Batı, Wagner’in öncü birliklerine rağmen Mali'de kalmayı planlıyor

15 ülke Moskova'yı Kremlin'e yakın milislere lojistik destek sağlamakla suçluyor.

Malili askerler, Fransız ordusunun bu ayın ortasında Timbuktu'daki Barkhane Üssü’nün devretmesi sonrası sevinç gösterilerinde bulundular. (AFP)
Malili askerler, Fransız ordusunun bu ayın ortasında Timbuktu'daki Barkhane Üssü’nün devretmesi sonrası sevinç gösterilerinde bulundular. (AFP)
TT

Batı, Wagner’in öncü birliklerine rağmen Mali'de kalmayı planlıyor

Malili askerler, Fransız ordusunun bu ayın ortasında Timbuktu'daki Barkhane Üssü’nün devretmesi sonrası sevinç gösterilerinde bulundular. (AFP)
Malili askerler, Fransız ordusunun bu ayın ortasında Timbuktu'daki Barkhane Üssü’nün devretmesi sonrası sevinç gösterilerinde bulundular. (AFP)

Fransa ve Avrupa tarafından defalarca tekrarlanan uyarılar, askeri darbe ile yönetime gelen Malili yetkilileri Fransızların ‘Barkhane’ gücünü yarıya indirip ülkenin kuzeyindeki üslerden çekilerek oluşturduğu boşluğu doldurmak için Rus ‘Wagner Grubu’ milislerinin kullanmaktan vazgeçirmeyi başaramadı. Fransa, ‘Mali, Nijer ve Burkina Faso’ üçgeni sınırlarına yakın konumlanıp sadece cihatçı ve terörist gruplarla mücadeleye odaklanmayı hedefliyor. Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanları bu ayın 13’ünde Brüksel’de gerçekleştirilen görüşmeler vesilesiyle Kremlin'in askeri kolu olarak gördükleri Rus grubuna yaptırımlar uygulamayı içeren bir kararı oybirliğiyle aldılar. Kararla Mali Devlet Başkanı Albay Assimi Goita’ya bir kez daha açık bir uyarı mesajı iletildi. AB tarafından söz konusu grubu, üç şirketi ve sekiz kişiyi kapsayan mali yaptırımlar uygulandı. Bununla birlikte bu sekiz kişinin AB ülkelerine girişi de yasaklandı.
Paris'in bir yıl sonra Barkhane Operasyonu'na dönüşen Serval Operasyonu aracılığıyla 2013'ten beri Mali'de askeri olarak varlığını sürdürdüğü sır değil. Kıyıların istikrarının Avrupa'nın istikrarı anlamına geldiği ve orada teröristlerle savaşmanın, onlarla Avrupa topraklarında savaşmaktan kaçınmak olduğu gerekçesiyle Avrupa'yı kendisine dahil etmeye çalıştı. Bununla birlikte çeşitli uyruklara sahip Avrupa kolu, ‘Barkhane’ için lojistik destek sağlamak, Mali silahlı kuvvetlerini eğitmek ve insani yardım sağlamak amacıyla Avrupa komando birliklerinden oluşan ‘Takuba’ kuvvetine katıldı. Fakat bu adım işe yaramış gibi görünmüyor.
Ancak Avrupalı 27 bakan tarafından alınan karar, istenilen sonuca ulaştırmadı. Bunun kanıtı geçtiğimiz perşembe akşamı 15 Batılı dışişleri bakanı tarafından yayınlanan sert açıklama oldu. Söz konusu ülkeler arasında Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya ve İspanya da yer aldı. Avrupa dışından tek ülke Kanada olurken Washington’ın Barkhane Operasyonu ve Avrupalı Takuba gücünün önemli parçası olduğu bilinmesine rağmen dün öğleden sonraya kadar net olmayan nedenlerle Washington’ın imzası açıklamada yer almadı. Diğer yandan ABD’nin, Mali ve Wagner’e karşı siyasi tutumunun Avrupa’nınkiyle aynı olduğu biliniyor. Batı ülkeleri tarafından yayınlanan açıklama çok sertti. Açıklama metni şu ifadelerle başlıyordu:
“Biz, kalıcı barış ve istikrarın sağlanması ve terörle mücadele çabalarında Mali ve halkını desteklemeye kararlı Batılı ortaklar olarak, Wagner paralı askerlerinin Mali topraklarında konuşlandırılmasını şiddetle kınıyoruz. Bunun Batı Afrika ülkelerindeki güvenlik durumunun daha da kötüleşmesine yol açacağını, Mali'deki insan hakları durumunu daha da kötüleştireceğini, Cezayir hattından çıkan barış ve uzlaşma anlaşmasının kaderini tehdit edeceğini ayrıca uluslararası toplumun sivilleri koruma ve Mali silahlı kuvvetlerine destek sağlama çabalarını engelleyeceğini düşünüyoruz.”
Batılılar, Wagner'i daha önce yaygın bir şekilde insan hakları ihlalleri işlemekle, bulundukları ülkelerde işkence ve suikastlar yapmakla ve istikrarı bozucu faaliyetlerde bulunmakla suçluyorlar. Şarku’l Avsat’ın Batılı uzmanlardan edindiği bilgilere göre Wagner grubu milislerini 20 Afrika ülkesinde konuşlandırdı.
Batılılar, Bamako'nun sınırlı kamu fonlarını ulusal orduyu desteklemek yerine paralı askerlerin maaşlarını ödemek için kullanma kararı karşısındaki ‘üzüntülerini’ dile getirirken Rusya’yı Wagner grubuna maddi destek sağlamakla, bölgede sorumlu ve yapıcı davranış sergilemeye çağırmakla suçluyorlar. Böylece Batılılar, ‘Wagner’ın ‘özel bir şirket’ olduğunu ve Rus hükümetinin veya Kremlin'in bununla hiçbir ilgisi olmadığını vurgulayan Rus propagandasını çürütüyorlar. Açıklamada, Batı Afrika Ekonomik Topluluğu'nun Mali ile ilgili kararları ve özel milislerin konuşlandırılması durumunda bölgede istikrarın bozulma riskleri konusundaki endişeleri hatırlatılıyor. Batılılar, ‘Mali halkının ihtiyaçlarına cevap verme çabalarından vazgeçmeyeceklerini’ vurguluyorlar. Sivilleri koruma misyonlarını sürdürme, Sahel'de terörle mücadeleyi destekleme ve sürdürülebilir kalkınma, insan haklarına saygı ve evrensel kamu hizmetlerine destek sağlayarak uzun vadeli istikrara katkıda bulunma konusundaki kararlılıklarını da teyit ediyorlar.
Mali'deki durumu yakından takip eden Avrupalı kaynaklar, açıklamanın üç temel paragraf içerdiğini düşünüyor. Bunlardan ilki, Wagner’in kategorik olarak Mali'de yayılmaya başladığını doğruluyor. Bu, Fransa liderliğindeki Batılıların, bu ülkenin yetkililerinin, Bamako'ya bin kişi göndermesi karşılığında ayda 10 milyon dolara mal olacak Rus özel milisleri ile sözleşme yapmasını engelleyememesi anlamına geliyor. Fransız kaynaklara göre Wagner'in misyonu ‘terörizmle mücadele etmek veya Mali'nin daha önce kontrolü dışında olan bölgelerde, özellikle de ülkenin kuzeyindeki varlığını yeniden tesis etmesini sağlamak değil, rejimi korumak’ olacak. Ayrıca Batılılar, Wagner'in Mali’ye gidişinin, Wagner'e yakın jeologların Bamako'ya gidişiyle birlikte ülkenin maden zenginliğini ele geçirmek anlamına geleceğinden endişe ediyorlar. Mali, önemli bir altın üreticisi konumunda.
İkinci önemli paragraf, Batılıların Bamako Havalimanı'na personel ve teçhizat taşınmasında Rus ordusunun askeri uçaklarını kullanmakla ve Bamako Havalimanı bitişiğindeki ‘Üs 101’ olarak adlandırılan üste yüzlerce insanı alabilecek kapasitede inşaatlar yapmakla suçladıkları Rusya'nın rolünü ele alıyor.
Batılı okumalara göre Wagner, Kremlin'in elindeki bir ‘araçtan’ başka bir şey değildir. Zira bu milis grubun kurucusu, diğer yanda finansörünün Kremlin ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yakın isimler olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla, Wagner’e karşı durmak, pratikte Rus etkisinin Mali'ye, Sahel ve Batı Afrika ülkelerine nüfuz etmesine karşı durmak anlamına geliyor. Ancak en önemli paragraf, Batılıların Wagner’in yayılmasına rağmen Mali'deki varlıklarını sürdürme kararıyla ilgili. Bu, Paris'in birkaç aydır ve bizzat Başkan Macron'dan Dışişleri ve Savunma Bakanlarına kadar en üst düzey yetkililerinin sözleriyle, Fransa'nın pozisyonunda büyük bir değişime temsil ediyor. Wagner’in gelişinin Fransız kuvvetlerinin ayrılması anlamına geldiğini ve bahsi geçen milislerin mevcudiyeti ile Fransız ve Avrupa kuvvetleri arasında olası bir uyum olmadığını iddia ediyor.
Bu haftanın başında, Elysee Sarayı'nda Macron başkanlığında, Mali'deki duruma odaklanan bir Savunma Konseyi toplantısı yapıldı. Bunu, Macron ile Putin arasında Ukrayna'daki durumu ve diğer tarafta Mali dosyasını ele alan bir görüşme izledi. Ancak bu pozisyon değişti. Fransızlar, Mali'den ayrılmanın, meseleleri Rusya lehine serbest bırakmak anlamına gelmesi nedeniyle farklı bir davranış benimsedi.
Paris'teki kaynaklara göre, Fransız diplomasisi, katılan Avrupalılara, ya lojistik destek sağlayarak ya da Takuba gücüne doğrudan katılım yoluyla müdahale ederek Wagner'in gelmesine rağmen onları Mali'de kalmaya ikna etti. Paris, cihatçılara ve teröristlere karşı savaşta elde ettiği askeri başarıları vurgularken Mali'deki kronik müdahalesinin başarısızlığından bahsetmiyor. Ancak Wagner’in ülkeye gidişi ve beraberinde ülkenin madeni zenginliğini ele geçirme olasılığı, Mali, Nijer ve Burkina Faso gibi diğer Sahel ülkelerinde Fransız karşıtı duyguların artmasıyla aynı zamana denk gelmesiyle Paris için bir başarısızlık oluşturuyor.
Dolayısıyla asıl soru, önümüzdeki aylar ve yıllar için bu ülkedeki Fransız-Avrupa-Batı stratejisi; Batılılar ve Wagner milisleri arasında, özellikle Rus milislerine karşı yaptıkları ciddi suçlamalar ışığında, ‘bir arada yaşamanın’ mümkün olup olmadığını öğrenmekle ilgili olarak ön plana çıkıyor.



Suriye ve İsrail: Sıcak mı yoksa geçici bir barış mı?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Suriye ve İsrail: Sıcak mı yoksa geçici bir barış mı?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

İbrahim Hamidi

Son zamanlarda Suriye ve İsrail arasındaki barış olasılıkları hakkında çokça konuşuluyor. Bununla birlikte, iki tarafın içerik ve zaman dilimi açısından ne ölçüde ilerleyebileceğine dair beklentiler de çoğaldı. Öyle ki bir İsrailli gazeteci, Şam'ın, Lübnan Trablusu’na karşılık Suriye’nin Golan Tepeleri şeklinde bir takas önerdiğini bile öne sürdü.

Birçok arabulucunun Şam ve Tel Aviv arasında çeşitli başlıklar taşıyan mesajlar taşıdığı tartışmasız. Bunlar arasında Suriye ve İsrail arasında 1974’te varılan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması, milislere ve güvenlik tehditlerine karşı güvenlik bilgileri paylaşımı, Suriye ve Lübnan arasındaki sınırın ve Şeba Çiftlikleri'nin geleceğinin belirlenmesi, Şam'ın İbrahim Anlaşmaları’na katılımı sayılabilir.

Her bir madde ne anlama geliyor?

Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması: 1948'deki Nekbe'den sonra Şam ve Tel Aviv arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı ve tampon bölgeler oluşturuldu. Ateşkesin uygulanması şu anda BM güçleri tarafından denetleniyor. 1973’teki savaştan sonra ise dönemin ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger arabuluculuk yaptı ve Suriye ile İsrail genelkurmay başkanları tarafından 31 Mayıs 1974'te Cenevre'de imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nı sonuçlandırdı. Bu, Golan cephesinin gelecekteki herhangi bir askeri eylemin tarafı olmayacağı anlamına geliyordu; bunun için 10 kilometre derinliğinde bir tampon bölge ve her iki tarafta 20 kilometre derinliğinde iki askerden arındırılmış bölge oluşturuldu. Birleşmiş Milletler Ayrılma Gözlem Gücü'nün (UNDOF) bin 250 personeli de her iki tarafın taahhütlere bağlı kalıp kalmadığını, yani anlaşmanın şartlarına göre buraya izin verilmeyen silah ve unsurların konuşlandırılıp konuşlandırılmadığını denetleyecekti.

O dönemde Tel Aviv adına Kissinger, Hafız Esed'i Golan'da “Suriyeli olmayan unsurların, yani Filistinli savaşçıların faaliyetlerinin engellenmesini” taahhüt eden yazılı bir maddeyi anlaşmaya eklemek için ikna etmeye çalıştı. Esed bunu reddetti, ancak Filistinli fraksiyonların bu bölgede herhangi bir faaliyetini yasaklayan gizli bir sözlü anlaşma ile bu maddeyi kabul etti. Bu anlaşma, onlarca yıl boyunca uygulandı ve birçok kişi Golan yakınlarında silahlı eylem düzenlemeye çalıştığı için hapse atıldı.

2011'den sonra UNDOF kuvvetleri geri çekildi ve Suriye'nin güneyindeki Golan Tepeleri yakınlarında Suriyeli muhalif gruplar, İran’a bağlı milisler ve Hizbullah'ın konuşlanmasıyla birlikte silahların yayılmasının doğurduğu bir kaos yaşandı. 2018'de Başkanlar Donald Trump ve Vladimir Putin arabuluculuk yaptılar ve “İsrail'in güvenliğinin garanti altına alınmasının” gerekliliği konusunda anlaştılar. Gerçekten de Suriye hükümet güçlerinin bölgeye geri dönmesi ve ABD'nin güneydeki silahlı Suriye muhalefetini desteklemekten vazgeçmesi karşılığında, “tüm Suriyeli olmayan unsurların” yani İran’a bağlı milislerin ve ağır silahlarının Golan Tepeleri'nden Suriye topraklarının 85 kilometre derinliğine çekilmesini içeren bir anlaşma imzalandı.

Rejimin 8 Aralık'ta devrilmesiyle birlikte İsrail, Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeye girdi, Hermon Dağı'ndaki (Şeyh Dağı) bir tepenin kontrolünü ele geçirdi, Şam yolunda çok sayıda bölgeyi işgal etti. Ayrıca Suriye'deki birçok bölgeye yüzlerce hava saldırısı düzenledi ve Suriye'nin stratejik askeri altyapısını yok etti.

İstenen, Suriye'nin Şeba Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri üzerindeki egemenliğini teyit etmesi ve şu anda el-Gacar köyünü bölen BM “Mavi Hattı”nın yerini belirlemektir. Pratikte istenen ise Hizbullah'ın silahını korumak için öne süreceği gerekçeleri ortadan kaldırmaktır

Şeba Çiftlikleri: İsrail 2000 yılının ortalarında Güney Lübnan'dan çekilmeye karar verdiğinde, Şam'da bir siyasi toplantı düzenlendi ve ardından Hizbullah'ın silahını muhafaza etmesi için bir gerekçe “yaratılmasına” karar verildi. Söz konusu gerekçe Şeba Çiftlikleri'nin Lübnan'a ait ve Hizbullah'ın da “işgal altındaki toprakları kurtarmaya çalışan bir direniş hareketi” olduğuydu.

Bu nedenle şimdi Şam'dan istenen, Şeba Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri üzerindeki egemenliğini teyit etmesi ve şu anda Gacar köyünü bölen BM “Mavi Hattı”nın yerini belirlemektir. Yani, Suriye hükümeti Beyrut'a iki bölgenin İsrail tarafından işgal edilen Suriye toprakları olduğunu yazılı olarak teyit etmelidir. Pratikte istenen ise Hizbullah'ın gerekçelerini ortadan kaldırmaktır.

Güvenlik bilgilerinin paylaşımı: Suriye sınırlarında milislerin yayılması, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılması nedeniyle, terörizm ve kaosla mücadele etmek ve bölgesel istikrarı sağlamak amacıyla Suriye ile İsrail'in de dahil olduğu bölgesel bir mekanizmanın kurulması öneriliyor.

İbrahim Anlaşmaları: Bahreyn, BAE, Fas ve Sudan ilk Trump yönetimi sırasında anlaşmalara katıldılar. ABD Başkanı şu anda Suriye'nin de bu anlaşmalara katılmasını öneriyor. Beyaz Saray bu talebi birden fazla kez duyurdu ve bunu toplu olarak duyurmak için Suriye ve İsrail liderleriyle bir zirve düzenlemeyi de önerdi.

Eğer Tel Aviv ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını isterse, büyük ihtimalle Şam da Arap ve Türk güçlerinin var olmasını talep edecektir

Mümkün olan nedir?

Trump yönetimi ve Batılı ülkeler Suriye hükümetine çok “kredi” verdiklerine inanıyorlar; tanınma, izolasyonunun sona erdirilmesi, yaptırımların kaldırılması ve yardım sağlanması. Bu nedenle İsrail ile ilişkiler kurma ve yeni Ortadoğu’ya yönelik bölgesel vizyonun bir parçası olarak İbrahim Anlaşmalarına katılma yolunda hızla ilerlemesini istiyorlar.

Şam'ın şu anda bu adımı atabileceğini düşünmek bir hatadır. Gerçekten mümkün olan, öncelikle acil ve gerekli adımları atmaktır. Yani Şam ve Tel Aviv'in “saldırmazlık” anlaşmasına varması, bir diğer deyişle Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na olan bağlılıklarını yenilemeleridir. Ama bu fiili olarak İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeden ve 8 Aralık'tan sonra ele geçirdiği alanlardan çekilmesini içeriyor.

UNDOF'un Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın tüm maddelerinin uygulanmasını denetlemesinin, milislerin ve disiplinsiz unsurların varlığını, Tel Aviv'in Suriye'nin güneyinde “7 Ekim senaryosunun tekrarı” olarak adlandırdığı bir hadiseyi önleyecek tüm güvenlik garantilerini sağladığına şüphe yoktur. Zira anlaşma, askeri unsurların ve silahların sayısını, türünü ve menzilini belirlemektedir. Eğer Tel Aviv, ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını isterse, büyük ihtimalle Şam da Arap ve Türk güçlerinin var olmasını talep edecektir. Bu, Kissinger'ın ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını önerdiği ve Esed'in karşılığında Sovyet güçlerinin de konuşlandırılmasını talep ettiği 1974 müzakerelerini hatırlatıyor.

Sınırın kontrol altına alınması, silah ve uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesi Suriye’nin çıkarına olduğundan Lübnan ile sınırları belirleme, Şeba Çiftlikleri'nin Suriye'ye ait olduğunu teyit etme gücüne sahiptir. Özellikle Türkiye, Suriye ve komşu ülkeleri (Irak, Ürdün ve Lübnan) kapsayan bir blok kurmayı önerdiğinden, büyük ihtimalle bölgesel bir terörle mücadele mekanizmasına katılmaya da istekli olacaktır.

Suriye'nin İbrahim Anlaşmaları'na katılması talebi, bu anlaşmayı imzalayan diğer Arap ülkeleriyle arasındaki farkı gündeme getirmektedir. Zira diğer dört Arap ülkesinin işgal edilmiş toprakları yok ve İsrail'e komşu değiller

İbrahim Anlaşmaları'na katılma konusuna gelince, bu, Suriye ile bu anlaşmayı imzalayan diğer ülkeler arasındaki farkı gündeme getirmektedir. Zira diğer dört Arap ülkesinin işgal edilmiş toprakları yok ve İsrail'e komşu değiller. Suriye'nin egemenliğini ve birliğini yeniden sağlamak, ordusunu kurmak ve yeniden inşa projesini uygulamakla meşgul olduğu doğru, ancak buna İbrahim Anlaşmaları'na katılmakla başlaması, önceliklerinin uygulanmasını kolaylaştırmaktan ziyade zorlaştıracaktır. Başka bir deyişle, yeni kurulacak askeri güçlerin birliği için bir meydan okuma oluşturacaktır.

Bu Suriye-İsrail maddelerinin ve bazı tarafların “sıcak barış” çabalarının, İran ve vekillerinin 7 Ekim 2023'ten bu yana yaşadığı büyük yenilgilerden sonra yeni bir bölgesel düzen arayışıyla bağlantılı olduğuna şüphe yoktur. Ancak, “ihlallerin” kolay görülmesi, İran'a kaos yaratma bahaneleri, Türkiye'ye de Suriye'nin yeni eğilimlerini “frenlemek” için gerekçeler sunacaktır ve bu da “barışı geçici” hale getirecektir. Şam ve Tel Aviv arasındaki müzakere masasının önceliklerini düzenlemek, Suriye'nin bir eksenden diğerine geçişini sağlamlaştırmak için hayati bir gerekliliktir.