Batı’dan Güney Çin Denizi ittifakı: AUKUS, yeni bir dünya savaşının fitilini ateşler mi?

Güney Çin Denizi'nin küresel ekonomi üzerindeki doğrudan etkisi onu uluslararası arenada son derece önemli kılıyor. (Reuters)
Güney Çin Denizi'nin küresel ekonomi üzerindeki doğrudan etkisi onu uluslararası arenada son derece önemli kılıyor. (Reuters)
TT

Batı’dan Güney Çin Denizi ittifakı: AUKUS, yeni bir dünya savaşının fitilini ateşler mi?

Güney Çin Denizi'nin küresel ekonomi üzerindeki doğrudan etkisi onu uluslararası arenada son derece önemli kılıyor. (Reuters)
Güney Çin Denizi'nin küresel ekonomi üzerindeki doğrudan etkisi onu uluslararası arenada son derece önemli kılıyor. (Reuters)

Muhammed Garavi
Doğu ve Güneydoğu Asya'da, uluslararası düzeyde yankıları olan bölgesel çatışmaların uzun bir bölümünü Güney Çin Denizi'ndeki anlaşmazlıklar oluşturuyor. Güney Çin Denizi'nin küresel ekonomi üzerindeki doğrudan etkisi onu uluslararası arenada son derece önemli kılıyor. Dünya petrol ve deniz ticaretinin üçte biri Güney Çin Denizi'nden yapılıyor. ABD ve Çin arasında son dönemde şiddetlenen siyasi tartışmalar, bölgede artan askeri varlıkla birlikte sahaya aktarıldı. ABD, İngiltere ve Avustralya, Çin’in bölgede giderek artan nüfuzunu durdurmak için İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük üçlü güvenlik oluşumu olan ‘AUKUS’ adlı askeri bir ittifak kurduklarını ilan ettiler. Çin ise bunu ‘sorumsuzluk’ olarak nitelendirerek kınadı. Batı ülkeleri tarafından Güney Çin Denizi’ne yönelik kurulan bu ittifakın, bölgede barışı ve güvenliği zedelediğini ve silahlanma yarışını artırdığını öne süren Pekin yönetimi, AUKUS’a katılan Batı ülkelerini Soğuk Savaş zihniyetine geri dönmekle suçladı.
ASEAN ülkelerinin (Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland, Vietnam), özellikle de Çin ile Güney Çin Denizi konusunda anlaşmazlığı olan ülkelerin AUKUS’a verdikleri tepkiler ise farklıydı. Batı ülkeleri arasındaki bu yeni ittifak, bölgedeki deniz anlaşmazlığının çözümünde işe yararlılığı hakkında karmaşık ve farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Jeopolitik çatışma yeniden ortaya çıktı
Brunei, Kamboçya, Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur, Tayvan, Tayland ve Vietnam ile çevrili olan Güney Çin Denizi, çok sayıda ticaret gemisinin geçmesi nedeniyle Hint-Pasifik Okyanusu bölgesinde önemli bir jeopolitik rol oynuyor. Aynı zamanda Güney Kore ve Japonya gibi sanayileşmiş büyük ülkelere enerji tedariki için bir çıkış noktası görevi de gören Güney Çin Denizi balıkçılık, doğalgaz ve petrol açısından da zengin bir bölge olarak ön plana çıkıyor. Bu da bölgeyi tartışmalar için verimli bir hale getiriyor.
Oldukça büyük olması nedeniyle ciddi ekonomik öneme sahip olan Güney Çin Denizi’nden her yıl toplam dünya deniz ticaretinin yaklaşık dört trilyon dolar değerindeki kısmı geçiyor. Dünya petrolünün yaklaşık yüzde 30’unu taşıyan petrol tankerleri de bu tartışmalı denizden geçiyor. Güney Çin Denizi’nden ayrıca 190 trilyon metre küpten fazla doğalgaz ve 11 milyar varil petrol rezervi bulunuyor.
Denizcilik alanındaki anlaşmazlıklar arasında Güney Çin Denizi’ndeki adaların toprak egemenliğiyle ilgili sorunlar da yer alıyor. Bu anlaşmazlıklar uzun yıllar bölgede gerilime ve kargaşaya neden olurken Birleşmiş Milletler (BM), 1994 yılında Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni kabul ederek bu anlaşmazlıkları hafifletmeye çalıştı. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, BM tarafından denize kıyısı olan ülkelerin ekonomik ve güvenlik çıkarlarını dengelemek için yasal bir çerçeve oluşturuyor.
BM Deniz Hukuku Sözleşmesi aynı zamanda denize kıyısı olan ülkelerin ‘münhasır ekonomik bölge’ olarak bilinen bölgeye sahip olmasını öngörüyor. Buna göre bir ülkenin kıyılarından itibaren 200 deniz mili boyunca uzanan alana münhasır ekonomik bölge deniyor. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre bu ülkelere münhasır ekonomik bölge özel haklarının verilmesi, bölgelerinde araştırma ve keşif çalışmaları yapmalarını ve deniz kaynaklarından yararlanmaları konusundaki özel imtiyazlar sağlarken uluslararası ticaret yapan gemilerin geçişlerine de izin veriyor.

Çin’in askeri kolları
Güneydoğu Asya ülkelerinin yetkilileri, Çin’in münhasır ekonomik bölge ihlallerinden şikayetçiler. Sık sık münhasır ekonomik bölge haklarını düzenleyen BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne saygı gösterilmesi çağrıları yapılıyor. Bu konudaki gerilim, Çin ile ASEAN arasında geçtiğimiz kasım ayında yapılan son zirvede de kendini hissettirdi. Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte, Çin'in müdahalesiyle ilgili ciddi endişeleri olduğunu bir kez daha dile getirirken Çin Ulusal Sahil Güvenlik gemilerinin, Güney Çin Denizi'ndeki tartışmalı resifte, Filipinli denizcilere malzeme taşıyan teknelere tazyikli su kullanarak müdahale etmesini kınadı.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Çin’in son dönemde bölgede yeni askeri üsler kurup geliştirerek ve yapay adalar inşa ederek deniz üzerindeki etkisini genişletmeye çalışması, ASEAN ülkeleri tarafından itirazlarla karşılanırken komşularını korkuttu.
ABD Çin’i tartışmalı bölgelerdeki yapay adalarda, aralarında anti-gemi füzeleri, uçaksavarlar, karadan havaya füzeler ve dijital sinyalleri bozan ekipmanların yer aldığı gelişmiş askeri teçhizatla Güney Çin Denizi'ni askeri bir bölgeye dönüştürmeye çalışmakla suçladı.
Çin'in Güney Çin Denizi'ndeki tartışmalı bölgeler üzerindeki egemenlik iddiasına dair dikkate değer bir başka gelişme de geçtiğimiz eylül ayında yaşandı. Çin basını, Çin Ulusal Sahil Güvenlik Güçleri’nin Pekin’in egemenlik iddiasında bulunduğu sulardan geçen yabancı gemilerin yükünü açıklamalarını talep etme hakkına sahip olduğunu duyurdu. Zira Çin’in çıkardığı yeni yasa, ülkenin ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğu düşünülen herhangi bir gemi veya teknenin söz konusu sulardan geçmesini engellemeye izin veriyor.
Buna rağmen Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, ülkesinin Güney Çin Denizi bölgesini ele geçirme ve bölgede bir deniz imparatorluğu kurma arayışında olduğu iddialarını reddetti. Çin hükümeti, komşularına eşit davrandığını ve deniz alanındaki egemenliğini ve haklarını korumaya çalıştığını öne sürüyor.

Karşı adım
ABD ve diğer güçlü ülkeler, Pekin’in küresel ticaret hareketinde önemli bir arter ve stratejik bir öneme sahip olan Güney Çin Denizi üzerindeki hegemonyasından çekiniyorlar. Bu nedenle Washington bölge ülkeleriyle yakınlaşmaya çalışıyor. Çin’in son yıllarda tartışmalı alanda empoze etmeye çalıştığı hegemonyasını kırmak için bölge ülkeleriyle askeri iş birliğini artırıyor. Bu yıl içinde bölgede çeşitli iş birlikleri yapıldı. Endonezya ve ABD geçtiğimiz temmuz ayında, Güney Çin Denizi'nin en güneyinde bir sahil güvenlik eğitim merkezi kurulduğunu duyurdular. ABD, bu iş birliğini Endonezya’nın tartışmalı bölgedeki varlığının temellerini oluşturmak için bir adım olarak görülüyor. Ayrıca bu yıl bölgede birçok ülke ortak askeri tatbikatlar düzenledi. Bunlar arasında Endonezya ve ABD arasında gerçekleşen ‘Garuda Kalkanı’ ve Hindistan ile Vietnam arasında Güney Çin Denizi'nde yapılan deniz tatbikatı da yer alıyor.
Washington, bölgeyle ilgilendiğini göstermek amacıyla bu yıl Manila ile de bir askeri tatbikat düzenledi. İngiltere, Almanya ve Fransa gibi birçok ülkenin ‘seyrüsefer özgürlüğünü korumak için’ zaman zaman bölgeye savaşa gemisi ve donanma güçlerini göndermeleriyle Batı’nın bölgedeki varlığı giderek görünür hale geldi.
Söz konusu güç gösterisi uluslararası sulardaki seyrüsefer hakkını korumak amacıyla yapılıyor. Bu, aynı zamanda Çin’in neden bazen agresif olarak tanımlanan eylemlerde bulunduğunu da açıklıyor.

Avustralya da tartışma hattına girdi
Avustralya, Güney Çin Denizi’yle ilgili anlaşmazlıklara taraf olmamasına rağmen coğrafi konumu nedeniyle bölgede rahatsız edici herhangi bir durumun orta çıkmasından çekiniyor. Bu da Güney Çin Denizi'nde ekonomik, ticari ve seyrüsefer özgürlüğü açısından güçlü çıkarları olan Avustralya’nın bölgede hegemonya kurulmasına ilişkin endişelerini artırıyor.
Yayınlanan bazı raporlar, Avustralya'nın şu an çıkarlarını korumak için bölgeye daha fazla savaş gemisi göndermesi yönünde siyasi bir baskı altında olduğuna işaret ediyor. Bu bağlamda Avustralya'nın çatışmaya dahil olan ASEAN ülkeleriyle ikili deniz tatbikatlarına katılması bekleniyor. Avustralya, eylül ayı ortalarında ABD ve İngiltere ile birlikte Asya-Pasifik bölgesinde ‘tarihi’ olarak tanımlanan yeni bir güvenlik ittifakı kurduklarının duyurulmasıyla bölgedeki tartışma hattına girme yolunda ilk adımını attı. Bu adım, bölgede giderek artan Çin nüfuzunu engelleme girişimi olarak yorumlanırken gözlemciler AUKUS adlı ittifakın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana üç ülke arasındaki en önemli güvenlik anlaşması olduğunu öne sürüyorlar.
AUKUS anlaşması, Avustralya’nın ilk kez ABD yapımı nükleer enerjiyle çalışan denizaltılara sahip olmasına izin veriyor. Bazı analistler, anlaşmayı ülkeler arasındaki en büyük savunma ortaklıklarından biri olarak nitelendiriyorlar. Askeri imkanlara odaklı olan anlaşma, taraflar arasında dijital yeteneklerin ve derin deniz teknolojilerinin paylaşımını da öngörüyor. ABD, İngiltere ve Avustralya, anlaşmanın Hint-Pasifik bölgesindeki ortak çıkarlarını korumanın yanında güvenlik ve refahı teşvik etmek için tarihi bir fırsat olduğunda hemfikirler. Avustralya yeni ittifak sayesinde ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan ve Rusya'dan sonra nükleer denizaltılara sahip yedinci ülke olacak.
Avustralya ayrıca Endonezya hükümetiyle iki tarafın ortak askeri tatbikatlar yapmasına ve Endonezyalı öğrencilerin Avustralya’daki askeri okullarda eğitim görmesine olanak sağlayan bir anlaşma imzaladı.

Farklı tutumlar
Buna karşın Çin, AUKUS’u ‘sorumsuzluk’ olarak nitelendirerek kınadı. Yeni anlaşmanın bölgede barış ve güvenliği zedelediğini ve silahlanma yarışını artırdığını vurguladı. Çin’in Washington Büyükelçiliği’nden yapılan açıklamada ise AUKUS’a taraf olan ülkeler, Soğuk Savaş zihniyetine ve ideolojik önyargıya sahip olmakla suçlandı.
Çinli gözlemciler, AUKUS’u ABD’nin Hint-Pasifik bölgesindeki stratejisini daha güçlü askeri hedeflere yönlendirerek uygulamak için oluşturduğu bir ittifak olarak görürken Asyalı analistler, AUKUS’un Soğuk Savaş zihniyetiyle ya da Asya'daki bir NATO ittifakı kurulmasıyla ilişkilendirmeyi reddediyorlar. Asyalı analistler, AUKUS’u Soğuk Savaş'taki iki taraf arasındaki bölünme ve çatışmadan büyük ölçüde farklı olan, küresel ekonomik bütünleşmeye dayalı hakim bir genel eğilim olarak görüyor ve savunuyorlar. Aynı zamanda ABD’nin küresel gücünün zayıflaması ve müttefikleri arasındaki güven kaybı nedeniyle daha fazla bu Batı ülkesini ittifaka çekmesinin güç olduğunu düşünüyorlar.
ASEAN ülkeleri arasında ise AUKUS’a yönelik tepkiler farklılık gösterdi. Bölge ülkelerinin Güney Çin Denizi anlaşmazlığına Batı’nın müdahalesi görüşüyle ilgili farklı tutumları söz konusuydu. Filipinler, AUKUS’u Çin'den gelecek olası herhangi bir saldırgan davranışı önlemek için destekleyici bir ittifak olarak görürken Endonezya, AUKUS’un bölgedeki silahlanma yarışını körükleyebileceğine ve nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmalarına zarar verebileceğine işaret etti. Diğer yandan AUKUS, ABD, İngiltere ve Avustralya tarafından Çin'in Hint-Pasifik bölgesindeki saldırgan eylemlerine karşı koymak için pratik bir adım olarak görülüyor.



İran'ın füzeleri yakında tükenecek mi?

İran'dan İsrail'e fırlatılan balistik füzeler Kudüs semalarında görülüyor. (EPA)
İran'dan İsrail'e fırlatılan balistik füzeler Kudüs semalarında görülüyor. (EPA)
TT

İran'ın füzeleri yakında tükenecek mi?

İran'dan İsrail'e fırlatılan balistik füzeler Kudüs semalarında görülüyor. (EPA)
İran'dan İsrail'e fırlatılan balistik füzeler Kudüs semalarında görülüyor. (EPA)

İsrail Başbakanlık Ofisi'ne göre İran genişlettiği hava saldırılarına karşılık olarak, İsrail'e yüzlerce roket fırlattı. Cuma gününden bu yana devam eden saldırılar sonucu 24 İsrailli öldü.

Savaş Çalışmaları Enstitüsü (ISW), İran'ın saldırılarının hızının şimdilik yavaşladığını belirterek, İran'ın yakında füzelerinin tükenebileceğine dair şüpheleri arttırdı.

Şarku’l Avsat’ın Fortune dergisinden aktardığı habere göre ISW dün yayınladığı raporda, İran'ın ‘beklenenden daha az sayıda ve azalan bir oranda füze fırlattığını’ bildirdi. ISW bunu, İsrail'in İran'ın füze stokunu hedef almasına bağladı.

Raporda, “İsrail saldırısının başladığı 12 Haziran'dan bu yana İran'ın İsrail'i hedef alan füze saldırılarının sıklığı azaldı, bu da İsrail saldırılarının İran'ın İsrail'e füze atma hızını etkilediğini gösteriyor” değerlendirmesinde bulunuldu.

ISW'nin tahminlerine göre İran cuma ve cumartesi günleri 100-200 füze kullanarak altı saldırı dalgası başlattı. Ancak cumartesi gününden sonra İran her biri 35-40 füzelik sadece iki saldırı dalgası gerçekleştirdi.

Geçtiğimiz cumartesi günü, Tahran'ın İsrail'e bin balistik füze fırlatmayı planladığına dair çeşitli haberler geldi.

ISW'nin raporunda, “İran, İsrail'e verdiği karşılıkta başlangıçta planladığından çok daha az mühimmat kullandı. Bunun nedeni muhtemelen İsrail ordusunun İran'ın İsrail'e karşılık vermek için kullanmayı planladığı roketatarları ve siloları imha etmesi ve hasar vermesiydi” ifadeleri yer aldı.

Mevcut çatışma başlamadan önce ABD ve İsrail'in tahminlerine göre İran'ın füze stoku 2 bin civarındaydı. Ancak ISW'ye göre bunların hepsi İsrail'e ulaşacak kadar menzile sahip değil.

Fortune dergisine göre şayet ISW'nin verdiği rakamlar doğruysa, İran'ın İsrail'e yönelik mevcut füze atışları uzun sürmeyebilir. Bu da Tahran'ı füze atmadan karşılık vermenin yollarını aramaya zorlayabilir.

İran Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyesi İsmail Kosari cumartesi günü yaptığı açıklamada, ülkesinin, küresel petrol tüketiminin yüzde 21'ine eşdeğer bir miktarın, yani günde yaklaşık 21 milyon varilin geçtiği stratejik Hürmüz Boğazı'nı kapatmayı ciddi olarak değerlendirdiğini söyledi.

İran füzeleri bugün şafaktan önce Tel Aviv ve İsrail'in liman kenti Hayfa'yı vurarak en az sekiz kişinin ölümüne ve çok sayıda evin yıkılmasına neden oldu.

İran bombardımanı, Tel Aviv'in yoğun nüfuslu mahallesindeki birkaç apartmanı yerle bir etti ve şehirdeki ABD Büyükelçiliği’ne sadece birkaç yüz metre mesafedeki otel ve evlerin camlarını kırdı. ABD Büyükelçisi binada küçük çaplı hasar meydana geldiğini, ancak personelden yaralanan olmadığını bildirdi.

İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO), son saldırıda İsrail'in çok katmanlı savunma sistemlerinin birbirini hedef almasını sağlayan ve İran'ın birçok hedefi başarıyla vurmasına olanak tanıyan yeni bir teknik kullanıldığını söyledi, ancak daha fazla ayrıntı vermedi.

DMO tarafından yapılan açıklamada, “ABD ve Batılı güçlerin kapsamlı desteğine ve İsrail'in en son savunma teknolojilerine sahip olmasına rağmen, bu operasyonda kullanılan girişimler ve yetenekler, füzelerin işgal altında bulunan topraklardaki hedefleri başarıyla vurmasına yol açtı” denildi.

İsrail ordusu saldırılarla ilgili yorum talebine henüz yanıt vermedi. İsrail'den önleyici füzelerin birbirlerini vurduğuna dair herhangi bir haber gelmedi.

İsrailli yetkililer defalarca Demir Kubbe savunma sisteminin yüzde 100 aşılmaz olmadığını söyledi ve önümüzdeki zor günler konusunda uyarıda bulundu.

Diğer yandan İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Tahran'ın kibirli diktatörü, İsrail'in sivil cephesini hedef alan ve İsrail ordusunun, kendi kabiliyetlerini yok eden saldırılarını sürdürmesini engellemek isteyen korkak bir katil haline geldi. Tahran halkı yakında bunun bedelini ödeyecek.”

İran Sağlık Bakanlığı Sözcüsü, İran'daki ölü sayısının en az 224'e ulaştığını ve bunların yüzde 90'ının sivil olduğunu açıkladı.