Rusya 2021: Kremlin siyasetinde değişim yılı

Putin'in ‘kırmızı çizgilerinden’ güvenlik garantilerine

ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin geçtiğimiz 16 Haziran’da Cenevre’de iken (AP)
ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin geçtiğimiz 16 Haziran’da Cenevre’de iken (AP)
TT

Rusya 2021: Kremlin siyasetinde değişim yılı

ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin geçtiğimiz 16 Haziran’da Cenevre’de iken (AP)
ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin geçtiğimiz 16 Haziran’da Cenevre’de iken (AP)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 2021 olaylarını anlatırken kullandığı ifade, Rus politikasının geçen yıl geçirdiği büyük dönüşümlerin özünü yansıtıyor: “Rusya öfkeli değil… Rusya hazırlanıyor.” Putin bu tabiri 19. yüzyılda çok önemli roller oynayan Rus devlet adamı Aleksandr Gorçakov'dan ödünç alıyor.
Bu sözün Rus İmparatorluğu'nun 1853 yılında Kırım Savaşı'nda yenilmesinden ve 1856'da Gorçakov'un Rusya'nın şartlarını kolaylaştırmada büyük rol oynadığı Barış Anlaşması'nın imzalanmasından sonra söylenmiş olması tarihi bir ironidir.
Rusya bir kez daha kendini jeopolitik konumu ile ilgili büyük bir zorlukla karşı karşıya buldu. Bir kez daha ‘hazırlandığını’ ilan etti.
Ancak 2021 yılının seyri, ülkenin on dokuzuncu yüzyılın ortalarında yaşadığı yenilgi ve iyileşme atmosferinden çok farklı. Moskova, yılın başında Aleksey Navalny’ın zehirlenmesinin ardından ciddi yaptırımlara maruz kalmasıyla başlayan eşi görülmemiş baskılarla çevriliydi. Bu baskılar, artan suçlamalar, diplomatların sınır dışı edilmesi, diyalog kanallarının kapatılması, sınırlarında bir askeri yığılma ile karşı karşıya kalması ve Karadeniz'deki Batı savaş gemilerinin civarlarında geçit turlarına çıkılması şeklinde devam etti. Ancak yıl sonuna kadar olayların gidişatını değiştirmeyi ve ‘azami baskı’ politikasını güçlendirmeyi başardı.
Yılın seyrindeki hızlı dönüş, yılın başlangıcından itibaren Avrupa ile ilişkilerin bu zamana kadarki en kötü bozulma aşamasına gelmesiyle kendini gösterdi. Moskova, daha sonra NATO ile diyalog kanallarını kapatmadan önce, Şubat ayında ‘diyaloğu kalıcı olarak kesmekle’ tehdit etti. Moskova'nın dikkati görevine yeni başlayan ABD yönetiminin düzenlemelerine odaklanırken, Washington ile ilişkilerin geleceği ve iki taraf arasında gündeme getirilen dosyalar üzerindeki etkilerini değerlendirmek amacıyla çeşitli dosyalardaki atamaları izledi. Bunların başında eski Sovyet alanındaki durum, ardından Suriye ve Afganistan'daki durum ve diğer dosyalar geliyor.
Yılın ortalarında, Batı ile artan çatışma, özellikle ‘Rus davranışı’ ile mücadeleye odaklanan Batı İttifakı zirvesinden sonra daha karmaşık hale geldi. Bu gelişmenin ilk belirtileri Karadeniz'de, Rus ve Batılı tarafların bölgedeki askeri hareketlerinin yeniden canlandırılması ve onlarca yılın en büyüğü olan NATO askeri manevralarının uygulanmasıyla ortaya çıktı. Moskova, buna Karadeniz ve Akdeniz'de benzer manevralar yaparak yanıt verdi. Ancak burada en belirgin olanı, Rus donanmasının önce İngiltere'ye, sonra Hollanda'ya ait ağır gemilere benzeri görülmemiş bir şekilde ateş açmasıydı. Bu, Karadeniz'in ‘Rusya ile Batı arasındaki ana savaş alanı’ haline geldiğini düşünen Rus diplomatların vizyonuna yansıdı.
Artan çatışma, iki tarafın görüşmeleri için kalıcı olarak masada olan dosyalarla sınırlı kalmadı. Bunlardan en öne çıkanı, Rus muhalefet lideri Aleksey Navalny'ın tutuklanması ve yargılanmasının ardından, özgürlükler ve insan hakları dosyası etrafındaki durum ve diğer ülkelerdeki seçim sonuçlarına müdahale dosyası oldu. Görünüşe göre yeni ABD yönetiminin Rusya'nın yarımadadan çekilmesi yönündeki talepleri, Kırım'ın Rusya'ya ilhak edilmesi meselesini yeniden gündeme getirdi. Bu, özellikle Washington'ın son yıllarda bu konuya olan ilgisini kademeli olarak azalttığı için dikkate değer göründü. Bunun hemen ardından, krizin doruk noktasının hızla Ukrayna’ya yöneldiğine tanık olundu.
16 Haziran'da Cenevre'de yapılan ilk Rus-Amerikan zirvesi, tarafların tartışmalara olumlu bir ruh katma konusunda istekli olmalarına rağmen, gerilimi azaltmayı başaramadı.

Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Savunma Bakanı Sergey Şoygu, 21 Aralık'ta Moskova'da (AP)
Stratejik istikrar konusunda ortak bir açıklama yapılması önemli bir işaretti. Bu açıklamaya bir de iki ülke büyükelçilerinin aylar sonra görevlerine iade edilmesi konusunda anlaşma eklendi. Bu durum, diyalog kanallarının çalışmalarına farklı dosyalarda devam etme fırsatı verdi.
Öte yandan, iki taraf görüşlerini yakınlaştırmayı başaramayınca birçok tartışmalı ana konu birbirini izledi. Bunların başında Ukrayna çevresindeki ve genel olarak Sovyet alanındaki durum, Rusya'daki insan hakları dosyası ve ABD’nin sert bir tutum takındığı siber güvenlik sorunu geliyor. Öte yandan daha önce ele alma fırsatı bulunamayan önemli bölgesel ve uluslararası dosyaların bu zirvede ele alınması da ertelendi.
Bu gelişmelerin ardından, Rusya'daki dönüşüm, Rusya'ya yönelik en belirgin çağdaş tehditlere karşı koyma mekanizmalarını içeren ve ‘Rus halkını koruma’ ilkesinin mutlak bir öncelik olarak belirlendiği Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin yeni versiyonunun Temmuz ayında onaylanmasıyla başlamış gibi görünüyordu.
Yeni strateji, birincil tehdidi ‘dost olmayan devletlerin Rusya Federasyonu'nun sosyal ve ekonomik sorunlarını, iç birliğini bozmak, protesto hareketlerine ilham vermek ve radikalleştirmek, marjinal grupları desteklemek ve Rus toplumunu bölmek için kullanma’ girişimleri olarak tanımladı. Rusya Federasyonu'nda uzun vadeli istikrarsızlığı körüklemek için dolaylı yöntemlerin kullanımı gittikçe artıyor.
Ağustos ayında dünyanın dikkati Afganistan'daki gelişmelere çevrilirken, Taliban hareketinin Kabil'deki durumu kontrol etmeyi, ABD ve NATO güçlerinin tahliye sürecini hızlandırmayı başarmasının ardından, Moskova'da ‘Amerikan çıkmazını’ derinleştirme çabası ön plana çıktı. Bu konu, Rus diplomatların ‘Amerikalılar üzerine bahse girmenin beyhudeliği’ hakkındaki yorumlarının ana odak noktası oldu. Buna ilave olarak, devlet medyası ve Kremlin'e yakın uzmanlar, ‘1989'da Sovyet güçlerinin Afganistan'dan planlı çıkışı ile mevcut kaos’ arasında karşılaştırmalar yapmaya odaklandı.
Washington'ın Afganistan'daki ‘büyük yenilgisi’ veya ‘mutlak başarısızlığı’ olarak tanımlanan olayla ilgili açık bir övünme ifadesi taşıyan birçok yorumun yanı sıra, Moskova, ‘Amerikan işgaline maruz kalan her yerde’ durumun kötüleşmesinden Washington'u sorumlu tutarak bu gelişmeden yararlanmaya hazırlanıyor gibi göründü.
Afganistan olayı Moskova'ya, Batı baskılarıyla mücadeleyi güçlendirecek güçlü bir kart verdi. Ancak aynı zamanda, Rus liderliği Washington ile bazı kanallar açmaktan fayda sağlamaya çalıştı; Rusya ve ABD'den yetkililerin Cenevre'de farklı düzeylerde çeşitli diyalog turları düzenlemesi olarak tanık olduklarımız, yıllardır türünün ilk örneği olan büyük bir atılımdı.
Gelişme, uluslararası insani yardım mekanizmasının Suriye'ye genişletilmesi için bir anlaşma ve Avrupa'ya (Kuzey Akım) gaz tedarik hatlarının çalışmasına ilişkin ABD kısıtlamalarının hafifletilmesi de dahil olmak üzere birçok başka anlaşma paketiyle sonuçlandı. Ancak bunlara paralel olarak, Avustralya'nın Fransız denizaltılarını satın alma anlaşmasını iptal edip Amerikan denizaltılarıyla değiştirmesi, Moskova'da büyük bir endişe uyandırdı. Moskova, yeni anlaşmanın yansımalarının geniş kapsamlı olacağını ve küresel nükleer silahların yayılmasını önleme sistemine doğrudan zarar vereceğini düşünüyordu. Bu, Avustralya'nın nükleer devletler kulübüne girdiği yeni bir gerçekliğin önünü açtığı anlamına geliyor. Buna ek olarak, Moskova kendisini ABD, İngiltere ve Avustralya arasındaki AUKUS ittifakıyla temsil edilen yeni bir meydan okumayla karşı karşıya buldu.
Belarus çevresindeki gelişmeler, mülteci krizi nedeniyle Polonya sınırındaki gerginliğin artması ve devam eden askeri yığınak bağlamında Ukrayna çevresindeki durum ve Moskova'nın ülkenin doğusunda büyük çaplı bir saldırı hazırlamakla ilgili artan suçlamalar, yılın sonbaharının en öne çıkan olayları oldu. Baskıların doğrudan kendi sınırlarına ulaşmasının ardından Moskova, geleceği için daha tehlikeli olabilecek yeni bir olaya hazırlanıyor gibiydi.
Bu atmosferde Putin, Kasım ayında Dışişleri Bakanlığı'nda yaptığı genişletilmiş görüşmede, ülkesinin aşılmasına izin vermeyeceğini söylediği ‘kırmızı çizgilerin’ belirlendiğini ilan ederek, ‘azami baskı’ politikasını başlattı.
Rusya Devlet Başkanı, ‘Batı'nın Rusya Federasyonu ile çatışma düzeyini azaltmak ve Moskova için güvenlik garantileri sağlamak için çalışması gerektiğini’ belirtti.
Rus çevreleri, Putin'in, Rus diplomatlarına kameralar önünde nadiren doğrudan talimat verdiğine dikkat çekti. Ancak bu kez Dışişleri Bakanı’na seslenerek, "Batı'ya güçlü uyarılar göndermeye devam etmeliyiz ve onlar da bizim tepkimizi iyi düşünmeliler" dedi.
Bu görüşmede, Rus ordusunun Ukrayna çevresinde yığılmasının zora soktuğu bir eylem mekanizmasına dönüşen ve komşu ülkeyi olası bir işgale atıfta bulunan ‘ciddi güvenlik garantilerinin sağlanmasına ilişkin soru’ tartışıldı.
Görünen o ki, Putin'in kırmızı çizgileri ile Rusya'nın azami baskı politikası, gelecek yıl boyunca Rus-Amerikan diyaloglarında ana düğümü oluşturması beklenen garanti talepleri arasında Moskova, Batı ile ilişkilerinde yeni kurallar tanımlama ve tartışmayı başlatma girişimiyle, 2021'de olayların gidişatını tersine çevirmede başarılı oldu.



Macron: Önümüzdeki eylül ayında Suudi Arabistan ile birlikte İki Devletli Çözüm Konferansı’na başkanlık edeceğiz

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (EPA)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (EPA)
TT

Macron: Önümüzdeki eylül ayında Suudi Arabistan ile birlikte İki Devletli Çözüm Konferansı’na başkanlık edeceğiz

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (EPA)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (EPA)

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesinin Suudi Arabistan ile birlikte eylül ayında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantıları sırasında New York'ta düzenlenecek olan iki devletli çözümün uygulanmasına ilişkin uluslararası konferansa başkanlık edeceğini açıkladı.

Macron, sosyal medya platformu X’teki resmi hesabı üzerinden yaptığı paylaşımda, “İsrail'in Gazze Şeridi'nde hazırladığı askeri saldırı, her iki halk için de gerçek bir felakete yol açacak ve bölgeyi kalıcı bir savaşa sürükleyecektir” dedi.

Macron, ‘bu savaşı sona erdirmenin tek yolunun Gazze Şeridi'nde kalıcı bir ateşkes sağlanması, tüm rehinelerin serbest bırakılması, halka büyük ölçekli insani yardım ulaştırılması, Hamas'ın silahsızlandırılması ve Filistin Yönetimi'nin Gazze Şeridi'ndeki rolünün güçlendirilmesi’ olduğuna inanıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı bunun için ‘Gazze Şeridi'nde istikrarı sağlamak üzere uluslararası bir misyonun görevlendirilmesi ve hem İsrail hem de Filistin halklarının beklentilerini karşılayan siyasi bir çözümün geliştirilmesi için çalışılması’ gerektiğini belirtti.

Macron, ‘iki devletli çözümün rehinelerin aileleri, İsrailliler ve Filistinliler için tek güvenilir yol olduğunu’ kaydetti.

Suudi Arabistan ve Fransa, 28-29 Temmuz tarihlerinde New York'taki BM genel merkezinde bakanlar düzeyinde Filistin Sorununun Barışçıl Çözümü ve İki Devletli Çözümün Uygulanması için Uluslararası Konferans’a başkanlık etti.

(foto altı) Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, 28 Temmuz'da New York'ta düzenlenen iki devletli çözüm konulu bakanlar konferansının açılışında konuşma yaptı. (AFP)

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan konferanstaki konuşmasında, ülkesinin, bölgedeki tüm halklar için güvenlik, istikrar ve refahın sağlanmasının, Filistin halkına adalet sağlanması ve onların meşru haklarını elde etmelerinin sağlanmasıyla başladığına inandığını vurguladı. Prens Faysal bin Ferhan’a göre bu hakların başında, 4 Haziran 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devletin kurulması geliyor.

Prens Faysal bin Ferhan, “Bu sadece siyasi bir tutum değil, bağımsız bir Filistin devletinin bölgede gerçek barışın anahtarı olduğuna dair sağlam bir inanç... Konferans, iki devletli çözümü uygulamaya koyma, işgali sona erdirme ve Ortadoğu'da barış için acil ve sürdürülebilir bir vizyon gerçekleştirme yolunda bir dönüm noktası” ifadelerini kullandı.

(video)

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, ‘konferans ve İki Devletli Çözümün Uygulanması için Küresel Koalisyon'un çalışmaları aracılığıyla, Filistin halkının kapasitelerini geliştirme ve ulusal kurumlarını güçlendirme çabalarını desteklemek için uluslararası düzeyde koordineli çabaların önemini’ vurguladı.

Prens Faysal bin Ferhan, Macron’un, ülkesinin Filistin devletini tanıma niyetini açıklamasına övgüde bulunarak, bunu ‘Filistin halkının bağımsız devlet kurma hakkına yönelik artan uluslararası desteği yansıtan ve iki devletli çözümün gerçekleştirilmesine elverişli bir uluslararası ortam yaratmaya katkıda bulunan tarihi bir adım’ olarak nitelendirdi.

Bakanlar konferansına katılan ülkeler, Filistinliler ve İsrailliler arasında adil, kalıcı ve kapsamlı bir barışın sağlanması için çalışmak üzere bir ‘yol haritası’ üzerinde anlaştılar. Bu yol haritası, Filistin devletinin tanınmasını artırmayı ve Gazze Şeridi'ndeki savaşı ve insani felaketi durdurmak için daha fazla diplomatik çaba sarf etmeyi amaçlıyor.

Bakanlar konferansının nihai belgesi, ‘Filistin meselesine ilişkin BM'nin devam eden sorumluluğunu’ ve İsrail'in 1967'de ele geçirdiği toprakları işgaline son verilmesi gerektiğini yineledi. Belge ayrıca, ‘insani hukuk ve insan hakları hukuku dahil olmak üzere uluslararası hukuka saygının’ önemini vurguladı ve ‘Filistinli sivilleri korumak için önlemler’ alınması çağrısında bulundu.

Belge, ‘yerleşim faaliyetlerinin, ev yıkımlarının ve tüm şiddet ve provokasyon eylemlerinin derhal durdurulması’ çağrısında bulundu. İsrail'in işgal altındaki topraklardan çekilmesi çağrısının yanı sıra, Filistinlilere kendi kaderini tayin etme ve kendi devletlerini kurma hakkı verilmesi ve mülteci sorununa ‘adil bir çözüm’ bulunması çağrısında bulundu.