Fransa, İngiltere ve Almanya, Viyana müzakerelerinde ‘acilen’ bir anlaşmaya varılmasında ısrarcı

Müzakerelerle ilgili suni tarihler reddedilirken birkaç hafta içinde bir anlaşmaya varılabileceğinden bahsediliyor

Dün Viyana'da İran ile nükleer anlaşma müzakerelerine ev sahipliği yapan Palais Coburg otelinin önünde yürüyen kişiler (AFP)
Dün Viyana'da İran ile nükleer anlaşma müzakerelerine ev sahipliği yapan Palais Coburg otelinin önünde yürüyen kişiler (AFP)
TT

Fransa, İngiltere ve Almanya, Viyana müzakerelerinde ‘acilen’ bir anlaşmaya varılmasında ısrarcı

Dün Viyana'da İran ile nükleer anlaşma müzakerelerine ev sahipliği yapan Palais Coburg otelinin önünde yürüyen kişiler (AFP)
Dün Viyana'da İran ile nükleer anlaşma müzakerelerine ev sahipliği yapan Palais Coburg otelinin önünde yürüyen kişiler (AFP)

İran ile nükleer anlaşmanın canlandırılması müzakerelerinin zamanı, Batılı müzakerecilerin müzakereleri birkaç hafta içinde sonuçlandırılması gerektiğini vurgulamalarıyla hızla akmaya başladı. Fransa, İngiltere ve Almanya’dan müzakereciler, nükleer anlaşmanın yakında ‘tamamen kullanılamaz hale geleceğine’ dair uyararak müzakerelerin bir an önce sonuçlandırılması gerektiğini vurguladılar. Tahran'ın müzakerelerin sona ereceği bir takım tarihlerden bahsedilmesine yönelik eleştirisine ise ‘müzakereler için suni tarihler belirlemedikleri’ yanıtını verdiler.
Avrupalı ​​müzakereciler yaptıkları açıklamada, ‘İran'ın nükleer programındaki ilerlemenin, nükleer anlaşmayı tamamen kullanılamaz hale getireceği bir noktaya yaklaştığından emin olduklarını’ vurguladılar. Avrupalı müzakerecilere göre bu durum, ‘anlaşmanın sağladığı temel faydalar tamamen yok olmadan önce bir sonuca varılması konusunda önlerinde aylar değil, sadece haftalar olduğu’ anlamına geliyor.
Müzakerelerde acele edilmesi gerektiğine işaret eden Avrupalı müzakereciler, müzakere heyetlerinin, resmi adı Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olan nükleer anlaşmayı canlandıracak bir anlaşmaya doğru hızla ve iyi niyetle çalışmak için burada olduklarının altını çizdiler. Ayrıca, İran'ın taleplerine yanıt olarak yedinci turun sonunda bazı teknik ilerlemeler kaydedildiğini de sözlerine eklediler.
Öte yandan Şarku’l Avsat’a konuşan diplomatik kaynaklar, günler süren görüşmelerin ardından müzakerelerin dört hafta içinde sonuçlanmaması halinde bunun herhangi bir anlaşmaya varılamayacağı anlamına geleceğini söylediler. Kaynaklar, Ocak ayı sonları ile Şubat ayı başlarının bir anlaşmaya varılabilecek en gerçekçi tarih olarak görüldüğünü eklediler. İran’ın Uluslararası Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT) Ek Protokolü’nü askıya aldıktan sonra Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) tarafından İran’daki nükleer tesislere yapılan denetimleri sınırlandıracağını açıkladığı Şubat 2021’den bu yana Batılı ülkeler, İran’ın nükleer programında kaydettiği ilerlemeyle ilgili her geçen gün daha fazla endişeleniyorlar. İran, o tarihten sonra uranyumu önce yüzde 20 oranında zenginleştirmeye başladı, ardından bu oranı yüzde 60’a çıkardı. Batılı ülkeler o dönemde yaptıkları açıklamalarda, bu oranlarda uranyum zenginleştirilmesine sivil amaçlar doğrultusunda makul bir sebep olmadığını vurguladılar.
Diplomatik kaynaklar, İran’ın nükleer programında bugün, geçtiğimiz yıl ile aynı olmadığını, Batılı ülkeleri müzakereleri hızlandırmaya iten nedeninde bu olduğunu belirttiler. Kaynaklar, müzakerelerin aylarca sürmesi halinde ise İran'ın nükleer silah üretebilecek düzeye yaklaştığına işaret ederek, ‘6 ay sonra zenginleştirilmiş uranyumun sadece stoklanmakla kalmayacağı’ uyarısında bulundular.
Avrupalı üç diplomat, Tahran'ın yüzde 60'ın üzerinde uranyum zenginleştirmeyeceği şeklindeki açıklaması ve Rusya’nın bunu ‘olumlu bir işaret’ olarak değerlendirilmesiyle ilgili şunları söylediler:
“İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed İslami’nin ülkesinin yüzde 60'ın üzerinde hiçbir maddeyi zenginleştirmeyeceği yönündeki açıklamalarını not aldık. Ancak bununla birlikte nükleer silahları olmayan bir ülke için yüzde 60 oranında uranyum zenginleştirilmesi halen eşi benzeri görülmemiş bir durum olmaya devam ediyor. Yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş maddelerin yüksek miktarlardaki stoku, İran'ı nükleer silah yapmak için kullanılabileceği bölünebilir maddeye sahip olmaya yaklaştırıyor.”

Uzmanlardan oluşan bir komisyon toplandı
Öte yandan dün ABD yaptırımları konusunu ve İran’ın herhangi bir anlaşmayı imzalamadan önce talep ettiği garantileri görüşmek üzere uzmanlardan oluşan bir komisyon toplandı. İran nükleer anlaşmadaki taahhütlerine yeniden uymaya başlamadan önce yaptırımların kaldırılması için garantiler verilmesinin yanında nükleer anlaşmaya geri dönülmesi durumunda ABD’de iktidara gelecek herhangi bir yönetimin, İran'daki çalışmalarına yeniden başlayabilecek uluslararası şirketlere yeniden yaptırımlar uygulamasını önleyen garantiler de istiyor. Bu talepleri ‘son derece karmaşık’ olarak nitelendiren kaynaklar, müzakerecilerin henüz bunların üstesinden nasıl geleceklerini bilmediklerini, çünkü meselenin hukukla değil, siyasetle ilgili olduğunu söylediler.
Diğer taraftan Rusya'nın Birleşmiş Milletler Viyana Ofisi Nezdinde Daimi Temsilcisi Büyükelçi Mikhail Ulyanov, uzmanların katıldığı toplantıyı ‘faydalı’ olarak niteledi. Ulyanov, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “İlerleme kaydettiğimize şüphe yok. Yaptırımların kaldırılması konusu gayri resmi toplantılar aracılığıyla aktif olarak tartışılıyor” dedi. Dün Fransa, İngiltere ve Almanya’nın müzakere heyetleri başkanlarıyla bir araya gelen Ulyanov, görüşmeyi ‘oldukça faydalı ve olumlu’ olarak nitelendirdiği bir tweette, ‘çekecek kimse olmadığından’ toplantıya ilişkin fotoğraf paylaşamadığı için üzgün olduğunu ifade etti. Rus diplomat, müzakerelerin geçtiğimiz Nisan ayında başlamasından bu yana heyetlerle yaptığı görüşmeleri kaydetmeyi ve fotoğraflarını Twitter hesabından yayınlamayı bir gelenek haline getirdiği biliniyor.
İran tarafı İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan gibi müzakerelere dair iyimser bir çizgi çiziyor. Bakan Abdullahiyan, yaptığı açıklamada,  görüşmelerin doğru yönde ilerlediğini belirterek, “Karşı taraflar, bu ortamda başlayan müzakereleri iyi niyetle ve ciddiyetle sürdürürse yakın gelecekte herkes için iyi bir anlaşmaya varılabilir” ifadelerini kullandı.
Şarku'l Avsat'a konuşan görüşmenin katılımcılarından olan bazı diplomatik kaynaklar, sekizinci tur görüşmelerinin lojistik nedenlerden ötürü yılın sonuna üç gün kala duracağını ve daha sonra önümüzdeki Pazartesi günü müzakereciler Viyana'ya geri döndükten sonra iyi ya da kötü bir sonuca varıncaya kadar süreceğini belirttiler.
Kaynaklara göre görüşmeler sekizinci tur çerçevesinde devam edecek ve heyetler bu tur sırasında istişarelerde bulunmak amacıyla ülkelerine dönüp ardından Viyana'ya dönseler bile dokuzuncu tur olarak adlandırılmayacak. Müzakerelerin resmi sonuçları, kaynaklar tarafından müzakerelerin tamamlanması için gerçekçi bir tarih olarak niteledikleri Ocak ayı sonları veya Şubat ayı başlarında açıklanamayabilir. Böyle bir ihtimalle birlikte bundan sonra bir anlaşmaya varılmasına dair olumlu işaretler de önemli ölçüde zayıflıyor.
Diğer yandan ABD tarafı, İran'ın müzakerelerdeki ciddiyetinden ve bir anlaşmaya varma konusundaki istekliliğinden halen emin değil. Şarku’l Avsat’a konuşan diplomatik bir kaynak, İran’ın müzakere heyetinin müzakerelerde petrolünü satmasına ve nükleer anlaşmada öngörülen tüm ticari imkanlardan yararlanmasına izin verecek bir anlaşmaya varmak istediğini, fakat bu talepler karşısında neleri kabul edebileceklerinin halen netleşmediğini söyledi.
İran’ın Ali Bakeri Kani başkanlığındaki yeni müzakere heyeti, eski ABD Başkanı Donald Trump yönetimi tarafından uygulanan tüm yaptırımların ve mevcut Başkan Joe Biden yönetiminin nükleer anlaşmayla ilgili olmayan yaptırımların kaldırılmasını talep listesine ekledi. Buna karşın Washington, nükleer anlaşmanın kapsamı dışında uygulanan yaptırımları kaldırmayı bir reddediyor. Washington’ın Abbas Arakçi başkanlığındaki eski İran heyetiyle geçtiğimiz Nisan ayında başlayan ve 20 Haziran’a kadar gerçekleşen ilk altı müzakere turunda İran'a uygulanan binden fazla yaptırımın kaldırılmasını kabul ettiği biliniyor.



Seçmenin ve ABD Başkanı Trump'ın dış yönelimleri

 Amerikalı seçmenin sabrı tükendi ve artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi dış meseleleri umursamıyor (AFP)
Amerikalı seçmenin sabrı tükendi ve artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi dış meseleleri umursamıyor (AFP)
TT

Seçmenin ve ABD Başkanı Trump'ın dış yönelimleri

 Amerikalı seçmenin sabrı tükendi ve artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi dış meseleleri umursamıyor (AFP)
Amerikalı seçmenin sabrı tükendi ve artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi dış meseleleri umursamıyor (AFP)

Nebil Fehmi

Politikacılar, analistler ve medya çalışanları, ABD seçimlerinin sonucunu anlamak ve Donald Trump'ın 5 Kasım'daki başkanlık yarışını kazanmasının ardından beklenen dış pozisyonları ve politikaları tahmin etmek için büyük bir çaba gösteriyor. ABD'nin siyasi ve askeri gücü, ekonomik ve maddi zenginliği ve kararlarından ülkelerin çoğunluğunun hem olumlu hem de olumsuz etkilendiği göz önüne alındığında böyle olması doğaldır.

Seçimlerin bazı özelliklerini netleştirmek ve önümüzdeki dönemin siyasi yönelimlerini öğrenmek amacıyla Amerikan siyasi haritasında aktif ve etkili rol oynayan bazı isimler ile istişarede bulundum. Onlara genel olarak seçmenlerin uluslararası gelişmelere ilgisiz olmalarının, Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin adayları olmak için başvuranların oldukça çeşitli arka planlarını umursamamalarının nedenlerini sordum. Bu adaylık yarışlarının çoğunun neden siyasi merkezin sağında ve solunda yer alan geleneksel adayların lehine sonuçlandığını, eski aktör Ronald Reagan'ın 1981'deki zaferi ve Donald Trump’ın 2016 ve 2024'teki zaferlerine benzer şekilde, alışılmadık bir şahsiyetin neden adaylığı ve büyük ödül olan başkanlığı sadece arada sırada kazandığını da sorguladım.

Bu sorulara aldığım en iyi yanıt, seçim sisteminin istikrarlı ve başarılı olduğu, ancak bir süper gücü ilgilendirmesine rağmen, seçim tercihlerinin kişisel ve yerel bakış açılarına ve düşüncelere göre yapıldığı, sürprizlerden, hatta hatalardan veya mantıksız görünen şeylerden muaf olmadığı için özel bir konuma sahip olduğu yönündeydi.

Bu yanıta eşlik eden açıklama, ulusal toplumsal alanın geniş olduğu, ancak seçmenlerin ilgi alanının çok sınırlı olduğuydu. Bu nedenle, çok sayıda Amerikan seçmeninin siyasi ve ekonomik elitlerin kendi çıkarlarını göz ardı etmesinden duyduğu öfkenin bir sonucu olarak hukuki olarak hükümlü, hakkındaki uygulanabilecek mahkeme kararları tarafından tehdit edilen bir adayın zaferi de dahil olmak üzere garip görünen sonuçları olabiliyor. Elitlerin bu umursamazlığı, Seçiciler Kurulunda 312 oyun yanı sıra doğrudan oylamada Cumhuriyetçi Parti için alışılmadık bir durum olan mutlak çoğunluğu elde eden Donald Trump'ı iki kez tercih eden, çok çeşitli ve giderek büyüyen öfkeli bir sınıf yarattı.

ABD geniş, kaynakları bol ve meydan okumaları sert olan bir kıta. Toplumsal eğilimler bir eyaletten diğerine farklılık gösteriyor ve sahil bölgelerindeki vatandaşların görüşleri orta bölgedekilerden farklı. Toplum özellikle kişisel çıkar felsefesini bir yaşam biçimi olarak benimsediği için, onları doğrudan etkilemediği sürece uluslararası kaygılarla hiçbir ilgileri yok. Dolayısıyla seçmenler, ülkeleri bir süper güç olmasına rağmen uluslararası meselelerle hiçbir ilgisi bulunmayan, hatta bölgesel düzeyde bile olmayan, yerel vizyon ve görüşlere göre oy kullanıyorlar.  Seçmenler kararlarını, temel kişisel çıkarlarını karşılayacağına inandıkları kişiler lehine belirliyorlar. Bunlar da çoğu zaman ekonomi ya da George W. Bush'un işgallerinden sonra Obama'nın zaferinin sebeplerinden biri olan savaş ya da Trump için en önemli sorunlardan biri olan yasadışı göçmenlerle ilgili endişeler gibi anlık korkularıdır.

Pek çok kişi, her ne kadar uzun bir süre içinde kademeli olarak gerçekleşse de önde gelen Amerikan partileri toplumsal dönüşümleri büyük ölçüde yanlış yorumladığından, uluslararası toplumun zaman zaman seçim sonuçlarına şaşırmasının doğal olduğu konusunda beni temin etti.

Bundan sonra neler olacağına dair düşünceler ve istişareler bağlamındaysa, Amerikan dış politikasının 20 yıldır kademeli olarak içe kapanma ve izolasyon, büyük güç rolü ve sorumluluklarından uzaklaşıp sadece ulusal çıkarlara odaklanma yönünde bir değişime tanık olduğunu belirtmek gerekir.

Amerikalı seçmen artık ülkesinin maliyetli dış sorumluluklar üstlenmesini hoş karşılamıyor ki Trump da bu tutumu benimsiyor. Bazı analistler, en yakın dostlar da dahil olmak üzere, istisnasız tüm dış meselelerin bundan etkileneceğini ileri sürdü ve diretti. Bazılarına bununla ilgili sorularımı sormaya devam ettiğimde, her şeyin göreceli ve orantılı olduğu cevabını aldım. Ancak onlara göre mali, siyasi ve askeri açıdan açık çek politikasının devam edeceğini ya da ABD’nin her konuyu yakından takip edeceğini düşünenler yanılıyor. Çünkü Amerikan seçmeninin artık sabrı tükendi ve Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi dış meseleleri umursamıyor.

Irak'ın işgalinden bu yana, ister Demokrat ister Cumhuriyetçi yönetim altında olsun, ABD'nin uzun süren savaşlardan çekilmeye çalıştığına dair çok sayıda kanıt olmasına rağmen, bazıları bu görüşlere şaşırmış olabilir. Savaşlardan çekilmeye yönelik son adım, Biden'ın Afganistan'dan çekilmesiydi ve İran'a yönelik farklı tutumlarına rağmen ne Biden ne de kendisinden önce Trump, istisnai durumlar dışında ve uzaktan olmak kaydıyla İran'a karşı askeri güce başvurmadı.

Trump'ın beklenen dış politika felsefesinin çerçevesini belirli başlıklarla özetlemek mümkün. Birincisi, ideolojiden yoksun ve ABD ile Trump’ın kişisel siyasi sermayesine doğrudan ve kısa vadeli getiriler kazandırmayı hedefleyen politikalara bağlı kalmaktır. İkincisi, ilişkilerin çerçevesi kendisinden öncekiler gibi siyasi coğrafyadan ziyade “coğrafi ekonomi” denilen şeye daha yakın olacaktır, yani hesaplarda getiri ve ekonomik etki önce gelecektir. Üçüncüsü, savaş öngörülemeyen sürprizleri beraberinde getirdiği ve bir işadamı olarak pratik hesaplarını bozduğu için Amerikan askeri veya diğer güçlerinin yaygın kullanımı desteklenmeyecektir. Dördüncüsü, Trump’ın kararları gerçekçiliğe, pragmatizme, kazanan ve kaybedene dayanıp, doğru ve yanlış ya da tarihsel değerlendirmelerle hiçbir şekilde bağlantılı olmayacaktır.

Bu ilkeler çerçevesinde, seçimlerden sonra Trump'ın danışmanlarından biri tarafından hızlı bir açıklama yapılarak Ukrayna'ya çözümün işgal altındaki toprakların geri alınması değil, uygun güvenlik düzenlemeleri üzerinde anlaşmaya varılması olduğu yönünde net bir mesaj iletileceği belirtildi. Trump'ın Çin'e yönelik eleştirilerinin çoğunun ağırlıklı olarak ekonomi politikalarına odaklandığı da görüldü.

Trump daha önce Netanyahu'nun işleri sonuçlandırmak için icraatta bulunması gerektiğini belirtmiş ancak kastettiğinin daha fazla güç kullanmak mı yoksa mevcut şekliyle askeri operasyonları durdurmak mı olduğuna açıklık getirmemişti. Netanyahu'ya Ocak 2025'te yeni görevine bu sıcak konularla başlamak istemediğini bildirdiğine dair haberler de yayınlandı. Lübnan'da ateşkesin sağlanması ve yerleşmesi konusunda anlaşmaya yaklaşıldığına dair sızıntılar da var. Ancak bunu Hizbullah'ı ve onun İran ile bağlantısını göz ardı ederek başarmak zor. Netanyahu, seçildikten sonra Trump ile birden fazla kez görüştüğünü ve pozisyonlarda tam bir uyumun bulunduğunu belirtti. Bu uyumun İran tehdidi ile bağlantılı olduğunu açıkladı.

2024 yılının son ayları Ortadoğu'nun güvenliğini, istikrarını ve geleceğini etkileyen, daha izolasyoncu ve içine kapanık Amerikan siyasi eğilimlerinin gölgesinde, önümüzdeki yılın ve gelişmelerinin gidişatını belirlemede belirleyici önemli hadiselerle dolu olacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.