Savaşların ve çatışmaların temel nedeni: Yoksulluk

İç savaşları dini, etnik ve kültürel farklılıklara dayandırmanın çatışmaların fitilini ateşleyen esas sebepleri gizlemeye çalışmak olduğu belirtiliyor. (AFP)
İç savaşları dini, etnik ve kültürel farklılıklara dayandırmanın çatışmaların fitilini ateşleyen esas sebepleri gizlemeye çalışmak olduğu belirtiliyor. (AFP)
TT

Savaşların ve çatışmaların temel nedeni: Yoksulluk

İç savaşları dini, etnik ve kültürel farklılıklara dayandırmanın çatışmaların fitilini ateşleyen esas sebepleri gizlemeye çalışmak olduğu belirtiliyor. (AFP)
İç savaşları dini, etnik ve kültürel farklılıklara dayandırmanın çatışmaların fitilini ateşleyen esas sebepleri gizlemeye çalışmak olduğu belirtiliyor. (AFP)

Fidel Sbeity
Ülkelerdeki iç çatışmalardan kazanç sağlayan kişiler, bu savaşların sebeplerini bir grubun başka bir gruba hükmedip etnik ve dini kültürünü dayatmasına ya da azınlıkta kalan veya farklı bir ırka mensup olan vatandaşlardan oluşan başka grupları baskı altına almak için güç pozisyonlarını ele geçirmesine bağlamaya çalışıyorlar.
Bu savaşlardan kazanç sağlayanlar büyük miktarda hammadde, enerji kaynağı, tahta, maden, elmas ve tabii ki petrolün bulunduğu ülkelerin otoriteleri üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmeye çalışan dünyanın zengin ve eski sömürge ülkeleri olarak ön plana çıkıyor.
Diğer yandan çatışmalara bulanmış olan ülkelerde savaşan grupların liderleri, silahlı milislerin komutanları, üst düzey iş insanları ve bankacılar gibi söz konusu kaostan kazanç sağlayanlar da mevcut. Bu kişiler ülkenin kaynakları üzerinden kendi şahsi çıkarları için büyük ve küçük anlaşmalar yapmak amacıyla kaostan ve güvensizlikten yararlanarak, hep birlikte iş birliği içerisinde savaş durumunu sürdürmeye çalışıyorlar. Savaşlar, dikey ve yatay sınıf farklılıklarını, yani çatışma içerisindeki bütün kesimlerden yoksul grupları ortaya çıkarıyor. Çoğunlukla bu savaşların bütün sıkıntılarını sırtlayanlarda bu kesimler oluyor. Genellikle bu kişiler savaşların kurbanları veya ‘yakıtı’ olarak adlandırılıyor. Dış taraflarca desteklenen savaşan kesimlerin liderlerinden ultra zenginlerin oluşturduğu tabaka ise bütün bu kaos sürecinden kazanç sağlıyor.
Bunun örnekleri ise saymakla bitmiyor. Sahra Altı Afrika ülkeleri; Kongo, Kenya, Gine, Gana, Sierra Leone, Zambiya, Zimbabve ve diğerlerinin yanı sıra Venezuela, Şili, Bolivya ve Peru gibi Latin Amerika ülkelerinde de bu durum geçerli. Ancak en çok da bu duruma Meşrık Arap bölgesi ve Doğu Afrika-Arap ülkelerinde; Libya, Sudan, Somali, Cibuti, Eritre ve Etiyopya’nın yanı sıra Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’de rastlanıyor.

Esas sebebin örtbas edilmesi
Ancak iç savaşları dini, etnik ve kültürel farklılıklara dayandırmak bu savaşların fitilini ateşleyen ve sürmesine yol açan esas sebepleri gizlemeye çalışmaktır. Bu savaşlar gelişmekte olan veya bir aşamadan diğerine geçmeye çalışan ülkelerde devletin -ki varsa- temellerinin sarsılmasına yol açıyor. Nitekim örnek verecek olursak; bir yıl süren bir savaş, kalkınmayı sağlamaya çalışan bir kurumlar devletinin temellerini atmak için yıllarca süren girişimleri yerle yeksan edebilir. Bunlar, insanların gerek ülke içinde gerekse komşu ülkelere olsun göç etmeleri ve yerlerinden edilmelerinden ötürü genelde demografik değişimlere yol açan savaşlardır. Etiyopya, Lübnan ve Suriye bu tür demografik değişimlere örnektir.
Genelde bu değişimler ülkeyi bir kimliğe göre bölmeye yönelik olarak gerekleşir. Bu sırada ekonomi ciddi şekilde çökmeye devam eder ve bir noktadan sonra sadece bir halkı günlük temel ihtiyaçlarını temin ederek hayatta tutmak için Birleşmiş Milletler'in (BM), uluslararası kuruluşların ve destekleyici ülkelerin müdahalesi yardımcı olur. Şu an dünyanın birçok yerinde olan şey de tam olarak bu.
Şarku’l Avsatın Independent Arabiadan aktardığı ve Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) liderliğinde yürütülen ve saha çalışmalarına dayanan uluslararası raporlara göre gelişmekte olan ülkelerdeki krizlerin, çatışmaların ve savaşların devam etmesinin temelinde her şeyden önce ekonomik ve yaşamsal farklılıklar yatıyor. Sebeplerin değiştirilmesine gelince; bu, savaşlardan kazanç sağlayan bütün tarafların bildiği gerçeği örtbas etmek için yapılıyor.
Dünya Bankası 2015 yılında aşırı yoksulluk içinde yaşayan insan sayısının dünya nüfusunun yüzde 10'undan daha aşağısına düşeceği tahmininde bulundu. Ancak tahminler tutmadı çünkü bütün ülkelerin ekonomilerine zarar veren, listedeki yoksul ülke sayısını artıran ve yoksul ülkeleri daha da yoksullaştıran yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) geleceği o zamanlar bilinmiyordu.
Kovid-19 ile birlikte aynı anda çatışmalara ve savaşlara tanık olan yoksul ülkelere gelince; bir nevi mucize olmadığı sürece düzelemeyecek şekilde iki katı fakirleştiler. Uluslararası ünlü ekonomistler zengin ülkelerin yoksul ülkeler için iş birliği yapmaması halinde en kötü senaryonun gerçekleşmesinden bahsediyorlar. Böyle bir durumda ülkeler içindeki büyük sınıfsal farklılıklar, kendi halkının geçimini sağlayabilen birkaç zengin ülke ile kaynaklar için savaşların ve çatışmaların olduğu pek çok fakir ülke arasında da oluşacak. Bu, bütün küresel ekonomik döngüyü etkileyecek. Son birkaç yıldır güneyden kuzeye doğru gelen göç dalgaları, herkesi etkileyecek olan bu gelecek yaşanacakların sadece küçük bir örneği.

Savaşan ülkeler daha yoksul
Dünya Bankası'na göre yoksulluk, çatışma ve şiddetten zarar gören ülkelerde her geçen gün daha da artacak. 2030 yılına kadar dünyadaki yoksulların neredeyse yarısının bu ülkelerde olması bekleniyor. Kovid-19 salgınının devam etmesi durumunda bu sayı daha çok ve belki de şu ana kadar yapılan tahminlerden çok daha fazlasına ulaşacak.
‘Kırılganlık ve Çatışma: Yoksullukla Mücadelenin Ön Saflarında’ (Fragility and Conflict: On the Front Lines of the Fight against Poverty) başlığıyla yayınlanan yeni rapor, dünyadaki en yüksek yoksulluk düzeyine sahip 43 ülkenin kırılgan ve çatışmalardan etkilenen veya savaş içinde bulunduğunu belirtiyor. Bu savaşların biteceğine dair ufukta net işaretler ya da bu savaşları durdurmaya yönelik uluslararası düzeyde gerçek bir arzu yok. Rapora göre dünya çapında zorla yerinden edilenlerin sayısı 2012'den bu yana iki katından fazla artarak 2018'de 74 milyonu aştı ve son 4 yılda da birkaç milyon kişi arttı.
Uluslararası finans kuruluşlarındaki üst düzey ekonomistlere göre yoksulluk ve savaşların temelde birbiriyle ilişkili olduğu gözlemlendi. Bu doğrultuda gruplar arasındaki belirli barış anlaşmalarının imzalanmasıyla çatışmalardan ve savaşlardan çıkan ülkeler, yoksulluk seviyelerini hemen yarı yarıya düşürmeyi başarırken kronik iç çatışmalarla boğuşan ekonomilerde son 10 yılda yüzde 40'ı aşan yoksulluk oranlarında herhangi bir değişme olmadığı ortaya çıktı.
Bugün bölücü bir savaş ekonomisinde yaşayan birinin, son 20 yılda çatışma ve savaşa tanık olmamış bir ülkede yaşayan birine göre yoksul olma olasılığı on kat daha fazla. Bu, gelişmekte olan veya çeşitli şekillerde büyümeye çalışan ülkelerdeki birey ve grupların yaşamlarını iyileştirmeleri için barış, güvenlik ve uzlaşmanın ne kadar önemli olduğunun bir göstergesi.
Dünya çapında her beş kişiden biri eğitim, sağlık ve temel altyapıdan mahrum kalmasının yanı sıra parasal yoksulluktan da mustarip.
Savaşın gözle görülür doğrudan etkilerinin yanı sıra gelecek nesilleri etkileyebilecek uzun vadeli yansımaları da var. Zira çocuklukta savaşın etkilerine maruz kalmak, hayat boyu sağlık durumunun bozulmasına neden olabilir. Savaş kaynaklı beşeri sermaye kayıpları, bireylerin yaşamları boyunca üretkenliklerinin ve gelir düzeylerinin düşmesinin yanı sıra sosyal ve ekonomik hareketlerinin de azalmasına yol açar.
Gelişmekte olan ülkelerdeki çatışmaların devam etmesinin nedenlerine ilişkin uluslararası raporlardan birine göre, savaşlardan ‘ilkel’ etnik duyguları sorumlu tutma eğilimi var. Bu da savaşların çözümünün zor gibi görünmesine sebep oluyor. Bu düşünce şekli dikkati ekonomik ve politik esas faktörlerden uzaklaştırdığı için hatalıdır.
Söz konusu raporda gelişmekte olan ülkelerdeki savaşların nedenini anlamak için dört ekonomik varsayıma yer veriliyor. Bunlar grup sebepleri, hususi sebepler, toplumsal sözleşmenin başarısızlığı ve çevresel bozulma ile ilgili faktörlere dayanıyor.

Tüm olası varsayımlar ekonomik
Devletler içindeki savaşların temelde farklı gruplar arasında olduğu göz önüne alındığında, özellikle siyasi ve ekonomik gücün dağılımı ve uygulanmasında bir grubu harekete geçiren etkenler, öfke ve beklentiler ile savaş için bir sebep oluşturur. Bu durumda çok büyük olasılıkla temel sosyal haklarından mahrum bırakılan veya liderleri tarafından haklarından mahrum bırakıldıkları konusunda ikna edilen gruplar adalet ararlar. Siyasi adalet sağlanamadığında da savaş patlak verir.
Savaşların, özellikle de liderlerden veya asker olarak çalışan eğitimsiz gençlerden oluşan bireylere fayda sağlayan savaşların süresinin uzamasına yol açan açgözlülük varsayımı var. Savaş aynı zamanda yağmacılık, kıtlık, yardımlar ve silah ticaretinden faydalanma, yasa dışı üretim ve uyuşturucu, elmas, tahta ve diğer malların ticaretini yapma fırsatları da sağlar.
Toplumsal sözleşmenin başarısızlığına yani halk ile hükümet arasındaki sosyal istikrarın bozulmasına gelecek olursak; bu, halkın ekonomik durgunluk ve bozulma yüzünden hizmet vermeyen devletin otoritesini reddettiği ve devlet hizmetlerinin bozulduğu zaman meydana gelir. Bunların sonucunda toplumsal sözleşme çöker ve şiddet ortaya çıkar.
Son olarak, çevresel bozulma bir yoksulluk kaynağı ve uzun süreli ve sert çatışmaların bir sebebi olabilir. Örneğin, nüfus baskısının artması ve tarımsal üretkenliğin azalması toprak konusunda anlaşmazlıklara yol açabilir. Su kıtlığının artması da, özellikle suyun hayatta kalmak için birincil kaynak olduğu tarım veya yüksek popülasyona sahip ülkelerde ciddi büyük savaşlara yol açabilir.
Yapılan çalışmalardan birinde 93 ülkede aralarında siyasi, ekonomik ve çevresel farklılıklara dayanan çatışmalar olan 233 silahlı siyasi grup sınıflandırıldı. Eşitsizlikten şikayet eden grupların çoğunun, şiddet içermeyen protestolardan isyana ve darbeye kadar grubun çıkarlarını korumak için bazı adımlar attığı tespit edildi. Bu, isyan ve darbe isyancı grubun iktidarı bırakmayan karşı gruba karşı ayaklanması halinde iç savaşa yol açıyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.



Suriyeli iki araştırmacı, İsrailli bakanla Suveyda'daki durumun görüşülmesini eleştirdi

19 Temmuz’da İsrail bombardımanına maruz kaldıktan sonra Şam'daki Savunma Bakanlığı binası önünde dalgalanan Suriye bayrağı (AP)
19 Temmuz’da İsrail bombardımanına maruz kaldıktan sonra Şam'daki Savunma Bakanlığı binası önünde dalgalanan Suriye bayrağı (AP)
TT

Suriyeli iki araştırmacı, İsrailli bakanla Suveyda'daki durumun görüşülmesini eleştirdi

19 Temmuz’da İsrail bombardımanına maruz kaldıktan sonra Şam'daki Savunma Bakanlığı binası önünde dalgalanan Suriye bayrağı (AP)
19 Temmuz’da İsrail bombardımanına maruz kaldıktan sonra Şam'daki Savunma Bakanlığı binası önünde dalgalanan Suriye bayrağı (AP)

Suriye resmi medyası, Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani'nin salı akşamı Fransa'nın başkentinde İsrail heyetiyle bir toplantı yaptığını duyurdu. Şeybani toplantıda, Suriye'nin birliğini vurguladı, bölünme projelerini reddetti, Suriye'nin iç işlerine müdahale edilmemesini istedi, Suriye'nin güneyindeki Suveyda vilayetinde ateşkesin izlenmesini ve 1974 anlaşmasının yeniden yürürlüğe konmasını talep etti. İsrail medyası, İsrail'deki Dürzi topluluğunun lideri Şeyh Muvaffak Tarif'in ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile Suriyeli yetkililerle güven artırıcı bir önlem olarak, Kuneytra kırsalındaki Hadar kasabasını Suveyda vilayetine bağlayan bir insani koridor kurulması olasılığını görüşmek üzere Paris'te olduğunu ortaya koymuştu.

Yedioth Ahronoth gazetesi, Şeyh Tarif'in bu talebi, ABD'nin himayesinde Suriyeli yetkililerle güven inşa etmek için bir adım olarak sunduğunu yazdı.

Şarku’l Avsat, Suriye'nin güneyindeki durumu takip eden iki Suriyeli araştırmacıyla, Şeybani'nin Paris'te İsrailli müzakereciyle yaptığı görüşme ve Suriye'deki Dürzilerin taleplerini dile getiren Muvaffak Tarif'in varlığı hakkında yorum yapmak üzere iletişime geçti.

kıjı
Cenevre müzakerelerinin baş müzakerecisi hukukçu Muhammed Sabra

Cenevre müzakerelerinde muhalefetin baş müzakerecisi olan Suriye'li avukat ve siyasetçi Muhammed Sabra, Şarku’l Avsat’a şunları söyledi:

“Hükümet, 1974 tarihli güçlerin ayrılması anlaşmasını ihlal ettiği, tampon bölgede yeni Suriye topraklarını işgal ettiği ve Suriye içinde her gün ihlallerde bulunduğu gerekçesiyle İsrail ile güvenlik görüşmeleri yapmak zorunda kalabilir. Suriye şu anda askeri yollarla kendini savunamayacak kadar yıkılmış bir ülke. Bu nedenle hükümetin bu tür görüşmeler yapmasını mazur görebiliriz, ancak bunun amacı 1974 anlaşmasını yeniden yürürlüğe koymak olmalıdır.”

dfert
Suriye Kızılayı konvoyu, tıbbi yardım, gıda ve insani yardım malzemeleriyle yüklü olarak pazar günü Suveyda vilayetine girdi. (SANA)

Ancak ne yazık ki Sabra'nın da belirttiği gibi, Suveyda konusunda Suriye ile İsrail arasında görüşmelerin yapılmasının siyasi veya ulusal hiçbir gerekçesi olamaz. Bu, hükümetin gitmemesi gereken bir noktaya doğru büyük bir ihlal ve tehlikeli bir kayma. En kötü olan ise Dışişleri Bakanlığı'nın yaptığı açıklamanın şaşkınlık ve soru işaretleri uyandırması, özellikle de İsrailli bakanla Suveyda'daki ateşkesin izlenmesi konusunda görüşülmesi ile ilgili paragraf!

Sabra sözlerini şöyle bitirdi: “Bu, hükümetin Şam-Suveyda yolunu açarak ve Suveyda ile Suriye'nin diğer bölgeleri arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin yeniden kurulmasıyla aşabileceği büyük bir siyasi hatadır.”

cdfg
Son zamanlarda Suveyda'da düzenlenen gösterilerde İsrail bayrakları dalgalandırıldı. (Sosyal medya)

Suriye'li araştırmacı ve siyasetçi Mudar Riyad ed-Debis, Şarku’l Avsat’a şunları söyledi:

“Suveyda sorunu Suriye'nin iç meselesidir. Bu sorunun bölgedeki bölgesel çıkarlarla çakışabileceği doğrudur, ancak Suriyeliler için sorunun içten çözümü, müdahaleyi, özellikle de İsrail'in iç meselelere müdahalesini önlemek için gerekli bir koşuldur.

d90p
Suriyeli araştırmacı ve siyasetçi Mudar Riyad ed-Debis

Geçiş yönetiminin davranışlarından ve bu bağlamda sorunu yönetme biçiminden önemli mesajlar çıkıyor. Örneğin, Suriye'nin güneyindeki sorunun İsrail'de çözüleceği fikrini kabul ettiğimizde, bunun stratejik anlamı, İsrail'in bu bölgede Suriye'nin iç meselelerine karar verme hakkına sahip olduğu yönündeki çabalarını pekiştirmekten başka bir şey değildir. Söz ve eylemde açık olan gerçek şu ki, Suveyda'daki Suriyelilerin beklentilerini, taleplerini ve geleceklerini ancak kendileri gibi Suriyeliler temsil edebilir.

sdfrgt
İsrail'deki Dürzi topluluğunun lideri Şeyh Muvaffak Tarif, Paris'te ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile birlikte (Barrack’ın X hesabı)

Ayrıca Suveyda'daki Suriyeliler politika konusunda tek bir görüşte birleşmiş değiller; aynı mezhebe mensup olmaları, aynı siyasi görüşü paylaştıkları anlamına gelmiyor. Dolayısıyla bu görüşün, aynı mezhebe mensup olan ancak düşman bir ülkenin vatandaşlığını taşıyan bir İsrailli tarafından dile getirilmesi kabul edilebilir.

Bu tuhaf ve garip bir manzara. Eğer bu resmi olarak devletin düşüncesini temsil ediyorsa, bu felaket bir teslimiyettir ve iktidarın resmi davranışlarına sızarsa sonuçları herkes için felaket olabilir. Benim tahminime göre, geçiş dönemi yönetimi bu bağlamda birçok hata yaptı. Bu hatalar, planlamadaki zayıflığı ve siyasi çalışmanın profesyonelce kurumsallaştırılmadığını ortaya koyuyor ve yönetimdeki stratejik planlamanın yokluğunu ortaya çıkarıyor.”

ty6u7ı8
Suveyda vilayetindeki Bedevi aşiret savaşçıları, Temmuz 2025 (DPA)

Ed-Debis, İsrail ile Suriye arasındaki resmi ilişkilerin artık sır olmaktan çıktığını, bunun ‘müzakere’ veya ‘diyalog’ olarak adlandırılamayacağını, daha çok geçiş dönemindeki iktidarın İsrail'in kötülüklerinden kaçınmak için yaptığı bir tür girişim olduğunu, ancak bu girişimlerin siyasi ve ulusal açıdan iyi düşünülmemiş olduğunu belirtti.

Ed-Debis sözlerini şöyle noktaladı: “Resmi yaklaşımda halen eksik olan ilke, iç politika alanında çalışmanın ve ulusal birlik fikrinin dış politikaya ulusal çıkarları belirlemek, ardından bunları gerçekleştirmek ve savunmak için gerekli gücü verdiği gerçeğidir. İç sorunu çözmek için dışardan başlayan yaklaşım, mutlaka yetersiz ve çok denenmiş bir yaklaşımdır; bu yaklaşıma güvenmeye devam etmemeliyiz. Aksi takdirde uzun vadede egemenlik fikrini tamamen kaybedeceğiz.”