‘Oyunun Efendisi’ adlı kitap Kissinger’ın diplomaside en çok zorlandığı anları okuyucusuyla buluşturuyor... Kissinger, en çok Suudi Arabistan karşısında zorlandı

Martin Indyk, kaleme aldığı kitapta ABD’nin eski Dışişleri Bakanı'nın Ortadoğu'daki çatışmayı nasıl ele aldığını anlatıyor

Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz, 1973 yılında Riyad'da Kissinger'ı kabul ederken (Getty Images)
Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz, 1973 yılında Riyad'da Kissinger'ı kabul ederken (Getty Images)
TT

‘Oyunun Efendisi’ adlı kitap Kissinger’ın diplomaside en çok zorlandığı anları okuyucusuyla buluşturuyor... Kissinger, en çok Suudi Arabistan karşısında zorlandı

Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz, 1973 yılında Riyad'da Kissinger'ı kabul ederken (Getty Images)
Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz, 1973 yılında Riyad'da Kissinger'ı kabul ederken (Getty Images)

Modern çağda “siyasetin babası” denince Doğu'dan Batı'ya pek çok isim akla gelse de hemen herkes bahsedilen kişinin eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger olduğu konusunda hemfikirdir. Bu görüş belki biraz abartılı olsa da Kissinger, ne tam olarak nefret edilen ne de tam olarak sevilen bir kişiydi. Herkes Arap dünyasındaki en karanlık ve en zor siyasi olaylarla ve Batı dünyasındaki en zorlu dönüm noktalarıyla uğraşırken bile onun bir diplomat olarak hakkını teslim eder.
Martin Indyk’in kitabının okurları, Kissinger’a karşı oluşan ve bugün halen süregelen bu “sempatinin” nedenini merak edebilirler. Buna hakları var. Peki, bu sempati neden 1970’li yıllarda sona ermedi? ABD'nin eski İsrail büyükelçisi ve eski ABD Başkanı Bill Clinton yönetiminde Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı ve yine eski başkanlardan Barack Obama'nın İsrail-Filistin Müzakerelerinden Sorumlu temsilcisi Martin Indyk, bu “haklı sorulara” yanıt vermek amacıyla “Master of the Game: Henry Kissinger and the Art of Middle East Diplomacy” (Oyunun Efendisi: Henry Kissinger ve Ortadoğu Diplomasisi Sanatı) adlı kitabı kaleme aldı. Indyk, kitabında, Dr. Henry Kissinger'ın Ortadoğu’da barış diplomasisine katılımı, eski ABD Başkanı Richard Nixon'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığı ve Başkan Gerald Ford yönetiminde Dışişleri Bakanlığı görevine devam ettiği dönemde yaşananları okuyucusuyla buluşturuyor.
Almanya doğumlu bir Yahudi olan Kissinger, Harvard Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olarak görev yaptığı dönemde İsrail'in, komşuları olan Arap ülkeleriyle ilişkileri üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Yazar Indyk, amacının, Kissinger'ın Araplar ve İsraillilerle olan ilişkilerine dair birçok hikayeyi okuyucusuna aktarmak olduğunu söylüyor. Avustralya doğumlu yazar, 1973 yılındaki Arap-İsrail Savaşı (Ekim Savaşı) sırasında İsrail'de yaşamış bir Yahudi olarak Ortadoğu barış sürecine olan ilgisini kabul ediyor.
Kissinger ile hem aynı dini (Yahudilik) hem de aynı ilgi alanını (Arap bölgesi) paylaşan Indyk, eski bakana olan hayranlığını da gizlemiyor. Hatta bir zamanlar eşinin Kissenger’ın sekreteri olarak çalıştığını da belirtiyor. Yazar, Kissenger’ın bir diplomat olarak yeteneklerinin yanı sıra kişisel yönleriyle de ilgileniyor.
Yazar, kitabını kaleme alırken Kissinger'ın Ortadoğu'daki diplomatik misyonundan ve kitabın son bölümünde İsrailliler ve Filistinliler arasındaki müzakerelerden bahsediyor. Ardından Arap-İsrail Savaşı sırasında ABD dış ilişkileri tarihi açısından bu iki olayı bir biriyle karşılaştırıyor. Beş bölüm olan kitap 672 sayfadan oluşuyor ve her bölümün kendi içinde ayrıldığı toplam 17 bölüm bulunuyor. Kitap, New York merkezli Dış İlişkiler Konseyi ve Alfred A. Knopf Yayınevi tarafından 2021 sonbaharında yayımlandı.

Kissinger, Ortadoğu'daki çatışmayı ve Nixon'ın Yahudi karşıtlığını nasıl yönetti?
Şarku'l Avsat'ın edindiği nbilgiye göre, kitap, Kissinger'ın Eylül 1973'te ABD Dışişleri Bakanlığı görevine başlamak üzere yemin etmesiyle başlıyor. Yazar, Kissenger’ın 6 Ekim 1973 Cumartesi sabahı Sovyetler Birliği’nin Washington Büyükelçisi Anatoly Dobrynin ile Mısır ve Suriye dışişleri bakanlarını acil koduyla arayıp, Suriye ve Mısır’ın İsrail'e saldırdığını ve Süveyş Kanalı'nı geçmek için askeri bir operasyon başlattıklarını teyit eden telefon görüşmeleri yaptıktan sonra Başkan Nixon’a ‘ABD’nin bugün Ortadoğu’da bir savaşa tanık olacağını’ bildiren bir mesaj gönderdiğini aktarıyor.
Kissinger'ın Başkan Nixon'la ilişkilerinde karşılaştığı bazı zorluklara da değinen yazar, ABD Başkanı’nın Kissinger'ın Yahudi olmasının, ülkesinin Arap ülkeleriyle ilişkilerini iyileştirme arzusunu engellediğini düşündüğünü belirtirken ayrıca Nixon'ın anti-semitizmine ve özel konuşmalarında Yahudi olduğu için Kissinger'la sık sık nasıl dalga geçtiğine de dikkati çekiyor. Yazar bununla birlikte, her ikisinin de ABD’nin dış ilişkilerinin temel bir itici gücü olarak Sovyetler Birliği ile çatışmayı sürdürmeye ve onu Arap-İsrail Savaşı’ndan önce ve sonra Ortadoğu'dan dışlamaya yönelik güçlü bir arzuyu paylaştıklarını da aktarıyor.

Kissinger ve Meir arasındaki zorlu bir ilişki olsa da Kissinger, Meir’den İsrail nükleer programıyla ilgili bir taahhüt almayı başardı
Yazar Indyk, Henry Kissinger ile İsrail Başbakanı Golda Meir arasındaki ilişkinin zorlu bir ilişki olduğunu, fakat buna karşın Kissinger’ın bir takım başarılara imza attığını anlatıyor. Kissinger, 1969 baharında Meir'den İsrail'in nükleer programındaki ilerlemeyle ilgili kamuya herhangi bir açıklamada bulunmamaları sözü aldı. İsrail’in nükleer faaliyetleri hakkındaki bilgileri saklaması karşılığında ABD hükümetinin İsrail'e Phantom askeri uçaklarını göndermemesi şartını ise reddetti. Bunun nedeni, Nixon ve Kissinger'ın, İsrail'in böyle bir açıklamada bulunması halinde Sovyetler Birliği’nin Arap ülkelerinin nükleer çalışmalar yapmalarına yardım etmesinden korkmalarıydı. Golda Meir, Kissinger'ın İsrail'in 1973'teki savaş kayıplarını, ABD’nin Vietnam Savaşı'ndaki kayıplarıyla kıyaslamasından hiç hoşlanmıyordu. Çünkü bunun İsrail için sinir bozucu olduğunu düşünüyordu. İsrail Başbakanı Meir, Kissinger'ın savaşı uzatmak isteyebileceğinden oldukça endişeliydi. Çünkü bu, Sovyetler Birliği’nin, Suriyeliler ve Mısırlılarla birlikte savaşa girmesi anlamına gelebilirdi.
Kitabın okurları, belki de yazar Martin Indyk'in Kissinger'ın Mısır'ın Ortadoğu'daki savaş ve barıştaki rolünü takdir etmesini nasıl detaylandırdığını fark edecektir. Kissinger, Şubat 1973'te Mısır Ulusal Güvenlik Danışmanı Hafız İsmail ile New York'ta bir araya geldi. Bu görüşme, Kissinger'ın İsrail'e Sina’da güvenliği için ne gibi tedbirler verileceği konusundaki fikirlerini Mısırlılar tarafından anlaşılır bir şekilde aktarmasını sağladı.
Yazar, Kissinger'ın 1973 yılının Ekim ayının sonları ile Kasım ayının başlarında Mısır ve İsrail arasında bir ateşkes yapılması için gerçekleşen müzakereye gitmesini Ortadoğu barışının başlangıcı olarak niteliyor. Kissenger, bunun öncesinde Moskova’ya giderek Kremlin’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin (SBKP) Merkez Komitesi Genel Sekreteri Leonid Brejnev ile görüşmek zorunda kaldı. Kissinger'ın en önemli ve acil önceliği, savaşın devam etmesini engellemek ve Mısırlılar, Suriyeliler ve İsrailliler arasında bir ateşkes yapılmasını sağlamak için Sovyetler Birliği ile iş birliği yapmak olduğunu belirten yazar, ardından bu çabaların ABD Dışişleri Bakanı Kissenger’ın Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat ile dostane bir ilişki kurmasını sağladığını aktarıyor.
Yazar, Kissinger ve Sedat arasındaki dostane ilişkinin, Kissinger'ın Ocak 1974'te Kahire ve Tel Aviv arasında yapılan ateşkes anlaşmasının müzakerelerini başlatmasının önünü açtığını savunuyor. Ancak Kissinger ile Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed arasındaki ilişki, Sedat'la olduğu kadar yakın ve başarılı değildi ve Mayıs 1974'te Suriye-İsrail çekilme anlaşmasının imzalanmasıyla kanıtlandığı üzere Kissinger'in Suriye sorununa ilişkin çabaları daha zayıftı.

OPEC, Kissinger'ın çabalarını başarısızlığa uğrattı
Kissinger'ın Ortadoğu’da barış diplomasisinin en zor yanı, Ekim Savaşı sırasında ve sonrasında Petrol Üreten Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) petrolde yüksek fiyatlandırma politikasını sona erdirme girişimleri ve dönemin Suudi Arabistan Kralı Kral Faysal bin Abdulaziz ve yine dönemin Petrol Bakanı Dr. Ahmed Zeki el-Yemani ile arasındaki yazışmalardı. Yazar, Kissinger'ın Filistinlilerin haklarını doğrudan savunmayı reddettiğinden Filistinlilerle nasıl bir güreşe tutuştuğuna açıklık getiriyor. Yazar, Kissinger’ın, barış anlaşması sürecinde Filistinlilerin haklarıyla ilgili sorunları çözmesi için Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Harold Henry Saunders’ı görevlendirdiğini ekliyor. Yazar Indyk ayrıca Kissinger'ın dönemin Ürdün Kralı Hüseyin ile nasıl ilgilendiğine de dikkati çekerken Kissinger'ı Ürdün’ün Batı Şeria'da daha iddialı bir rol oynaması konusunda isteksiz olarak nitelendiriyor.
Ama Kissinger, yine de Kral Hüseyin'i destekliyordu ve ABD'nin Eylül 1970'de Ürdün Kralı’nın Filistinli gerillalarla karşı karşıya gelmesi sırasında Ürdün'e askeri müdahalede bulunmasını istemiyordu.  Aslında Kissinger, İsrail’e karşı başlatılan isyanı bastırmada Kral Hüseyin'in İsrail’in yanında olmasını umursadığı yoktu. Kitabın en etkileyici kısmı da ABD’deki Yahudi cemaatinin Kissinger'ın Arap devletleri ile İsrail arasında doğrudan veya dolaylı olarak müzakerelerin yapılmasına sağladığı katkıyla ilgili aktardıkları oldu.
ABD’li Yahudilerin büyük bir bölümü arasında Kissinger'ın Araplara çok fazla taviz verdiğine dair açık ve gittikçe büyüyen bir korku vardı. Kissinger'ın yeni patronu Başkan Gerald Ford, Henry Kissinger'ın planladığı Ortadoğu barışı diplomasisinin nasıl hazırladığına dair Yahudilerin yönetimi üzerinde artan baskısı yüzünden büyük bir üzüntü duyuyordu. Martin Indyk, ABD’deki Yahudi lobisinin, ABD yönetiminin organlarıyla sahip olduğu güçlü bağlantıları koruyarak ve Ford ve Kissinger'ın İsrail ve Arap ülkeleriyle temaslarını sürdüreceğine, İsrail'e yahut Yahudilere karşı önyargılı olmayacaklarına güvenerek Başkan Gerald Ford yönetimiyle açıkça bir tartışmaya girmekten kaçınmayı başardığına dikkati çekiyor.

Fas Kralı, Sedat'a Kissinger ile anlaşmasını tavsiye ederken onun ‘güvenilir olabileceğini’ söyledi
Yazar Indyk, genel olarak Kissinger'ın Arapların güvenini kazanmada başarılı olduğuna ve kendisinden sonra gelen dışişleri bakanlarının, ABD'nin aktif rolüyle pekiştirilen Ortadoğu'da barış sürecinin yapılandırılmasıyla ilgili ilişkilerinde eksik olduğu noktanın da bu olduğuna işaret ediyor. Kissinger’ın bu geniş açıklığı, Fas Kralı 2. Hasan'ın güvenini kazanmasını sağladı. Yazar, Fas Kralı 2. Hasan’ın, Kissinger'ın 22 Ekim hattını tanımlarken elde edilen değerli diplomatik sermayeyi boşa harcamanın mantıklı olmadığı ve doğrudan daha fazla askerin geri çekilmesinin akıllıca olduğu yönündeki önerisini kabul ettiğini söylüyor.
Kitaba göre Fas Kralı ayrıca Enver Sedat'a şöyle bir mesaj gönderdi:
“Temel izlenimimiz, Kissinger’ın bir söz vermesi halinde, bunu yerine getireceği yönündedir. Ona güvenebilirsiniz.”
Kitapta, Kissinger'ın ABD tarafından başlatılan Mısır ve İsrail arasındaki barış arayışını nasıl somutlaştırdığı ve Sovyetler Birliği’ni Cenevre'deki barış konferansına davet etme ısrarı aktarılırken bunun Ortadoğu'da barışa olan bağlılıklarının prensipte kanıtı olarak görüldüğünü bildiriyor. ABD Dışişleri Bakanı, bundan sonra Mısır ve İsrail arasında güçlü bir arabulucu rolü üstlendiğine işaret eden kitapta, "Kissinger, Sedat’a ve İsrail kabinesine dolaylı olarak bu müzakereleri yöneten kişinin kendisi olacağı fikrini empoze etmeye çalıştı” deniyor.

Kissinger, Esed rejimini ABD’nin yanına çekmekte başarısız oldu
Mısır ve İsrail’in onun arabuluculuğunu kabul etmesi ve ikisi arasında barış için daha fazla çalışmak için onunla iş birliği yapmaları Kissinger için bir başka diplomatik zaferdi. Yazar Martin Indyk’e göre Kissinger, Suriye'yi etkisiz hale getirmeye çalıştı. Yazara göre Kissinger, Esed'in Sovyetler Birliği’ne karşı tavır aldığı bir dönemde Sedat gibi onun da tamamen ABD tarafına geçebileceği umuduyla Esed'le müzakerelere başladığını, ancak bu sonucu elde etmek için gerçekten canla başla çalışmadığını ya da bunun zaten olmak zorunda olduğuna inandığını aktarıyor. Bunun için Esed'in bundan böyle İsrail'le çatışmadan kaçınmanın Suriye'nin çıkarına olduğunu düşünmesi yeterliydi.
Ancak kitap, Kissinger'ın başarabileceklerinin sınırları olduğunu da özetler nitelikte bir çalışma. Yazara göre Kissinger, bu stratejiye o kadar bağlıydı ki, 1975'te Sedat'ın tükenme noktasına geldiğini fark edemedi bile. Bu durumda Sedat'ın iki yıl sonra barışa hazır olduğunu göstermek için Kudüs'e gitme kararı tek taraflı dramatik bir eylem olacaktı. O sırada Kissinger ofisinde değildi. Yine de Sedat'ın Kudüs ziyareti Kissinger'ın yaklaşımını teyit eder nitelikte oldu.
Yazar, Kissinger'ın Mısırlılar, Suriyeliler ve İsraillilerin aralarındaki savaş durumunu sona erdirmek için gerçekleşen mekik diplomasisine öncülük ettiğini, fakat buna rağmen İsrail ile Filistin arasında her geçen gün genişleyen büyük bir uçurumu kapatmayı başaramadığını yazdı. Kitabın yazarı Martin Indyk de iki ülke ve bölgedeki Arap devletlerinin liderleriyle yakın iş birliği içinde çalışan eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde Filistinliler ve İsrailliler arasındaki barış sürecinde de başarısız oldu.

Kissinger, en çok Suudi Arabistan karşısında zorlandı
Kissinger'ın Suudi Arabistan ile ilişkilerine de değinen yazar Martin Indyk, Riyad'ın 1973 Arap-İsrail Savaşı öncesinde ve sonrasında oynadığı önemli role dikkat çekerken Kissinger'ın ‘dış politikada gerçekçilik’ geleneğini takip ettiğini belirtti. Yazara göre Kissenger, Cemal Abdunnasır'ın Arap dünyasındaki etkisini dengelemek için Suudi Arabistan'ı önemli bir güç olarak görüyordu. Kitapta, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın Suriye ile bir savaş başlatmayı planladığını ve yaklaşmakta olan savaşın hazırlıklarının finansmanı için Kral Faysal bin Abdulaziz'den mali destek almak amacıyla koordineli adımlar attığına işaret ediliyor.
Kissinger, 14 Ekim 1973'te Kral Faysal'a ABD Başkanı Richard Nixon'ın İsrail'e silah temini için bir hava köprüsü kurma kararının Sovyetler Birliği’nin Mısır ve Suriye ordularını silahlandırmasına tepki olarak alındığını bildiren bir mektup yazdı. Dönemin İçişleri Bakanı Prens Fahd bin Abdulaziz, Kissinger'a Kral Faysal bin Abdulaziz'in gönderilen mektuplardan etkilenmediğini, çünkü Washington ve Riyad'ın anti-komünist bir ittifak içinde olduğunu varsayarak, Suudi Arabistan'ı savaş sırasında ABD’nin İsrail'e verdiği desteğin yanında yer alıyormuş gibi gösterdiğini söyledi.  Tabii ki, durum böyle değildi.

Kissinger, Nixon'ın aksine, Kral Faysal'ın petrolü silah olarak kullanmasını beklemiyordu
Öte yandan Kissinger, Suudi Arabistan'ın yapabileceklerini hafife aldı. Bu konuda Dışişleri Bakan Yardımcısı Kenneth Rush ile anlaşmazlığa düşen Kissenger, petrolün 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda bir silah olarak kullanılmasını beklemiyordu. Indyk, Başkan Nixon, (dönemin ABD Savunma Bakanı James) Schlesinger ve Rush'ın petrol konusunda endişeli olmalarına rağmen Kissinger’ın Arap ülkelerinin petrol ambargosu uygulamaları olasılığına dair endişeye kayıtsız kaldığı için değil, petrol üreticisi ülkelerin krizi siyasi bir çözüme ulaştırmak için petrolü kullanma çabalarının işe yaramayacağına inandığı için olacaklar tahmin edilemezdi.
Arap Ülkeleri Petrol Bakanları Konseyi’nin 19 Ekim 1973'te ABD'ye petrol ihracatını durdurma kararı almasıyla Kissinger'ın ummadığı durum başına geldi. Sonraki altı ayda petrol fiyatları dört katına çıktı. Ambargo, Mart 1974'te sona erse de fiyatlar yüksek seviyelerde kaldı. Ambargo sırasında, 1973 yılında varil başına 25.97 dolar olan petrol 1974'te varil başına 46.35 dolara yükseldi.

Arap-İsrail Savaşı sırasındaki petrol ambargosu, siyasi denklemi değiştirirken piyasaları da karıştırdı
Bunun sonucunda Henry Kissinger'ın hayatındaki en zor diplomatik durum ortaya çıkmaya başladı. Bunu, Ortadoğu'da barış için OPEC bloğunun hegemonyasını sona erdirme girişimleri ve Arap-İsrail Savaşı sırasında ve sonrasında yüksek petrol fiyatlarında izlediği politika takip etti. Yazar Indyk, bu zaman zarfında Kral Faysal bin Abdulaziz ve eski Petrol Bakanı Dr. Yemani ile Kissinger arasında çok sayıda yazışmanın gerçekleştiğini aktarıyor.
Kitap, Kissinger'ın her zaman hem ABD'nin endüstriyel ekonomilerine hem de büyük ölçüde Batı'ya zarar veren petrol boykotunun sona ermesi için çağrıda bulunduğu, ancak Kissinger’ın henüz karşı karşıya olduğu bir takım zorlu koşullar olduğu ve OPEC bloğunu petrol ambargosunu sona erdirmeye çağırma girişimlerinin işe yaramadığı belirtiliyor. Kudüs'ün statüsünün belirlenmesi, Filistinlilere haklarının geri verilmesi ve İsrail'in işgal ettiği toprakları vermeye zorlanması, petrol üretim düzeyini savaş öncesine döndürme konusunda OPEC'in birinci şartıydı.
Ancak gelişmeler sırasında OPEC için en önemli olan üç konuda herhangi bir değişim olmadı. Beklendiği gibi, OPEC’in yeni petrol politikası, OPEC üyelerinin Mısır-İsrail ilişkilerinde bir dereceye kadar ilerleme olduğunu görmelerinin ardından değişti. Çünkü böylesi bir gelişme, ABD’nin en azından Mısır'la olan ilişkileri meselesinde ve başka konularda İsrail'e karşı daha az önyargılı hale gelmesi anlamına geliyordu. Kitabında Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed'in Kissinger'a kendisiyle görüşmek istediğini nasıl söylediğini anlatan yazar Indyk, Esed’in Kissinger'a, eğer İsrail Arap topraklarından çekilirse, bölgedeki komünizmin etkisini azalacağını defalarca kez tekrarladığını aktarıyor.

Kral Faysal, son derece temkinli ve kurnaz olsa da Kissinger ile olan ilişkisinde açık davranıyor
Indyk, Kral Faysal’ın petrol ambargosu devam ederken Kissinger ile yaptığı görüşmeyle ilgili olarak Kral Faysal'ın Kissinger'a verdiği sözlerde çok temkinli davrandığını, hatta bir keresinde ABD Dışişleri Bakanı'na ‘Mısır ile İsrail arasındaki geri çekilme anlaşmasının sonuçlandırılmasının petrol vanalarının tekrar açılmasını sağlayacağını’ söylediğini aktardı. İlk çekilme anlaşması imzalandığında iki aylık bir gecikme oldu ve Suudi Arabistan, önceki petrol kotalarına geri dönüldüğünde Kissinger'a tahmin edilenden çok daha sert davrandı.
Yazar, bu sert tutumun, Kral Faysal'ın petrol fiyatlarındaki artışı iptal etmeden önce Suriye ile İsrail arasındaki geri çekilme anlaşması yapılmasıyla ilişkilendirmesinden kaynaklandığını düşünüyor.  Kissinger, 2 Mart 1974 Cumartesi günü Suudi Arabistan'a gitti ve Kral Faysal ile tekrar görüştü. Dönemin Suudi Arabistan Dışişleri Devlet Bakanı Ömer es-Sakkaf, Başkan Nixon ile iyi bir görüşme yaptığını ve petrol ambargosunu sona erdirme konusunda anlaştıklarını söyledi. Yazara göre Kral Faysal, önce Golan'daki güçlerin ayrılması gerektiğini söyleyerek Kissenger’ı şaşırttı. Kral Faysal, bunu ‘son engel’ olarak nitelendirdi.
Indyk, Kral Faysal'ın Kissinger'a karşı açık olduğunu düşünüyor. Kitaba göre Kral Faysal, bir keresinde, toplantıdan çıkarken nazik bir jestte bulunarak Kissenger’a kapıya kadar eşlik etti ve onunla birkaç kez İngilizce konuştu. Ona veda ederken Allah’a mekik diplomasisinde başarılı olmasına yardım etmesi için dua ettiğini söyledi.
Diğer taraftan ABD halen İsrail’e silah tedarik ederken petrol ambargosu da devam ediyordu. Martin Indyk, Kral Faysal'ın Kissinger'ın İsrail’e silah tedarikinin sona ermesini petrol ambargosunun hafifletilmesine bağlama girişimini engellediğini, bunun üzerine Kissenger’ın Kral Faysal'ın kurnazca davranışını övdüğünü belirtti. Yazar, Kissinger'ın Kral Faysal'ın durumdan memnun olmaması halinde ‘her zaman yeniden petrol ambargosu uygulamaya geri dönebileceğini’ anladığını söylüyor. Öyle ki Kral Faysal, petrol ambargosu kaldırılmadan önce Kissinger'dan daha fazla adım atmasını istedi.

Kral Faysal'ın ölümü Beyaz Saray'da büyük bir üzüntü yarattı
Kral Faysal’a düzenlenen suikastın, Beyaz Saray'da Kissinger dahil herkesi hüzne boğduğuna dair Amerikan basınında o dönem yer alan haberleri aktaran yazar,  Kissinger'ın Yahudi olması nedeniyle o zamanlar Arap diplomasisinde geniş çapta kabul görmediğini iddia etti. Ancak Kissinger, ABD’li önde gelen bir devlet adamı ve üst düzey bir hükümet yetkilisi olarak önemli bir statüye sahipti. Suudi Arabistan diplomasisi de, Kissinger ile ortak bir diplomatik zeminde buluşma bilgeliğine sahipti.  Bu durum, Kissinger'ın Suudi Arabistan'da bir Yahudi olduğu için reddedilme korkuları yüzünden başlardaki ön yargısının tam tersi bir imaj oluşturdu.



Refah Sınır Kapısı ve cephe hattı Gazze meselesini körüklüyor

2023 yılının Kasım ayında Refah Sınır Kapısı’nın Gazze Şeridi tarafındaki Filistinliler (AFP)
2023 yılının Kasım ayında Refah Sınır Kapısı’nın Gazze Şeridi tarafındaki Filistinliler (AFP)
TT

Refah Sınır Kapısı ve cephe hattı Gazze meselesini körüklüyor

2023 yılının Kasım ayında Refah Sınır Kapısı’nın Gazze Şeridi tarafındaki Filistinliler (AFP)
2023 yılının Kasım ayında Refah Sınır Kapısı’nın Gazze Şeridi tarafındaki Filistinliler (AFP)

Refah Sınır Kapısı’nın açılması konusunda Mısır ile İsrail arasında çıkan anlaşmazlık ve aynı cephede Hamas üyesi olduğu sanılan unsurların İsrail güçlerine düzenlediği saldırı, Gazze'de gerginliği yeniden alevlendirdi.

Mısır dün, İsrail'in ‘Refah Sınır Kapısı’nın Filistin tarafından sadece çıkış için açılması konusunda bir anlaşmaya varıldığı’ iddiasını yalanladı. Mısırlı bir yetkili, “Sınır kapısı, eğer anlaşma sağlanırsa, geçiş noktası ABD Başkanı Donald Trump'ın barış planına çerçevesinde her iki yönde de giriş ve çıkış için açılacak” dedi. İsrail hükümetinin Hükümet Faaliyetleri Koordinatörlüğü, sınır kapısının ‘önümüzdeki günlerde, yalnızca Gazze sakinlerinin Mısır'a çıkması için’ açılacağını bildirdi.

Öte yandan sahada silahlı unsurlar, Refah Sınır Kapısı’nda konuşlu İsrail güçlerine tanksavar füzeleriyle saldırdı.

Bir diğer gelişmede, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu liderliğindeki iktidar koalisyonu, Filistin devleti kurulmasını öngören Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirme planını desteklemekten kaçınmak için, muhalefetin dün İsrail parlamentosu Knesset'te önerdiği oylamayı boykot etti.


Petrol zengini Babnusa'dan sonra HDK’nin yeni hedefi Kadugli mi, el-Ubeyd mi?

Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
TT

Petrol zengini Babnusa'dan sonra HDK’nin yeni hedefi Kadugli mi, el-Ubeyd mi?

Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)

İki yılı aşkın süredir devam eden şiddetli çatışmaların ardından Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) geçtiğimiz pazartesi günü, Orta Sudan’daki Batı Kordofan eyaletinin merkezi Babnusa şehrinde, Sudan ordusunun son kalesi olan 22. Piyade Tugayı üzerinde ‘tam kontrol’ sağladığını duyurdu. Bu arada bazı askeri uzmanlar, petrol zenginliği ve süt ürünleri üretimi ile tanınan stratejik şehrin düşmesinin, kuzey ve güneydeki diğer bölgelere yönelik yeni saha kazanımları için bir sıçrama noktası haline gelebileceğini öngörüyor. Olayın üzerinden iki gün geçmesine rağmen Sudan ordusundan resmi bir açıklama gelmezken, orduya yakın platformlarda, şehirdeki birliklerin aynı eyaletteki Heglig bölgesine çekildiği iddiaları paylaşıldı.

Kordofan şehirleri sallantıda

Kordofan’daki büyük şehirler, HDK’nin baskılarının artmasıyla sallantıda. Sudan ordusunun elinde sadece, Batı Kordofan’da Nuhud ve Babnusa’nın düşmesinin ardından Kuzey Kordofan eyaletinin el-Ubeyd ve Um Ruvabe şehirleri ile Batı Kordofan’daki petrol zengini Heglig kaldı. Güney Kordofan eyaletinde ise ordu Kadugli ve Deleng’i kontrol ederken, HDK ed-Dubeybat’ta hakimiyet kurmuş durumda. Diğer yandan HDK’nin müttefiki olan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin Abdulaziz el-Hilu kanadı, Güney Kordofan’daki Nuba Dağları’ndaki Kauda şehrini kontrol ediyor.

Babnusa’nın önemi

Batı Kordofan eyaletinde, Doğu Darfur sınırına yakın konumda bulunan Babnusa, başkent Hartum’a yaklaşık 600 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Sudan demiryolu ağının en önemli kavşaklarından biri olan şehir, ülkenin batısı ile doğusu ve kuzeyini birbirine bağlıyor. Babnusa, Sudan’ın önde gelen süt fabrikalarına ev sahipliği yapmasının yanı sıra petrol zenginliği ile ekonomik açıdan stratejik bir şehir olarak kabul ediliyor.

dfvg
El-Faşir'in Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) eline geçmesinin ardından şehirden kaçmak zorunda kalan yerlerinden edilmiş Sudanlılar, 26 Ekim 2025 (AFP)

HDK, Babnusa’nın düşüşünün ardından izleyeceği net stratejiyi henüz açıklamamış olsa da, eski Sudan ordusu askerleri olası senaryolar üzerinde değerlendirmelerde bulundu. İsminin açıklanmasını istemeyen eski bir Sudan ordusu subayı, Babnusa’nın hem askeri hem de coğrafi açıdan büyük öneme sahip olduğunu, düşmesinin savaşın gidişatında kritik bir dönüm noktası oluşturabileceğini ve bunun, Güney Kordofan’ın başkenti Kadugli, Deleng ve ordunun hâlâ kontrolünde tuttuğu diğer bölgelerin ele geçirilmesine kapı açabileceğini belirtti. Subay, “HDK, Kuzey Kordofan eyaletinin başkenti el-Ubeyd’i öncelikli askeri hedefleri arasına almış ve sürekli saldırılar düzenlemeye devam etmiştir. Kuvvetlerini stratejik noktalara yaymaları, şehre yönelik bir saldırının her an gerçekleşebileceğini gösteriyor” dedi.

HDK ateşkese uymadı

Kaynak, HDK’nin tek taraflı bir ateşkes ilan etmiş olmasına rağmen buna uymadığını ve 22. Piyade Tugayı’na bağlı askerlerin mevzilerine yönelik saldırılarına devam ederek şehri ele geçirdiğini belirtti. Bu durum, grubun askeri hedeflerinin henüz tamamlanmadığını ortaya koyuyor.

Askeri uzmanlara göre HDK’nin bu bölgeyi ele geçirmesi, ona daha fazla askeri operasyon için iyi bir üs sağlıyor. Uzmanlar, kuvvetlerin müttefiki olan Abdulaziz el-Hilu liderliğindeki Halk Kurtuluş Hareketi’ni destekleyerek, Güney Kordofan eyaletinin başkenti Kadugli’yi ele geçirmeye çalışmasının muhtemel olduğunu belirtiyor. Bu, ordunun eyaletteki önemli bazı kasabaları ele geçirmesinin ardından gelen stratejik bir adım olarak değerlendiriliyor.

Sudan ordusunun eski Genelkurmay Başkan Yardımcısı ve sözcüsü Tümgeneral Muhammed Beşir Süleyman, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Babnusa’nın HDK’nin eline geçmesinin beklenen bir gelişme olduğunu ve kenti kontrol eden tarafın operasyonel manevra alanını büyük ölçüde genişleteceğini söyledi. Süleyman, “Babnusa, petrol zenginliğiyle ekonomik açıdan önemli bir eyalette yer alıyor. Ayrıca demografik yapısı, HDK’nin sosyal tabanlarını oluşturuyor. Bu durum, onlara siyasi bir boyut kazandırıyor; özellikle Darfur bölgesi ile bağlantılı olarak kontrol alanlarını genişletmek ve Kordofan’da savaşçılar için lojistik destek sağlamak amacıyla bir tür geçici yönetim oluşturma stratejisi izliyorlar” ifadelerini kullandı.

efrf
El-Faşir'den gelen Sudanlı mülteciler, Tine Mülteci Kampı (Reuters)

Süleyman, HDK’nin Babnusa’yı ele geçirmesinin, ordunun Kuzey Kordofan eyaletindeki operasyonel ilerleyişine karşı onu daha avantajlı bir askeri konuma getirdiğini, buna rağmen ordunun el-Ubeyd’in batısı ve Nuba Dağları’nda elde ettiği zaferlerin önemini koruduğunu belirtti.

Ordu neye ihtiyaç duyuyor?

Süleyman, ordunun Kuzey ve Batı Kordofan’daki tüm cephelerde operasyonları yönetebilmesi için doğru planlamaya ihtiyaç duyduğunu vurguladı. Bunun, kuvvetler, lojistik destek ve yedeklerin sağlanması gibi büyük askeri kaynakları gerektirdiğini ifade ederek, “Operasyonel başarısızlığa yer yok. Stratejik hedef, Darfur’un yeniden kontrolünü sağlamak” dedi.

Eski asker, HDK’nin Babnusa’yı ele geçirerek başarmayı hedeflediği askeri amaçların başında, Sudan ordusunu Batı Kordofan’daki sosyal tabanlarından uzaklaştırmak olduğunu söyledi.

Süleyman, “Bu bölgeyi kontrol etmek HDK’ye, operasyonlarında asker ve teçhizat tedarikini sürdürme imkânı sunuyor, böylece daha fazla toprak kazanabiliyor, aynı zamanda Darfur’u güvence altına alıyor ve stratejik öneme sahip el-Ubeyd şehrine yönelik operasyonlarını geliştirebiliyor” dedi.

Süleyman ayrıca, HDK’nin kenti ele geçirme çabasının, askeri ve siyasi olarak konumunu güçlendirme, kara hakimiyetini genişletme ve böylece daha güçlü bir müzakere pozisyonu elde etme amacı taşıdığını vurguladı. Bu çerçevede, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır’ın dahil olduğu Dörtlü’nün Sudan’da üç aylık bir insani ateşkes sağlama çabaları da devam ediyor.


Gazze halkı, savaşın neden olduğu yıkımın ardından kültürel mirasını korumak için zamanla yarışıyor

Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
TT

Gazze halkı, savaşın neden olduğu yıkımın ardından kültürel mirasını korumak için zamanla yarışıyor

Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)

Gazze Şeridi’nde 70 bin kişinin hayatını kaybetmesi, çok sayıda kişinin yaralanması, yüz binlerce insanın yerinden edilmesi ve neredeyse bütün mahallelerin yok olmasının ardından, yeniden inşa artık hayal gücünü zorlayan, neredeyse tasavvur edilemez bir görev haline geldi.

Buna rağmen, bölgede en değerli tarihi yapılar arasında yer alıp ağır hasar gören az sayıdaki noktada, işçiler şimdiden çalışmaya başladı. Amaç, geçmişten geriye kalan az sayıdaki kalıntıyı toprak altından çıkarmak.

Bu alanlar arasında, Gazze’nin eski kent merkezinde bulunan ve savaş sırasında İsrail güçlerinin hedef aldığı en önemli kültürel miras olan Büyük Ömer Camii de bulunuyor. İsrail ordusu, avlularının altında savaşçılar tarafından kullanılan bir tünel bulunduğunu öne sürerek yapıyı bombaladığını açıklamıştı. Filistinliler ise böyle bir tünelin varlığını reddediyor ve saldırının Gazze’nin dini ve kültürel mirasını yok etmeye yönelik olduğunu savunuyor.

dfrgt
Gazze şehrinde bulunan Büyük Ömer Camii'nin içindeki enkazı temizleyen bir işçi, 17 Kasım 2025 (Reuters)

Batı Şeria’daki Beytüllahim’de bulunan Miras Koruma Merkezi’nde mimar ve kültürel miras uzmanı olarak görev yapan ve şu anda savaşta zarar gören alanları kurtarmak için Gazze’de çalışan Hammude ed-Dehdar, İsrail’in bu yapıların yıkımının Filistin tarihini silebileceğini düşünerek ‘yanıldığını’ söyledi.

Dehdar, Gazze’de Reuters’a yaptığı açıklamada, bu yapıların kadim bir halkın ortak hafızasını temsil ettiğini belirterek, “Bu miras, korunması ve savunulması için ortak çaba gerektiren bir bellektir” dedi.

İsrail ordusu ise Hamas hedeflerine yönelik her saldırının, bu tür alanları tehlikeye atabilecek olması nedeniyle sıkı bir onay sürecinden geçtiğini açıkladı.

fgt
Gazze şehrinde savaş sırasında hasar gören tarihi Paşa Sarayı'nda restorasyon çalışmaları yürüten işçiler, 11 Kasım 2025 (Reuters)

İsrail ordusu tarafından yapılan açıklamada, “İsrail ordusu, kültürel miras alanları ile tarihi ve kültürel önemi bulunan mekânlara azami hassasiyetle yaklaşmaktadır. Bu alanlar ve sivillerin zarar görmesini en aza indirmek, saldırı planlamasında temel bir önceliktir” ifadeleri yer aldı.

Zamansız hikayeler

Nüfusunun büyük bölümü, bugün İsrail sınırları içinde kalan şehir ve köylerden zorla göç ettirilmiş mülteciler ya da onların çocuklarından oluşan Gazze Şeridi’nde, Büyük Ömer Camii, Gazze halkını kendi kültürel mirasına ve Ortadoğu’nun zengin mimari tarihine bağlayan temel unsurlardan biriydi.

Halk arasında anlatılan geleneksel hikâyelere göre Samson’un onu esir alanların üzerine tapınağı yıktığı yer olduğu söylenen bu alan, İslam’ın 7. yüzyılda Halife Ömer bin Hattab döneminde Akdeniz’e ulaşmasından önce bir Bizans kilisesine de ev sahipliği yapıyordu. Bölge İslam hâkimiyetine girdikten sonra yapı camiye dönüştürüldü.

Sonraki yüzyıllar boyunca yapı; Memlükler, Haçlılar ve Osmanlılar tarafından pek çok kez yeniden şekillendirildi ve Orta Çağ’da bölgenin mimari harikalarından biri olarak ün kazandı.

Caminin minaresi, Gazze siluetinin en belirgin unsurlarından biriydi. Cemaat, kubbeli tavanlar altında ve cilalı taşlarla döşeli avlularda ibadet eder; namazın ardından caminin görkemli cephesinin önünden geçerek kapılarından dışarı çıkar ve eski kentin çevresindeki çarşı sokaklarına doğru akardı.

frgt
Gazze şehrinde savaş sırasında hasar gören tarihi Paşa Sarayı'nda restorasyon çalışmaları yürüten işçiler, 11 Kasım 2025 (Reuters)

Yakındaki Kayseriyye Çarşısı, dükkânlarıyla ünlüydü; esnafı ve komşuları, âşıkların düğün takılarından kıskanç kayınvalidelerin hikâyelerine uzanan unutulmaz öyküler anlatırdı. Bugün bunlardan geriye neredeyse hiçbir iz kalmadı.

Ağır hasar gören bir diğer yapı da 13. yüzyıla uzanan tarihi Paşa Sarayı oldu. Bir müzeye ev sahipliği yapan yapının sergilediği eserler artık kayıp.

Dehdar, kültür ve miras söz konusu olduğunda bunun yalnızca eski bir bina ya da tarihi taşlardan ibaret olmadığını vurgulayarak, “Her taş bir hikâye anlatır” dedi.

Filistin’in Batı Şeria merkezli Turizm ve Eski Eserler Bakanlığı Müsteşarı Cihad Yasin ise Filistinli yetkililer ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) tarihi alanların restorasyonu için üç aşamalı bir plan hazırladığını, ilk maliyetin 133 milyon dolar olarak öngörüldüğünü belirtti.

Yasin, önceliğin çökme riski taşıyan yapıların hızlı müdahaleyle desteklenmesi olduğunu söyledi. Ancak beyaz çimento ve alçı sıkıntısı yaşandığını, Gazze’deki kaynakların sınırlı olduğunu ve restorasyon malzemelerinin fiyatlarının ciddi şekilde arttığını ifade etti.

sdfgt
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta İsrail hava saldırıları sırasında hasar gören, kısmen yıkılmış Berkuk Kalesi, 16 Kasım 2025 (Reuters)

Gazze Şeridi’nde kültürel mirasın yıkımı, evlerini ve geçim kaynaklarını kaybetmiş yaslı aileler arasında bile ayrı bir acı yaratmaya devam ediyor.

Münzir Ebu Asi, küçük kızı Kenzi’nin Büyük Ömer Camii’nin vurulduğunu duyunca hissettiği derin üzüntü nedeniyle onu teselli etmek zorunda kaldığını söyledi.

Ebu Asi, “Küçük kızım Kenzi çok üzüldü. Camiye saldırı haberini duyduğumuzda biz de şaşırdık; neden böyle bir şey yapıldı?” dedi.

Sözlerini sürdüren Ebu Asi, Paşa Sarayı’nın da bombalanmasının ardından artık kesin bir kanaate vardıklarını belirterek, “Bu işgalin, Filistin kimliğini yok etmek, her türlü Filistin eserini silmek istediği artık bizim için kesinleşti” ifadesini kullandı.