.
Kitabın okurları, belki de yazar Martin Indyk'in Kissinger'ın Mısır'ın Ortadoğu'daki savaş ve barıştaki rolünü takdir etmesini nasıl detaylandırdığını fark edecektir. Kissinger, Şubat 1973'te Mısır Ulusal Güvenlik Danışmanı Hafız İsmail ile New York'ta bir araya geldi. Bu görüşme, Kissinger'ın İsrail'e Sina’da güvenliği için ne gibi tedbirler verileceği konusundaki fikirlerini Mısırlılar tarafından anlaşılır bir şekilde aktarmasını sağladı.
Yazar, Kissinger'ın 1973 yılının Ekim ayının sonları ile Kasım ayının başlarında Mısır ve İsrail arasında bir ateşkes yapılması için gerçekleşen müzakereye gitmesini Ortadoğu barışının başlangıcı olarak niteliyor. Kissenger, bunun öncesinde Moskova’ya giderek Kremlin’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin (SBKP) Merkez Komitesi Genel Sekreteri Leonid Brejnev ile görüşmek zorunda kaldı. Kissinger'ın en önemli ve acil önceliği, savaşın devam etmesini engellemek ve Mısırlılar, Suriyeliler ve İsrailliler arasında bir ateşkes yapılmasını sağlamak için Sovyetler Birliği ile iş birliği yapmak olduğunu belirten yazar, ardından bu çabaların ABD Dışişleri Bakanı Kissenger’ın Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat ile dostane bir ilişki kurmasını sağladığını aktarıyor.
Yazar, Kissinger ve Sedat arasındaki dostane ilişkinin, Kissinger'ın Ocak 1974'te Kahire ve Tel Aviv arasında yapılan ateşkes anlaşmasının müzakerelerini başlatmasının önünü açtığını savunuyor. Ancak Kissinger ile Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed arasındaki ilişki, Sedat'la olduğu kadar yakın ve başarılı değildi ve Mayıs 1974'te Suriye-İsrail çekilme anlaşmasının imzalanmasıyla kanıtlandığı üzere Kissinger'in Suriye sorununa ilişkin çabaları daha zayıftı.

OPEC, Kissinger'ın çabalarını başarısızlığa uğrattı
Kissinger'ın Ortadoğu’da barış diplomasisinin en zor yanı, Ekim Savaşı sırasında ve sonrasında Petrol Üreten Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) petrolde yüksek fiyatlandırma politikasını sona erdirme girişimleri ve dönemin Suudi Arabistan Kralı Kral Faysal bin Abdulaziz ve yine dönemin Petrol Bakanı Dr. Ahmed Zeki el-Yemani ile arasındaki yazışmalardı. Yazar, Kissinger'ın Filistinlilerin haklarını doğrudan savunmayı reddettiğinden Filistinlilerle nasıl bir güreşe tutuştuğuna açıklık getiriyor. Yazar, Kissinger’ın, barış anlaşması sürecinde Filistinlilerin haklarıyla ilgili sorunları çözmesi için Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Harold Henry Saunders’ı görevlendirdiğini ekliyor. Yazar Indyk ayrıca Kissinger'ın dönemin Ürdün Kralı Hüseyin ile nasıl ilgilendiğine de dikkati çekerken Kissinger'ı Ürdün’ün Batı Şeria'da daha iddialı bir rol oynaması konusunda isteksiz olarak nitelendiriyor.
Ama Kissinger, yine de Kral Hüseyin'i destekliyordu ve ABD'nin Eylül 1970'de Ürdün Kralı’nın Filistinli gerillalarla karşı karşıya gelmesi sırasında Ürdün'e askeri müdahalede bulunmasını istemiyordu.  Aslında Kissinger, İsrail’e karşı başlatılan isyanı bastırmada Kral Hüseyin'in İsrail’in yanında olmasını umursadığı yoktu. Kitabın en etkileyici kısmı da ABD’deki Yahudi cemaatinin Kissinger'ın Arap devletleri ile İsrail arasında doğrudan veya dolaylı olarak müzakerelerin yapılmasına sağladığı katkıyla ilgili aktardıkları oldu.
ABD’li Yahudilerin büyük bir bölümü arasında Kissinger'ın Araplara çok fazla taviz verdiğine dair açık ve gittikçe büyüyen bir korku vardı. Kissinger'ın yeni patronu Başkan Gerald Ford, Henry Kissinger'ın planladığı Ortadoğu barışı diplomasisinin nasıl hazırladığına dair Yahudilerin yönetimi üzerinde artan baskısı yüzünden büyük bir üzüntü duyuyordu. Martin Indyk, ABD’deki Yahudi lobisinin, ABD yönetiminin organlarıyla sahip olduğu güçlü bağlantıları koruyarak ve Ford ve Kissinger'ın İsrail ve Arap ülkeleriyle temaslarını sürdüreceğine, İsrail'e yahut Yahudilere karşı önyargılı olmayacaklarına güvenerek Başkan Gerald Ford yönetimiyle açıkça bir tartışmaya girmekten kaçınmayı başardığına dikkati çekiyor.

Fas Kralı, Sedat'a Kissinger ile anlaşmasını tavsiye ederken onun ‘güvenilir olabileceğini’ söyledi
Yazar Indyk, genel olarak Kissinger'ın Arapların güvenini kazanmada başarılı olduğuna ve kendisinden sonra gelen dışişleri bakanlarının, ABD'nin aktif rolüyle pekiştirilen Ortadoğu'da barış sürecinin yapılandırılmasıyla ilgili ilişkilerinde eksik olduğu noktanın da bu olduğuna işaret ediyor. Kissinger’ın bu geniş açıklığı, Fas Kralı 2. Hasan'ın güvenini kazanmasını sağladı. Yazar, Fas Kralı 2. Hasan’ın, Kissinger'ın 22 Ekim hattını tanımlarken elde edilen değerli diplomatik sermayeyi boşa harcamanın mantıklı olmadığı ve doğrudan daha fazla askerin geri çekilmesinin akıllıca olduğu yönündeki önerisini kabul ettiğini söylüyor.
Kitaba göre Fas Kralı ayrıca Enver Sedat'a şöyle bir mesaj gönderdi:
“Temel izlenimimiz, Kissinger’ın bir söz vermesi halinde, bunu yerine getireceği yönündedir. Ona güvenebilirsiniz.”
Kitapta, Kissinger'ın ABD tarafından başlatılan Mısır ve İsrail arasındaki barış arayışını nasıl somutlaştırdığı ve Sovyetler Birliği’ni Cenevre'deki barış konferansına davet etme ısrarı aktarılırken bunun Ortadoğu'da barışa olan bağlılıklarının prensipte kanıtı olarak görüldüğünü bildiriyor. ABD Dışişleri Bakanı, bundan sonra Mısır ve İsrail arasında güçlü bir arabulucu rolü üstlendiğine işaret eden kitapta, "Kissinger, Sedat’a ve İsrail kabinesine dolaylı olarak bu müzakereleri yöneten kişinin kendisi olacağı fikrini empoze etmeye çalıştı” deniyor.

Kissinger, Esed rejimini ABD’nin yanına çekmekte başarısız oldu
Mısır ve İsrail’in onun arabuluculuğunu kabul etmesi ve ikisi arasında barış için daha fazla çalışmak için onunla iş birliği yapmaları Kissinger için bir başka diplomatik zaferdi. Yazar Martin Indyk’e göre Kissinger, Suriye'yi etkisiz hale getirmeye çalıştı. Yazara göre Kissinger, Esed'in Sovyetler Birliği’ne karşı tavır aldığı bir dönemde Sedat gibi onun da tamamen ABD tarafına geçebileceği umuduyla Esed'le müzakerelere başladığını, ancak bu sonucu elde etmek için gerçekten canla başla çalışmadığını ya da bunun zaten olmak zorunda olduğuna inandığını aktarıyor. Bunun için Esed'in bundan böyle İsrail'le çatışmadan kaçınmanın Suriye'nin çıkarına olduğunu düşünmesi yeterliydi.
Ancak kitap, Kissinger'ın başarabileceklerinin sınırları olduğunu da özetler nitelikte bir çalışma. Yazara göre Kissinger, bu stratejiye o kadar bağlıydı ki, 1975'te Sedat'ın tükenme noktasına geldiğini fark edemedi bile. Bu durumda Sedat'ın iki yıl sonra barışa hazır olduğunu göstermek için Kudüs'e gitme kararı tek taraflı dramatik bir eylem olacaktı. O sırada Kissinger ofisinde değildi. Yine de Sedat'ın Kudüs ziyareti Kissinger'ın yaklaşımını teyit eder nitelikte oldu.
Yazar, Kissinger'ın Mısırlılar, Suriyeliler ve İsraillilerin aralarındaki savaş durumunu sona erdirmek için gerçekleşen mekik diplomasisine öncülük ettiğini, fakat buna rağmen İsrail ile Filistin arasında her geçen gün genişleyen büyük bir uçurumu kapatmayı başaramadığını yazdı. Kitabın yazarı Martin Indyk de iki ülke ve bölgedeki Arap devletlerinin liderleriyle yakın iş birliği içinde çalışan eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde Filistinliler ve İsrailliler arasındaki barış sürecinde de başarısız oldu.

Kissinger, en çok Suudi Arabistan karşısında zorlandı
Kissinger'ın Suudi Arabistan ile ilişkilerine de değinen yazar Martin Indyk, Riyad'ın 1973 Arap-İsrail Savaşı öncesinde ve sonrasında oynadığı önemli role dikkat çekerken Kissinger'ın ‘dış politikada gerçekçilik’ geleneğini takip ettiğini belirtti. Yazara göre Kissenger, Cemal Abdunnasır'ın Arap dünyasındaki etkisini dengelemek için Suudi Arabistan'ı önemli bir güç olarak görüyordu. Kitapta, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın Suriye ile bir savaş başlatmayı planladığını ve yaklaşmakta olan savaşın hazırlıklarının finansmanı için Kral Faysal bin Abdulaziz'den mali destek almak amacıyla koordineli adımlar attığına işaret ediliyor.
Kissinger, 14 Ekim 1973'te Kral Faysal'a ABD Başkanı Richard Nixon'ın İsrail'e silah temini için bir hava köprüsü kurma kararının Sovyetler Birliği’nin Mısır ve Suriye ordularını silahlandırmasına tepki olarak alındığını bildiren bir mektup yazdı. Dönemin İçişleri Bakanı Prens Fahd bin Abdulaziz, Kissinger'a Kral Faysal bin Abdulaziz'in gönderilen mektuplardan etkilenmediğini, çünkü Washington ve Riyad'ın anti-komünist bir ittifak içinde olduğunu varsayarak, Suudi Arabistan'ı savaş sırasında ABD’nin İsrail'e verdiği desteğin yanında yer alıyormuş gibi gösterdiğini söyledi.  Tabii ki, durum böyle değildi.

Kissinger, Nixon'ın aksine, Kral Faysal'ın petrolü silah olarak kullanmasını beklemiyordu
Öte yandan Kissinger, Suudi Arabistan'ın yapabileceklerini hafife aldı. Bu konuda Dışişleri Bakan Yardımcısı Kenneth Rush ile anlaşmazlığa düşen Kissenger, petrolün 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda bir silah olarak kullanılmasını beklemiyordu. Indyk, Başkan Nixon, (dönemin ABD Savunma Bakanı James) Schlesinger ve Rush'ın petrol konusunda endişeli olmalarına rağmen Kissinger’ın Arap ülkelerinin petrol ambargosu uygulamaları olasılığına dair endişeye kayıtsız kaldığı için değil, petrol üreticisi ülkelerin krizi siyasi bir çözüme ulaştırmak için petrolü kullanma çabalarının işe yaramayacağına inandığı için olacaklar tahmin edilemezdi.
Arap Ülkeleri Petrol Bakanları Konseyi’nin 19 Ekim 1973'te ABD'ye petrol ihracatını durdurma kararı almasıyla Kissinger'ın ummadığı durum başına geldi. Sonraki altı ayda petrol fiyatları dört katına çıktı. Ambargo, Mart 1974'te sona erse de fiyatlar yüksek seviyelerde kaldı. Ambargo sırasında, 1973 yılında varil başına 25.97 dolar olan petrol 1974'te varil başına 46.35 dolara yükseldi.

Arap-İsrail Savaşı sırasındaki petrol ambargosu, siyasi denklemi değiştirirken piyasaları da karıştırdı
Bunun sonucunda Henry Kissinger'ın hayatındaki en zor diplomatik durum ortaya çıkmaya başladı. Bunu, Ortadoğu'da barış için OPEC bloğunun hegemonyasını sona erdirme girişimleri ve Arap-İsrail Savaşı sırasında ve sonrasında yüksek petrol fiyatlarında izlediği politika takip etti. Yazar Indyk, bu zaman zarfında Kral Faysal bin Abdulaziz ve eski Petrol Bakanı Dr. Yemani ile Kissinger arasında çok sayıda yazışmanın gerçekleştiğini aktarıyor.
Kitap, Kissinger'ın her zaman hem ABD'nin endüstriyel ekonomilerine hem de büyük ölçüde Batı'ya zarar veren petrol boykotunun sona ermesi için çağrıda bulunduğu, ancak Kissinger’ın henüz karşı karşıya olduğu bir takım zorlu koşullar olduğu ve OPEC bloğunu petrol ambargosunu sona erdirmeye çağırma girişimlerinin işe yaramadığı belirtiliyor. Kudüs'ün statüsünün belirlenmesi, Filistinlilere haklarının geri verilmesi ve İsrail'in işgal ettiği toprakları vermeye zorlanması, petrol üretim düzeyini savaş öncesine döndürme konusunda OPEC'in birinci şartıydı.
Ancak gelişmeler sırasında OPEC için en önemli olan üç konuda herhangi bir değişim olmadı. Beklendiği gibi, OPEC’in yeni petrol politikası, OPEC üyelerinin Mısır-İsrail ilişkilerinde bir dereceye kadar ilerleme olduğunu görmelerinin ardından değişti. Çünkü böylesi bir gelişme, ABD’nin en azından Mısır'la olan ilişkileri meselesinde ve başka konularda İsrail'e karşı daha az önyargılı hale gelmesi anlamına geliyordu. Kitabında Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed'in Kissinger'a kendisiyle görüşmek istediğini nasıl söylediğini anlatan yazar Indyk, Esed’in Kissinger'a, eğer İsrail Arap topraklarından çekilirse, bölgedeki komünizmin etkisini azalacağını defalarca kez tekrarladığını aktarıyor.

Kral Faysal, son derece temkinli ve kurnaz olsa da Kissinger ile olan ilişkisinde açık davranıyor
Indyk, Kral Faysal’ın petrol ambargosu devam ederken Kissinger ile yaptığı görüşmeyle ilgili olarak Kral Faysal'ın Kissinger'a verdiği sözlerde çok temkinli davrandığını, hatta bir keresinde ABD Dışişleri Bakanı'na ‘Mısır ile İsrail arasındaki geri çekilme anlaşmasının sonuçlandırılmasının petrol vanalarının tekrar açılmasını sağlayacağını’ söylediğini aktardı. İlk çekilme anlaşması imzalandığında iki aylık bir gecikme oldu ve Suudi Arabistan, önceki petrol kotalarına geri dönüldüğünde Kissinger'a tahmin edilenden çok daha sert davrandı.
Yazar, bu sert tutumun, Kral Faysal'ın petrol fiyatlarındaki artışı iptal etmeden önce Suriye ile İsrail arasındaki geri çekilme anlaşması yapılmasıyla ilişkilendirmesinden kaynaklandığını düşünüyor.  Kissinger, 2 Mart 1974 Cumartesi günü Suudi Arabistan'a gitti ve Kral Faysal ile tekrar görüştü. Dönemin Suudi Arabistan Dışişleri Devlet Bakanı Ömer es-Sakkaf, Başkan Nixon ile iyi bir görüşme yaptığını ve petrol ambargosunu sona erdirme konusunda anlaştıklarını söyledi. Yazara göre Kral Faysal, önce Golan'daki güçlerin ayrılması gerektiğini söyleyerek Kissenger’ı şaşırttı. Kral Faysal, bunu ‘son engel’ olarak nitelendirdi.
Indyk, Kral Faysal'ın Kissinger'a karşı açık olduğunu düşünüyor. Kitaba göre Kral Faysal, bir keresinde, toplantıdan çıkarken nazik bir jestte bulunarak Kissenger’a kapıya kadar eşlik etti ve onunla birkaç kez İngilizce konuştu. Ona veda ederken Allah’a mekik diplomasisinde başarılı olmasına yardım etmesi için dua ettiğini söyledi.
Diğer taraftan ABD halen İsrail’e silah tedarik ederken petrol ambargosu da devam ediyordu. Martin Indyk, Kral Faysal'ın Kissinger'ın İsrail’e silah tedarikinin sona ermesini petrol ambargosunun hafifletilmesine bağlama girişimini engellediğini, bunun üzerine Kissenger’ın Kral Faysal'ın kurnazca davranışını övdüğünü belirtti. Yazar, Kissinger'ın Kral Faysal'ın durumdan memnun olmaması halinde ‘her zaman yeniden petrol ambargosu uygulamaya geri dönebileceğini’ anladığını söylüyor. Öyle ki Kral Faysal, petrol ambargosu kaldırılmadan önce Kissinger'dan daha fazla adım atmasını istedi.

Kral Faysal'ın ölümü Beyaz Saray'da büyük bir üzüntü yarattı
Kral Faysal’a düzenlenen suikastın, Beyaz Saray'da Kissinger dahil herkesi hüzne boğduğuna dair Amerikan basınında o dönem yer alan haberleri aktaran yazar,  Kissinger'ın Yahudi olması nedeniyle o zamanlar Arap diplomasisinde geniş çapta kabul görmediğini iddia etti. Ancak Kissinger, ABD’li önde gelen bir devlet adamı ve üst düzey bir hükümet yetkilisi olarak önemli bir statüye sahipti. Suudi Arabistan diplomasisi de, Kissinger ile ortak bir diplomatik zeminde buluşma bilgeliğine sahipti.  Bu durum, Kissinger'ın Suudi Arabistan'da bir Yahudi olduğu için reddedilme korkuları yüzünden başlardaki ön yargısının tam tersi bir imaj oluşturdu.



İsrailli bakanlar eski Gazze yerleşiminde bayrak töreni düzenlenmesini talep etti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir (EPA)
TT

İsrailli bakanlar eski Gazze yerleşiminde bayrak töreni düzenlenmesini talep etti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir (EPA)

Aralarında Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi’nden sekiz ismin de bulunduğu 11 İsrailli bakan, dün Savunma Bakanı Yisrael Katz’dan Hanuka Bayramı sırasında Gazze Şeridi’nde bayrak töreni düzenlenmesine izin verilmesini talep etti.

Aşırı sağcı ve yerleşim yanlısı Nahala Hareketi tarafından başlatılan girişim kapsamında yayımlanan mesajda, “Gazze’nin İsrail topraklarının bir parçası olduğunu gururla teyit etmenin zamanı geldi. Bu bölge yalnızca Yahudi halkına aittir ve derhal İsrail devletinin bir parçası hâline gelmelidir” ifadeleri yer aldı.

Mesajda ayrıca, etkinliğin temel amacının ‘İsrail’in 2005’te bölgeden çekilirken boşalttığı, Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki eski Nisanit yerleşiminin kalıntıları üzerinde İsrail bayrağını göndere çekmek’ olduğu belirtildi.

dfrtg
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir (Reuters)

Mesajın imzacıları arasında, aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ile aralarında Ulaştırma Bakanı Miri Regev’in de bulunduğu sekiz Likud’lu bakan yer aldı.

Ayrıca, toplam 120 sandalyeli Knesset’ten 21 milletvekili de metne imza attı. İmzacı vekiller Ben-Gvir liderliğindeki Otzma Yehudit (Yahudi Gücü) Partisi ile Likud’a mensup.

Nahala Hareketi, ‘Nisanit’te bayrak töreni’ olarak duyurduğu etkinliğin, Gazze Şeridi’nde hâlen İsrail ordusunun kontrolündeki bölgede yapılacağını açıkladı.

Etkinliğin 18 Aralık’ta, sekiz gün süren Hanuka’nın beşinci gecesinde düzenlenmesi planlanıyor. Bayram bu yıl pazar günü başlayacak.

İsrail Savunma Bakanlığı, konuya ilişkin AFP’nin yorum talebine henüz yanıt vermedi.

jbhj
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (DPA)

İsrail ordusu çarşamba akşamı yaptığı açıklamada, ‘İsrail topraklarından Gazze Şeridi’ne geçen birkaç İsrailli sivilin gözaltına alındığını’ duyurdu.

Yerleşimciler ve Filistinlilere yönelik saldırılarla suçlanan aşırılık yanlılarına hukuki destek veren Honenu örgütü ise yaptığı açıklamada, ‘Çarşamba günü onlarca sağcı aktivistin, Nisanit’in kalıntıları üzerinde bir yerleşim kurulmasını talep etmek üzere Gazze sınır çitini aştığını’ belirtti.

10 Ekim’de İsrail ile Hamas arasında yürürlüğe giren kırılgan ateşkes kapsamında, İsrail ordusu Gazze Şeridi’nin yarısından fazlasında kontrol sağlamasına imkân veren bir hatta çekilmişti. Savaşın büyük yıkıma uğrattığı bölgede bu hat fiili kontrol sınırı olarak işliyor.

Geçtiğimiz kasım ayında Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi tarafından da desteklenen ABD’nin Gazze barış planı ise İsrail güçlerinin bölgeden kademeli olarak çekilmesini öngörüyor.


Gazze Anlaşması: Temel hükümlerin uygulanması 2026 yılına ertelendi... Anlaşma mı, gerileme mi?

Şiddetli yağmurların ardından ez-Zeytun mahallesindeki yerinden edilmiş Filistinlilerin barındığı derme çatma bir kampta su basmış sokakta yürüyen bir çocuk (AFP)
Şiddetli yağmurların ardından ez-Zeytun mahallesindeki yerinden edilmiş Filistinlilerin barındığı derme çatma bir kampta su basmış sokakta yürüyen bir çocuk (AFP)
TT

Gazze Anlaşması: Temel hükümlerin uygulanması 2026 yılına ertelendi... Anlaşma mı, gerileme mi?

Şiddetli yağmurların ardından ez-Zeytun mahallesindeki yerinden edilmiş Filistinlilerin barındığı derme çatma bir kampta su basmış sokakta yürüyen bir çocuk (AFP)
Şiddetli yağmurların ardından ez-Zeytun mahallesindeki yerinden edilmiş Filistinlilerin barındığı derme çatma bir kampta su basmış sokakta yürüyen bir çocuk (AFP)

Gazze Şeridi’nde yürürlükte olan ateşkes anlaşmasının süreci son derece yavaş ilerliyor. Anlaşmada yer alan istikrar gücünün konuşlandırılması, Barış Konseyi ile Gazze Yönetim Komitesi’nin oluşturulması ve İsrail’in kademeli çekilmesi gibi başlıklar, ilk bakışta takvimin gerisinde kalmış görünüyor.

Bu gecikmeyi pekiştiren unsur ise Washington’ın söz konusu temel maddelerin uygulanmasını 2026’ya erteleme yönündeki resmi tutumu. Bu tarihe yalnızca birkaç hafta uzak olunmasına rağmen, Trump’ın barış planının çok daha hızlı hayata geçmesi bekleniyordu. Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlara göre bunun başlıca nedeni, İsrail’in çıkardığı engeller; bu durum ilk aşamanın henüz tamamlanamamasına ve ikinci aşamaya ilişkin tartışmaların da başlayamamasına yol açtı.

Uzmanlar, ertelemenin hem fırsat hem de risk içerdiğini belirtiyor. Fırsat, arabulucular arasında uzlaşıya varma ya da bu uzlaşıya ulaşmak için daha fazla zaman kazanılması anlamına gelirken, risk ise anlaşmanın tehlikeye girmesi. Süreçte yaşanacak tıkanmaların yalnızca birkaç haftalık gecikmeye değil, aylar sürecek yeni ertelemelere yol açabileceği ifade ediliyor. Bu durumun seyrinin ise büyük ölçüde ABD’nin tutumu ve İsrail üzerindeki baskısına bağlı olacağı vurgulanıyor.

Trump, çarşamba akşamı yaptığı açıklamada, Barış Konseyi’nin gelecek yılın başında ilan edileceğini söyledi ve ‘dünyanın en önemli ülkelerinin liderlerinin bu yapıya katılmak istediğini’ belirtti.

Trump’ın Gazze için hazırladığı 20 maddelik planın temel unsurlarından biri olan ‘konsey’ önerisi, geçtiğimiz kasım ayında Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen kararda da yer almıştı. Plan uyarınca konsey, iki yıl süreyle Gazze’nin idaresinden sorumlu olacak ve bunu Filistinli teknokratlardan oluşan bir komite üzerinden yürütecek. Bu yapıya uluslararası güçler ile Mısır ve Ürdün tarafından eğitilmiş Filistin polisinin destek vermesi öngörülüyor. Konseyin ayrıca Hamas ve diğer grupların silahsızlandırılmasını denetlemesi planlanıyor.

İstikrar gücü

Barış Konseyi’nin ilanının ertelenmesine, istikrar güçlerinin konuşlandırılmasına ilişkin takvimin ötelenmesi de eşlik ediyor. ABD, İstikrar Gücü’nün Gazze’de konuşlanmasına gelecek yıl ocak ayının ortasında başlanmasını, bölgenin tamamen silahsızlandırılmasının ise nisan ayı sonunda tamamlanmasını hedefliyor. Ancak İsrail Kanal 14 televizyonu, bu takvimin ‘gerçeklikten kopuk bir beklenti’ olduğunu belirterek yeni gecikmelerin gündeme gelebileceğine işaret etti.

Bu ertelemeler, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun birkaç gün önce Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına yaklaşılmakta olduğu yönündeki açıklamalarına rağmen yaşanıyor. Öte yandan İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, Gazze Şeridi’ndeki ‘sarı hattın’ fiilen yeni bir sınır hattı niteliği taşıdığını söyledi.

hyu
El-Bureyc Mülteci Kampı’ndaki çadırların önünden geçen yerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

Filistin ve İsrail meseleleri üzerine uzmanlaşan siyaset bilimi profesörü Dr. Tarık Fehmi’ye göre Trump’ın açıklamaları, ‘tarafların hâlâ uzlaşıya varamaması nedeniyle anlaşmanın şeklen aksadığına’ işaret ediyor. Fehmi, tüm aktörlerin zaman kazanmaya, yükümlülükleri ertelemeye ve birbirlerinin hamlelerini beklemeye devam ettiğini belirterek, “Netanyahu ikinci aşamanın yaklaştığını söylüyor ama gerçekte hedefi, Gazze üzerindeki kontrolünü artırmak ve ikinci aşamanın gerekliliklerini geciktirmek” değerlendirmesinde bulundu.

Filistinli siyasi analist Dr. Eymen er-Rakab ise Trump’ın söylemini ‘uzlaşı arayışı değil, oyalama ve aksama’ olarak nitelendirdi. Rakab, istikrar gücü, Gazze Yönetim Komitesi gibi dosyaların hâlâ sonuçlanmadığını ve bunların çözümü için haftalar değil aylar gerektiğini vurguladı. Rakab’a göre gecikmenin arkasında İsrail’in Gazze’de daha fazla toprak kontrolü sağlama çabaları var ve Washington bu süreçte sessiz kalmayı sürdürüyor.

Gazze'nin yeniden inşasının akıbeti ne olacak?

Bu aksamalara rağmen, Gazze Şeridi’nin yeniden inşası, ateşkes anlaşmasının bir diğer maddesi olarak hâlâ ertelenmiş durumda. Kasım sonunda düzenlenmesi planlanan yeniden inşa konferansının gecikmesine yanıt olarak, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, aralık başında Berlin’de Alman mevkidaşı Johann Wadephul ile düzenlediği ortak basın toplantısında, “Yeniden inşa konferansına eş başkanlık yapmak üzere ABD ile istişare halindeyiz. Konferansın tarihini mümkün olan en kısa sürede, ortaklarımızla iş birliği içinde belirlemeyi umuyoruz” dedi.

Tarık Fehmi’ye göre yeniden inşa adımlarını İsrail engelleyecek ve Washington’ın desteğini alarak Gazze Şeridi’ni bölme ve fiili durum stratejisini pekiştirme çabası içinde olacak. Bu durum, anlaşmanın maddelerinin bir kez daha ertelenmesine ve yeniden inşa konferansının gerçekleşmemesine yol açacak.

Arabulucuların açıklamaları, Netanyahu’nun 29 Aralık’ta Washington’a yapacağı ziyareti beklerken, kaygı ve taleplerin net bir şekilde ortaya konduğunu gösteriyor. İsrail Hükümet Sözcüsü Shosh Bedrosian birkaç gün önce düzenlediği basın toplantısında bu duruma dikkat çekti.

Öte yandan Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ile Bahreyn Kralı Hamad bin İsa Al Halife, dün yaptıkları telefon görüşmesinde, Gazze’deki savaşın sona ermesini öngören anlaşmanın tam olarak uygulanması ve insani yardımların hızlı ve kesintisiz ulaştırılmasının gerekliliğini vurguladı. Açıklamada, Gazze’nin yeniden inşasına başlama zorunluluğu da belirtildi.

6uı8
Deyr el-Balah dışındaki el-Meğazi Mülteci Kampı’nda yıkılmış bir binanın duvar resminin önünde el arabası çeken Filistinli çocuklar (AFP)

Daha önce arabulucular ve garantörler Washington’ın katılmadığı bir toplantıyı Kahire’de gerçekleştirdi. Toplantıya Mısır Genel İstihbarat Servisi Başkanı Tümgeneral Hasan Reşad, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın katıldı. Görüşmede, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarının arttığı geçen ayın ardından, herhangi bir ihlalin önlenmesi ve ateşkesin kalıcı hâle getirilmesi ele alındı.

Ancak arabulucuların açıklamaları, taleplerin yanı sıra endişeleri de yansıtıyor. Katar Başbakanı birkaç gün önce yaptığı açıklamada, “Şu anda kritik bir noktadayız… Ateşkesin sürdüğünü garanti edemeyiz. Ateşkes, ancak İsrail’in tamamen çekilmesi ve Gazze’de istikrarın sağlanmasıyla tamamlanmış olur” dedi. Başbakan, İsrail güçlerinin bölgede kalmaya devam etmesi ve ihlallerin sürmesinin çatışmanın yeniden tırmanmasına yol açabileceğini vurguladı.

Tarık Fehmi’ye göre Mısır’ın girişimleri, anlaşmanın uygulanmasının zorluğunun farkında olmasından kaynaklanıyor ve tarafların süreci geciktirme çabalarını gözlemlemek açısından kritik bir rol oynuyor. Fehmi, Trump ile Netanyahu arasında gerçekleşecek görüşmenin, mevcut aksaklıkları aşacak uzlaşıların sağlanması açısından belirleyici olacağını, örneğin Hamas’ın silahsızlandırılmasının süresinin iki yıla uzatılması gibi düzenlemelerin bu görüşmelerde gündeme gelebileceğini belirtti.

Eymen er-Rakab da aynı görüşte; Trump-Netanyahu görüşmesinin, Gazze anlaşması maddelerinin akıbetini netleştireceğini ve sürecin ya hızlandırılarak uygulanacağını ya da İsrail’in genişleme stratejisi lehine geciktirileceğini ifade etti.


Trump'ın elçisi: Irak kritik bir dönüm noktasında ve silahlı gruplar var olduğu sürece başarılı olamaz

ABD'nin Irak Büyükelçisi Mark Savaya (Irak medyası)
ABD'nin Irak Büyükelçisi Mark Savaya (Irak medyası)
TT

Trump'ın elçisi: Irak kritik bir dönüm noktasında ve silahlı gruplar var olduğu sürece başarılı olamaz

ABD'nin Irak Büyükelçisi Mark Savaya (Irak medyası)
ABD'nin Irak Büyükelçisi Mark Savaya (Irak medyası)

ABD Başkanı'nın Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya dün yaptığı açıklamada, Irak'ın kritik bir dönemeçte olduğunu ve silahlı grupların devletle rekabet edip devletin rolünü baltaladığı bir ortamda hiçbir ulusun başarılı olamayacağını söyledi.

Savaya, Irak'taki bölünmüşlüğün ülkenin uluslararası konumunu zayıflattığını, ekonomisini boğduğunu ve ulusal çıkarlarını koruma yeteneğini sınırladığını belirterek, hükümetin ülkeyi bölgesel çatışmalardan uzak tutan ve ulusal önceliklere odaklanan bir yaklaşım izlediğinde, istikrarın mümkün olduğunu kanıtladığını ifade etti.

Irak'ta istikrarın sağlanmasının sorumlu liderlik ve devleti ve kurumlarını güçlendirmeye yönelik kararlı bir yaklaşım gerektirdiğini vurgulayan yetkili, siyasi ve dini liderlerin kararlarının, Irak'ın egemenlik ve güç yolunda ilerleyip ilerlemeyeceğini veya parçalanma ve gerilemeye doğru kayıp kaymayacağını belirleyeceğini belirtti.

Trump'ın liderliğinde Amerika Birleşik Devletleri'nin bu kritik dönemde Irak'ı desteklemeye tamamen hazır olduğunu teyit etti.