Batı ülkeleri, Viyana müzakerelerindeki yavaşlıktan endişe ederken Tahran geçici bir anlaşma üzerinde çalışıyor

Fransa Dışişleri Bakanı Le Drian: Müzakerelerdeki yavaşlık, çözüme ulaşma fırsatını tehdit eden bir boşluk yaratıyor

Le Drian geçtiğimiz hafta başkent Paris'te bulunan Fransa Parlamentosu’ndaki bir oturum sırasında milletvekillerine hitap ederken (AFP)
Le Drian geçtiğimiz hafta başkent Paris'te bulunan Fransa Parlamentosu’ndaki bir oturum sırasında milletvekillerine hitap ederken (AFP)
TT

Batı ülkeleri, Viyana müzakerelerindeki yavaşlıktan endişe ederken Tahran geçici bir anlaşma üzerinde çalışıyor

Le Drian geçtiğimiz hafta başkent Paris'te bulunan Fransa Parlamentosu’ndaki bir oturum sırasında milletvekillerine hitap ederken (AFP)
Le Drian geçtiğimiz hafta başkent Paris'te bulunan Fransa Parlamentosu’ndaki bir oturum sırasında milletvekillerine hitap ederken (AFP)

Fransa, İran ile dünya güçleri arasında 2015 yılı yazında imzalanan, ancak 2018 baharında ABD’nin tek taraflı olarak çekildiği ve ardından İran’ın önemli hükümlerini ihlal ettiği nükleer anlaşmayı canlandırmak amacıyla Avusturya’nın başkenti Viyana’da yapılan müzakerelerdeki yavaş ilerleme karşısında bir kez daha uyardı. Aralıklarla sekiz tur yapılan müzakerelerden sonra halen yeterli sonuçlar elde edilemezken ufukta, müzakereleri bu ayın sonları yahut gelecek ayın başlarında tamamlamayı uman Viyana'daki müzakerelere katılan diplomatların beklentileri karşısında büyük bir başarı görünmüyor.
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, geçtiğimiz Salı günü, Fransa Parlamentosu’na hitaben yaptığı konuşmada mesajlara nokta koymaktan çekinmedi. Geçtiğimiz Cuma günü, müzakerelerin ‘nispeten olumlu bir şekilde’ ilerlediğini söyleyen Le Drian, anlaşmaya varılacağına inandığını ifade etmişti. Ancak, beklentilerini yeniden gözden geçiren Fransız Bakan, iyimser açıklamalarından geri adım attı. Le Drian'ın sözleri, birincisi müzakerelerin yavaş ilerlemesi, ikincisi müzakere taraflarının henüz bir anlaşmaya varmaktan çok uzak olduğu iddiası, üçüncüsü işin ciddiyetine dikkatin çekilmesi ve dördüncüsü İran'ın nükleer programında kaydedilen ilerlemeye karşı uyarı şeklinde dört başlıkla özetlenebilir.
Tam olarak müzakerelerin devam ettiğini, ancak yavaş hatta çok yavaş olduğunu söyleyen Fransız Bakan, bunun, tüm tarafların çıkarlarını dikkate alan ve gerçekçi bir takvim ile bir çözüme ulaşma fırsatını tehdit eden bir boşluk yarattığını vurguladı.
Le Drian, her ne kadar Aralık ayı sonlarında müzakerelerde bir miktar ilerleme kaydedildiğini kabul etse de bu müzakereleri tamamlamaktan halen çok uzakta olduklarını iddia etti. Herhangi bir anlaşmaya varılamadan haftalar, hatta aylar geçtiğine dikkati çeken Fransız Bakan, ‘İran'ın eylemleri ve nükleer programının gidişatı nedeniyle meselenin acil ve hayati olduğunun’ altını çizdi. Fransa Dışişleri Bakanı, İran'ın uranyumu yüzde 90 oranında zenginleştirme ve nükleer güç elde etme açısından sondan bir önceki aşamaya gelmesi nedeniyle tehlikeli bir durum olduğunu açıkladı.
Fransız Bakan Tahran’a, İran’ın nükleer programını takip etmekle görevlendirilen ve kendisine verilen bu görevi yerine getirmekte güçlük çeken Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEA) ile ‘tam ve eksiksiz iş birliği’ yapması ve UAEA taraflarını ve uluslararası toplumu bilgilendirmeyi ihmal etmemesi gerektiğini hatırlatmayı da unutmadı. UAEA, İran’daki bazı nükleer tesislere erişmesinin ve bazı nükleer tesislere yerleştirilen gözetleme kameralarının kayıtlarına ulaşmasının engellenmesi gibi zorluklarla karşı karşıya kalırken bu zorluklar nihai bir anlaşmaya varılmasının önünde de engel teşkil ediyor.
Tahran’ın, Paris'in kötü polis rolünü oynadığını ve Avrupalıların teklif sunma ve ABD’nin tutumuna bağlı kalmama konusunda kendilerinden beklenen rolü oynamadığını söylemesinin ardından Le Drian'ın bir anlaşmaya varılması ihtimaline ilişkin önceki iyimser açıklamasının üzerinden sadece dört gün geçtikten sonra yaptığı karamsar açıklamaları kafa karışıklığına neden oldu. İran Dışişleri Bakanı Emir Hüseyin Abdullahiyan, geçtiğimiz Pazar günü yaptığı açıklamada, Paris'e ‘kötü polis rolünü oynamayı bırakıp rasyonel davranmaya başlamasını’ söylemişti.
Fransız kaynaklar, Fransa’nın tutumundaki değişimi açıklamaktan kaçınırken, Paris'in2015 yılında resmi adı Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olan nükleer anlaşmanın imzalanmasının önünü açan müzakerelerdeki en sert taraf olduğunu hatırlattılar. Fransa’nın açıklamalarındaki değişikliği teyit eden bir bilgi elde edilemezken Paris’te bazı hipotezler tartışılıyor. Bunlardan ilki, Fransa’nın İran Dışişleri Bakanı Bakan Abdullahiyan'ın Umman ziyareti sırasında geçmişteki arabuluculuklarına işaret ederek Mascat'ın arabulucu rolü üstlenmesi ihtimaline ilişkin söyledikleri çerçevesinde ABD ve İran arasında Viyana’daki müzakereler dışında görüşmeler yapıldığına dair şüpheleridir.
Fransız kaynakları birçok kez ABD’nin ‘yumuşaklığı’ nedeniyle önceki anlaşmadaki boşlukların doldurulduğu ve Tahran'ın balistik füze programları ve bölgeyi istikrarsızlaştırıcı politikaları gibi başlıca iki ek konunun dikkate alındığı yeni bir anlaşmaya varılamamasından ‘korktuklarını’ dile getirmişlerdi. Diğer bir hipotez ise Fransa’nın geçtiğimiz Cumartesi günü Paris'i nükleer anlaşma dosyasında ‘sert bir tutum sergilemeye’ çağıran İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında Macron’un girişimiyle gerçekleşen telefon görüşmesinden etkilendiği yönünde. Son hipoteze gelince Tahran'a yeni bir kalıcı anlaşmanın müzakere edileceği sınırlı bir süre için bir ‘geçici anlaşma’ veya geçici bir anlaşma yapmak için bir öneride bulunulmasından bahsediliyor.
Geçici anlaşmaya değinen son kişi dün İran Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Vahid Celalzade oldu. İran'ın resmi haber ajansı IRNA’nın haberine göre Celalzade, dün yaptığı açıklamada, 4+1 grubunun (Fransa, İngiltere, Rusya, Çin ve Almanya) müzakerecileri İran'a bu tür bir anlaşma önerdiler. Ancak Celalzade, sunulan teklifin ayrıntılarına girmekten kaçındı. Müzakere taraflarından hiçbiri henüz İranlı yetkilinin açıklamalarını teyit etmedi. IRNA, Celalzade'nin İran'ın önceliğinin kalıcı bir anlaşmaya varmak olduğunu, Tahran'ın son teklifi henüz ne kabul ne reddettiğini, ancak halen teklifi değerlendirdiğini belirttiğini aktardı. Celalzade’nin “Geçici bir anlaşmanın, yaptırımların kaldırılması ve ulusal çıkarların korunmasına yönelik stratejik adımın hukukuna zarar vermeyeceği kabul edilmeli. Önerilen teklif istediğimiz bir şey olmasa da inceliyoruz” şeklindeki sözleri önem taşıyordu.
Celalzade, İran Meclisi’nin Aralık 2020 tarihinde onayladığı ve Tahran’ın, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT) Ek Protokolü’nü askıya alarak uranyum zenginleştirme oranını geçtiğimiz yıl Ocak ayında yüzde 20'ye, ardından Nisan ayında yüzde 60'a çıkarmasının önünü açan yasayı hatırlattı.
Celalzade’nin açıklamaları, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade'nin Pazartesi günü Tahran'ın taleplerini karşılamadığı için teklifi kategorik olarak reddettiği şeklindeki açıklamasıyla çelişti. Bu çelişki, İran’da üst düzey yetkililer arasında iki farklı tutum olduğunun veya bunu bir müzakere argümanı olarak kullandıklarının göstergesi olabilir.
Aslında geçici bir anlaşma fikri yeni ortaya atılmadı. ABD’nin İran Özel Temsilcisi Robert Malley daha önce böyle bir teklife atıfta bulunmuştu. ABD’nin baş müzakerecisi, ABD’deki yayınlanan bir dergiye verdiği röportajda yeni bir nihai anlaşmanın yerini alabilecek ‘alternatiflerden’ bahsetmişti. Fransa Cumhurbaşkanlığı kaynakları, ABD Başkanı Joe Biden, İngiltere'de yapılan G7 Zirvesi’nin oturum aralarında Fransa Cumhurbaşkanı Macron, eski Almanya Başbakanı Angela Merkel ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson ile yaptığı görüşmeden sonra Washington'ın ‘müzakerelerin yeniden başlamasını kolaylaştıracak yeni teklifler sunacağını’ söylediğine dikkati çektiler. Tüm bunlara rağmen kimse geçici anlaşmanın içeriğine dair ayrıntılı olarak konuşmadı. Ancak bazı sızıntılara göre geçici anlaşma, bazı yaptırımların kaldırılması karşılığında Tahran'ın yüksek oranlarda uranyum zenginleştirme faaliyetlerinden vazgeçmesini öngörüyor.
Geçici anlaşma, ABD dahil tüm tarafların yavaş da olsa kaydedilen ilerlemeden bahsetmesinden sonra müzakereleri kurtarmanın bir yolu olabilir mi? İşler halen belirsizliğini korurken geçici anlaşma teklifinin detaylarının açıklanması ve ilgili ülkelerin bu konudaki tutumlarının netleşmesi bekleniyor.



Ortadoğu'da Dürziler: Gizemli doktrin ve önemli siyasi rol

Suriye’de bir cenaze sırasında Dürzi şeyhleri (AFP)
Suriye’de bir cenaze sırasında Dürzi şeyhleri (AFP)
TT

Ortadoğu'da Dürziler: Gizemli doktrin ve önemli siyasi rol

Suriye’de bir cenaze sırasında Dürzi şeyhleri (AFP)
Suriye’de bir cenaze sırasında Dürzi şeyhleri (AFP)

Dürziler, dini ve sosyal gizliliğini korumaya çalışırken, Ortadoğu'da Lübnan, İsrail ve Suriye gibi yayıldığı ülkelerde siyasi roller oynayan bir azınlığı oluşturuyorlar.

Son birkaç gün boyunca, Güney Suriye'deki Suveyda şehrinde Dürzi milisler, Bedevi milislerle çatışmaya girdiler ve bunun sonucunda yaklaşık 100 kişi hayatını kaybetti. Suriye hükümeti güçleri salı günü Suveyda şehrine girip ateşkes ilan ederken, İsrail Suriye güçlerini hedef alan hava saldırıları düzenlediğini duyurdu. Zira Tel Aviv daha önce azınlık Dürzi halkını korumaya ve Güney Suriye'de asker konuşlandırmayı önlemeye çalışacağına söz vermişti.

Peki Dürziler kimdir ve inançları, siyaset ve toplumdaki rolleri hakkında ne biliyoruz?

Dini inançları

Dürzilik, 11’inci yüzyılın başında, İmamiye’den (İsna Aşeriye) sonra Şiiliğin ikinci en büyük dalı olan İsmâiliyye mezhebinin bir fırkasıdır.

Kendilerine Muvahhidun diyen Dürziler, Lübnan'daki en yüksek dini otorite olan el-Akl Şeyhliğinin web sitesine göre, “Bir ve tek olan, yeri ve göğü yaratan Allah’a” meleklerine, peygamber ve resullerine, ahiret gününe inanırlar.

Mezhep mensupları ile sınırlı olan öğretilerinin gizliliğini açıklar şekilde, ritüellerine aşina olan ve adının açıklanmasını istemeyen birinin AFP’ye vurguladığı gibi, Dürziler inançlarında “zahiri mesaj ile batini mesaj”ı temel alırlar.

Bahsi geçen kişi, tek tanrılı dinlerin uzun bağlamlarına dayanan, dini kavramları felsefe ile karıştırma yoluyla Platon'un fikirlerinden etkilenen, “Allah’ın gerçek tevhidinde olgun bir aşamaya” dayanan öğretilerden bahsediyor.

Dürzilik, sözde doğruluk, iman kardeşlerini koruma ve karşılıklı yardım, İblis'i ve bütün şer güçleri tanımama gibi yedi temel tavsiyeyi (esası) benimser ve reenkarnasyonun “mezhebin bir parçası” olduğuna inanır.

Dini günler

Dini günleri, diğer mezhepler ile aynıdır. Ek olarak, kurban bayramından önceki on gün boyunca yapılan günlük toplantılar vardır. Bu toplantılarda dini okumalar, bazı ibadetler, bazı şiirler ve manevi okumalar yapılır. Bunlar Muvahhid birisinin yerine getirmesi halinde gerçek tevhidi uygulamış kabul edileceği yedi esası pekiştirmektedir.

Aynı şekilde, Hicri yeni yılı ihya ederler ve herkes gücü yettiğince zekat öder.

Şeyhleri iman kardeşlerini koruma ve iletişimi koruma ilkesini yerine getirmek için perşembe-cuma gecesi ritüelleri ve ibadetleri eda etmek, dini okumalar yapmak amacıyla toplanırlar.

Mezhebin öğretileri mensupları arasında gizli kalır ve bazı karma evliliklerin varlığına rağmen, genellikle Dürzilerin kendilerine mezhep mensuplarının dışında hayat arkadaşı seçmeleri hoş karşılanmaz.

Yayıldıkları bölgeler

Dindar erkeklerinin siyah kıyafetler giyinip başlarına beyaz sarık sardıkları, kadınlarının ise yine siyah kıyafetler giyip, başlarını ve yüzlerinin bir kısmını örten beyaz bir başörtü taktıkları Dürzilerin sayısının 1 milyondan fazla olduğu tahmin ediliyor.  

Dürzi mezhebi mensupları çoğunlukla Lübnan, Suriye, Filistin toprakları ve Ürdün'deki dağlık bölgelerde yoğun bir şekilde yaşıyorlar.

Suriye'deki nüfuslarının 700 bin olduğu tahmin ediliyor ve çoğu kaleleri sayılan Suveyda şehrinin bulunduğu ülkenin güneyinde yaşıyor. Ayrıca Şam kırsalındaki Ceramana ve Sahnaya ilçeleri ile ülkenin kuzeybatısındaki Idlib'de sınırlı sayıda bulunuyorlar.

Lübnan'da sayılarının yaklaşık 200 bin olduğu tahmin ediliyor ve yoğun olarak ülkenin merkezindeki dağlarda, özellikle de Şuf, Aliya ve el-Metn el-Ala bölgelerinde, ayrıca Cebel el-Şeyh’in batı eteklerindeki Hasbaya ve Raşiya gibi bölgelerde yaşıyorlar.

İsrail'de ise Celile, Karmel Dağı ve işgal altındaki Golan Tepeleri'nde 20'den fazla köyde dağınık bir şekilde yaşıyorlar. Merkezi İstatistik Bölümü'ne göre, İsrail vatandaşlığına sahip olanların sayısı 153 bin. Ek olarak, Golan'da yaşayan yaklaşık 23 bin Dürzi’nin büyük çoğunluğu kalıcı İsrail ikametgah belgesine sahip.

İsrail'deki Dürzi Mirası Merkezi'ne göre, İsrail mezhebi “kendi mahkemeleri ve bağımsız manevi liderliği ile tek başına bir oluşum olarak” tanıyor.

Tarihçi Sami Nesib Makarem, “Dürzi İnancı” adlı kitabında, özellikle Lübnan ve Kuzey Suriye'deki bazı Dürzilerin “16. yüzyıldan itibaren Cebel-i Havran'a göç ettiğini” ve bölgenin “Cebel-i Dürzi” olarak anılmaya başladığını belirtiyor.

Buradan bazıları, özellikle kuzeyde yaklaşık 15 bin ila 20 bin Dürzi'nin yaşadığı Ürdün'e göç etti.

Az sayıda Dürzi de Latin Amerika, Güneydoğu Asya ve Avustralya gibi dünyanın çeşitli bölgelerine ve ayrıca Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Meksika'ya göç etti.

Sosyal ve politik rol

Dürziler, farklı ülkelere yayılmalarına rağmen yakın bağlarını sürdürmeye çalıştılar.

Beyrut Amerikan Üniversitesi'nden tarihçi Profesör Makram Rabah, Dürziler, Maruniler ve Lübnan Dağı'ndaki çatışmalar üzerine yazdığı bir diğer kitapta şu açıklamayı yapıyor: “Karma evlilikler ve Dürziler arasında ilişkiler var ve din adamları bu ilişkinin sürdürülmesinde önemli bir rol oynuyorlar. Sınırlar çizilmiş olsa da, Dürziler onları gerçekte tanımadılar.”

Makram'a göre, bir azınlık olmalarına rağmen, Ortadoğu'da Dürziler “bölgenin siyasi ve sosyal yaşamında, ekonomik ve sosyal meselelerinde önemli ve bazen öncü bir rol” oynadılar.

Bu durum genellikle, azınlığın rolünü, büyüklüğünün ötesinde şekillendirmede önemli bir etkiye sahip olan feodal liderlerden veya aile liderlerinden kaynaklanıyordu.

Örneğin Lübnan'da lider Kemal Canbolat, 1950'lerden iç savaşın başlangıcı (1975-1990) ve 1977'deki suikastına kadar önemli bir siyasi rol oynadı.

Suriye'de Fransız manda yönetimi, 1921'de Cebel el-Dürzi bölgesine idari bağımsızlık verdi ve bu statü 1937'ye kadar devam etti. Ancak bu dönemde, en önde gelen Dürzi liderlerinden biri olan Sultan Paşa el-Atraş, 1925'te Fransızlara karşı patlak veren büyük bir ayaklanmaya liderlik etti.

İsrail'e gelince, Makram Rabah, Dürzilerin “devlete tamamen entegre olduklarını ve orduda görev yaptıklarını, bunun da onlara devlet nezdinde daha fazla nüfuz sağladığını” açıklıyor.

Suriye'de çatışmanın patlak vermesinin ardından Dürziler, kendilerini çatışmadan ve sonuçlarından uzak tuttular. Birkaç istisna dışında, genellikle rejime karşı silahlanmadılar veya muhalefete katılmadılar. Bulundukları bölgelerde çeşitli silahlı grupların parçası olan Dürziler, Beşşar Esed'in devrilmesinden sonra iktidara gelen yeni yetkililerle henüz bir anlaşmaya varamadılar.

Nisan ayı sonlarında Şam kırsalındaki iki bölgede patlak veren ve Suveyda'ya uzanan çatışmalar, Dürzi milisler ile güvenlik güçlerinin de aralarında olduğu en az 119 kişinin ölümüne yol açtı. Bu kanlı çatışmaya İsrail hava saldırılarıyla müdahale etti ve Şam’ı, Dürzilere zarar verilmemesi konusunda uyardı.

Nadir görülen bir siyasi ayrışmayla, Dürziler arasında son olaylara ilişkin tutumlar farklılaştı. Kemal Canbolat’ın oğlu Lübnanlı lider Velid Canbolat, Dürzileri Müslümanlar ile “sonsuz bir savaşa” sürüklemek konusunda uyarıda bulunurken, dini otoriteler ve Suriyeli Dürzi askeri gruplar, Dürzilerin ülkenin “ayrılmaz bir parçası” olduğunu vurguladılar.Şarku'l Avsat'ın Independet Arabia'dan aktardığı analize göre buna karşılık, Suriyeli din adamları ve İsrail’deki Dürzilerin dini lideri Şeyh Muvaffak Tarif, İsrail'e Suriye Dürzilerini koruma çağrısında bulundular.

Rabah, bu tarafların “farklı ajandalara sahip olduğunu ve daha da önemlisi, üç ülkeye uzanan bir nüfuz mücadelesi olduğunu” belirtti.