Fransa - Cezayir ilişkisi ortak çıkarlar doğrultusunda yeniden kuruluyor

İki ülke arasındaki buzların erimesi ve yanlış anlaşılmaların ortadan kaldırılmasının ardından oluşan sakinlik soru işaretlerine eneden oluyor.

Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun, Fransa Dışişleri Bakanı Le-Drian ile bir araya geldi. (Radio Algerie)
Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun, Fransa Dışişleri Bakanı Le-Drian ile bir araya geldi. (Radio Algerie)
TT

Fransa - Cezayir ilişkisi ortak çıkarlar doğrultusunda yeniden kuruluyor

Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun, Fransa Dışişleri Bakanı Le-Drian ile bir araya geldi. (Radio Algerie)
Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun, Fransa Dışişleri Bakanı Le-Drian ile bir araya geldi. (Radio Algerie)

Ali Yahi
Görünüşe göre Cezayir ile Fransa arasındaki gerginlik, Cezayir'in Paris'teki Büyükelçisi Muhammed Anter Davud'un görevine dönmesine karar vermesiyle dağıldı. Bu durum, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un açıklamaları ve Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian'ın ziyaretlerinin sonucunda beklenirken Cezayir’in sessizliği ise halen soru işaretlerine neden oluor.

Sükûnet belirtilerinden sonra geri dönüş
Kararın duyurusu, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun’un yaklaşık üç ay önce istişare amaçlı geri çağrılan Cezayir'in Paris'teki Büyükelçisi Muhammed Anter Davud'u kabul etmesinin ardından geldi. Davud, Fransa’nın, ülkesinin içişlerine kabul edilemez müdahalesinin ardından Cezayir’e çağrılmıştı. Bunu, Fransız askeri uçaklarının kendi hava sahasında uçmasını yasaklayan başka bir karar takip etmişti.
Gerginliğin ardından durumun sertleşmesi ile karşılıklı suçlamalarda bulunuldu. Paris tarafında Macron ve Le Drian’ın açıklamalarıyla durum sakin bir hal aldı. Le Drian, Cezayir’de Cumhurbaşkanı Tebbun tarafından kabul edilmesinin ardından Fransa’nın buzları eritmek ve iki ülke arasındaki yanlış anlaşılmayı ortadan kaldırmak için çalışmaya istekli olduğunu ifade etti. Fransız Bakan da gelecek yıl içinde normal ilişkilerin yeniden başlamasını umduğunu söyledi. Le Drian açıklamasında “Cezayir ve Fransa, Sahel'deki terörizm ve yasa dışı göç konusunda bölgesel ve uluslararası düzeyde büyük zorluklarla karşı karşıya” dedi.

Şartlar
Cezayir, Büyükelçi’yi geri göndermek için Cezayir devletine tam saygı duyulmaması ve tarihin saptırılmamasına şart koştu. Ayrıca Fransa’nın Cezayir’in eski bir sömürge olduğunu da unutması gerektiği vurgulandı.
Fransa ile gerilimi azaltmak için ilk adımı atmayacağını, aksi takdirde bütün Cezayirlileri kaybedeceğini vurgulayan Tebbun sözleirni şöyle sürdürdü:
“Bu benle değil tüm ulusla alakalı. Cezayirliler bizi aşağılayanlarla iletişim kurmamı kabul etmez. Pişman değilim. Macron eski bir anlaşmazlığı yararsız bir şekilde yeniden açtı. Aşırı sağcı Eric Zemmour böyle bir şey söylese kimsenin umurunda olmaz ama bir devlet başkanının Cezayir'in kendi başına bir millet olmadığını söylemesi çok tehlikeli.”

Uluslararası ilişkiler çıkarlar tarafından yönetilir
Şarku’l Avsat’ın Indeperndent Arabia’dan aktardığı haberde değerlendirmelerde bulunan Hukuk ve Afrika Araştırmaları Uzmanı Muhammed Adem Makrani’ye göre Cezayir Büyükelçisi’nin Paris'e dönüşü, Fransa ile Cezayir arasındaki diplomatik gerilimde yeni bir sayfa açtı. Bu adım, Cezayir'in Paris'te düzenlenen Libya konulu uluslararası bir konferansa katılma daveti öncesinde Macron'un danışmanlarından birinin resmi olmayan bir özür dilemesinden sonrasında atıldı. Bu, Le Drian tarafından gerçekleştirilen son ziyaretten sonra beklenen bir adımdı. Uluslararası ilişkilerin ortak çıkarlar tarafından yönetilmesi nedeniyle bu krizin şartlar ve sebepler ne olursa olsun devam edemeyeceğine işaret eden Makrani’ye göre Cezayir, Avrupa Birliği (AB) ile ortaklık çerçevesinde Fransa'nın öneminin yanı sıra yurt dışındaki en büyük Cezayir topluluğunun Fransız topraklarında bulunması sebebiyle de Paris yönetimini görmezden gelemez. Makrani’ye göre diğer yandan Paris de Afrika Sahel bölgesindeki etkisinin azalması, ayrıca Ruslar ve Çinlilerle rekabetin yoğunlaşması ışığında Cezayir'in rolünden vazgeçemez. Bu nedenle de Cezayir ile sürekli temasa ihtiyaç duyar. Bu da Cezayir’in bölgesel rolünün önemini gösteriyor.
Makrani değerlendirmelerinin devamında şunları söyledi:
“Fransa'daki meseleleri takip eden herkes, Macron'un Fransız sömürgeciliğini öven aşırı sağın yoğun rekabetiyle karşı karşıya kalacağı bir seçim yılında özür dilemesinin neredeyse imkansız olduğunu biliyor. Cezayir'in bunu anlaması ve konuyu gerçekçi bir şekilde ele alması muhtemeldir.”
Makrani ayrıca Fransa'nın Cezayir'e büyükelçinin Paris'e dönüşü karşılığında verdiği sözlerin içeriğinin açıklanmadığı ve bunun önümüzdeki günlerde ortaya çıkacağına dikkat çekti.

Zouaves Paris örgütünün feshi
Cezayir büyükelçisini Paris'teki görevlerini yerine getirmek üzere geri dönme kararı, Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin'in ırkçı ‘Zouaves Paris’ örgütünün feshedildiğini açıklamasıyla aynı zamana denk geldi. Bu durum, gözlemcilerin, ikili ilişkilerin canlandırılması bağlamında iki taraf arasında anlaşmalar olduğunu düşünmelerine neden oldu.
Darmanin, resmi Twitter hesabından yaptığı açıklamada ‘Zouaves Paris’ örgütünün Cumhurbaşkanı'nın talimatına göre Bakanlar Kurulu'nda fiilen feshedildiğini bildirdi. Paylaştığı kararnamede grubun ‘nefreti ve şiddeti’ savunduğunu vurguladı.
Cumhurbaşkanı adayı Eric Zemmour’u destekleyen ‘Zouaves Paris’ örgütü, geçtiğimiz aralık ayında Katar'ın başkenti Doha'da düzenlenen Arap Kupası'nda ülkesinin zaferini kutlayan Cezayirli bir azınlığa karşı tehditler savurmuştu.
Aşırılık yanlısı bir örgütün adı olan Zouaves, Osmanlı Devleti’nin Cezayir'deki varlığı dönemine kadar uzanan bir Berberi askeri geleneğinden türetildi. Dayılar*, yeniçeriler ve denizcilerin yanı sıra  Berberi aşiretlerinin de yer aldığı bir askeri teşkilat kuruldu. Ancak Cezayir’in Fransızların eline düşmesinden sonra ‘Zouaves’ten bir azınlık ‘sömürge ordusunda’ çalışma kararı aldı.
‘Zouave’ terimi, Cezayirlilerin zihninde, söz konusu grupların Fransız işgalcinin hizmetinde, Cezayirli sivillere karşı işledikleri vahşet ile ilişkilendiriliyor.

İlk buluşma noktası
Uluslararası İlişkiler Araştırmacısı Şuruk Mestur, Cezayir'in, özellikle taraflar arasındaki güvenin, her iki ülkenin tam egemenliği altında artırmayı amaçladıklarını doğrulayan Le Drian'ın ziyaretinden sonra, Fransa ile ilk buluşma noktasına ulaştığını düşünüyor. Bunun gizli bir özür ve krizi her iki tarafa da hizmet edecek şekilde çözme girişimini ifade ettiğini söyleyen Mestur, iki ülke arasındaki çözülmemiş sorunların bir dereceye kadar daha fazla tartışılması gerektiğini vurguladı. Mestur değerlendirmesine şöyle devam etti:
“İlişkileri yeniden başlatma kararı, Cezayir'in rasyonalitesini ortadan kaldırmaz. Şimdiye kadar birkaç kez değişmeyen sabit pozisyonları vurgulamaya özen gösterdi. Bu sabit pozisyonlar arasında, 1960 ve 1966 yılları arasında Cezayir çölünde nükleer testler, kaybolanlar dosyası, kurtuluş ayaklanmasından önce halk direnişinin kemikleri ve 1516-1830 yılları arasındaki Osmanlı dönemine ait olanlar da dahil olmak üzere tüm arşivin iade edilmesi yer alıyor. Özellikle de Cumhurbaşkanı Tebbun'un ilişkileri denge ve denklik aşamasına taşıma konusunda istikrara ve keskinliğe tanık olan açıklamalarından sonra Cezayir-Fransız ilişkilerinin eskiye dönüşünden söz edemeyiz. Bu yüzden emin olamayız. Resmi açıklamaları beklemek durumundayız.”

Yeni bir aşama
Cezayir, eski Hükümet Sözcüsü Ammar Belhimer aracılığıyla Fransız tarihçi Benjamin Stora'nın iki ülke arasındaki acılı geçmişin sayfalarını çevirmeyi ve yeni bir aşamaya geçmeyi amaçlayan ‘hafızaların uzlaştırılması’ raporunu sert bir şekilde eleştirmişti. Söz konusu raporun ‘kurbanı cellatla eşitlediği için objektif olmadığı’ ve ‘beklentilerin altında olduğu’ ifade edilmişti.
Belhimer açıklamasında “Fransa’nın Cezayir'de 132 yıllık  işgali sırasındaki savaş ve insanlığa karşı suçları resmen tanıması olmak üzere Cezayir'in meşru talepleri görmezden gelindi” ifadelerini kullandı.
Macron tarafından sömürgecilik ve Cezayir Savaşı ile ilgili doğru ve adil bir rapor hazırlamakla görevlendirilen tarihçi Benjamin Stora ise Cezayirlilerin kendisine yönelttiği suçlamaları reddetti. Stora, “Fransa'nın Cezayir'e yaptığı katliamlardan dolayı özür dilemesine bir engel görmediğimi söyledim. Bunu da raporuma yazdım” dedi.

*Ç.N: Dayı: 16’ıncı yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu idaresi altına giren Tunus’ta, Trablusgarp ve Cezayir eyaletlerinde yönetimi ele geçiren kimselere verilen unvan. Dayı unvanı Daha çok denizcilikle uğraşan Kuzey Afrika halkından Akdeniz’de korsanlık yaparak meşhur olmuş denizcilere verilirdi.



Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
TT

Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)

Ürdünlü bir yetkili, Kral Abdullah II ile eski İngiliz Başbakanı Tony Blair arasında 2003 Irak işgalinden önce Londra'da gerçekleşen görüşmede, Haşimi Hanedanlığı'nın Saddam Hüseyin sonrası Irak düzenlemelerinde rol almasına dair herhangi bir ima bulunduğunu yalanladı.

Yetkilinin Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalar, "görüşmeyle ilgili sızdırılan İngiliz belgelerine" dayanarak Ürdün hükümdarının bu fikri Blair ile gündeme getirdiğini iddia eden haberlere yanıt olarak geldi. Yetkili, bu haberlerin "Ürdün hükümdarına atfedilen eksiklikler ve yanlış iddialar içerdiğini" vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın elinde 25 Şubat 2003'te gerçekleşen toplantının Ürdün tutanaklarının bir kopyası bulunuyor ve bu tutanaklarda Ürdün hükümdarının Haşimi hanedanının Irak'taki rolüne dair herhangi bir öneride bulunduğuna dair bir şey yok. Aksine, tutanaklarda Saddam Hüseyin'in sürgüne gitmesi önerisinden bahsedildiği ve "bu öneriyi Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri sunmalı" denildiği belirtiliyor.


Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
TT

Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)

Bilgi sahibi bir Mısırlı kaynak, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, “Mısır güçlerinin Sina’daki varlığının, Mısır’ın ulusal güvenliğini korumaya yönelik olduğunu ve Kahire’nin bu konuda ne pazarlık ne de teşvik kabul edeceğini” söyledi. Kaynak, “Bu dönemde, söylentilerin aksine, herhangi bir baskı altında Sina’dan tek bir askerin bile çekilmediğini” vurguladı.

Kaynak, söz konusu meselenin ülkenin güvenliği ve iki yıldır şiddetli bir savaşa sahne olan bölgeyle olan sınırların korunmasıyla ilgili olduğunu belirtti. İsrail’in bu savaşı Mısır topraklarına doğru genişletme girişimlerine işaret eden kaynak, konunun başka dosyalarla ya da herhangi bir anlaşma ve pazarlıkla bağlantılı olmadığını ifade etti.

Kaynak ayrıca, Sina’daki Mısır askeri varlığının azaltıldığına dair İsrail basınında yer alan haberlerin, bu bölgede Mısır’ın askeri varlığının arttığından şikâyet eden ve uyarılarda bulunan raporlarla çeliştiğine dikkat çekti. Kaynak, iki ülke arasındaki barış anlaşmasında, ‘Mısır'ın ihtiyaç duyduğu zamanlarda güvenliğini korumak için bu varlığı sürdürmesine izin veren yeni hükümler olduğunu’ belirtti.

İsrail merkezli Bhol haber sitesi, Enerji Bakanı Eli Cohen’in, Mısır’la yapılan büyük doğal gaz anlaşması ile Mısır güçlerinin Sina’daki yeniden konuşlanması arasında doğrudan bir bağ bulunduğuna işaret ettiğini yazdı. Site, İsrail Ordu Radyosu’nun, anlaşmada Mısır ordusunun Sina’daki hareketlerini düzenleyen açık bir maddenin neden yer almadığını sorması üzerine Cohen’in, “Geçen hafta Mısır güçlerinin Sina Yarımadası’ndan çekildiğine dair yayımlanan haberleri okuduysanız, bunun sebepsiz olmadığını bilin” dediğini aktardı.

İsrail basınında yer alan haberlerde, Cohen’in anlaşmanın dört ay ertelenmesinin nedenlerinden birinin ‘Mısır’la barış meselesi’ olarak tanımladığı konuya bağlı olduğunu söylediği ifade edildi. Bu ifadenin, İsrail’in, Mısır’ın Sina’daki askeri varlığa ilişkin Camp David Anlaşması hükümlerine bağlılığı konusundaki endişesini yansıttığı değerlendirmesi yapıldı.

Söz konusu haberler, Mısır hükümetine muhalif bazı blog yazarları tarafından dolaşıma sokularak, İsrail baskısıyla Sina’daki Mısır askerî varlığının azaltıldığı iddiaları dile getirildi. Buna karşılık, Mısır yönetimine yakın isimler ise tüm göstergelerin Sina’da askerî tahkimatın artırılmasına yönelik bir planı işaret ettiğini savundu.

frgty
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, 2017 yılındaki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantısının oturum aralarında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi. (Reuters)

Mısır Basın Enformasyon Kurumu Başkanı Ziya Raşvan, söz konusu iddialara, medyaya yaptığı açıklamalarla yanıt vererek, ‘Sina’daki Mısır güçlerinin sayısının azaltılmadığını ve gaz anlaşmasının tamamen ticari bir konu olduğunu, siyasi hiçbir boyutunun bulunmadığını’ vurguladı. Anlaşmanın hükümetler arasında değil şirketler arasında yapıldığını belirten Raşvan, “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu anlaşma hakkında konuşurken, Mısır tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu durum, Mısır’ın üzerinde herhangi bir baskı olmadığını gösteriyor. İsrail’den gelen tüm söylentiler çelişkilidir ve kamuoyuna karşı sahte bir zafer yaratmaya yönelik bir çabadır” dedi.

Geçtiğimiz eylül ayında Axios internet sitesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD Başkanı Donald Trump’tan, Mısır’a Sina’daki mevcut ‘askeri yığınağı’ azaltması için baskı yapmasını istediğini bildirmişti.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığına göre, bu bilgilere sahip Amerikalı ve İsrailli yetkililer, Mısır’ın ‘yalnızca hafif silahların bulunduğu bölgelerde, bazıları saldırgan amaçlar için kullanılabilecek askeri altyapı inşa ettiğini’ iddia etmişti. Bu iddialar, 1979’daki barış anlaşmasına atıfta bulunarak, Mısır’ın anlaşmaya aykırı hareket ettiğini öne sürüyordu.

Mısırlı askeri strateji uzmanı Tümgeneral Semir Ferec, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, ‘Mısır’ın barış anlaşmasına tamamen sadık olduğunu ve herhangi bir ihlal yapmadığını, aksine İsrail’in Mısır sınırında yasa dışı varlık gösterdiğini’ belirtti. Ferec, “Mısır’ın Sina’daki askeri varlığı, ulusal güvenliği korumak ve sınırları güvence altına almak amacıyla gerçekleşiyor” dedi.

Ferec ayrıca, ‘gaz anlaşması nedeniyle Mısır’ın Sina’daki asker sayısını azaltma gibi bir durumun söz konusu olmadığını, bu tür iddiaların Netanyahu hükümetinin, kamuoyuna karşı kendisini güvenlik sağlıyormuş gibi göstermek amacıyla yaydığı asılsız söylentiler olduğunu’ ifade etti.

Ferec, Mısır’ın henüz ABD'nin Netanyahu ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi arasında bir anlaşma yapılmasına yönelik taleplerine dair resmi bir açıklama yapmadığını belirtti. Mısır’ın bu talepleri kabul ettiği iddialarına da tepki göstererek, ‘görüşme talebinde bulunan tarafın Netanyahu ve ekibi olduğunu’ vurguladı. Ferec, “Mısır, gaz anlaşmasının her iki ülkenin çıkarına hizmet edeceğini biliyordu. Bu anlaşma hükümetler arasında değil şirketler arasında yapılmış bir ticari anlaşmadır” ifadelerini kullandı.

Netanyahu, geçtiğimiz çarşamba akşamı, Mısır’a doğal gaz ihracatıyla ilgili 112 milyar şekel (yaklaşık 35 milyar dolar) değerinde bir anlaşmanın resmi olarak onaylandığını duyurdu. Netanyahu, ‘İsrail enerji sektöründeki en büyük gaz anlaşması’ olarak nitelendirilen anlaşmanın ‘İsrail için büyük bir başarı’ olduğunu söyledi.

Netanyahu ayrıca, anlaşmanın onaylanmasının ardından İsrail’in güvenlik çıkarlarının korunmasını sağlamak için yoğun müzakereler yapıldığını, ancak güvenlik nedenleriyle anlaşmanın detaylarına girmeyeceğini belirterek, sadece anlaşmanın onaylandığını duyurdu.


Washington, SDG ile Suriye güvenlik güçleri arasındaki çatışmaları yatıştırmak için müdahale etti

Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
TT

Washington, SDG ile Suriye güvenlik güçleri arasındaki çatışmaları yatıştırmak için müdahale etti

Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)

Washington’daki kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Brad Cooper’ın, Halep’in kuzeyindeki Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde dün yeniden patlak veren Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Suriye ordusu arasındaki çatışmaları yatıştırmak amacıyla temaslar yürüttüğünü bildirdi. Kaynaklar, bu girişimlerin, DEAŞ’ın ve düşman bölgesel güçlerin faydalanabileceği bir gerilimin önlenmesini hedeflediğini belirtti.

Çatışmaların, SDG keskin nişancılarının Suriye hükümetinin kontrolündeki bölgelere ateş açmasının ardından başladığı aktarıldı. Bu durumun, iki taraf arasında imzalanmış ateşkes anlaşmasının ihlali anlamına geldiği kaydedildi. ABD destekli Kürt güçlerin, Suriye’nin kuzeydoğusundaki özerk yönetimi kaybetme endişesiyle Şam’daki geçiş hükümetine entegrasyon planlarına karşı çıktığı ifade edildi.

Bu çatışmaların üzerinde, yeni Suriye hükümetinin kontrolünü zayıflatmayı amaçlayan İran müdahalelerinin gölgesinin dolaştığı belirtildi. ABD istihbarat raporlarına göre İran, Suriye’ye ve bölgedeki milislerine yönelik silah akışını sürdürmek için çabalarını yoğunlaştırıyor ve Şam yönetiminin yasa dışı silah kaçakçılığı güzergâhlarını dağıtmaya yönelik aldığı önlemlere uyum sağlamaya çalışıyor.

cdfrgt
Diplomatlar, Lübnan Ordusu eşliğinde Lübnan'ın güneyinde gerçekleştirdikleri bir tur sırasında, Lübnan Ordusu tarafından güney Litani bölgesinde ele geçirilen bir Hizbullah tünelini inceledi. (Lübnan Ordusu)

Öte yandan çeşitli raporlar, SDG’nin Lübnan’daki Hizbullah ile ilişkilerini güçlendirdiğine işaret etti. Bu kapsamda SDG’nin, Hizbullah adına Ammar el-Musavi başkanlığındaki temsilcilerle Beyrut’ta gizli bir toplantı gerçekleştirdiği aktarıldı. Toplantının, SDG ile Ahmed eş-Şera hükümeti arasındaki anlaşmazlıklar ve iki taraf arasında yeniden başlayan askeri çatışmalar ışığında, Suriye’deki güvenlik sorunlarının değerlendirilmesi amacıyla yapıldığı kaydedildi.

Üç kaçakçılık koridoru

Savaş Araştırmaları Enstitüsü’nün (ISW) yayımladığı bir raporda, İran’ın kaçakçılık hatlarını yeniden canlandırdığı ve DEAŞ’a ülke içinde saldırılar düzenlemesi için destek verdiği belirtildi. Raporda, Suriye’nin geçiş sürecinde yaşadığı istikrarsızlık ortamında vekâlet çatışmalarının tırmanabileceği ve kaçakçılık ağlarının yayılabileceği uyarısında bulunuldu.

Raporlara göre, İran’ın Suriye’ye silah kaçakçılığı geleneksel ve yeni güzergâhların bir bileşimini içeriyor. Kara yolları ve kamyon taşımacılığı, Tahran’ın silah sevkiyatında başlıca yöntem olmaya devam ediyor. Bu kapsamda üç ana koridor öne çıkıyor: İlki Bağdat’tan er-Ramadi, Elbukemal, Deyrizor ve Tedmür üzerinden Şam’a uzanan hat; ikincisi Tahran’dan Basra ve Bağdat üzerinden et-Tanf’a, oradan da Şam’a giden güzergâh; daha az kullanılan üçüncü yol ise İran’dan Musul ve Haseke üzerinden Lazkiye’ye uzanıyor. Bu hatların, silahların daha sonra Lübnan’daki Hizbullah’a aktarılmasını kolaylaştırdığı ifade edildi. Raporda ayrıca İran’ın, SDG’nin kontrolünde bulunan Suriye’nin kuzeydoğusuna özel önem atfettiği vurgulandı.

dfrgt
Suriye'nin doğusundaki Elbukamal'da, ülke dışına kaçırılmak üzere hazırlanan SAM-7 füzeleri ele geçirildi. (SANA)

Raporlarda, sevkiyatların el yapımı patlayıcılar, havan mermileri, tanksavar mayınları, plastik patlayıcılar, uçaksavar füzeleri, hava savunma sistemleri, el bombası fırlatıcıları ve insansız hava araçlarını (İHA) kapsadığı belirtildi. Ayrıca Irak-Suriye sınırı yakınındaki Elbukemal bölgesinde, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından 2018’den bu yana inşa edildiği tahmin edilen ve silahların Suriye üzerinden Lübnan’daki Hizbullah’a aktarılmasında kullanılan bir yer altı tünel ağının bulunduğuna dair bilgiler sızdı.

Raporlar, yeni Suriye hükümetinin ülkenin tüm topraklarında denetimi sağlayacak açık ve yeterli kapasitelere sahip olmadığını, sınırları kontrol altına alabilmesi ve toprakları üzerinden yapılan kaçakçılığı engelleyebilmesi için uzun yıllara ihtiyaç duyacağını ortaya koydu.

Engelleme girişimleri

Suriye makamları, İran kaynaklı kaçakçılık girişimlerine karşı koymak için yoğun çaba harcıyor. CENTCOM, içinde bulunduğumuz aralık ayında Şam’daki yönetimi, Hizbullah’a gönderilmek üzere olan sevkiyatları engellemesi nedeniyle övdü.

Ortadoğu uzmanı Ata Muhammed Tebriz ise İran’ın faaliyetlerine ilişkin doğrulanmış raporlar bulunmadığını, ancak farklı medya kuruluşlarının Tahran’ın Suriye’de kendisine bağlı güçleri yeniden inşa etmeye yönelik çabalarına dair haberler yayımladığını söyledi. Tebriz, İran’ın Ahmed eş-Şera hükümetine karşı olan güçlerle iş birliği yapmaya ve bu çevrelerin sesini yükseltmeye çalıştığını savunarak, İran nüfuzunun Suriye’de yeniden kabul edilmesinin mümkün olmadığını vurguladı.

dfrg
DEAŞ saldırısında hayatını kaybeden Amerikan askerlerinin cenazelerinin ülkelerine geri gönderilmesi töreni (AP)

Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Michael Knights, Beşşar Esed rejiminin çöküşünün teşvik edici bir gelişme olduğunu, ancak bunun İran’ın, Esed rejiminin eski destekçisi olarak, Suriye’yi Lübnan’daki Hizbullah’ı yeniden yapılandırmak için kullanmaktan kolayca vazgeçeceği anlamına gelmediğini söyledi.

Knights, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasıyla birlikte ülkeye araçlar, mali kaynaklar, insani yardımlar, yeniden imar malzemeleri ve tüketim mallarından oluşan bir akışın yaşanmasının beklendiğini, bunların büyük bölümünün komşu ülkelerden kamyon taşımacılığı yoluyla ulaştırılacağını belirtti. İran’ın bu akışı, Suriye, Irak ve Lübnan’daki uzantılarını silahla beslemek için kolaylıkla kullanabileceğine dikkat çekti.

Knights ayrıca İran’ın, geçmişte El Kaide ve Taliban örneklerinde olduğu gibi, Sünni cihatçı gruplarla taktik düzenlemeler yapma konusunda herhangi bir çekince göstermediği uyarısında bulundu. Bu yaklaşımın, Suriye sahasında DEAŞ ile de benimsenebileceğini ifade etti.